Yeni Üyelik
34.
Bölüm

34. BÖLÜM

@yazarimsibirileri

Selamlaaarr nasılsınııız

Bölümü keyifle okumanız dileğiyle 🥰

Yeni bölüm çarşamba akşamı gelecek 🥰

Karnımın üzerinde bir şey geziniyordu. Hafif hafif daireler çiziyor, tüy kadar yumuşak şekilde hareket ediyordu. Her ne kadar bana güzel hissettirse de istemsizce kıpırdanıp gözlerimi açtığımda uyku mahmurluğuyla sağa sola bakınarak ne olduğunu kavramaya çalıştım. Yeraltı Kulübü’ndeydim ve Cesur’un odasında. Odanın tüm tavanını dönen kırmızımsı LED ışık sayesinde onun odası olduğunu anlamak kolaydı, ancak karnımda neyin gezindiğini anlamam biraz daha uzun sürmüştü.

“Cesur?” diye ayılamadığımı belli edercesine mırıldandım, bu sırada henüz uykuya doyamadığım için göz kapaklarım yeniden örtülmüştü. Buna rağmen ellerimi havada dolaştırarak onu aradım, odada olduğundan bile emin değildim. Derken havada gezinen ellerimden birini yakaladı ve dudaklarını avuç içime bastırıp kokumu ciğerlerine doldurdu.

“Uyu, fırtına kuşu, ben buradayım.”

Fısıltısıyla birlikte onun yanımda olduğunu bilmenin verdiği rahatlık içime çöktü ve tatlı tatlı bir şeyler mırıldandım. Bu onu güldürdü. Sessiz olmaya çalışsa da gülüşünü duydum ve bunu kaçırmak istemeyen yanım hızla beni dürttü, gözlerimi yeniden açtım. Cesur parmaklarını karnımın üzerinden çekerek sweetimi aşağıya indirip yanımdaki boşluğa geri döndü ve sırtını tavana kadar uzanan yatak başlığına yasladı. Beni uyandıranın karnımda gezinen parmakları olduğunu ancak anlarken kafamı geriye atarak ona baktım, koyu kahve gözlerindeki yoğunluk uykunun bir anda bedenimden sıyrılmasına neden olduğunda susuz kalmışım gibi dilimle dudaklarımı ıslatarak yutkundum.

“Bir şey mi oldu?”

Kafasını hafifçe iki yana sallayıp parmaklarının tersiyle bu kez yanağımı okşadı. “Kapat gözlerini, biraz daha uyu, ihtiyacın var gibi.”

“Saat kaç?”

“Beşe geliyor.”

Akşam olmak üzereydi ve uyanma saati zaten yaklaşmıştı. Burada gündüz ve gece yer değiştiği için uyuma değil uyanma vaktiydi. “Sen neden uyanıksın?” diye sordum ağzımdaki ekşi tadı gidermek istercesine yutkunduğum sırada. Sabahki doktor kontrolünden sonra kulübe gelmemiz öğleni bulmuştu, arabada uyuyakaldığımı hatırlıyordum. Cesur beni buraya taşımış olmalıydı. Yine ondan çok uyumama rağmen hâlâ uykum vardı ve benim aksime o dinç görünüyordu.

“Yoksa hiç uyumadın mı?”

“Uyudum biraz, yetti,” dedi, gözlerini hiç üzerimden çekmemişti. Öyle yoğun bakıyordu ki soluklarımın hızlanmasına engel olamıyordum.

“Benim hâlâ uykum var,” derken kafamı yastığımdan ayırarak ona yaslayıp, yüzüm ona dönük olacak şekilde kendime en rahat pozisyonu ayarlayarak kaldım. Vücudu biraz fazla sert olsa da ona yakın olmak paha biçilemezdi.

Eli dağılmış saçlarımın arasına karışıp onlarla oynaşmaya başladı. “Yastık yerine kullanılıyorum, öyle mi?”

“Hı-hım...”

“Uyuyacak mısın?”

“Hı-hım...”

Güldü. “Bunun için gözlerini kapatman gerekmiyor mu?”

Derin bir solukla içimdeki kıpır kıpır hissi bastırmaya çalışırken, “Bana bakıyorsun,” dedim bu bir sorunmuş gibi.

Tek kaşı havalandı. “Sana bakıyorum? Bu yüzden mi uyumuyorsun?”

“Çok garip bakıyorsun,” diye mırıldandım.

“Garip mi? Nasıl garip?”

“Bilmem. Ama bana böyle baktığında kendimi çok kıymetli hissediyorum.”

Beni anlamaya çalışmayı bırakarak gülümsedi ve gözlerindeki o bakış biraz daha arttı. Parmak uçlarını alnımla saçlarımın birleştirdiği sınırda gezdirirken, “Benim kıymetlimsin,” dedi. Bunu duymak ve sindirmek bana zor geliyormuş gibi yine derin bir soluk aldım.

“Acaba uyanamadığım bir rüyada olabilir miyim?” dedim birden, Cesur yine güldü, benimse ifadem ciddiydi. “Uyanacağım ve kendimi eski evimde bulacağım, iki dakika sonra alarm çalarak ve alarm çalmadan uyansam bile kalan dakikalarımı da yatakta geçireceğim. Sonra işe gitmek için hazırlanacağım. Mutfağa giderken Hümeyra’nın odasının önünden geçeceğim ve onu sere serpe yatarken görmek sinirlerimi bozacak. Kahvaltı yapmaktan vazgeçerek işe gideceğim, akşama kadar orada kendimi yorup eve geldiğimde de direkt yatacağım ve yine uyuyacağım.”

“Gerçekten tüm hayat akışın bu şekilde miydi?”

“Evet, fazla sıkıcı görünüyor biliyorum ama alışmıştım.”

“Yaşamak için yaşamaktı, fazlası değil.”

İç geçirmekten kendimi alamadım. “Şimdi ne olacak, Cesur? Biz ne olacağız, bu yolun sonu bizi nereye götürüyor?”

“Önce evleneceğiz,” dedi, sertçe yutkundum ve devam etmesine izin vermedim.

“Bebek için mi?”

“Karım olmanı istiyorum, tek nedeni bu,” diye hızlı bir karşılık verdi.

“Zaten bebeği öğrenmeden önce teklif etmiştin,” derken dudaklarımı birbirine bastırıp kendime onu izlemek için birkaç saniye verdim, kusursuzdu. “Ama plansızdı, bu belli oluyor.”

“Plansızdı, evet. Aslında aklıma bile gelmemişti. Söylediğim gibi ben aile kurabileceğime asla ihtimal vermediğim için ona ait tüm düşüncelerden uzaktım. Eğer konuyu açmasaydın evliliğin aklıma gelmesi çok daha sürebilirdi.” Saçlarımla oynamaya devam ederken aklındaki bir soruya cevap verirmiş gibi kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı. “Zaten basit bir imza, benim için çok önemi yok. Olsa da olmasa da benimsin.”

“Gerçekten istiyor musun bunu? Ciddi bir şey, Cesur. Beni ailene dâhil etmiş olacaksın. Ne bileyim... Senin karın olmak... tamamen buraya ait olmak... Sadece iki ay önce böyle bir şeyi kabul edeceğim söylenseydi bunu söyleyene küfrederdim.”

“Sen bana aile oldun, Nehir, bırak aileye dâhil olmayı. Önemli olan bu. Şimdi yapacağım şey beni yastık olarak kullanan bu ne idiğü belirsiz kadına sağlam bir soy isim verip onu her yönden benim yapmak.”

Kıkırdamaktan kendimi alamadım. Sabah kendimden bu şekilde bahsettiğim için imada bulunmayı ihmal etmemişti. “Galiba dedikodulara hak vermeliyim; sen biraz hastasın.”

“Biraz?”

“Evet, biraz, çok değil. Senin konumunda olanlar için netlik ve gerçeklik her şeydir. Kendime baktığımda soru işaretleriyle dolu bir kadın görüyorum. Birinin içinize gönderdiği casus bile çıkabilirim, farkında mısın?”

“Casuslar hamile kalmayı pek tercih etmezdi,” dedi sırıtarak.

“Evet, sanırım,” derken gürültüyle soludum. “Casus olsaydım çok aptal olurmuşum.”

“Geçmişin ve bilinmezliğin beni rahatsız etmiyor, hatta umurumda bile değil açıkçası. Aileni sadece öldürmek için bilmek istiyorum. Peşinde ordu bile olsa, Nehir, ordu bile olsa ben buradayım. Kendime, aileme, gücüme sonuna kadar güveniyorum. Beni yıkmak kolay değil.”

Endişe yavaşça mavi gözlerime yayıldı. “Ailemi... öldürmek için mi bilmek istiyorsun?”

“Evet,” dedi. “Tam olarak bunun için bilmek istiyorum.”

“Ama-”

“Ne ama? Onlar seni öğrendiklerinde zaten bunu istemeyecekler miydi?”

“Evet... ama-”

“Nehir,” dedi uyarırcasına. “Abine karşı olan şu tutumun artık sinirlerimi bozuyor.”

Onun için endişelendiğimi anında anlaması normaldi, beni kolayca okuyabileceği şekilde avucunda duruyordum. Gözlerimi sıkıntıyla kapatıp, “Tamam, lütfen bu konuyu kapatalım,” dedim, çünkü uzatmak canımı yakacaktı biliyordum.

“Kaçmak senin yaşam fonksiyonun olmuş,” dedi kızgınca. “Sorulardan kaçıyorsun, sorunlardan kaçıyorsun, her şeyden kaçıyorsun, aklına gelebilecek her şeyden.”

Bu aralar sık sık bu konuya değiniyordu ve işin kötüsü haklıydı. Yanağımın içini dişlemeye başlarken, “Ama senden kaçmıyorum,” diye fısıldadım. Cesur’u kuşatmaya hazır olan o öfke havadaki sigara dumanı gibi birden dağıldı. Bana sert bir şefkatle, sert bir sevgiyle bakıp kafasını hafifçe iki yana salladı. Bunun anlamını biliyordum; bunun anlamı başının belasıyım demekti.

“Artık benden kaçma lüksün yok zaten.”

“Yok,” dedim kısık sesle.

“Öyle bir şey hissetmeyeyim bile.”

“Tamam,” dedim hızla.

Yine kafasını iki yana salladı. “Sana karşı koyamayacağımı bildiğin için böyle yapıyorsun. Uysal olmadığını biliyorum, fırtına kuşu. Hem de hiç uysal değilsin.”

“Sana uysalım, bu gerçek.”

Diğer elini çeneme yerleştirip beni biraz sıkıca tutarak yüzümü yüzüne sabitledi. “Tekrar et,” dedi buyurur gibi. Gözlerine karanlık çökmüştü.

Soluklarımın hızlandığını hissettim. Dudaklarımı yalayıp, “Sana uysalım,” dedim ve sonra baş parmağı alt dudağımın üzerine kondu. Oraya uyguladığı baskıyla baş etmeye çalışırken, “Seni yatağa yapıştırmamı ister gibi konuşursan ve öyle bakarsan bunu yaparım,” dedi, kasıklarıma saplanan tatlı sancılar yüzünden bacaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım.

“Bunda bir sorun göremiyorum,” dedim ona daha net bir istekle bakarken. Parmaklarını çeneme doğru kaydırdı ve daha çok sabra ihtiyacı varmış gibi gözlerini yumup derin bir soluk aldı.

“Kadının parmağıyla oynattığı adamları gördüğümde buna anlam veremezdim. Yürüyünce yeri sallandıran adamların kadınları için yaptıkları bana garip gelirdi. Şimdi anlıyorum. Bana böyle baktığında senin için yapmayacağım şey yok. Şimdi gerçekten anlıyorum. Çok tehlikelisin.”

“İplerinin bir kadının elinde olması hoşuna gitmedi mi ringlerin yenilmez kralı?” dedim biraz alayla ve imayla.

Bana yine o yoğun bakışlarını dikti. “Sana yenilmek hoşuma gidiyor.”

“Seni yatağa yapıştırıp üzerine çıkmamı ister gibi konuşuyorsun,” dedim dudağımın kenarını ısırdığım sırada. Güldü, güldüm.

“Sen bu aralar çok talepkâr oldun, farkında mısın?”

“Bu bir sorun mu?”

“Değil tabii ki. Seni yataktan çıkarmak bile istemiyorum, haberin yok.” Tehlikeli şekilde sırıttı. “Sadece artık biraz dikkatli olmalıyız sanırım. Bebek için.”

“O, buna engel değil, doktor da söyledi zaten,” dedim Nilgün Hanım’la yarım kalan konuşmamızı tamamladığımız anları ona hatırlatarak. Utanmıyordum, ancak yine de tamamen açık konuşmak hâlâ zordu.

“Olsun, biz yine de dikkat edelim. Yavaş yavaş severim seni bundan sonra. İki üç haftada bir...”

Benimle eğlenen hâline karşılık koluna hafifçe elimi geçirdim. “Bırak iki üç haftayı iki güne önümde diz çöküp bana yalvarırsın. Seni o hâle getiririm.”

Kaşları havalandı. “Öyle mi?”

“Öyle,” dedim kendimden eminliğimden kuşku duymadan. “İstersen iddiaya girebiliriz.”

Kafasını geriye atıp bir kahkaha patlattı. “İddiaya gerek yok, fırtına kuşu, bu savaşta sen daima galip gelirsin ve ben diz çöken olurum.”

Sırıttım. “Hiç vaktimiz var mı?”

“Ne için?”

“Diz çökmen için?”

“Vaktim olmasa bile oldururum.”

“Diz çök öyleyse,” dedim, bana o kopkoyu ifadesiyle bakıp omuzlarımı kavradı. Yukarıya doğru çekildiğimde hiç itiraz etmedim. Ellerimi tişörtünün üzerine bastırıp dudaklarımızı kavuşturmasına izin verdim. Sırtımı boydan boya gezen parmakları yeniden omuzlarıma oradan da kollarıma yöneldiği sırada kendimizden geçercesine birbirimizi öpüyorduk. Cesur aramızda hiç boşluk kalmamasını istercesine kollarımı tutup boynuna doğru attı, ancak bunu yaparken kan verme faciası yaşadığım bölgelerin ikisine de dokunduğunda istemsizce acılı bir inilti dudaklarımdan kaçtı ve bu, aramızda oluşan büyüyü bozmaya yetmişti.

Geri çekilip bana o sert ifadesiyle baktığında suçlu bir çocuk gibi doğrulup üzerinden kalktım. O da doğruldu. Az önce arzuyla dolu olan gözlerine öfke emareleri sinerken uzanıp morarmış olan kolumu tutup kendisine doğru çekti. Engel olmak istercesine diğer elimle morarmış derimi kapatmak istedim ama bana öyle sert bir bakış attı ki havadaki elim usul usul geriye çekildi ve sertçe yutkundum. Sanırım başım biraz ağrıyacaktı.

Cesur çatık kaşlarıyla kolumu uzun uzun inceledi. Kızgındı ve haklıydı. Neler düşündüğünü bilemesem de ifadesi ürkmem için yeterliydi. Sakin kalmak istercesine derin bir soluk alıp, “Hamile olduğunu tam olarak ne zaman ve nasıl öğrendin?” diye sordu. Ardından unuttuğu önemli bir ayrıntıyı ekleme gereği hissetti. “Dürüst ol. Eğer bir yalan daha ortaya çıkarsa...”

“Sana yalan söylemedim,” diye atıldım. “Bunu yapmadım.”

“Üstünü kapatmak da bir yalandır. Bundan sonra benim kitabımda bu böyle, Nehir. Anladın mı?” Kafamı salladım. “Cevap ver şimdi. Ne zaman? Nasıl?”

“Bulut’un evindeyken öğrendim,” diye başladığımda ifadesi bir ton daha sertleşince elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemedim. En düz şekilde olanı biteni hızlı hızlı anlattım. Bunu yaparken gözlerimi ondan sık sık kaçırıyordum, çünkü ben farkında olmadan üzerinden epey zaman geçmişti ve aradaki boşluğun onu öfkelendirdiği ortadaydı. Keza her şeyi anlattığımda ilk verdiği tepki tam da beklediğim gibiydi.

“Ve onca zaman benden sakladın?” dedi dişlerinin arasından. “Seni habersizce denize attım Nehir! Ya bir şey olsaydı? Nasıl benden saklayabilirsin?”

Haklıydı. “K-kabullenmem gerekiyordu. Sen bile şoka girdin Cesur, öğrendiğimde benim için ne kadar zor olduğunu anlamalısın. İstemedim,” dedim, irkildi. “Ama şimdi çok pişmanım,” diyerek ellerimi utançla yüzüme kapadım. Gözyaşları işte oradaydı. “Yemin ederim ki çok pişmanım. İyi bir anne olabileceğimi düşünmediğim için istememiştim. Hayatımın boktan bir hayat olduğu için doğmamasının daha iyi olacağını düşünmüştüm.” Hıçkırdım. “Annem gibi bir anne olmaktan korkmuştum.”

“Bana söyleseydin-”

“Söyleyemedim, bilmiyorum işte, söyleyemedim. Kabullenmem sandığımdan daha uzun sürdü. Günlerce huzursuz huzursuz dolaştım. Sürekli ikilemdeydim, sürekli. Onu istemediğimi söylediğim anlarda bile içten içe istemek çok zordu. Yapamayacağımı düşünerek korktum, hâlâ daha korkuyorum. Kendime baktığımda benden bir anne olacağını düşünemiyorum. Sanki hep yetersiz kalacakmışım gibi geliyor. Sanki onu eksik bırakacakmış gibi hissediyorum. Çünkü ben çok eksik büyüdüm ve aynılarını ona yaşatmanın korkusu beni yiyip bitiriyor.”

“Kendi kendine eziyet çektirmişsin, bunun başka açıklaması yok. Öğrendiğin anda bana söylemeliydin. Neyden korktun, eğer istemeseydin onu zorla orada tutarım diye mi? Ben o kadar bencil miyim gözünde? Seni ne zaman istemediğin bir şeye zorladım, Nehir?”

“Bunu hiç yapmadın,” diyerek yanağımın içini kemirdim. “Ama ben çok korktum işte. Burada minicik bir şey var, onu içimde taşıyorum,” derken ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim. “Bu ne kadar garip hissettiriyor bilemezsin. Burada bana bağlı şekilde büyüdüğünü düşünmek ödümü patlatıyor. Ben hep tehlikedeydim, Cesur, hayatım boyunca ölüm peşimde oldu. Şimdi düşünmem gereken ufacık bir can daha var ve bunun yükü bana çok ağır geldi. İstemedim, Yavuz eğer beni ikna etmeseydi belki o anki kurtulma korkusuyla ona kıyardım da.”

Dudaklarımdan firar eden hıçkırıkla birlikte onun yüzüne bakmaya utanıyormuşum gibi arkamı dönüp ayaklarımı yataktan aşağıya sarkıttım. Düşünmek kolaydı ama düşündüklerini itiraf etmek daha zordu, bunu anlamıştım.

“Öğrendiğinde senin hep olumlu düşüneceğini sandığım için verdiğin soğuk tepki beni afallattığında ancak onu istediğimden emin olabildim. Ve kendimden çok utandım,” dedim hıçkırarak. “Onu istemediğini görmek ve düşünmek, benim onu istemediğim anları bana hatırlattı. Kendimi çok berbat hissettim. Daha en başında çuvallamışım gibi...”

“Duyduğum andan itibaren onu istedim,” dedi sıkılı dişlerinin arasından. Sanırım kendini anlatamadığı için gergindi. “Sana yansıtamamış olsam da böyle. Onu istedim, istiyorum. Onu ve onun gibi birkaç taneyi daha... isterim. Ama sen istemezsen benim istememin bir önemi kalmaz. Kafandaki kötü adam profilinde olmak canımı sıkmaya başladı.”

“Benim için kötü adam değilsin. Sadece korktum işte, anlasana.”

Görmüyor olsam da kafasını ağır ağır iki yana salladığına dair görüntüler zihnimdeydi. Hemen ardından yatakta ağırlığı bana doğru kaydı ve belimin etrafına sardığı kollarıyla beni hiç zorlanmadan kendisine çekip göğsüne yasladı. “Seninle ne yapacağım ben?” dedi gürültüyle soluğunu dışarıya verdiği sırada. “Aptal saptal korkuların var ve onlardan nefret ediyorum.”

Burnumu çektim. “Ben de.”

“Bir daha benden bir şey saklama, Nehir, bunu son kez söylüyorum. Tekrarı olursa tepkim de farklı olur.”

“Ama zaten çok şey saklıyorum,” dedim şapşal bir telaşla. Sinirli sinirli güldü.

“Geçmişinden bahsetmiyorum, onu elbet öğreneceğim. Bugünden sonrasını kastediyorum, anladın mı?”

Kafamı salladım. Pekâlâ daha şimdi bile bazı şeyleri saklamıştım; mesela Yavuz’un beni buradan uzaklaştırmak istemesini ve bebeği söylememem için tembihlemesini. Muhtemelen bunları Cesur öğrense Yavuz’un başı belaya girerdi. Bu yüzden mecburi durumun üstünü ört pas etme hakkımı kullanıyorum ve içimden böyle durumlara bir daha düşmemek için dua ediyordum.

“Öyleyse bir şey itiraf edeceğim,” dedim parmaklarımla oynarken.

“Nedense hoşuma gitmeyeceğine eminim.”

“Evet,” dedim duyulur duyulmaz şekilde. Cesur homurdanır gibi iç geçirdi.

“Söyle, belalı kadınım, söyle.”

“Bebeği öğrenince korkularım yüzünden kaçmak istedim,” diye itiraf ettim, beni saran kolları kaskatı kesildi. “Çünkü er ya da geç ortaya çıkacağım, ailem beni öğrenecek ve benimle birlikte o da tehlikede olacak. Sana güvenmediğimden değil, yemin ederim. Sana çok güveniyorum ben. Ama bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Ya beni, bizi korurken sana bir şey olursa ne yaparım? Böyle düşününce kaçıp gitmek mantıklı geldi bir an için. Sadece bir an için.”

“Sadece sikten bir varsayım,” dedi dişlerinin arasından. “Sadece bu, Nehir. Bunun için beni terk etmeyi düşünmüş olamazsın-”

“Düşündüm işte, bunu bilmeni istediğim için söylüyorum. Düşündüm, düşünürüm böyle saçma şeyler ben. Ama sonra şunu düşündüm; annenin yaptığını yapmak istemiyorum,” dediğimde nefes almayı bile kesecek kadar gerildi. “Arkamda delirmiş bir adam bırakıp, bebeğini ondan kopartmak istemiyorum. Yarım kalmak ve yarım bırakmak istemiyorum. Eğer kalmak dünyanın en büyük yanlışı olacaksa bile seni terk etmeyeceğim, yemin ederim, her şeyin üzerine.”

Kollarının arasında ona doğru dönüp gözlerinin içine bakarak söylediklerimi onaylarcasına kafamı salladım ve tekrarladım. “Yemin ederim, korkudan ölecek olsam bile kaçmayacağım. Bu saatten sonra asla. Kalacağım, savaşmam gerekirse savaşacağım ve öleceksem de burada, senin yanında ölece-”

“Tamamlama o cümleyi,” diyerek sert bir ikazda bulundu. “Kalacaksın, senin için nasıl savaştığımı izleyeceksin ve tüm sorunları hallettikten sonra tadını çıkararak yaşayacağız.”

Ona sarılıp deli gibi ağlamak istedim ama bunu yapmadım. Gözyaşlarımı geri gönderdim ve düğümlü bir boğazla dibinde oturup ona bakmaya devam ettim. Belki yarınlar bizim için çok zor olacaktı ama buna değecekti. Pişmanlık duymayacaktım. Esas eğer gitmiş olsaydım bu benim en büyük pişmanlığım olurdu, artık emindim. Düşüncelerimi onaylarcasına ağır ağır kafamı sallayıp, içimden her şeyin güzel ilerlemesi için sessiz yakarışlarda bulunurken, “Benden iyi bir anne olur mu Cesur?” dedim birden.

Onaylanma ve desteklenme ihtiyacımı görerek hafifçe dudaklarını kıvırdı. Bana bunu kusursuzca başaracağımı haykıran bakışlarını üzerimden eksik etmeden, “İyi olan her şey sensin zaten,” dedi, endişelerim birkaç adım geriye çekildi.

“Hiç düşündün mü? Cinsiyetini?”

“Oğlan olsun isterdim,” dedi yavaşça. “Kız olsun da isterim. Bilmiyorum, Nehir, ikisini de isterim.”

“Önce oğlan dediğinde göre oğlan daha ağır basıyor. Soyunun devamı olacağı için değil mi? Burada oğlanlar önemlidir, biliyorum.”

“Aslında baba oğul takılmak istediğim için. Babamla ayrı geçirdiğimiz yılları silebilmek için birçok şey yapmıştık. Koca adamdı ama benimle çimlerde yuvarlanıp top oynardı mesela. Birlikte resim çizmişliğimiz bile var. Onun benimle zamanında yapamadığı her şeyi bir oğlum olursa onunla yapmayı çok isterim.”

“Kız olursa-”

“Başımın tacı olur, senin gibi.”

Ona biraz daha sokuldum. Yatağın üzerinde kıvrılmış duran bacaklarımız iyice birbirine dayandı. İstemsizce ellerimle oynamaya başlarken, “Nedenli nedensiz ağlayacak, yaramazlık yapacak, isyan edecek, gürültü çıkartacak, kırıp dökecek, dağıtıp kaçacak...” dedim birazdan alacağım karşılığı düşünerek yanağımın içini endişeyle kemirdiğim esnada. “Tüm bunlara sabırlı olur musun?”

“Olurum.”

“Çok azıtır, ne bileyim, canını sıkarsa?”

“Düşündüğünden daha sabırlıyımdır.”

“Bir gün gerçekten canına tak ettirirse? Son yaptığın çizimi yırtarsa mesela ya da kalemlerini kırarsa?”

“Ne duymak istiyorsun, Nehir?”

Nefesimi tuttum. “Ona vurur musun?” dedim nihâyet düşündükçe beni sıkıntıya sokan soruyu sorarak. Cesur beklediğimin aksine sert bir tepki göstermedi. Üzerine keskin bir ağırlığın çöktüğünü hissettim. Durgunlaşarak, “Kafanın içerisinde nasıl bir adamım ki ben bunu düşünüp sorabiliyorsun?” dedi yorgun bir sesle. Sanki verdiği büyük savaşlardan yenik düşmüş gibiydi.

“Kafamın içerisinde muhteşem bir adamsın.”

“Öyleyse neden böyle şeyleri açarak kendimi sorgulamama neden oluyorsun?”

“Duymak istiyorum,” dedim güçsüzce. “Yapmayacağını biliyorum, şüphem yok ama duymak istiyorum.”

Uzun bir sessizliğin ardından, “Garip hissediyorum,” dedi sertçe yutkunurken. “Aslında ne hissettiğime anlam bile veremiyorum. Değişik. Çok değişik. Heyecanı hiç böylesine derinden yaşamamıştım. Doğru dürüst uyuyamadım bile, Nehir. Gözümün önünden o ultrason görüntüsü gitmiyor. Orada ufacık yerde duruyor ve henüz kendini göstermemiş olsa bile şimdiden beni öyle heyecanlandırıyor ki afallıyorum. Evlenip aile kuran çok arkadaşım oldu. Bebeklerini gördüm, sevdim... ama bu çok başka bir şey. Benim, Nehir, benim o. Bana ait, sana ait, bizim. Doğduğunda iki avucum kadar ancak olabilecek bir şey için şimdiden delirmiş gibiyim,” derken avuçlarını açıp yan yana getirerek parmaklarını olabildiğince araladı. Uzun uzun avuçlarına baktı, sessizce ona eşlik ettim. Sanki bebeğimiz tam da şu an avuçlarında duruyordu ve Cesur, eşsiz bir şeye bakar gibi avuçlarına bakıyordu.

“İnan içim içime sığmıyor, dışarıya yansıtamıyorum ama durum bu. Şu dünyada gerçekten bana ait olan pek bir şey yoktu. Önce seni buldum, benim için aslında asıl güzel olan sensin. Sen bana her şeysin, Nehir,” dediğinde bana öyle bir baktı ki nefesimin kesildiğini hissettim, kalbim gümbürdedi. “Batabileceğim kadar bataklığa battım, kana bulandım, kirlendim, kötüleştim, kalbim buzlaştı, merhameti unuttum, iyiliği yabancılamaya başladım... sonra kader senin düz bir çizgi şeklinde ilerleyen yolunu aniden kıvırarak bana çevirdi. Seni ilk gördüğüm anda hissettiğim o farklı his neyse onun peşinden gittiğim için asla pişman olmadım. Seni yaşamak kaybettiğim ne varsa bana geri kazandırdı. Hayatıma bir kadının dâhil olacağı düşüncesinden bile rahatsız olurdum ama senden sonra tek istediğim hayatımı ele geçirmen oldu. Seni gördüm ve sana yenileceğimi anladım, Nehir. Hiç savaşmadım, beni işgal etmene izin verdim. Senin benimle savaşmanı izlemek bile güzel hissettiriyordu, bazı anlarda sinirimi bozsa da.”

Güldü, güldüm. Bana gerçek anlamda kıymetli bir şeye sahipmiş gibi baktı. Ona asıl kıymetli şey oymuş gibi baktım.

“Bu ana gelebileceğimizi düşünmek bile hayaldi. Başrolünde senin olduğun çok hayalim vardı, evet ama bunu hayal dahi edememiştim. Şimdiyse benden bir parçayı içinde taşıyorsun. Bu bana nasıl hissettiriyor biliyor musun?” Cevap vermemi beklemedi. “Sonunda evimi bulmuşum gibi,” dedi. Gözyaşları usulca gözlerimi kuşattı ama damlaların düşmesine izin vermedim. Ardından Cesur bana doğru eğilip avucunu karnımın üzerine yerleştirerek hafifçe bastırdı.

“Sen benim evimsin, fırtına kuşu,” diye fısıldadı. Daha sonra sanki düşündüğü şey ona ağır geliyormuş gibi gözlerini kapattı. “Korkutucu görünebilirim, korkutucu gücüm olabilir ama böyle bir şeyi asla yapmam. Ona vurmam. Asla. Elim sadece ve sadece onu sevmek için havaya kalkar.”

Ellerim yanaklarına kondu, içimdeki yoğunluğu ona hissettirmek istercesine avuçlarımın arasında yüzünü sıkıştırdım. Gözlerimdeki ıslanma iyice çoğalırken içime titrek bir soluk çektim. “Sen iyi bir baba olacaksın, Cesur.”

“Biz iyi bir aile olacağız,” diye düzeltti. Ben de tekrarladım ve içimden bunun için dua ettim.

“Biz iyi bir aile olacağız.”

×××

“Sosyetenin gözdelerinden eski Yeşilçam oyuncusu olan bir adam vardı, Melih Yıldıray, duydun mu ismini daha önce?” dedi Eva bar bankosuna ağırlığını vererek yüksek tabureye otururken.

“Tabii ki, onu duymayan yoktur bence. Epey ünlüydü ve çokça çapkın,” diyerek meyveli kokteylimden yudumladım. “Öldü mü yoksa?”

“Ne? Hayır, bunu da nereden çıkardın?” dedi şaşkınlıkla.

Hafifçe omuz silktim. “Adam sekseni bitirmek üzere.”

“Ama kendine çok iyi bakmış, ellisinde bile görünmüyor.”

“Paranın gücü onu buruşmaktan korumuş, başka bir şey değil. Ayrıca yaptırdığı ameliyatlar yüzünden yüzü çok gergin ve ürkütücü duruyor.”

“Eh, serveti gerçekten dudak uçuklatacak kadar büyük. Döneminin meşhur yetişkin içerikli filmlerinin aranan yıldızıymış, öyle mi?”

“Melih dede neden birden ilgini çekti anlayamadım?” dedim biraz alayla. Bu sırada Eva’nın hemen arkasındaki boşluğa geçen Akın’ı gördüm, içki almak için bara uğramıştı ve Eva onu fark etmemişti. “Yaş kriterlerini mi değiştirdin yoksa?” diye sorduğumda Akın’ın bizi dinlediğine bahse girebilirdim.

Eva ona laf atmam karşısında sırıttı. “Hâlâ genç ve daha taze olanları tercih ediyorum, şükürler olsun, o kadar çıldırmadım. Bu dedenin bir oğlu var, Gökalp Melih Yıldıray,” derken gözlerini devirdi. “Gerçekten berbat bir isim ama güzel bir yüz, bak,” diyerek telefonunun ekranını bana doğru çevirdiğinde gördüğüm genç bir adamdı ve evet, oldukça yakışıklı duruyordu. Akın’ın bu tarafa hiç bakmasa bile dişlerini sıktığını gördüm.

“Evet, birisi yine parasını konuşturmuşa benziyor,” dedim gülerek.

“Eh, en azından babasına oranla parasını doğru doktorlara yatırmış. Taş bebek gibi.”

“Bunu bir erkek için kullanmış olmana inanamıyorum, Eva,” derken ufak bir kahkaha attım. Onunla gerçekten sıradan ve arkadaşça konuşabildiğimiz nadir anlardan biriydi. “Yoksa ondan hoşlandın mı?” diye sorduğumda, ki bunu bilerek sormuştum, Akın’ın bardağı tutan eli bembeyaz kesildi. Neredeyse burnundan soluyordu.

Eva bunun mümkün olmayacağını belli edercesine gözlerini irileştirirken kıkırdadı. “Adam önümüzdeki hafta evleniyor.”

“Tüh, şansa bak,” dedim gülerek.

“Numaramı bulup benimle iletişime geçti. Bekarlığa veda partisi için burayı kapatmak istiyormuş.”

“Burayı? Cidden mi? Neden bir gece kulübünü kapatmak istiyor?”

“Tonlarca parayı buraya dökmesinin bir sebebi var,” dedi Eva nasıl anlatacağını düşünerek şakağını sıvazlarken. “Şey... adam biraz farklı şeylere meraklı sanırım.”

Akın’a kısa bir bakış attım. Orada durmuş bizi dinlemeye devam ediyordu. “Ne gibi mesela?”

“On kişilik yakın arkadaş grubu var, hepsi o gece ona eşlik edecek ve başkasını istemiyorlar. Ama ev sahiplerinin katılmasında mahsur yokmuş,” derken sinirle burnunu kırıştırdı. Ev sahiplerinden kastı Cesur, Akın ve Özgür’dü. “Gece için özellikle istediği bazı şeyler var. Garsonlar tamamen transparan giyinecek, gece boyu etrafta dolanan dansçılar olmasını istedi ve çıplak olacaklar. Ayrıca dansöz istedi. Hatta dansözler. Ve bir de striptiz gösterisi, olmazsa olmaz!”

“Bunun bekarlığa veda partisi olduğundan emin misin?” dedim biraz şaşkınlıkla. Kulağa daha çok seks partisiymiş gibi geliyordu.

“Adam bunun gizli kalmasını istiyor. Medyanın burnunu uzatamayacağı tek yer olarak burayı görüyor. Özgürce eğlenmek istiyor. Hoş... bence bu kadar özgürlük istiyorsa evlenmemesi daha doğru olurdu. Kadın için üzülüyorum. Adam asla sadık değil.”

“Cesur’un haberi var mı?”

“Söyledim. Sanırım kabul edecek, şu anda görüştüğü adamlarla işi bittiğinde bunu konuşacakmışız.”

“Umarım o gece onlara eşlik etmeyi de planlamıyordur,” diye homurdandım. Eğer planı buysa başı gerçekten belada demekti.

Eva yarım bir gülümseme bahşetti. “Cesur abinin katılacağını sanmıyorum. Diğerleri katılır onun yerine. Özgür böyle sınırsızlıkları sever ve... şey... öyle işte,” dedi, Akın’dan bahsetmek istemediğini anlamak zor değildi.

Bu sırada Özgür sanki kendisinden bahsedildiğini duymuş gibi hızla önümüzde bitip, “İçkisi biten var mı? Gelmiş geçmiş en gözde barmen burada, getirin boş bardakları,” diyerek elindeki şişeyi havada salladı ve bana baktı. “Sen elindekiyle yetineceksin. Küçük Özgürcan içkiyle tanışmak için henüz çok küçük.”

“Küçük Özgürcan mı?” dedim şaşkınlıkla. Kaşlarım neredeyse saç diplerime vuracak kadar yükseldi. “Gerçekten mi? Ona isim mi koydun?”

Özgür kendini beğenmişçesine yakalarını düzeltti. “Evet, favori amca olarak bunu yapabilirim diye düşündüm.”

“Peki bunu Cesur'a söyledin mi?”

En parlak gülümsemesi dudaklarına konarken, “Henüz çok gencim,” dediğinde kendimi tutamayarak güldüm. Özgür her zamanki gibi matraktı.

“Ben biraz içki alabilir miyim? Ülkenin en sapık adamıyla iş ayarlamak kolay değildi,” dedi Eva bu komikmiş gibi gülerek. Akın’ın sert bakışları Eva'nın sırtına sapladı ve aynı sırada Özgür'ün yüzündeki sırıtış kayboldu, gözlerine ciddiyet bindi.

“Kimden bahsediyorsun? Ne işi bu? Neler dönüyor?”

“Gökalp Melih Yıldıray,” dedi Eva. “Şaka yapmıştım sadece, sorun yok. Neden kızmış gibisin anlamadım?”

“Sapık bir adamla iş ayarlamak yanlış bir terim, Eva.”

“Tamam, özür dilerim. Bazen sizlerin bu tarz konuşmalara olan yaklaşımınızı unutuyorum,” dedi hızla. Yabancılar için böyle şakaların sorun olmadığını biliyordum ama bizler için bunun sonu hoş olmayabilirdi. Hele de burada. Eva iki kültür arasında gidip geldiği için şaşırmasını normal karşılıyordum. Sanırım Özgür’ün onu ikaz etmesi de tamamen Akın yüzündendi. Akın’a müdahale etmesi için fırsat vermemişti, çünkü ona güvenmiyordu ve her şeyi daha berbat hâle getireceğini biliyordu.

Özgür dirseklerini tezgâhın üzerine dayayıp bize doğru eğildi. “Anlat bakalım, Gökalp ne istiyor?”

“Burayı bir geceliğine kapatmak istiyor. Gizlilik, müzik, dans, eğlence ve bolca çıplaklık,” dedi Eva yine burnunu kırıştırarak. İşin çıplaklık kısmından hoşlanmadığını anlamak zor değildi.

Özgür, “Her zaman karanlık partiler vermemiz gerektiğini savunmuşumdur,” dediğinde ona şokla baktım.

“Kesinlikle ona yaklaşmayacaksın,” derken elim karnımın üzerindeydi. “Asla. Duydun mu beni?”

Sırıttı. “Ne? Eğlenmekten bahsediyorum. Ayda bir bunu yapsak fena mı olurdu?”

“Bence ciddi bir imaj düşüklüğü olur.”

“İnsanların ne kadar karanlık dürtülere sahip olduğunu hayal dahi edemezsin, Nehir. Öyle bir şey yapsak muhtemelen çoğu kınar ama aynı zamanda o gecelerde burada olabilmeyi arzular.”

“Sana söylemiştim,” dedi Eva bunun üzerine çenesinin ucuyla Özgür’ü işaret ederken. “Hep böyleler.”

Çoğul kullanması dikkatimden kaçmadı. Eva bana dönük oturduğu için arkasında bar tezgâhın dayanmış şekilde duran Akın’ı hâlâ fark edememişti. Özgür durumun farkında olarak bıyık altı sırıtıp duruyordu ve Akın’ın ise çatık kaşları hiç gevşememişti.

“Söylesene, gece için belirli liste var mı? Yoksa isteyen katılabiliyor mu?” diye sordu Özgür, gerçekten meraklı görünüyordu.

“Kendi arkadaş grubu olacak ve kulüp sahiplerini kabul etme inceliğini de gösterdi,” dedi Eva iğnelercesine. “Siz ikiniz kesin katılırsınız işte. Tam sizlik.”

Özgür dişlerini sergilercesine güldü. “Ben kesin oradayım. Abim katılmaz, Nehir, bunu düşünmene bile gerek yok,” derken göz kırptı. “Ama Akın sever böyle şeyleri. Eksik kalmaz hiç.”

“Ben ne zaman böyle şeylere katıldım lan?” dedi Akın sıkılı dişlerinin arasından. Eva onun konuştuğunu duyduğunda ve sesinin çok yakından geldiğini anladığında olduğu yerde kaskatı kesildi. Yardım çığlıkları atan zümrüt yeşili gözleri bana doğru döndü ve arkasında Akın’ın olup olmadığını sessizce sordu. Gülüşümü bastırmaya çalışarak yavaşça kafamı salladığımda Eva sertçe yutkundu.

Özgür'ün gözlerinden akıp giden sinsi bakışı sadece ben fark edebildim. “Katılmadın mı? Benim aklımda neden öyle kalmış öyleyse?”

“Senin aklın bozuk çünkü,” dedi Akın aynı huysuzlukla. “Ben asla senin kadar sikimin keyfine düşmedim.”

Eva buna inanmadığını belli edercesine garip bir ses çıkardı ve bu sayede Akın’ın bakışları yeniden ona döndü ama Eva hâlâ bana bakıyordu. “Ne komik fıkra, değil mi?” dedi alayla. Ancak içinin yandığını biliyordum. “Neyse, benim halletmem gereken işler var, sonra görüşürüz, Nehir.” Eva başka bir şey söylememize izin vermeden ortalıktan toz oldu.

Akın kadının arkasından dişlerini sıkarak bakarken, “Kaşınıyorsun, Özgür,” diye tısladı. “Siz birlik olup beni çıldırtma niyetindesiniz.”

Özgür masum bir sırıtışla, “Çıldırma güzel kardeşim, iç sen,” diyerek Akın’ın bardağını doldurdu. “İçince daha katlanılır oluyorsun lan.” Akın bir an sonra Özgür’ün boğazına yapışacakmış gibi ona baktı. Bunun üzerine Özgür kocaman sırıtıp hızlı bir manevrayla konuyu değiştirmeyi seçti.

“Sen neden abimin yanında değilsin?”

“Adam eğleyecek kafada değilim, o da misafirlerle tek başına ilgilenecek kadar başarılı.”

“Arsa işinden var mı bir haber? Ne zaman devralıyoruz?” dedi Özgür bunun üzerine, artık ciddi görünüyordu.

“Yarın üzerimize geçecek,” dedi Akın sanki biri arkasına silah dayayarak onu zorla konuşturuyormuş gibi keyifsizce. Aynı esnada sol tarafıma iki kadın geldi ve çantalarını tezgâhın üzerine bıraktılar. İstemsizce omzumun üzerinden onlara doğru döndüğümde sadece birinin yüzünü görebildim, diğerinin sırtı bana dönüktü. Yüzünü gördüğüm kadın ise genç ve güzeldi. Gerçekten güzeldi. Yakın zamanda gördüğüm kadınlar arasında parlayan bir yıldız gibiydi. Heyecanlı görünüyordu ve biraz da çekinik. Aslında onu daha dikkatli incelediğimde elini ayağını nereye koyacağını bilemeyecek kadar heyecanlı olduğunu anlamam zor değildi. Mükemmel giyinmiş, mükemmel süslenmişti, ancak ters giden bir şeyler vardı. Şu anda göründüğü kadının aslında gerçekte o olmadığını ona baktığım ilk saniyede anlamıştım. İlk bakışta insanın içine işleyen o ne istediğini bilen, dişli kadın değildi, bu sadece güzel bir maskeydi.

“Hey, bize içki verir misiniz?” diye sordu yüzünü göremediğim kadın. Özgür sesin geldiği tarafa döndü, o dupduru güzelliği olan kadını gördü ve çok ama çok kısa bir duraksama yaşadı. Hemen ardındansa çabucak suratına çekici sırıtışlarından birini kondurup, “Hemen geliyor,” diyerek sanki bizimle sohbet içerisinde değilmiş gibi birden tüm ilgisini solumdaki kadınlara verdi. Kafamı ağır ağır iki yana sallayarak ona baktım. Niyetini saklama gereği bile görmüyordu. Aralarından birini avlayacaktı, bunu ona bakan herkes anlayabilirdi.

“Doyumsuz it,” dedi Akın kendi kendine huysuzca. Şu günlerde hiçbir şeye ve hiç kimseye tahammülü yok gibiydi. “Siktiğimin çürük tahtasına sen de bassan da bu kez gülen ben olsam, piç kurusu.”

Gülüşümü bastırmak için bardağı dudaklarıma taşıdım. “Kardeşinin için göz yaşartacak şekilde iyi dileklerinin olması ne hoş.”

“İt gibi korkuyor bir kadına takılı kalmaktan. Aç, ıslak ve kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırmış bir it gibi hem de.”

“Geçmişte... onu küstüren bir şey mi oldu?”

Bana yandan bir bakış attı. “Babamı gördü, sonra abimi. Onları görüp onlar gibi hataya düşmemek için daldan dala gezmeyi hobi edindi.”

“Peki sen?”

Sertçe yutkunduğunu yakaladım, ademelması aşağı yukarı hareket etti. “Ben de onun gibiydim,” dedi dürüstçe. Ardından ekleme gereği hissetti. “Gerçi asla Özgür kadar uçmadım.”

Anladığımı belirtircesine ağır ağır kafamı salladım. “Sende artık bir şeyler değişmiş gibi.”

Dertli dertli iç çekti. Ardından konuyu deşmeme izin vermeyerek, “Nasıl gidiyor bebekli olmak?” diye sordu.

Güler gibi bir ses çıkarttım. “Garip.”

“Bakıyorum ki hâlâ bir şeyler saklıyorsun,” dedi iğnelemeden ama durumdan memnun olmadığını anlamak güç değildi. Bebekten bahsediyordu. “Bir kere de beni şaşırtsaydın iyi olurdu be Nehir.”

“Azarlama sırası şimdi sana mı geçti?” dedim yorgunca omuzlarımı düşürürken. “Ben demiştim ile başlayan cümlelere ne zaman geçeceksin merak ediyorum. Ya da aptal olduğumla ilgili olanlara.”

Homurtum üzerine güler gibi dudaklarını kıvırdı. “Aptalsın, bu konuda fikrim değişmedi,” dediğinde ona ölümcül bir bakış attım, bu kez daha belirgin güldü ama bu çok kısa bir gülüştü. Hemen sonra yerini aynı düz ifadeye bırakmıştı. “Ona aşık olacağın ortadaydı, sürpriz olmadı,” dedi.

“O, sevilmeyi hak ediyor,” diye fısıldadım.

“Öyle. Umarım ona iyi gelirsin, ne diyeyim?”

“Hâlâ hasta olduğunu mu düşünüyorsun?” dedim, tırnaklarımı avucumdaki bardağa bastırırken.

“Bilmiyorum,” dedi, dürüsttü. “Sana değer veriyor. Artık hiç değilse kıymetini bileceğinden şüphem yok. Kötü biri olsan bile ona zararının dokunmayacağından eminim, içim rahat.”

“Ya sana zararım dokunursa?”

“Ağzıma sıçsan da artık umurumda değil,” derken kendi dertlerinin ona yettiğini anlamak mümkündü. “Bunu biraz hak ettim ve... gerçekten umurumda değil, Nehir, yeterince sorunum var.”

“Sarhoş musun Akın?” diye sormaktan kendimi alamadım, çünkü dünya yansa umursamayacağına asla inanmazdım. O, en ufak olayı bile büyüten tiplerdendi.

“Daha değil.”

Kokteylimden yudumlarken ona baktım. “İçip içip her şeyi daha boka çevirmektense düzeltmek için çabalasaydın bence daha doğru olurdu.”

“Ne biliyorsun ki?” diye homurdandı.

“Her şeyi bombok ettiğini,” dedim tek kaşımı kaldırarak. Bana ters ters baktı. Aynı şekilde karşılık verdim ve birden ciddileştim. “Onu bir daha ağlatırsan yemin ederim ki seni mahvederim, içki şişeleri bile o sorunlu kafanı uyuşturmaya yetmez.”

Bana şaşırarak baktı. “Tehdit etmeye de mi başladın?”

“Küçük bir uyarı olarak düşün.”

Ardından asıl meseleye değinmeden önce sertçe yutkunduğunu gördüm, ademelması aşağı yukarı belirgin şekilde hareket etti. “Çok mu ağladı?”

İç çekip, “Ya düzgünce yanında dur ya da rahat bırak,” dedim. “Eğer kendini toparlamazsan bir sabah sızıp kaldığın yerden kafanı kaldırdığında hiçbir yerde onu göremeyeceksin.”

Güldü, kesinlikle tekinsiz bir gülüştü. “Kimse benden kaçamaz, abimin düştüğü hataya asla düşmem.”

Suratımdaki ifade soğurken dişlerimi sıktım. “Abin o kızı kaybettiğinde bir çocuktu, yapabileceği pek bir şey yoktu. Umalım da sen elindeki tüm o güce rağmen onu gerçekten kaybettiğini anladığında iş işten geçmiş olmaz ve olayın sadece gitmek olmadığını anlarsın.”

Bu kez onun suratı buz kesti. “Neyse ne,” homurdanıp konuşma hoşuna gitmemiş gibi kalabalığa karışmak için hareketlendiği sırada arkasından bağırdım.

“Ayrıca kendinden bu kadar emin olma. Kendini günün birinde abinle aynı durumda bulursun, dünya bu, Akın!”

Dönüp bana cevap vermek yerine duymazdan gelmeyi seçerek gitti. Ancak yumrukları sıkı sıkıydı. Canını sıktığımı bilmenin zevkiyle içeceğimden yudumladım. Keyfimi bozmasına izin vermeyecektim, hele de her şey bu kadar güzel ilerlerken. İçki bardağımdaki cam pipeti dudaklarımın arasında kıstırıp içerisinde kalan son yudumu içime çektim. Bu sırada gözlerim yine Cesur’dan tarafa dönmüştü. Her zamanki locasındaydı ve yanındaki adamlarla ciddi bir sohbet içerisindeydi. Otel işine önem veriyordu ve kulübün bitişiğindeki binayı devralmasına az kalmıştı. Oraya şehrin en göz alıcı otellerinden birini dikmeyi planlıyordu ve sanırım en tepesinde kendisi için özel bir daire ayıracaktı. Bunu düşünmek içimde bir şeylerin heyecanla kıpırdanmasına neden olduğunda boğazımı temizleyerek suratıma aptal bir sırıtışın konmasına engel olmaya çalıştım.

Gece başladığında onun yanındaydım ama fazla iş üzerine olan sohbetlerinden sıkıldığım için bar kısmına gelmiştim. Şimdiyse sanırım yeniden yanına gitmenin zamanı gelmişti, çünkü ona yakın olma isteğim nedensizce birden artmıştı. Bitirdiğim bardağı tezgâhın üzerine bırakıp kalkmak için hazırlandığım sırada tezgâhın üzerinde duran telefonum aldığı bildirimle birlikte yanıp söndü. Yeniden oturup telefonuma uzandım ve sayılı kişiden oluşan rehberimin içerisinden kimin bana mesaj attığını öğrenmek için ekranı açtım. Mesaj Yavuz’dandı.

“Sessiz bir yere geç ve ara beni.”

Kısa yazıyı defalarca kez okudum. Nefesim kesildi ve aynı zamanda kalbim göğsümü yumrukladı. Karnım hem sevinçle hem de korkuyla kasıldı. Sevinmiştim, çünkü bu Yavuz’un beni terk etmediğini gösterir cinstendi. Korkmuştum, çünkü bu Yavuz’un bir planı olduğunu gösterir cinstendi. Ve o planın beni buradan çıkartmak olduğunu biliyordum.

Telaşla telefonu avuçlayıp bardan uzaklaştım. Bu durumda gidilecek en uygun yer odamdı. Sessizdi ve şimdilik kimse uğramazdı. Adımlarım beni doğruca odama götürürken stresten tırnaklarımı kemiriyordum. Artık kesinlikle gitmek gibi bir niyetim yoktu. Ancak Yavuz benim için neleri göze almıştı ve neler yapmıştı düşünmek bile beni dehşete düşürüyordu. Büyük şeylerin altına girmişse önüme mecburiyetleri dizebilirdi ve ben mecbur kalmaktan delicesine korkuyordum.

Odama girip kapıyı ardımdan kapattığım gibi titreyen parmaklarım onun numarasına dokundu. Üçüncü çalışta telefon açıldığında, “Yavuz!” diye haykırdım.

“Nehir,” dedi benim kadar olmasa da heyecanla. “İyi misin? İyi olduğunu duymaya ihtiyacım var.”

“İyiyim,” dedim çabucak. “Çok iyiyim, sen iyi misin asıl? Neredesin?”

Sorularıma cevap vermedi. Sanki durumu bir an önce açıklaması gerekiyormuş gibi, “Söylediğim hiçbir şeyde ciddi değildim,” dedi çabuk çabuk. “Özür dilerim, seni öyle kırmayı hiç istemezdim. Mecbur kaldım, Nehir, senin için buna mecbur kaldım.”

“Önemli değil, unuttum gitti, vallahi unuttum gitti,” diye sayıkladım. Onun hâlâ benimle olduğunu bilmenin huzuruyla iç çektim. “Yavuz-” diye başlamıştım ki telefonun ucundan hışırtılar yükseldi ve hemen ardından Yavuz’a ait olmayan bir ses lafımı kesti.

“Yavuz değil güzelim, Barut.”

“Ne?” dedim afallayarak. Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp sanki yüzünü görebilecekmişim gibi birkaç saniye aptal aptal ekrana baktım. Numara Yavuz’a aitti ama ses artık ona ait değildi.

“Bu seferki sürprizimi beğendin mi, Nehir? İlki kadar hoşuna gitti mi?”

“Sen...” diye soludum aynı afallamayla telefonu yeniden kulağıma dayarken. “Sen ne yaptın?”

“Sana gelen fotoğrafa bak,” diye emir verdi. Telefonu yeniden kulağımdan uzaklaştırıp kayıtlı olmayan bir numaradan atılan fotoğrafı açtım. O fotoğrafta Yavuz bir sandalyeye bağlanmış oturuyordu, yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Biraz uzağındaki masaya kalçasını yaslayarak duran ve elinde benimle konuştuğu telefonu tutan Barut’un ise keyfine diyecek yoktu. Suratındaki eğlenen ifade ve kameraya çevirdiği zehirli mavi gözleri midemin kasılmasına yetecek kadar güçlü etkideydi.

“Soruma hâlâ cevap alamadım,” dedi telefonun ucundan Barut. Sinsiydi ve tehlike doluydu. “Beğendin mi, Nehir? Tek arkadaşın artık benim elimde. Sana ne söylediğimi hatırlıyor musun? Ben daima değerli taşları elimde tutarım.”

“Bu yanına kalmaz,” diye çıkışırken kendimi buldum. Tehdidim onun için sinek vızıltısıymış gibi güldü.

“Elbette yine Cesur’a her şeyi anlatmakta özgürsün. Git ve ona Yavuz’un elimde olduğunu söyle ve o daha kulüpten dışarıya adımı atamışken Yavuz’u kapınızın önüne bırakayım, kafası bedeninden kopmuş şekilde. Tercihi sana bırakıyorum.”

Midem kasıldı, kusmamak için kendimi zorladım. “Adil oynamıyorsun. Senin derdin benimle ve Cesur’la,” dedim bataklığa tamamen gömülmeden önce kurtulmak için verdiğim son mücadelemmiş gibi.

“Sana şimdiye kadar güzellikle yaklaşmış olmamı daima adil davranacağıma mı yordun? O treni kaçırdın, Nehir. Artık karşında hak ettiğin şekilde duracağım, bundan asla şüphen olmasın.”

Öfkeden, çaresizlikten ve korkudan gözlerim doldu. Çığlık atıp yeri yerinden oynatmak istedim ama nefes almakta bile güçlük çekecek durumdaydım. Ayakta durmak hiç bu kadar zor gelmemişti. Hatta hâlâ nasıl ayakta durabildiğimi bile bilmiyordum, bacaklarımı hissedemez hâldeydim.

Barut, “Yavuz’u ele almak çok kolay oldu gerçekten,” diye devam etti. Ona karşı tek kelime çıkartamamış olmamdan hoşnut olduğunu hiç saklamadı. “Sana düşündüğümden daha çok değer veriyor, ilginç. Yerinde olsam sevdiğim kadının ölüm sebebi olan kadın benim sadece düşmanım olurdu, ancak Yavuz pek öyle düşünmüyor. Nasıl oldu bilmek ister misin? Onu sana zarar vermekle tehdit ettim, bu bir kumardı ve sonucunda kazançlı çıktım. Seni terk etmesini ve bunu yaparken şüphe uyandırmayacak kadar gerçekçi olmasını istedim. Zavallı şey tek yapacağının seni terk etmek olduğunu düşünüyordu. Niyetimin seni yalnızlaştırarak yıkmak olduğunu sanmış kendi aklıyla ama o kadar küçük düşünmeyeceğimi sen en başında anlardın, değil mi?”

Elbette o kadar küçük düşünmeyecekti. Onun gibi adamlar asla küçük düşünmezdi.

“Her neyse, seni terk etti ve herkesin buna inandığından emin olduğum anda onu kaldırdım. Uzunca bir süre birlikte vakit geçireceğimizden emin olabilirsin, tabii sen de bize eşlik edeceksin.”

“Onu dinleme, Nehir,” diye bağırdı Yavuz arkadan. “Ölüm benim için kurtuluş olur, bunu biliyorsun. Senden isteyeceği hiçbir şeyi yapma. Kendine ya da Cesur’a yazık etme. Beni duyuyor musun? Doğru tercihi yap, bunun için asla sana kırgın olmam. Beni umursama.”

“Duyuyor musun? Bayağı kahraman bir dostun var,” dedi Barut alay dolu takdirle. “Öyle kolay ölebileceğini sanman ne büyük hata. Sen bayağı safa benziyorsun be Yavuz. Neyse ki Nehir senden akıllı bir kadın,” dedikten sonra yeniden bana hitaben cümlelerinin seyrini değiştirdi. “Kaybetmenin ne olduğunu biliyorsun, değil mi Nehir? Acısını hatırlıyorsun?”

Cevap veremedim. Vücudumun verdiği tek tepki artık ayakta duramamak oldu. Yatağıma yığılır gibi oturup kaldım. Barut ise sanki hâlimi görürcesine güldü.

“O acıyı sana sık sık hatırlatacağım.”

Sonra telefon kapandı. Artık ucundan ses gelmeyen alet gevşeyen parmaklarımın arasından kayarak yatağa düştü.

Bu aslında benim düşüşümdü.

×××

Barut efendiye ne diyorsunuzz 👀

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%