Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. BÖLÜM

@yazarimsibirileri

Gelecek bölüm çarşamba 🥰

Keyifle okuyunuz 🥳

Cesur kapıyı aralayıp gergin bedenini içeriye taşırken içindeki darlığı atmak istercesine giydiği siyah gömleğin zaten katlanmış olan kollarını iyice yukarıya çekiştirdi. Odanın epey alanını kaplayan büyük yatakta yatan kadının üzerinde inceleyen bakışlarını şöyle bir gezdirip farklı bir şey bulamayınca var olan sinirinin katlanmasına izin vererek köşedeki şifonyere ilerledi. Orada sırtı yataktaki kadına dönük şekilde, ellerini de şifonyerin kenarlarına dayamış hâlde bir müddet kaldı. Boynunu sağa sola çevirip gevşetmeye çalışırken sırtındaki meraklı bakışların farkındaydı ve hiç değilse odaya girdiği anda sıkboğaz edilmediği için memnundu.

Nehir’in rahatsızlanmasının ardından gevşemek adına içki şişelerinden birkaçını odasına taşımıştı. Devirdiği onca bardaktan sonra ancak yatıştırabildiği tüm deli hislerini Özgür’ün vukuatı yeniden harekete geçirmişti. Şimdi değil birkaç bardak, tüm şişeleri devirse bile zirveye çıkmış olan öfkesini soğutmaya yetmeyecekti. Yine de hiç değilse bir nebze daha sakin düşünebilmeyi umarak doğrulup, kırmak istercesine sıktığı şişedeki içkiyi kristal bardağa döktü. Ardındansa sanki bardağı başkasına ikram edecekmiş gibi onu bırakıp şişeyi dudaklarına götürerek birkaç koca yudumu peş peşe midesine gönderdi.

Kollarını göğsünün üzerinde bağlamış şekilde orada duran Furkan memnuniyetsiz ifadesini saklamazken, “Haberlerin iyi olmadığı belli,” dedi kendi kendine konuşur gibi.

Cesur olayı yeniden gözlerinin önünden geçirdi ve yanağındaki kas seğirmeye başladı. Şişeyi vururcasına şifonyere bırakıp belindeki silaha uzanarak çıkardı ve onu da içki şişesinin hemen yanına bıraktı. Yeniden boynunu sağa sola eğerek kütlettiği sırada, “Gidip onları kontrol et, Eva. Başka sorun çıkmayacağından da emin ol,” diye emretti.

Genç kadın yatağın ucundan hızla kalkarak üst başını düzeltip fişek gibi odadan çıktı. Hiç soru sormadı ya da irdelemedi, çünkü Cesur burnundan soluyor gibi görünüyordu ve Eva böyle anlarda ondan korkar, gözüne görünmemek adına her şeyi yapardı. Sessizce ve kaçar gibi gitmesi bunu açıkça gösteriyordu.

Furkan, yatağın başucuna çekilmiş sandalyede oturmaya devam ederken boğazını temizleyip, “Kardeşim,” dedi temkinli tavrını koruyarak. “Her şey yolunda mı?”

Cesur içki bardağını kavrayıp sıktı. Beyazlaşan parmak boğumlarını izlerken, “Her zamanki Özgür,” diye söylendi. “Birini dizginlesem diğeri ipini koparıyor.”

“Onlara babalık yapmak zorunda değilsin,” dedi Furkan tedbirli üslubuyla. Cesur omzunun üzerinden dönüp ona ters bakışlarını diktiğinde hafifçe omuz silkerek karşılık verdi. “Hatalarının sorumluluklarını üstlenmeyi bırak. Koca adam oldular, kendi sorunlarını halledebilirler. Bu kadar kafaya takma, ikisi de çocuk değil artık.”

“Sonuçları hepimizi ilgilendirmese siktir edip kafamı rahatlatacağım ama öyle değil işte.”

“Sen yine de siktir et, dostum. Şimdi önemli olan bu kadın ve bebeğin,” diyerek yatağı işaret etti. “Ateşi tamamen düştü ama uzun süre seni sayıkladı. Sanırım hayal görüyordu ve onu bıraktığını düşünüyordu. Çünkü söylediği kelimelerden anlayabildiğimiz sadece beni bırakma oldu.”

Cesur ensesini ovalarken bardağa doldurduğu içkiyi bırakarak döndü ve yatağa doğru ilerledi. Elinin tersini uzatıp Nehir’in alnını kontrol ettiğinde ve nihâyet olması gereken serinliği hissettiğinde tuttuğu soluğunu bıraktı. Genç kadın elinin altında belli belirsiz titreyip derin, gürültülü bir iç çekişle odadaki sessizliği bozdu. Cesur parmaklarının ucuyla ona dokunmaya devam ederken, “Öleceğimi bilsem bile onu bırakmayacağımı bir türlü öğrenemedi,” dedi kafasını hafifçe iki yana salladığı sırada. Sesi kısıktı ama Furkan onu duymuştu.

“Ona yeterince hissettiremiyor olabilir misin?”

Cesur parmaklarını geriye çekip doğruldu ve bu kez yatağın kenarına oturdu. Artık Furkan ile karşılıklı duruyorlardı. “Önerin var mı?”

“Olur illa ki ama önce detayları öğrenmeliyim, değil mi?” dedi Furkan tek kaşını havaya kaldırıp yeniden kollarını göğsünün üzerinde kavradığı sırada. “Bunca zamandır bana ondan neden hiç söz etmedin? Seninle binlerce kez telefonlaştık ve buluştuk. Adını bile geçirmedin. Neden?”

“Nedenini biliyorsun.”

“Ah, siktir ama,” dedi Furkan ters ters. “Beni hayatından uzak tutmaya çalıştığını biliyorum ama bunu benden saklamamalıydın. Birden hastaneye onu getirdin ve ben her şeyi sizin bir çocuğunuz olacağı evrede öğrendim. Üstelik yine bir açıklama yapmadan hastaneden çıkıp gittin. Şimdi eğer rahatsızlanmasaydı ne beni çağırırdın ne de yapman gereken açıklamayı yapardın, eminim.”

“O, en az benim kadar tehlikeli bir kadın,” dedi Cesur bu yeterli bir nedenmişçesine.

“Eee?”

“Bilmemek sana bir şey kaybettirmezdi.”

“Bir şey kaybettirmez miydi? Ulan sana öyle kızgınım ki!” dedi Furkan patlar gibi. Ardından yataktaki kadını işaret etti. “Şu durumda tepkimi ortaya koyamadığım içinse öfkem daha çok artıyor. Biz birlikte büyüdük ulan o delikte! Kan kardeşi değil miyiz biz?”

“Öyleyiz.”

“Dalga mı geçiyorsun benimle? Öyleyse neden söylemedin hayatında biri olduğunu en başında? Beni dertlerine ortak etmemek için elinden geleni yapıyorsun, görüyorum ama mutluluğuna da ortak etmeyeceğini düşünmemiştim.”

“Henüz her şey yolunda değil, Furkan, seni dâhil edebileceğim kadar değil en azından,” dedi Cesur dertli bir iç çekişle.

“Kadın hamile! Daha ne yoluna girmemiş olabilir? Düğünü yapınca mı haber verecektin yoksa?”

Cesur ona ters ters bakmaktan kendini alamadı. “Nehir’in ailesi peşinde. Ölmesi için her şeyi yaparlar ve ben henüz kim olduklarını bile bilmiyorum. Onun iyiliği için çabalıyorum ama kendini öylesine kapatmış ki hâlâ anlatamıyor bana. Ulan ben çok adam korkuttum ama Nehir’in içine yerleşmiş olan korkuyu hiçbirinin gözlerinde göremedim.”

“Yetimhanede büyümemiş miydi?” diye sordu Furkan aklı karışmış gibi.

“Sonradan bırakılmış. Çocukluğunu ailesinin yanında geçirdi.”

“Ufak yaşlarda yaşanan travmalar ömür boyu insanın peşinden gelebiliyor. Neler oldu bilmiyorum ama ona iyi şeyler olmadığını anlamak zor değil. Korkuyor. Onu ilk hastaneye getirdiğinde de korkuyordu. Hatta onu zorla getirdiğini bile düşünmüştüm,” dedi bunu düşündüğü için mahcup bir bakışla Cesur’a bakarken.

“Düşünmene şaşmadım. Hangi kadın benim yanımda kendi isteğiyle olur ki? Bir deliyi kimse istemez.”

“Onu kast etmediğimi biliyorsun,” dedi Furkan homurtuyla. “Ama evet, artık bir deli olduğunu düşünmeye başlayacağım. Siktir, Cesur bu kadın Deniz’e çok benziyor.”

Cesur yeniden Nehir’e doğru döndü. Ona balı çağrıştıran uzun saçları iki yanından yastığın üzerine serilmiş duruyordu. Daima içlerinde sırlar barındıran mavi gözleri kapalıydı. Birbirine geçmiş olan kirpiklerinde en ufak bir hareketlilik bile yoktu. Güzel dudakları çok hafifçe aralık kalmıştı. Yüzünün rengi sarıya çalarken ateşinin çıkmasından ötürü yanakları hâlâ kızarıktı. Sanki onu ilk kez görüyormuşçasına yüzünün her karesini incelerken, “Benziyor, evet,” dedi hiddetini kaybetmiş, yorgun bir sesle.

“Adı bile nasıl benzeyebilir? Deniz? Nehir?”

“Bilmiyorum.”

“Ne demek bilmiyorum? Nasıl bilmiyor olabilirsin?”

“Bazen kaderin benimle alay ettiğini düşünüyorum Furkan,” dedi sertçe yutkunduğu sırada. “Mavi gözlerini bana her diktiğinde aklımda sekiz yaşlarındaki kız çocuğunun belirmesini engellemek için çok çabaladım. Onu kayırdım, başlarda bunu sırf Deniz’e benzediği için yaptım. Etrafımda olmasını istedim, çünkü ona bakmak biraz olsun içimdeki sıkışıklığı gideriyordu. Gün geçtikçe onu daha çok tanımak istedim. Her gün daha fazlasını. Deniz’i andırdığı için ilgimi çektiğini düşünmüştüm, belki de başında öyleydi ama artık öyle değil.”

“Ona âşık olmuşsun,” deri Furkan hafifçe tebessüm ederken.

Cesur ağır ağır kafasını salladı. “Ona âşık oldum.”

Furkan da kafasını salladı. “Peki... Nasıl desem bilmiyorum. Onun Deniz olmadığından emin misin?”

“Evet, araştırdım.”

“O da yetimhanede kalmış. Deniz gibi sonradan bırakılmış?”

“Nehir Beyazıt Yetimhanesinde kaldı. Biz ise Gülbahar Hatun’daydık.”

Furkan’ın aklı daha çok karışmış gibiydi. “Yaşları yakın gibi duruyor.”

“Yaşları aynı,” dedi Cesur.

“Dış görünüş desen çok benzer.”

“Öyle.”

“Tüm bunlara rağmen bağlantılı değiller, öyle mi?”

“Öyle.”

“Hiç Nehir’in Deniz olabileceğini düşündün mü?” dedi Furkan ansızın. Cesur’un omuzlarının gerildiğini kaçırmadı. Kafasını çevirip Nehir’e bakmasıyla birlikte o da gözlerini Nehir’e çevirdi. Cesur sessizdi, düşünceli görünüyordu. Aklındaki şüpheler yeniden onu ele geçirmiş gibiydi. Furkan biraz daha üzerine gitmenin iyi olacağını düşünerek harekete geçti.

“Ailesinin peşinde olduğunu söyledin. Deniz’de de garip hâller yok muydu? Yetimhanenin bahçe kapısı her açıldığında korkudan titremeye başlardı ya da ortalıktan kaçardı. Günlerce konuşmadı, hatta senden başkasıyla konuşmadı. Belli ki o yaşta bir çocuğun yaşamaması gereken şeyler yaşamıştı. Ya adı falan ailesi tarafından bulunmaması için değiştirilmişse? Ya o gerçekten Deniz’se?”

Cesur söylenenleri tartıyormuş gibi sessizliğini sürdürdü. Onun aksine Furkan sanki tüm gerçekleri ortaya sermişçesine heyecan doluydu.

“Biri onu ailesinden korumak istemiş olamaz mı? Belki de yetimhanede o yangının çıktığı gecede de onların parmağı vardır. Cesur! Belki de ailesi onu buldu ve yetimhaneyi ateşe verip ondan kurtulmak istedi ama istedikleri olmadı ve sonra da Deniz’i koruyan kişi herkimse onu yetimhaneden aldı, sanki hiç gelmemiş gibi de tüm izlerini sildi. Olamaz mı?”

“Yetimhane ateşe verilmedi,” dedi Cesur çenesini sıvazladığı sırada. Geçmişin derin çukuruna dalıp gitmiş gibi görünüyordu. “Sadece yönetim odası yandı. Bilerek o ateş çıkartıldı evet, ama hedefte Deniz yoktu. Eğer olsaydı yatakhane kısmı ateşe verilirdi.”

Ortaya bırakılan ayrıntı Furkan’ı çok kısa bir anlığına durdurdu, ancak hemen sonra olayı farklı bir noktadan kavrayarak aynı heyecanla devam etti. “Belki de tek istedikleri Deniz’e ait bilgileri yok etmekti. Bu yüzden müdür odalarını yaktılar ve sonra da Deniz’i oradan aldılar. Yıllarca onu aradın ve elinde tek bir fotoğrafı bile yoktu, işte bu yüzden. Nehir eğer Deniz değilse çocukluk çağına ait fotoğrafları olması lazım.”

Cesur güler gibi dudaklarını eğriltti. Soğuk bir hareketti. “Nehir’in hiç çocukluk fotoğrafı yok.”

Bunun üzerine, “Nehir, Deniz,” dedi Furkan hızla. “Niyetim seni kışkırtmak ya da aklını bulandırmak değil. Şu durumda seni bu düşünceye itmenin ne kadar doğru olduğunu da bilmiyorum ama içimden geçen bu. Bunca benzerlik ve uyum tesadüf olamaz, inanmıyorum.”

Cesur anladığını belirtircesine ağır ağır kafasını salladıktan sonra, “Bunların hepsini tüm ayrıntılarına kadar düşündüm, Furkan,” dedi yavaşça. “Ve ne fark ettim biliyor musun? Artık Deniz’i bulmak önemli değil. Benim için tek önemli olan Nehir ve bir de bebeğim, hepsi bu. Evet, öğrenmek istiyorum, geçmişini, ailesini bilmek istiyorum. Her yeri ayağa kaldırıp her gerçeği ortaya dökmek istiyorum. Nehir’i karşıma alıp konuşuncaya kadar zorlamak istiyorum. Ama bunlar ona acı vermekten başka bir işe yaramayacak. Ailesinden o kadar çok korkuyor ki onu bunlarla yüz yüze getirmek istemiyorum. Aslında onu zorlamama gerek bile yok, istesem dilindeki bağı çözerim artık ama bunu yapmıyorum. Öğrenmek için çıldırıyorum ama canı acıyacak biliyorum, bu yüzden ne zaman kendisini hazır hissederse o zaman anlatmasını bekliyorum. En azından daha az korkar, daha az canı acır. Ben sabrederim. O iyi olsun yeter ki, ben hırslarımın beni ele geçirmesine izin vermemek için çabalamaya devam ederim. Eğer hâlâ köşemde bekliyorsam bu sadece Nehir’in iyi olması için. Yoksa emin ol bilirdim her şeyi ortaya dökmeyi.”

Furkan tüm bu sözlerden sonra diyecek bir şey bulamayarak öylece kaldı. Tek yapabildiği anlayışla kafasını sallamak olurken, “Tüm bu bitmeyen dertler yüzünden baba olacağımın sevincini bile yaşayamıyorum,” dedi Cesur isyan eder gibi. “Öyle büyük bir bilinmezlikteyim ki sevinemiyorum. Kim düşman, kim dost bilmiyorum. Her an tetikte durmaktan kafayı yemek üzereyim. Nehir’in saçının teline zarar gelmesin diye, karnındaki minicik cana bir şey olmasın diye gözümü dört açmış bekliyorum. Yorucu mu? Evet. Değer mi? Paha biçemem. Nehir hep yanımda olsun, bebeğim iyi olsun ben diğer dertleri ömrüm boyunca çekmeye hazırım.”

“Baba oluyorsun, Cesur, gerçekten bunun farkındasın değil mi?”

“İliklerime kadar farkındayım. Ödüm kopuyor ona bir şey olacak diye. Ben eğer deli değilsem bile yabancısı olduğum bu korkular yüzünden yakında deliririm.”

Furkan ufak bir kahkaha patlattı. “Delirmezsin. Ben o duvarların arkasındaki adamı tanıyorum. Aile kuracağı için nasıl mutlu olduğunu ve sevinçten içi içine sığmadığını biliyorum. Artık hislerini pek dışarıya yansıtmıyorsun ama ben senin ciğerini bilirim, Cesur, ciğerini. Hele bir doğsun, ondan sonra tüm dünyan olacak. Benim kız doğduğunda yanımdaydın, gördün işte hâlimi. Sen benden beter olursun eminim ki.”

“Hele bir doğsa,” dedi Cesur kendi kendine kısık sesle ve iç çekişle. “Hayal gibi.”

“Biraz zamandan sonra kalp atışlarını duyarsın, o zaman her şey daha çok oturur içinde,” dedi Furkan hâlinden anlar gibi bir tavırla. Ardından hâlâ aklını kurcalayan soru işaretlerini geriye itmek istercesine gürültüyle soluğunu verdi. Gözleri yine Nehir’i buldu ve ağır ağır kafasını sallarken, “Deniz’i bulmayı o kadar gönülden istedin ki sana Nehir olarak dönmüş gibi,” dedi kısık sesle.

Cesur’un teninden soğuk bir akım geçti, ürperti göğsüne yerleşti. Nehir’in bal rengindeki saçlarına dokunma hissini bastırmaya çalışırken, “Babamın beni yetimhaneden almaya geldiği günü hatırlıyor musun?” diye sordu. Boğazında hızla yer edinen sertlik yüzünden rahatsız edici bir hisle kuşanmıştı.

“Hatırlamaz olur muyum? Simsiyah iki araba bahçe kapısının oraya çekilmişti. Onu görebilmek için birbirimizi ezmiştik ama arabasından hiç inmemişti. Adamlarından ikisi seni almak için gelmişlerdi. Gözüme çok korkutucu görünmüşlerdi. Sonradan babanla bizzat tanıştığımda bile o korkuyu silememiştim,” dedi maziye dalıp gitmiş şekilde.

Cesur zihninin perdesine yansıyan anları izlerken dudağının kenarını acıyla kıvırdı. “Deniz gitmemem için dakikalarca yalvarmıştı.”

“O anı hiç unutmadım. İlk kez herkesin içerisinde o kadar konuşmuştu.”

“Boynuma sarılmıştı tam gidecekken,” dedi Cesur, artık konuşmak eziyet gibiydi. Furkan ona devamını getirmede yardımcı oldu.

“Sonra babanın adamları sizi ayırmıştı. Biri Deniz’i tutmuştu, diğeri seni arabaya götürmüştü. Deniz’den sonra bizimle vedalaşmana izin vermemişlerdi.”

“Boynuma sarılan elleri üzerimden çekilse bile baskısı hiç gitmedi. Ne zaman onu düşünsem, bir ipucu yakalayıp sonuçsuz kalsam boynumdaki baskı kendisini belli etti. Yıllarca bunu yaşadım ama Nehir’den sonra o baskı kayboldu. Artık beni boğan, nefesimi kesen küçük elleri hissetmiyorum. Artık rahatça soluk alıp veriyorum. Kafamı yastığa koyduğumda o küçük kıza ne olduğunu düşünmüyorum. Bana ihtiyacı olduğunu düşünerek kendime eziyet etmiyorum. Ona döneceğime dair onlarca söz verdikten sonra onu yüzüstü bıraktığım için vicdan azabı çekmiyorum. Sanki Nehir geldi ve Deniz beni azat etti.”

“Deniz seni Nehir olarak buldu demek daha doğru olur,” dedi Furkan tebessüm edip kafasını salladığı sırada. “Hayatında bir kadın olduğunu bilmediğim günlerde bile sendeki değişimin farkındaydım. Seni iyileştirmeye başlamış.”

Cesur da güldü ama cansız bir gülüştü. “Artık hasta olmadığımı mı söylüyorsun?”

“Sen hiç hasta olmadın ki. Seni hasta ettiler. Ailen sana inanmadı. Kimse sana inanmadı. Çünkü Deniz hiç var olmamış gibi ortadan kaybolup gitti. Onu tanıdığım hâlde ben bile kendimle şüpheye düştüm, her şey bir anda o hâle geldi. Tüm kayıtlar ve belgeler aksini söylese bile ne gördüğümü biliyorum. Benimle asla konuşmayan ama sana gelince bülbül kesilen o küçük kızın görüntüsü hâlâ gözlerimin önünde duruyor. Deniz’i biliyorum. Bu yüzden senin hasta olmadığını da biliyorum.” Hafifçe sırıttı. “Biraz deliliğin var ama.”

Cesur’un dudaklarına bu kez daha samimi bir kıvrım kondu. “Deniz’i bilip de Nehir’i gören herkes eminim tımarhaneye kapatılmam gerektiğini düşünüyordur. Hiçbir zaman onlardan biri olmadın ve bundan aldığım destek beni sağlam tuttu.”

“Biz kardeşiz, Sarp. Aynı anadan babadan olmasa da bu böyle,” dedi Furkan yavaşça. Ona ilk adıyla artık çok nadir sesleniyordu, çünkü Cesur bunu istemiyordu. “Hayatına dâhil olmama izin vermiyorsun. Eğer verseydin herkesin çenesini kapatırdım.”

“Hayatıma dâhil olma, Furkan. Sen Sarp’ın kan kardeşisin ve daima öyle kalacaksın. Cesur’la işin yok. Temiz yaşaman için her ne gerekiyorsa onu yapmaya devam edeceğim.”

Furkan ağır ağır kafasını salladı. Bu konuyu onlarca kez konuşmuşlardı ve Cesur’un fikrini değiştirememişti. Onun sayesinde hayatı yoluna girmişti ve kendisine meslek edinebilmişti. Evlenmiş, çocuk sahibi bile olmuştu. Tüm bunlar olurken Cesur çoğunlukla bir misafir gibi hayatına dâhil olmuştu. Dostluğundan şüphesi yoktu ve içinde bulunduğu karanlık dünyayı uzak tutmak için böyle yaptığını da biliyordu. Cesur işte hep böyleydi; kendisini dibe batırıp değer verdiklerini elinin üstünde tutardı.

“Tamam, dediğin gibi olsun ama hiç değilse mutluluğunu benimle paylaş. En azından bunu bilmeye hakkım var ve birlikte bir akşam yemeği. Sen ben Nehir ve Funda.” Cesur’un ters ters baktığını gördüğünde homurdandı. “Reddetme şansın yok dostum. Özrün olarak kabul edeceğim.”

Furkan’ın keyifli gülüşü karışında bu kez homurdanan Cesur oldu. Tam da bu esnada Nehir’den ufak bir inilti yükseldiğinde umutla ona doğru eğilip elini tuttu. Ancak kadında başka hareketlilik olmadı. Bunun üzerine sıkıntıyla iç çekerken, “Onu hastaneye götürecektim ama gitmemek için bana o kadar yalvardı ki aklıma seni çağırmaktan başka bir şey gelmedi. Şimdi götürmeli miyiz sence?” dedi içindeki çaresizlikle savaşırken.

“Hastaneyi buraya getirdik ya,” dedi Furkan etraftaki cihazları işaret ederken. “Büyütülecek bir sorun yok. Bebek de iyi. Üşütmüş işte sadece. Akşama kalmadan kendine gelir, bırak biraz daha dinlensin. Uyanana kadar buradayım ben.”

Cesur boştaki eliyle yorgun bir hareketle yüzünü sıvazlarken, “Onu denize atmamalıydım,” diye ağzının içerisinde söylendi. Bunu Nehir’i hasta hâlde bulduğu andan beri belki de bininci söyleyişiydi.

“Evet, kış henüz tam olarak bitmemişken bunu yapmak delilikti,” dedi Furkan artık aynı sitemi duymaya tahammülü kalmamış gibi. “Ayrıca hamile bir kadına daha özenli davranmalısın. Onu ani hareketlerle korkutup soğuk sulara atamazsın. Ya o anda bebeğe bir şey olsaydı?”

“Bilmiyordum,” dedi Cesur, çenesini sıktı. “Daha sonra öğrendim. Bilsem öyle bir şey yapar mıydım?”

“Yapmazdın tabii,” dedi Furkan anlayışla kafasını salladığı sırada. “Bundan sonra dikkat edeceğine şüphem yok.”

“Onu gözümün önünden ayırmam,” derken kadının elini hafifçe sıktı. “O, benim evim.”

Furkan’ın bakışlarında hüzünle karışık ışıl ışıl bir parıltı vardı. “Evini bulduğun için mutluyum. Ranzasının tavanına ileride sahip olmayı umduğu ailesinin resimlerini çizen çocuğun büyüyüp hayallerini gerçekleştirdiğini görebildiğim için çok mutluyum.”

Cesur o günleri hatırlayarak burukça tebessüm etti. “Gerçekleşeceğini hiç ummamıştım. Şimdi bana ait bir kadın ve bir de bebek var. Beni seven babam ve kardeşlerim oldu ama kendi ailenin olması çok başka bir şeymiş Furkan.”

“Biliyorum,” dedi Furkan gürültüyle iç çektiği sırada. “Karım birden burnumda tüttü ulan. Gidip onu arayacağım ve bize iki kahve alıp döneceğim.”

Cesur odaya girdiği andaki öfkesinden sıyrılmış şekilde Furkan’ın ayaklanmasını izlerken hafifçe kahkaha attı. “Benimki orta şekerli olsun kardeşim.”

Furkan sadece kafasını salladı, çünkü telefonu çıkartıp karısını aramakla meşguldü. Onun odadan çıkmasıyla birlikte Cesur çehresindeki gülümsemeyi silmeden Nehir’e doğru baktı ve ona sahip olduğu için sessizce şükretti. Ardından da eğilip kadını avcunun içinden öperek kokusunu ciğerlerine doldurdu. Bu dokunuştan sonra Nehir kıpırdandı. Sanki istemediği bir şeyle burun burunaymış gibi yüzünü buruşturdu. Kafasını hafifçe iki yana salladı, dudakları titredi. “G-gitme,” dedi belli belirsiz mırıldanma şeklinde. “B-bırak-ma...”

Cesur iç geçirerek kalkıp yatağın kenarına uzandı. Nehir’i göğsüne doğru çekip sıkı sıkıya sarılırken, “Asla bırakmam,” diye fısıldadı. Ardından kafasının tepesine dudaklarını bastırıp onu saçlarından öptü. “İstersen her şeyden kork ama seni bırakacağımdan hiç korkma. Bunca yıl sonra bulmuşum ölsem de bırakmam.”

×××

Pencerenin dışarısında güneşin kendini gösterdiği ve havanın yumuşamaya başladığı güzel bir gün doğmuştu, ancak pencerenin ardındaki odada kasvetten başka bir şey yoktu. Fon perdelerin sıkı sıkıya örtüldüğü yatak odasına sanki artık ışığının bile girmesi yasaktı. Tıpkı bir çocuğun etrafındaki canavarlardan korkup yorganının altına sığınması gibi yorganı tepesine kadar çekmiş olan Peri çoktan uyanmıştı ama yataktan çıkmak istemiyordu. Son üç gününü yatağının içerisinde geçirdiği düşünülürse kalktığında yapabileceği şeyler sayılıydı. Artık hayatına dört duvar arasında devam ediyordu ve her geçen gün diğerinden daha boğucu gelmeye başlamıştı.

Sabahları saat dokuza yaklaşırken annesi yanına uğrayıp yemeğini komodinin üzerine bırakır ve tek kelime etmeden çıkıp giderdi. Aynı şekilde öğlen iki gibi tekrar gelir ve öğle yemeğini bırakırdı. Akşam yemeğini de saat yedi olmadan alıyordu. Tüm koca gün boyunca gördüğü tek yüz annesine aitti ve o da Peri'yle göz göze gelmemeye özen gösteriyordu. Annesiyle arası her zaman çok iyi olmuşken şimdi yüzüne bile bakmıyor olması, bırak sevgisini, sesini dahi esirgiyor olması Peri’yi ciddi derecede acıtıyordu. Ancak yaptığını düşündüğü zaman, ömrü boyunca belirli kalıplarla yaşamış olan annesinin bu keskin tavrına anlam verebiliyordu. Yine de ondan evladını tüm kusurlarıyla kabul eden bir anne olmasını ummaktan kendisini alamıyordu.

Yastığının altındaki telefonunun titremesiyle birlikte olduğu yerde sıçramaktan kendisini alamadı. Artık tamamen diken üstünde yaşadığı için her an zarar göreceğini varsayarak tetikte bekliyordu ve çoğu zaman bu yüzden kendisini oldukça halsiz hissediyordu. İnce parmakları telefonunu kavrayıp gün yüzüne çıkarttığında gelen mesajın Melike’den olduğuna emindi, ancak ekranda nişanlısı Ufuk’un ismini gördüğünde şaşırmadan edememişti. Ufuk son üç gündür daha önce hiç olmadığı kadar arayıp soruyordu ve normalde buna sevinip, mutlu olabilecekken artık sadece daha çok korkuyordu.

Ufuk, gelinlik provasındaki aşk itirafından sonra kendisini suçlu hissediyor olacak ki ilgi göstermeye başlamıştı. Ancak Peri artık onun adını ekranda gördüğünde mutlulukla dolmuyordu ve ilgisine alışkın olmadığı için her seferinde şaşırmaktan kendisini alamıyordu. İçinde barındırdığı o tertemiz hislerine nefreti bulaştırdığı için Ufuk’a kızgındı. Kafasını allak bullak etmesinden dolayı yaptığı büyük hata yüzünden, kendisini düşürdüğü şu anki durum yüzünden ona kırgındı. Aptalca davranmıştı ve buna onu iten Ufuk’tan başkası değildi.

Peri ilk öpücüğe, ilk birlikteliğe önem verenlerden biriydi, ancak hiçbiri umduğu gibi olmamıştı ve tek nedeni Ufuk’tu. Nişanlısının attığı hal hatır soran mesajı hiç okumamış gibi yaparak telefonu yastığın altına geri iterken omuzlarının düşmesine izin verdi. Onu suçluyordu ama asıl suçlunun kendisi olduğunu biliyordu. Deli gibi aşık olduğu adamın başkasını sevdiğini öğrenmek ona ağır gelmişti. Üstelik bunu gelinlik provasındayken öğrenmek tüm dengesini şaşırmasına neden olmuştu. Yine de kendisine kızıyordu, çünkü her durumda mantıklı düşünmek zorunda olduğunu unutmuştu. Onun ailesi böyle taşkınlıkları hoş karşılayacak bir aile değildi. Onun ailesi erkeği bir şekilde aklamayı başarıp, tüm faturayı kadına kesmeyi huy hâline getirenlerdendi. Bu yüzden çok korkuyordu. Eğer öğrenilirse canının güvenliğinden bile şüphesi vardı.

Odasına yaklaşan ayak seslerini işittiğinde gerilmekten kendisini alamadı. Annesi kahvaltıyı bırakmaya geliyor olmalıydı. Birazdan kapıyı açacak ve içeri girecekti, çalma nezaketi bile göstermeyecekti ya da kızına neler olduğunu bugün de sormayacaktı. Sessizce suçlayacak ve huzursuz, onaylamaz homurtular çıkartarak kapıyı kapatıp gidecekti. Bazen düşünmeden edemiyordu; aynı şeyi abisi Orhun yapmış olsaydı nasıl karşılanırdı? Böyle odasına kapatılıp, emirler yağdırılarak kaderi gelişigüzel çizilir miydi? Babası ona tek bir fiske bile atmazdı ya da annesi ona kınayarak bakmazdı. Ancak bunu yapan oğulları değil de kızları olunca işler değişiyordu.

Derken odanın kapısı yavaşça açıldı. Peri yorganın altında olmasına rağmen gözlerini yumarak ve dudağını ısırarak annesinin adımlarını saymaya başladı. İki adım içeri girdi ve kapıyı kapattı. Peri hızla gözlerini açtı. Annesi peşinden hiç kapıyı kapatmamıştı. Getirdiği yemeği atarcasına içeri bırakıp hemen çıkmayı tercih ediyordu. Kimin geldiğini düşünürken kalp atışları şiddetlenmişti. Gelen abisi Orhun olabilir miydi? Yoksa işler planlandığı gibi gitmemiş ve bozulmuş muydu? Öyleyse başı büyük belada demekti.

Bir an sonra komodinin üzerine bırakılan yemek tepsisinin çıkardığı tok sesi duydu ve tuttuğu soluğunu rahatlayarak bıraktı. İşte gelen yine annesiydi ama ardından kapıyı kapattığına göre belli ki bu kez konuşmaya niyeti vardı. Genç kadın annesinin kınayıcı sesini duymayı beklerken, “Peri,” diye seslenen o fısıltı şeklindeki sesi işitti ve arkadaşını tanıması uzun sürmedi. Yorganı hışımla tepesinden atıp oturur pozisyona gelirken, “Melike?” dedi şaşkınlıkla.

“Benim,” dedi genç kadın kaçak bir iş yapıyormuş gibi kısık sesle ve kapalı kapıya bakarak. “Seni görmeye geldim Peri.”

“Eve nasıl girdin?”

Melike derin bir soluk koyuverdi. “Ben normalde bu evden hiç çıkmıyorum ki,” dedi isyan edercesine konuşmaktan kendini alamayarak. Aralarında mesafe olmasından rahatsız hissetmiş gibi, “Peri,” diyerek ellerini arkadaşına doğru uzattı ve hızlı adımlarla ona doğru ilerledi. “Delirdim be kızım, çok korktum senin için. Gel buraya.”

Peri bedeninin sıkı sıkıya kucaklanmasını durgun hâliyle karşıladı. Normalde çoğunlukla Melike’ye aynı şekilde sıkı sıkıya sarılıp olduğu yerde tepinmeyi tercih ederdi. Şimdiyse öylece duruyordu. Ellerini havaya kaldırıp tek gerçek arkadaşı olan kadının sırtına dolayacak isteği bile yoktu.

“Üç gündür neden telefonlarıma çıkmıyorsun? Cidden delirdim, Peri. Sadece iyiyim, merak etme diye mesaj atmakla endişelerimi giderebileceğini mi düşündün sahiden? Kafayı yemek üzereydim. Neler olduğunu bilmediğim için çat kapı gelemedim ama neyse ki annene ulaşabildim. Beni gizlice içeri aldı, soracağım soruları duymak istemezmiş gibi benimle fazla muhatap olmadan yemek tepsisini elime tutuşturup buraya gönderdi. Sanırım kahvaltıyı kaçırdın.”

Peri canının sıkkınlığını saklamaya çalışarak kendini hafifçe geriye çekti. Melike’yle uzun süredir arkadaştı ve aralarında gizlilik hiç olmamıştı. Ancak şimdi ona tıpkı bir çocuk gibi cezalandırıldığını ve odasına kapatıldığını anlatmak pek içinden gelmiyordu.

“Son günlerde keyfim yok. Annem sürekli yemek getiriyor ama iştahım da kalmadı,” dedi var olan durumu olduğundan daha güzel göstermek adına çabalayarak.

Melike, “Onu görebiliyorum, üç günde zayıflamışsın. Zaten ufak tefek bir şeydin, şimdi hepten kayboldun sanki,” derken genç kadının renksiz çehresini uzun uzadıya inceledi. Ona baktığında ilk dikkatini çeken şey solgun yüzüydü. Morarmış göz altlarını en usta makyözler bile kapatmakta zorlanırdı. Üstelik her zaman gülümseyen ve pozitifliğini herkese bulaştıran o sevimli kadından eser dahi kalmamıştı. Kahverengi gözlerindeki neşe solmuş, yerini karanlık, soğuk bir ifade almıştı.

“Güzel günler geçirmiyorum,” dedi Peri, arkadaşına kaçamak bir bakış atmaktan kendini alamazken. “Her şeyi elime yüzüme bulaştırmış olabilirim Melike.”

“Ne demek şimdi bu? Bana tüm olan biteni daha detaylı anlatman gerekiyor, hiçbir şey bilmemek ve sürekli ne olduğunu düşünmenin ne kadar yorucu olduğunu bilemezsin. O kulüpte neler oldu?”

“Oraya hiç gitmemeliydim.”

Melike de sıkkınca soluyarak sanki oturduğu yerde rahat edememiş gibi ayaklandı. “Oraya gitmemiz için ben ısrar etmiştim,” dedi kendisini suçlu hissettiğini belli ederek. Ardından ceketini ve çantasını çıkartıp odanın bir köşesinde duran berjere bıraktı. “Orada olduğunu abine ben söylemiştim. Söylemek zorunda kalmıştım,” diye devam ederken pencereye doğru yürüyüp kapalı olan fon perdeleri sertçe açtı. Nihayet odaya dolan güneşe bakarken sırtı Peri’ye dönüktü.

“Neler oldu henüz bilmiyorum ama şimdiden kendimi çok suçlu hissediyorum. Gelinlik provanın kötü geçtiğini söylemiştin, kafanı dağıtmanın iyi olacağını düşündüğüm için seni kulübe götürmekte ısrar etmiştim. Annemin tansiyonu fırlayınca da erken ayrılmak zorunda kalmıştım. Aslında kabahatli benim, seni arkamda bırakmamam gerekiyordu. Ne olursa olsun seni yanımda götürmeliydim.”

“Zaten ısrar etmiştin ama diretmiştim,” dedi Peri o anları hatırlayarak. Kafasının bulanmaya başladığı dakikalardı ve Melike’den resmen kurtulmaya çalışmıştı. Hatta gittiğine sevinmişti. Şimdiyse o anda bu şekilde düşündüğü için delicesine pişmandı. “Başıma gelecek varmış demek ki,” dedi daha sonra kendi kendine. “O an kalmak bana en mantıklı gelen şeydi. Aptalca bir şeyler planlamıştım ve bana yalvarsan bile seninle dönmezdim.”

“Çok içtiğin için... Sana engel olmaya çalıştım ama sen barmenden sürekli yeni içki istedin.”

Peri, Özgür’ü hatırlayınca tüyleri diken diken kesildi. Oturduğu yerde bir heykel kadar hareketsiz kalırken içine titrek bir soluk çekti. Özgür’ün kusursuzca hizmet ederek ve yakışıklı suratına kondurduğu o mükemmel sırıtışla sunduğu içkiler hâlâ gözlerinin önündeydi. Kadehlerin biri gidiyor diğeri geliyordu ve bu sırada gözbağlarının hiç kopmadığını hatırlıyordu.

“Barmen... işini yapıyordu,” dedi daha sonra güçlükle konuşuyormuş gibi. Boğazına takılan yumruyu görmezden gelmeye çalışarak, her an yaşları boşaltacak gözlerini Melike’ye doğrulttu. Kadın bedenini tam olarak odaya doğru çevirmemiş olsa da omzunun üzerinden ona bakıyordu. “Yoldan çıkan bendim, başka kimse değil.”

“Bu ne demek şimdi? Aklıma kötü kötü şeyler getiriyorsun.”

“En kötüsü ne?”

“Ne?”

“Bana aklına gelen en kötüsünü söyle?”

Melike çok kısa bir süre düşündü. Bu esnada bedenini tamamen odaya doğru çevirip sırtını pencereye yasladı. “Kulüpte sızdın ve onlar da senin orada bir yerde uyumana izin verdiler. Sana Yeraltı Kulübü’ne gitmeyi ilk teklif ettiğimde orasının sizlerden birilerine ait olduğunu ve ailenle dost olduklarını söylemiştin.”

Peri yüzünü buruşturmaktan kendisini alamadı. “Aklındakinin bu kadar masum olmadığını biliyorum, Melike.”

“Evet, tamam, abinin kapıma dayanışını baz alırsam elbette bu kadar masum değildir,” dedi genç kadın kabullenişle kafasını salladığı sırada. “Biriyle samimi pozlar verdin? Sarıldın mesela ya da... öptün? Orada seni ve aileni tanıdıkları için haber abine gitmiş anladığım kadarıyla.”

“Orada kimse beni tanımıyordu,” dedi Peri acıyla dudaklarını eğerken. “Ailemi tanıyorlardı ama beni kimse tanımıyordu. Belki de babam beni bu kadar ailenin dışında tutmasaydı, sadece güç birleştirmek adına planlı bir evlilik yapmam için beni yetiştirmiş olmasaydı her şey daha farklı olabilirdi. Dediğin gibi orada tanınırdım ve sarhoşluktan sızsam bile evime dönmemi sağlarlardı.”

Melike’nin solukları hızlanmaya, kalp atışları şiddetlenmeye başladı. “Daha kötüsü oldu,” dedi sanki olayı öğrenmiş gibi bilgelikle. Heyecanlanmış ve aynı esnada telaşlanmış bir edayla yeniden yatağa dönüp Peri'nin yanına oturdu ve anlatması için ona yalvarırcasına baktı.

“Ben... biriyle birlikle oldum.”

“NE?”

“Bağırma,” dedi Peri telaşla arkadaşının ağzını kapatırken. “Duydun işte, başkaları da duymasın. Başım zaten belada.”

“Ne demek biriyle birlikte oldum? Sen delirdin mi?” dedi Melike ağzının üzerindeki eli hızla ittiği sırada. Gözleri yerinden çıkacakmış gibi irileşmişti. “Kızım sen yakında evleneceksin, farkında mısın? Gidip nasıl biriyle birlikte olabilirsin? Hem de aile yapın ortadayken?”

Peri kaçmak istercesine yatakta geriye doğru kayarak sırtını yatak başlığına yasladı ve yorganı karnının üzerine kadar çekti. Keşke yorganın altına sığındığında tüm sorunlardan kurtulabilseydi ama ne yazık ki bu onun için çok masum bir hayalden ötesi değildi. “Sarhoştum, düzgün düşünemiyordum,” dedi canı çekilmiş bir sesle. “Tüm o duygusal yorgunluktan sonra sarhoş olunca ne kadar yanlış varsa gözüme doğru olarak göründü, hepsi bu işte.”

“Saçmalık,” dedi Melike kafasını iki yana salladığı sırada. “Sen böyle bir şeyi asla yapmazsın.”

Fısıltı şeklinde karşılık verdi. “Evet, asla yapmazdım.”

“Eğer beni kandırmaya çalışıyorsan hemen kes şunu. Böyle bir şeyi yaptığına inanmam. Babanı tanıyorum. Öyle bir baban varken sen her adımını hesaplı atarsın.”

Peri babasını hatırladığında zaten solgun olan ten rengi iyice açıldı. Elleri hafiften titremeye başladığında bunu arkadaşına belli etmemek için yorganı sıkıp tırnaklarını geçirdi. Olanların babasının kulağına gitmesinden öyle çok endişe ediyordu ki günlerdir bu yüzden kursağından lokma geçirememişti. Normal şartlarda abisi Orhun’un da böyle bir durumu öğrenmesinden korkardı ama Orhun bazı mecburiyetlerden dolayı tepkisini bastırmak zorunda kalmış ve olayın üzerini kapatmayı tercih etmişti. İşin ucunda sevdiği kadınla evliliği tehlikeye girmeyecek olsa Orhun da böyle sakin kalmazdı, Peri abisinin tüm deliliklerine şahit olmuş biri olarak bundan emindi.

“Melike ben çok korkuyorum,” dedi çaresizlikle. “Babamın öğrenmesinden çok korkuyorum. Öldürür beni.”

Melike şoka uğramış gibi tepki veremedi. “Yani yaptın... yaptın öyle bir şey?”

“Yaptım,” dedi titreyen çenesini sıkarak durdurmaya çalıştığı sırada. Yanağından kayan gözyaşını kimseye göstermek istemiyormuş gibi çabucak sildi ve daha fazla ağlamamak için kendisini olabildiğince kastı. “Ben... nişanlım varken... başka biriyle oldum. Babam bunu duyarsa...” Sertçe burnunu çekip ellerini yüzüne örttü. Utanıyordu. Üstelik o geceye dair bölük pörçük anılar zihninde dolaşıyordu ve onları hatırladıkça kendisinden daha çok utanıyordu.

“Şşş... tamam, tamam sakin olalım. Şimdiye kadar duymamışsa bu iyi bir şeydir, değil mi?” dedi Melike şoku üstünden attığı gibi. “Normalde böyle şeyleri baban hemen öğrenirdi, bak şimdi duymamış.” Çünkü o da biliyordu ki eğer Tayyar Özkaya bu olayı duymuş olsaydı buraya geldiğinde Peri’yi odasında bulamayabilirdi.

“Abim olayın üzerini örttü. Annemden başka kimse bilmiyor,” dedi Peri titrek bir iç çekişle. “Kendi düğününün bozulmaması için ne gerekiyorsa yaptı. Melike... bana öyle kötü sözler söyledi ki,” dedi Orhun’un kulübe baskın verir gibi geldiği anı ve sonrasını düşünerek. “Yüzüme bakmıyor artık. Görmek bile istemiyor beni. Yüz karası oldum onun için. Eğer... eğer Ufuk’un kız kardeşini gerçekten istiyor olmasaydı beni o kulüpte yok ederdi.” Yanaklarına yayılan yakıcı damlaları tenini kazımak istercesine sertçe kuruladı. “O kadar utanıyorum ki sana anlatamam. Abim beni bir kulüp köşesinde, yabancı, kirli bir adamın yatağında buldu. Yerin dibine girsem bile bu utançtan kurtulamam. Çok ağır geliyor. Ben böyle biri değilim ki. Ben gece kulüplerine gidip aklını kaybedene kadar içip kahrolası barmenle birlikte olacak biri değildim-”

“Barmen mi?” dedi Melike yeni bir şok dalgasına tutulmuş gibi. Peri cevap vermek yerine hıçkırınca onu kolundan tutup biraz sarstı. “Şu gece boyu sana içine düşecekmiş gibi bakan barmeni mi diyorsun? Adı şey... şey olanı... Özgür?”

Peri kısaca kafasını salladı. “Kendimi bu duruma düşürdüğüm için kendimden iğreniyorum.”

“Özgür’le birlikte oldun,” dedi Melike kendi kendine konuşur gibi dalgınca. “Onun... onun...”

“Onun ne olduğu ortada işte. Bir gece kullandığını sonraki gece değiştirecek mideye sahip bir adam. Ama burada hiç suçu yok, biliyor musun? Keşke beni kandırsaydı, keşke gözüne kestirdiklerini ağına düşürmeye çalışanlardan biri olsaydı ama öyle değil. Beni kandırmadı. Benden faydalanmak için çabalamadı. Ne istediğini saklamıyordu, aptal gibi ona uyan bendim. Kendimi gidip onun tabiriyle şehrin yanlış, en kirli adamının kollarına bıraktım. Bunu ben istedim.”

Melike diyecek bir şeyler aradı ama hâlâ şoku üstünden atamadığı için aynı dalgınlıkla aklına ilk geleni söyledi. “Sarhoştun...”

“Sarhoştum ama bu da benim tercihimdi. Kimse zorla ağzımı açıp içine alkol şişesini boşaltmadı,” dedi Peri belirsiz bir noktaya boş boş bakarken. “Kafam bulanıkken aptal bir karar verdim ve bunun bedelini nasıl ödeyeceğimi bile bilmiyorum.”

Melike gürültüyle boğazını temizledi ve odaklanmayı başarınca asıl sorunu bulabildi. “Sana böyle bir karar aldıracak ne olmuş olabilir?”

“Berbat bir gelinlik provası,” dedi genç kadın kırıl tebessümüyle.

“Bana onun detaylarını bile anlatmadın. Kafanı dağıtırım, dilini çözerim diye seni kulübe götürdüm ama her şeyi daha çok mahvettim. Neler oldu? Önceden benden hiçbir şeyi saklamazdın. Şimdilerde benimle bile pek konuşmuyorsun. Biz seninle uzun zamandır arkadaşız, Peri, sen benim tek arkadaşımsın. Bana ailenin ne işlerle meşgul olduğunu anlatırken bile tereddüt etmemiştin ama şimdi... ben üstelemesem konuşmuyorsun.”

“Çünkü nasıl anlatacağımı bile bilmiyorum,” dedi Peri artık dayanamıyormuş gibi. “Hâlâ şokunu yaşıyorum. Bu nasıl anlatılır ki?”

Melike birazdan duyacaklarına kendisini hazırlamak istercesine derin bir soluk aldı. “Beni yine korkutuyorsun. Söyle artık, vallahi çatlamak üzereyim. Seni böyle bir olayın içerisine iten ne?”

“Ufuk beni aldatıyor.”

“NE?”

Melike’nin bağırışına karşılık Peri yüzünü buruşturdu. Bunu söylemek ona öyle ağır gelmişti ki yeniden tekrarlamayı asla istemiyordu. Ancak artık içinde tutmak onun için yavaş yavaş ölümüne sebep olan zehir gibiydi. “Başkasını seviyormuş,” dedi hüzünle ve kırık, minik bir tebessümle Melike’ye bakarken. Çenesi hafifçe titriyordu. “Tamam, bana karşı hep mesafeliydi, evleneceğimiz hâlde benden uzak dururdu, gerekmedikçe benimle konuşmazdı, tamam. Hepsine tamam, her şeye tamam. Yapısının bu olduğunu düşünmüştüm. Yaşam şartlarımızın ağırlığı yüzünden bana karşı sevgi sözcükleri kullanmayı istemediğini sanmıştım. Birileri görür laf söz edilir diye benden uzak durduğunu düşünerek kendimi avutmuştum ama o, benden nefret ediyormuş aslında. Hiç istemiyormuş beni. Ailelerimizin kararına saygısından sesini çıkartmıyormuş. Babasının gönlü olsun diye benimle evlenmeyi kabul etmiş. Hiç sevmemiş beni. Başkasını o kadar sevmiş ki bana sadece nefreti kalmış.”

Melike’nin yüzüne yeniden şok ifadesi yayıldı. “Sen neler dediğinin farkında mısın? Ne demek başkasını seviyormuş? Kimi?”

“Bilmiyorum,” derken hıçkırdı. “Onu bu evliliğe mecbur eden benmişim gibi tüm öfkesini bana kusarken başkasını sevdiğini ağzından kaçırdı ama kim olduğunu söylemedi. Zaten kim olduğu önemli bile değil ki. Önemli olan onun kalbinde hiç yerimin olmaması.”

“Gel buraya, tamam, ağlama öyle,” dedi Melike içi sızlamış gibi arkadaşına sarıldığı sırada. Peri’nin uzun saçlarını okşayıp onu yatıştırmaya çalışırken suratında düşünceli ifadesi asılıydı.

Peri tıpkı canı yanmış ufak bir kız çocuğu gibi arkadaşının koynuna sığınırken, “Onu kendimden azat etmek istedim,” diyerek bir kez daha hıçkırdı. “O sarhoş kafamla, onu kendimden kurtarmak istedim. Onun aksine onu o kadar seviyorum ki özgür bırakmak istedim, çünkü benimle olmak ona mutluluk vermeyecekti. Onun için kendimi yaktım, Melike. Onun için kendimi kirlettim.”

Melike diyecek hiçbir şey bulamamış gibi sessiz kaldı. Bu durum Peri’yi daha çok üzdüğünde hıçkırıklarını durdurması neredeyse imkânsız bir hal almıştı. Günlerdir içinde biriktirdiklerini kusarcasına arkadaşının omzunda ağladı. Epey bir vakitten sonra kendini toparlamaya çalışırken kendisini düşürdüğü durum yüzünden bir kez daha içi sızlıyordu.

“Tamam, sana biraz su vereyim, bekle,” dedi Melike. Oturduğu yerden kalkıp gelirken getirdiği tepsideki suyu almaya gitti ve geri gelip onu Peri’nin içmesine yardımcı oldu. Genç kadının elleri öyle şiddetle titriyordu ki tek başına dökmeden su içmesi bile imkânsızdı.

“Kendine bunu yapmak yerine ondan ayrılmalıydın,” dedi Melike boşalan bardağı ellerinin arasında tutmaya devam ederken.

“Bunu yapamazdım. Bizim kendi isteklerimizle ayrılma şansımız yok, biliyorsun. Ancak ailelerimiz istemezse bu evlilik bozulur.”

“Ama seni aldatıyor?”

Peri’nin dudaklarından acı bir kıvrım gelip geçti. “Önemi yok. Evlendiğimizde de bunu yapmaya devam etse bile önemi olmaz. Benim dünyamda erkekler kolay kolay kirlenmiyor.”

“Ama onun yaptığını sen yaparsan bunu kimse sessiz karşılamaz ve hoş görmezdi.”

“Evet,” dedi Peri kısık sesle. “Öğrenilirse kimse beni hoş görmez. Kimse bunu neden yaptığımı bile sormaz. Herkes için kötü olan ben olurum. Yok edilmesi gereken, kirlenmiş olan ben olurum.” Islak ve sızlayan gözlerini sıkıca yumup tüm gerçeğin öğrenildiğini düşündü. Ancak bu düşünceye hemen son verdi, çünkü zihnindeki perdeye düşen tek şey kandı. “Abim eğer olayın üzerini örtmeseydi, benim için iyi şeyler olmazdı. Ufuk hâlâ bana mecbur durumda. Onu kendimden kurtaramadığım gibi aptal bir düşünceyle kendimi kirlettim. O anda ölüm bile gözüme korkutucu gelmiyordu ama şimdi bundan çok korkuyorum.”

“Yani yine onunla evleneceksin, öyle mi?”

Kafasını salladı. “Sanırım düğün erkene çekilecek. En kısa sürede iki düğün de yapılacakmış.”

“Ama... evlendiğinizde... yani şey... Ufuk anlayacak senin bakire olmadığını.”

Peri yanaklarının ısındığını hissetti. Hiçbir zaman bunlardan bahsederken kendisini rahat hissedenlerden olmamıştı. “Bana dokunacağını sanmıyorum,” derken sesi epey kısıktı.

“Siz evlenmek zorunda bırakıldınız. Yarın bir gün sizden torun da isterler. Mecburiyet olunca ne olacak?”

“Bilmiyorum. Şimdilik abimin tek derdi kendi evliliğini kurtarmak. O zaman geldiğinde her şeyin ortaya çıkmasına izin mi verir yoksa vicdana gelip şimdi yaptığı gibi beni korumayı mı seçer hiç bilmiyorum. Sanırım artık diken üstünde yaşamak kaderim olacak.”

Melike sıkıntıyla yüzünü ovalayıp ortadaki meseleyi enine boyuna düşünmeye devam etti ve sonra aklına düşen detayla birlikte gözleri irileşti. “Peri! Ya hamile kalmışsan?”

“Ne?” dedi genç kadın titrek bir sesle. Bunu hiç düşünmemişti. Aniden nabzı zirveyi görürken Melike’nin devam eden konuşmasını duymakta bile zorluk çekiyordu.

“Senin ilk birlikteliğindi ve o kafayla korunmayı düşündüğünü sanmıyorum. Ya hamile kalırsan ne olacak?”

“Yok,” dedi genç kadın kafasını iki yana sallarken. Her an bayılacakmış gibi duruyordu. “Yok, olmaz öyle bir şey. Melike... olmaz, değil mi?”

“Peri... eğer korunmamışsanız... olmaması için neden yok. Barmen korunmuş muydu? Hatırlıyor musun?”

Genç kadın o sıcak anları hatırlamak istemiyormuş gibi ellerini yeniden yüzüne kapatıp kafasını şiddetle iki yana salladı. “Hatırlamıyorum,” derken yaşlar yeniden yanaklarından boşalmaya başladı. “Hatırlamıyorum, ya hamile kalırsam? Allah’ım... öldürürler beni. Bir şey yap, yalvarırım. İlacı falan yok mudur? Lütfen al getir bana. Bunu abime söyleyemem bile, lütfen.”

Melike tam bir şeyler söyleyeceği sırada odanın kapısının açılmasıyla birlikte yakalanmış gibi telaşla ayağa fırladı ve Peri ise hızla yanaklarını kurulayıp ortada anormal bir durum olmadığını belli etmeye çalıştı. Artık odasının kapısı ne zaman açılsa gerilmekten ve korkmaktan kendisini alamıyordu. Neyse ki gelen abisi değil, annesiydi.

“Melike kızım, Orhun babasını gideceği yere bırakıp şimdi geri döndü, artık çıksan iyi olur.”

“Tamam Züleyha Teyzeciğim, kimseye görünmeden çıkarım şimdi,” dedi Melike hızlı hızlı. Ardından Peri’ye doğru döndü ve kısık sesle devam etti. “Yine geleceğim, tamam mı? Bir şeyler ayarlamaya da çalışacağım kafanı daha fazla yorma sen. Bana güven.”

Peri sadece kısaca kafasını sallamakla yetindi. Yaşların dökülmeyi beklediği gözleri kapıdaki annesinin üzerindeydi ama kadın onunla göz göze gelmek bile istemiyormuş gibi ketum suratını başka yöne çevirmişti. İçindeki sızıyı bastırmaya çalışarak Melike’yle vedalaştı ve onun odadan çıkışını izledi. Kapı üzerine kapatıldığındaysa gözyaşlarının akmasına izin verdi.

Melike ise odadan çıktığı anda suratına konan gerginlikle, seri ve sessiz adımlarla evi terk etti. Alt kattaki mutfağın arka bahçeye açılan kapısından geçerek, küçük bahçeyi aşıp kendisini sokağa attığında yürümeye başlamadan önce sıkışmış olan ciğerlerine derin bir soluk çekti. Elleri titriyordu ve içinde garip, boğuk bir his vardı. Çantasının askısını tırnaklarıyla ezerken bacaklarından birini stresle sallıyordu. Orada durmak artık onu iyice rahatsız hissettirdiğinde ileriye doğru birkaç adım atıp sokağın karşı kaldırımına geçti ve istemsiz bir hareketle kafasını kaldırıp iki katlı evin üst katındaki odasına gözlerini dikti. Peri’nin odasıydı ve Peri pencere kenarında duruyordu. Öyle bir duruşu vardı ki görünmekten bile korkar gibiydi.

Melike stresle çenesini sıktığı sırada çantasının içerisine tıktığı telefonunu arayıp buldu ve rehberine girdi. Listede kısaca dolaşarak ulaşmak istediği isme dokundu ve Ufuk’un numarasının üzerinde parmağını kaydırdı. Ardındansa kafasını kaldırıp yeniden Peri’ye bakarken telefonu kulağına götürdü.

“Melike?”

“Ufuk,” dedi Melike derin, sıkkın bir soluk bıraktığı sırada. Ayrı esnada Peri’ye bir sorun olmadığını anlatmak istercesine ona kısaca elini salladı.

“Ne yaptın? Çıktın mı oradan?”

“Şimdi çıktım.”

Hattın ucunda kısa bir sessizlik oluştu. Ufuk her neyle ilgileniyorsa bıraktı ve tüm dikkatini telefona verdiğini belli etti. “Ne konuştunuz? Neler olduğunu öğrenebildin mi?”

Melike, hâlâ Peri’ye bakmaya devam ederken, “Ufuk,” dedi duruşunu hafifçe dikleştirdiği sırada. “Düğününüzü öne çekeceklerinden haberin var mıydı?”

“Siktir, kimse bana böyle bir şeyden bahsetmedi! Kimin başının altından çıkmış bu?”

“Orhun’un tabii ki, başka kimin olabilir? Her şeyin üzerini örtmüş. Sırf kardeşinle evlenebilmek için olan iğrençliği yutmuş, inanabiliyor musun?”

“İğrençlik mi? Ne oldu? Peri ne yapmış?”

“Özgür Çağlayan ile yatmış.”

“Hassiktir, sen ciddi misin? Bu kesin doğru mu Melike?”

“Doğru, kendi ağzıyla söyledi,” derken penceredeki arkadaşına hafifçe gülümsedi. Uzaktan bakan için tatlı bir tebessüm gibi görünse de yakından bakan biri için kesinlikle tehlike içeriyordu.

“Orhun bunun üstünü bile kapatabiliyorsa düğünler olsun diye her şeyi yapar. Ne yaparsak yapalım adam üstünü örtmek için hazırda bekliyor-”

“Evet, öyle ama artık elimiz daha güçlü. Çevirdiği dolapları teker teker ortaya dökeceğiz, sevgilim. Seni bu mecburi evlilikten kurtarmak için her şeyi yapacağım.”

Sonra Melike, Peri’ye arkasını dönerek oradan uzaklaşırken öğrendiği tüm ayrıntıları Ufuk’a anlatmaya başladı.

×××

Masada yenen pizzaya iğrenç bir şeymiş gibi bakmamak için kendimi olabildiğince kasıyordum. Elimde tuttuğum ve sadece tek ısırık aldığım dilimle olan münasebetim bundan daha fazlası olmayacaktı, çünkü midem yine feci derecede bulanıyordu. Kusma hissinin yoğunluğunu düşünmemek için aklımdan geçirebileceğim tüm farklı konuları geçirirken, “Buna bayılıyorum,” dedi Eva adeta hazla inler gibi. Zayıf vücuduna rağmen öylesine iştahlı yiyordu ki onu izleyen biri tok olsa bile acıkabilirdi. Ancak sanırım Akın bu teorideki kişilerden biri değildi. Tuttuğu pizza diliminden kocaman bir ısırık alıp onu ağzında ağır ağır çiğnerken sadece ve sadece Eva’ya bakıyordu. Masada kalabalık sayılırdık ama Akın’ın dikkatini çeken kişi Eva’dan başkası değildi. Üstelik evet, gözlerindeki açıklık ortadaydı ama bunun yemeğe dair olduğunu düşünmüyordum.

Tuna, “Eee Eva, şu Yeşilçam Jönüyle planlar nedir?” diye sorarak yeni bir muhabbet açtı. Bu sırada önüne çekmiş olduğu büyük boy pizzayı neredeyse yarılamıştı.

“Ah, iyi ki hatırlattın, ona senin numaranı verdim, Tuna,” dedi Eva dolu ağzı yüzünden biraz zorlanarak konuşurken. Lokmasını hızlı hızlı çiğneyip yuttuktan sonra sanki yemek adabına aykırı davrandığını ancak hatırlamış gibi, “Özür dilerim,” diye mırıldanıp ağzını sildi. “Şey... dediğim gibi onu sana yönlendirdim ve kendi telefonumdan da engelledim. Adam aşırı yapışkan.”

Akın’ın ifadesi katılaşırken Tuna kısa bir kahkaha attı. “Ben ona nasıl yapışması gerektiğini gösteririm, merak etme.”

“Evleneceği kadın için gerçekten ama gerçekten üzülüyorum.”

“Kadının da onunkine benzer huyları var. Tencere kapak misali, boş versene.”

Eva omuz silkip bol peynirli pizzadan bir dilim daha aldı. “Benden uzak olsunlar lütfen. Adamla sen konuş, geri kalan tüm ayarlamaları hallettim sayılır.”

“Striptizci istemiş, cidden mi?” diye sordu masamızda oturan bargirllerden biri, onu ve diğer arkadaşını yanımıza davet etmiştik. Henüz gece başlamamıştı ve ikisi epey erken gelmişti.

“Diğer isteklerini duysan striptizci kulağına hoş gelirdi,” dedi Eva tüyleri diken diken olmuş gibi yüzünü buruşturarak. “Kameraları kayıt dışı bırakacağız ve onlara sınırsızca eğlenebilecekleri ortam oluşturacağız. Striptizciler, dansözler ve daha bir sürü istekler... O gecenin bir an önce geçip gitmesini istiyorum.”

“Ne zaman yapılacak, günü belli mi?”

“İki gece sonra, pazartesi gecesi.”

“Hmm... öyleyse pazartesi hepimiz bu yüzden izinliyiz, değil mi?”

“Evet, Serap. Ama eğer transparan kıyafetlerle servis yapmak hoşuna gidecekse kalabilirsin tabii,” dedi Eva burnunu kırıştırdığı sırada. Serap’tan ufak bir kahkaha yükseldi.

“İstekleri cidden değişikmiş.”

“Hem de nasıl? Bu ülkede böyle istekleri rahatça kabul edecek dansçılar bulmak biraz zor oldu ama bir şeyler ayarladım. Her zamanki gibi organizasyonu en güzel şekilde düzenlemeye çalışacağım.”

“Gece boyu yanlarında mı olacaksın?” diye sordu Serap’ın yanında oturan diğer kadın, meraklı görünüyordu.

“Arka planda olurum tabii ki ama içeriye geçeceğimi hiç sanmıyorum,” dedi Eva tiksinerek. Bir anda pizzadan soğumuş gibi aldığı dilimi tabağına geri bıraktı.

“Sen girme zaten, o işi de ben üstlenebilirim,” dedi Tuna çok hevesliymiş gibi göz kırparken.

“Üzgünüm, davetli listesinde sadece ev sahipleri var.”

“E ben de ev sahibi sayılırım, sorun olmaz bence. Gerçi,” dedi Tuna ve durdu. Aklına hangi şeytanlık düştüyse yanında oturan Akın’a omzuyla vurdu. “Senden bize sıra gelmez,” dedikten sonra diğer ayrıntıyı hatırlamış gibi bu kez sinsice kıstığı bakışlarını masada hiç sesini çıkarmadan oturan Özgür’e çevirdi. “Özgür’den kimseye sıra gelmez. Boşuna hayal kurmayayım hiç.”

Özgür telefonuyla uğraşırken hafifçe gülüp kafasını ekrandan kaldırdı. “Hele de böyle şeylerde sırayı sana vereceğimi rüyanda bile göremezsin,” dedi ama bunu öylesine söylediği anlaşılıyordu. Özgür son birkaç gündür durgundu. Sanırım yaşadığı olay yüzünden hâlâ gergindi ve her an yeni bir sorun çıkmasından endişeleniyormuş gibi sürekli diken üstünde duruyordu.

Tuna sırıttı. “İşte benim adamım.”

Özgür yeniden telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Hemen sağımda oturuyor olduğundan oyun oynadığını görmek için telefonuna bakmam yeterliydi. Diğerleri kendi aralarında sohbet etmeye devam ederken hafifçe Özgür’e doğru eğilip, “Sorun yok ya?” diye sordum, sesimi biraz kısık tutmuştum.

“Yok,” dedi Özgür oynadığı oyunu sürdürerek, ancak dikkati dağılmıştı. Öylesine oynuyordu, devam ettirmesindeki tek nedenin diğerlerinin ilgisini üzerine çekmek istememesi olduğu anlaşılıyordu.

“Biraz durgun gibisin.”

“Kafamı toparlayamıyorum, Nehir. Şu geçen üç gündür bir an bile huzur bulamadım.”

“Bunu anlayabiliyorum, şu anda bile diken üstündesin.”

Yorulmuş gibi kocaman bir soluk aldı. Aynı sırada diğerlerinden kahkaha tufanları yükseliyordu. “Olayı kendime dert edinmeyeceğimi sanmıştım ama doğuracağı sonuçlar ailemdeki herkesi ilgilendireceği için gerginim. Bana hiçbir şey olmaz, yapamazlar ama başımız ağrır. İşte o zaman abim cidden defterimi dürer.”

Güler gibi ses çıkarttı. Durumu epey karmaşık görünüyordu ve ileride neler olacağını kestirmek gerçekten zordu. Detayları Eva’dan öğrenmiştim, Cesur’un konu hakkında tek kelime etme isteği bile olmamıştı. Onu da anlıyordum, sorunlarla uğraşmaktan bıkmış olmalıydı ve başındaki en büyük sorun zaten bendim.

Sıkkın bir nefes alırken, “Cesur sana biraz sert çıkışmış olabilir ama sorun çıksa bile daima arkanı kollayacağını biliyorsun değil mi?” dedim bunu asla aklından çıkartmaması gerektiğini vurgularcasına.

“Biliyorum,” derken ağır ağır kafasını sallayarak bana baktı. “Boş versene bunları, sen nasıl oldun?”

“Bugün daha iyiyim. Üzerimdeki kırıklık kayboldu gibi,” dedim sol kolumu yavaş yavaş ovaladığım sırada. “Buz gibi havada denize girersen hasta olmak kaçınılmaz oluyor işte.”

“Siz ikiniz normal bir çift değilsiniz zaten, şaşırmıyorum. Abim nerde bu arada? Beş dakika daha gelmezse Tuna ortalıkta ne kadar yemek varsa süpürecek.”

“Odasında, üzerini değiştirecekti, gelir birazdan,” derken ne varsa sömüren Tuna’ya kısa bir bakış attım ve günlerce aç kalmışçasına yemesi iştahımı açmaktan çok midemin yeniden çalkalanmasına neden olduğunda yüzümü ekşitmekten kendimi alamadım.

“Kusacak gibi duruyorsun.”

“Aslında açım ama o kadar midem bulanıyor ki,” dedim güçlükle. “Bu hep böyle gidecekse ne yapacağımı bilmiyorum.”

Özgür’ün ifadesi karıştı. “Ne yapabilirim? Yapabileceğim bir şey varsa eğer söyle?”

“Ah, sanırım yapılacak pek bir şey yok,” diye inlercesine konuşup artık dik durmaktan yorulmuş gibi kafamı Özgür’ün omzuna yasladım. “Sürekli yorgun hissediyorum ve uykuya doyamıyorum. Hasta olmak da hepten gücümü kaybetmeme neden oldu. Umarım zamanla toparlarım.”

“Hamileliğine şahit olacağım ilk kişi olacaksın. Bu yüzden gelecek için pek fikrim yok ama ne zaman bana ihtiyacın olursa yanında olacağımı unutma.”

“Teşekkür ederim, Özgür. Beni sorgulayıp durmadığın için minnettarım,” dedim içtenlikle.

“Abim sorgulamıyorsa bana hiç düşmez.”

İç geçirdim. “Bu huyundan Akın’a da biraz vermeliydin, hepsini kendine almışsın.”

Özgür diğerlerinin dikkatini çekmeyecek bir kahkaha attı. “Akın doğarken bile annemin canına okumuş. Yani anlayacağın gelişinden ters o,” dediğinde gülmekten kendimi alamadım. “Ama bir de şimdiki hâline baksana. Eva’ya ilk günden beri farklı bakıyordu, hep peşindeydi ama pek belli etmezdi. Şimdiyse utanmasa uluorta aşk itirafı yapacak. Kime ne çektirmişse Eva burnundan fitil fitil getiriyor. Oh olsun. Keyifle izliyorum. Hatta bir ara Eva’ya yeni taktikler vereceğim.”

“Eva ona kırgın,” dedim yavaşça.

Özgür ciddileşti. “Haklı ve ne yapsa hakkı. Akın hak etti.”

Hafifçe kafamı salladım. “Yine de umarım çabuk toparlarlar.”

“Bu gidişle bizimki öfkesinden başka hatalar yapmazsa tabii.”

İç geçirdim, Özgür haklıydı, Akın hata yapmaya çok müsaitti. Tam da bu sırada midem gerçekten dışarıya taşmak üzereymiş gibi çalkalandığında var gücümle kendimi kasıp ellerimi karnımın üzerine bastırdım. Daha iyi hissettiğim ilk anda, “Ben... içeri geçsem iyi olacak, Özgür. Biraz uyursam mide bulantım geçer gibi,” diye mırıldanıp kalkmak için hareketlendim.

“Geleyim mi seninle?”

“Yok, o kadar kötü değilim,” diyerek boğazımı temizleyip ayaklandığımda herkesin gözleri hızla üzerime dönmüştü. Beceriksizce gülümsemeye çalışıp, sorun yokmuş gibi davranmayı seçtim. “Hepinize afiyet olsun ben gidip dinleneceğim.”

Meraklı soruları savuşturup ısrarla gelmek isteyen Eva’yı da atlatarak arka kısma geçtiğimde beni karşılayan duvar şeklindeki gizli kapıyı iterek kızıl ışıkla aydınlatılmış koridora geçtim. Cesur’un kapısı kapalıydı, duş alıp hazırlanacağını söylemişti. Adımlarım onun odasına doğru akarken arka cebimdeki telefon titredi ve ben elektrik akımına tutulmuşum gibi irkildim. Tüm mide bulantım, yorgunluğum ve enerjimi düşüren her ne varsa anında yokluğa karıştı. Felaket tellallığı yapan iç sesim kafamın içerisini ele geçirirken adım atmayı keserek kimin mesaj attığını kontrol ettim. Yavuz’dandı. Daha doğrusu Barut’tan.

“Ara.”

İlk konuşmamızdan bu yana benimle ikinci kez iletişime geçiyordu. Kalbimin delicesine atmaya başladığını hissederken kendimi hızla aynı koridorda bulunan ofise attım. Odanın tüm ışıklarını açıp ne yapacağımı bilemez şekilde içerisinde ilerledim. Denize atlamamdan ziyade beni hasta eden ve tüm dengelerimi şaşırmama neden olan kişi Barut’tu. Tehditleri hâlâ kulaklarımdaydı ve Yavuz’un onun elinde olduğunu bilmek beni korkutuyordu.

Yanağımın içini kemirerek numarayı çevirdim ve telefonu kulağıma dayayıp açılmasını bekledim. Aradan geçen günler boyunca eğer beni ararsa ona ne diyeceğimi düşünerek vaktimin çoğunu harcamışım. Bu yüzden şu anda aynı endişelerin yeniden yakama yapışmasına izin vermeden hareket etmiştim. Tabii kafamdaki tüm plan programı bozan tek şey Barut’un ta kendisiydi. Açılan telefonun diğer ucundan onun tok, kendine güvenen ve ne yapacağını bilen sesini duyduğumda söylemeyi planladığım her şeyin uçtuğunu hissettim.

“Merhaba, Nehir, görüşmeyeli nasılsın?”

“Hâlimi hatırımı merak etmediğini biliyorum,” diye mırıldandım, sesim beklediğimden de güçsüzdü. Daha konuşmanın en başında yenilgiyi belli ediyordum ve o, bunu fark edecek kadar zekiydi.

“Elbette ediyorum, benim yeni casusum.”

“Henüz sana kabul ettiğime dair bir şeyler söylediğimi sanmıyorum,” dedim omuzlarımı dikleştirmeye çalışırken. Pekâlâ, beni göremiyordu ama sanki tam karşımda duruyormuş gibi hissetmekten kendimi alamıyordum.

“Ama edeceksin. Bunu bildirmek için aradığını biliyorum. Eğer aksi bir durum olsaydı emin ol haberi kulağıma gelirdi ve beni asla aramazdın.”

Dişlerimi sıkmaktan kendimi alamadım. Ayağımı stresle sallarken olduğum yerde duramıyormuşum gibi odanın içerisinde sağa sola ilerledim. Aklımdakileri toparlamaya çalışıp, “Bir anlaşma yapacağız-” diye söze girmiştim ki hızla lafımı kesti.

“Ağır ol bakalım, sen bana anlaşma sunabilecek konumda değilsin. Sen ben ne dersem onu yapmak zorundasın, başka seçenek yok.”

“Lütfen,” dedim sıkılı dişlerimin arasından. “Yavuz'un iyi olduğunu bilmeye ihtiyacım var. Emin olmak istiyorum. Bunu bana sağlamazsan sana güvenebileceğimi sanmıyorum.”

“Yavuz iyi ve sen de sözlerime güvenmeyi öğreneceksin.”

“Lütfen,” dedim yeniden. Çaresizliğim belli oluyordu. “Bu kadarını hoş göremez misin? Ne istersen yapacağım. Sadece onu görmeliyim ve emin olmalıyım.”

“Benimle daima dik dik konuşan kadından duymayı beklemediğim sözler çıkıyor. Yavuz’un iyi olduğundan emin olursan her dediğimi yapacaksın, öyle mi?”

Cesur’un çalışma masasının tam önünde durdum ve boş koltuğuna gözlerimi dikerken, “Öyle,” diye güçlükle mırıldandım. “Ne istersen yapacağım. Yavuz için.”

“Bunun sonunda ne olacağını tahmin edebiliyorsun, değil mi Nehir?”

“Beni mutlu bir son beklemiyor,” dedim, vahşi bir yaratık pençelerini içime geçirmeye başladı. Barut, Cesur ve benim için oluşabilecek tüm mutlu sonları yıkmak için hazırda bekliyorken, zarar vermek ve bunu yaparken benden ona çanak tutmamı istiyorken bizim için mutlu son artık çok zordu.

“Karşımda uzunca düşünüp taşınmış ve kararını vermiş bir kadınla karşılaşmak beni memnun etti. Güzel. Beni fazla zorlamadığın için sana Yavuz’la konuşma hakkını verebilirim. Tabii sadece benim istediğim anlarda.”

Daha fazla ısrar etmek için ağzımı aralasam da son anda kendimi dizginlemeyi başararak sustum. Bu bile yeterliydi. Benim tek ihtiyacım olan Yavuz’un iyi olduğunu bilmekti. “O benim geriye kalan tek dostum, benim için çok kıymetli.”

“Biliyorum, Nehir. Kıymetli olmasaydı, elimde olmazdı. Demek aşkını değil dostunu seçiyorsun. Güzel. Çok güzel. Tam da senden beklediğim şekilde.”

“Beni çözmek senin için zor değildir. Dostlarımı korumak adına çantamda uyuşturucuyla bu kulübe girdim. Yine onları korumak adına her şeyi yaparım.”

“Peki neden?”

“Ne neden?”

“Dostların için her şeyi yapabilecekken aşkın için neden hiçbir şey yapmıyorsun?”

Sorusu beni hazırlıksız yakaladığında öylece kalakaldım. Dudaklarım birkaç kez açılıp kapandı, belirsiz sesler çıkarmaktan ileriye gidemedim. Kıvranışım karşısında hafifçe gülerken, “Çünkü içten içe Cesur ile iyi bir sonunun olmayacağını zaten biliyorsun, Nehir. Bu yüzden çabalamak bile içinden gelmiyor,” dedi o her zamanki kendinden emin tavrıyla.

Boştaki elim yumruk şeklini aldı. Tırnaklarımın avucumun içinde açtığı minik çukurların sızısını kalbimin derinliklerinde hissediyordum. “Seninle bunu tartışmayacağım. Yavuz’la konuşabilir miyim?” dedim söylediklerini düşünmemeye çalışarak. Onu geçiştirmemden hoşlanmadığını anlamak için yüzünü görmeye ihtiyacım yoktu.

“Bunun için biraz daha çabalamalısın. Önce hak etmen gerekiyor, küçük casus.”

Ona ağzıma geleni saydırmamak için dilimi ısırarak kendimi olabildiğince kastım. “Ne yapmamı istiyorsun?”

“Casusun kelime anlamını araştırmanı ve ona göre hareket etmeni,” dedi. Benimle eğlendiğini hissetmek can sıkıcıydı. “Nehir,” diye devam etti hemen sonra bir nebze daha uyarıyla. “Yeniden aradığımda elinde bir şeyler olsun.”

Başka bir şey söylemeden ve söylememe de izin vermeden telefonu suratıma kapattı. Kulağımdan çektiğim aleti kırmak istercesine önümdeki masanın üzerine bastırırken, “Bununla tek başına savaşmak zorunda değildin,” diyen o sesi işittim. Ses Cesur’a aitti ve çok yakınımdan geliyordu. Ensemden aşağıya kayan soğuk ürpertiyle birlikte doğrulup ağır hareketlerle yüzümü ona doğru çevirdim. Tamamen içgüdüsel olarak kaçmak istercesine kalçamı çalışma masasına dayayana kadar gerilerken, “Ne zamandan beridir buradasın?” diye sormaktan kendimi alamadım.

Ellerini ceplerinden çıkarmadan bana bakmaya devam etti. Gözlerindeki sert ve aynı şekilde içimi delen o bakışlarıyla savaşmak zordu. Tıpkı bir şahin gibi beni gözlüyordu ve onun gözünden bir şeyin kaçabileceğini hiç sanmıyordum. Bana doğru büyük bir adım attığı sırada, “Epey zamandır,” dedi. Sertçe yutkunmaktan kendimi alamadım. Nemli saçlarına elleriyle şekil vermiş olduğunu anlamak zor değildi. Tıraş olmuştu ve sakallarını olabildiğince kısaltmıştı. Bu hâli çehresine olduğundan daha keskin bir ifade yerleştirmişti. Ya da bana bakışları öyle hissetmeme neden oluyordu, çözememiştim. Tek bildiğim karnımın altına saplanan tatlı sancılardı.

“Fırtına kuşu,” dedi ciğerlerine sert bir soluk çektikten sonra. “Kiminle konuşuyordun.”

Dudağımı ısırmaktan kendimi alamadım, gözleri hızlı bir hareketle dudaklarıma kaydı. “Kim olduğunu biliyorsun.”

Aramızda kalan küçük mesafeyi hiçbir boşluk kalmayacak şekilde kapattığı sırada, “Biliyorum ve bunu tek başına yapmayacağının sözünü verdiğini de biliyorum,” dedi. Sağ elini cebinden çıkartıp yüzüme doğru yaklaştırdı ve işaret ile orta parmağının tersiyle yanağımı hafifçe okşadı.

“Duş alıyordun,” dedim sunabileceğim tek bahaneyi ona sunarak. Şampuanının ferah kokusunu alabiliyordum. Oldukça hoş kokuyordu.

“Onu bekletebilirdin.”

Kafamı çok hafifçe iki yana salladım. “Senin yanındayken onunla rahat konuşamazdım,” diye usulca itiraf ettim.

“Evet,” derken parmaklarını yanağımdan kaydırıp çeneme doğru indirdi ve sonraysa hiç ummadığım şekilde hızla çenemi kavrayıp sıktı. Uyguladığı belli belirsiz baskıyla birlikte yüzümü kendisine doğru yaklaştırdığı sırada, “Eğer onunla benim yanımda konuşsaydın onun merhametine ihtiyacın varmış gibi konuşmana izin vermezdim,” dedi dişlerinin arasından. Canımı yakmıyordu ama rahatça konuşamayacağım şekilde beni tuttuğu için bir şeyler söylemeye bile çalışmadım. Cesur yüzümü iyice yüzüne yaklaştırıp, “Bir daha ona lütfen dediğini duymayacağım,” diye tısladı. Ufak bir hareketle kafamı salladım.

“Uslu kız.”

Çenemi gevşetmesiyle birlikte, “Uslu olmadığımı biliyorsun,” dedim kısık sesle.

Bundan memnun şekilde iç çekip dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Beni sertçe öpmeye başladığında ona aynı şekilde karşılık veriyordum. Çok kısa bir anlığına nefes alabilmek için benden ayrıldığındaysa, “Biliyorum,” diye sayıkladı. “Biliyorum, fırtınam.” Ve sonra dudaklarımız yeniden birleşti.

Ona söylemiştim. Soğuk algınlığını atlatıp, gözlerimi açtığım ilk anda Cesur’a her şeyi anlatmıştım. Barut’un beni aradığını biliyordu. Benden ne istediğinin, neyi amaçladığının farkındaydı ve bir planı vardı. Burada bana düşen tek şey Barut’u oyalamaktı ve ben bu akşam üzerime düşeni yapmaya başlamıştım.

Barut avcıydı, beni de avı olarak görüyordu. Ancak gerçek av ondan başkası değildi.

×××

👀👀

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%