Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40. BÖLÜM

@yazarimsibirileri

“Akşamki eğlenceye yetişirim, merak etme. Aslına bakarsan ihalenin bana kalması iyi oldu. Kafamı dağıtırım,” dedi Tuna direksiyonu sola kırdığı sırada. Eva ile konuşuyordu ve bu gece kulüpte o sansasyonel bekarlığa veda partisi verilecekti. “Özgür mü? Ne yapacaksın onu? He merak ettin, anladım, edebilirsin tabii. Şey yapıyor o, şey yapıyor,” derken yan koltuğunda oturan adama dönüp kısa bir bakış attı. “Camış gibi içip içip sızıyor, tam da ondan beklendiği şekilde. Kalk olayı toplayama çalış, değil mi? Ama nerde? Tuna var ne de olsa arkasında. Olsun bunu da ben toplarım. Her şeyi ben toplarım. Siz dağıtıp dağıtıp geçin anasını satayım. Sen de bu gece sorun çıkart Eva, aaa, bu kadar uslu durulmaz ki canım. Şahsıma hakaret sayarım!”

Özgür, farklı düşünceler âleminde olduğunu belli edercesine yüzünü sıvazlarken, “Çenenin yayına başlayacağım şimdi,” diye homurdandı.

“Yanımda kim mi var? Biri yok Eva, bizim çocuklar işte. Neyse başka diyeceğin yoksa ben kapatayım. Çok önemli işlerim var, bilirsin, benim hep çok önemli işlerim olur. Haydi kapattım,” diyerek aramayı sonlandırdı. Olması gereken hızla sürdüğü arabayı sağ şeritte usul usul ilerletirken nihâyet direksiyonun kontrolünü eline aldığı için gönlü huzurla doluydu.

“Seni eve bırakayım da akşam için hazırlanayım ben.”

“Ne hazırlığı bu? Geceye dansöz olarak mı katılacaktın da haberimiz yok?”

Tuna yüzünü buruşturup kusacakmış gibi ağzını burnunu eğdi. “Beni yakıştırdığın şeye bak. Kıskanıyorsun değil mi? İçin gidiyordur şimdi senin. Yıllardır istediğin karanlık partiye katılamayacaksın. Kızlar, danslar, içkiler ve çıplaklık... Yazık sana ev hapsindesin.”

“Ne güzel ev hapsi, ev basıyorum, kahpe birinin canını alıyorum ve sonra da şehri geziyorum,” dedi Özgür imayla.

“Oraları karıştırma şimdi. Yoksa işin içinden çıkamayız, ikimiz de yanarız, sus.”

“Saklayamazsın biliyorsun değil mi? Abimin kulağına gider. Bugün olmazsa yarın.”

“Hatırlama. Bu geceyi son gecemmiş gibi geçireceğim, sonra Allah bana bir kapı açar, umudum o yönde.”

“Sen karı kızla sabahlara kadar eğlen iç sonra da kapı açılmasını bekle.”

“Dost musun düşman mısın lan? İçimi karattın iki dakikada. Ne yapayım? Camide mi sabahlasam bu gece he? Belki Cesur abinin gazabından beni koruyacak birkaç melek edinirdim?”

“Lan sen ne ara bu kadar tırsak oldun?”

“Sanki sen tırsmıyorsun!”

“En temizinden bir dayak yeriz olur biter.”

“Ben bir tarafıma mermilerin gireceğini hissediyorum nedense.”

“Olabilir, beklerim, yapar.”

Tuna, “Sağ ol. İçimi rahatlattın,” dedi iğnelercesine. Ardından Özgür’e yan yan baktı. “Eve sürüyorum?” dedi bir seçenek sunar gibi. Bunun üzerine Özgür dalgın hâlinden sıyrılarak güldü.

“Ulan Tuna! Hem götün tutmuyor hem aklımı çelmeye çalışıyorsun.”

“Ne yapayım lan? Kıza üzülüyorum. Melike ve Ufuk’un kansızlığı yüzünden bok yoluna gidecek.”

“Oradan bakılınca ben kurtarıcı melek gibi mi görünüyorum?”

“Alakan yok, daha çok şerefiz, haysiyetsiz, nursuz, kifayetsiz iblis gibisin ama konumuz bu değil,” dedi Tuna ciddiyetle.

“Lan kardeşlerim gibi vücut geliştirmemiş olabilirim ama yumruk atmasını iyi biliyorum, haberin var değil mi?”

“Konumuz bu da değil.”

“Ya sabır!”

“İleride sapak var. Sola dönüp eve mi gideyim yoksa sağa dönüp zaten boka batmışken biraz daha mı batalım?”

“Soldan git,” dedi Özgür ağzının içerisinde homurdanır gibi.

“Sen ciddi misin?”

“Ne olsun istiyorsun Tuna? Tamam haksızlığa uğradı, tamam, kabul hiçbirini hak etmedi ama yapabileceğim bir şey yok. Eğer oraya gidersem... eğer gidersem... Siktir et gitsin.”

“Evlerindelermiş. Hiç ses soluk çıkmadığını söyledi Erkan. Orhun çıkmış yarım saat önce hâlâ dönmemiş. Kızın odasını görebiliyormuş ama perdeler çekiliymiş. Durumu hakkında bilgi veremedi bu yüzden. Başka gelen giden de olmamış ama kızın amcaları yoldaymış, tahminen iki saate evde olurlarmış.”

“Sen bunları ne ara öğrendin lan?”

“E sen demedin mi sor soruştur?”

“Dedim de,” dedi Özgür biraz şaşkınca. “Sürekli dibimde durup benden habersiz nasıl bilgi edinebilirsin onu garipsiyorum.”

“Mesaj denen bir şey var. Tabii sen arabaya bindiğinden beri kara kara düşünüp durduğun için fark edememişsindir.”

“Şu olanlardan sonra aydınlık düşünceler pek kafama uğramıyor,” dedi gürültüyle iç geçirdiği sırada.

“Sapağa az kaldı,” diye hatırlattı Tuna.

“Hay amına koyayım! Rahat bırak beni lan! Ölmemiştir, tamam mı? Öldürmezler onu. Önce bana yamamaya çalışırlar.”

“Seni hıyar! Öyle bir şey olsaydı çoktan haber gelirdi. Aileden tek ses bile çıkmadı. Kimse kapımıza dayanıp bunu temizleyin demedi. Diyemezler de. Arada başka bir aile daha var. Kızı öldürecekler bizle de düşman olacaklar, olacak olan bu.”

Özgür ikilimde kalmaktan nefret ederdi. Vicdanının yüksek sesle konuşmasından da nefret ederdi. Şimdiyse ikisini de yaşıyordu. Vicdanı yakasına yapışmış bırakmıyordu ve bu yüzden epey kararsız kalmıştı.

“Sapağa son üç yüz metre.”

“Navigasyona mı bağladın şimdi de?”

“Ne biçim insansın lan? Kızı yoktan yere öldürecekler. Göz mü yumacaksın?”

“Eve gidip günlerce içeceğim ve kendime geldiğimde bu lanet şey bitmiş olacak,” derken ayağının tekini stresle sallıyordu. “Eve sür.”

“Başına kalacak diye it gibi korkuyorsun. Düşmanlığa razısın ama bir kadına razı değilsin.”

“Sen yine boş konuşmaya başladın,” diye homurdandı. “Başkalarının hataları yüzünden hayatımın boka batmasına izin vermeyeceğim.”

“Zaten bokun içerisinde yüzüyorsun,” dedi Tuna iltifat etmiş gibi sırıtarak yanındaki adama bakarken. Ardından da bir hatırlatmada daha bulundu. “Son iki yüz metre.”

“Hay senin o yayık ağzını ben! Bela mısın lan başıma? Vicdanıma oynayıp beni sonradan pişman olacağım şeylere itme. Yemin ederim ümüğünü sıkarım senin!”

“Gaddar herif! Kızın ölmesi işine gelir değil mi? Rahat edersin. Başındaki bela eksilir. Değil mi lan?”

“Aynen öyle lan!” diye bağırdı Özgür kendine engel olamayarak. “Aynen öyle! Bir bela eksilir hiç değilse, aynen öyle amına koyayım!”

“Piç kurusu,” dedi Tuna, artık ciddiydi. Şaka yoktu ya da laf dalaşında değildi. “Bu kadar korkak olduğunu bilmiyordum.”

“Ne diyorsun oğlum sen? Beni çıldırtmaya mı çalışıyorsun? Evden çıkarken göt sürüyordun gelmemek için şimdi ne bu ısrar?”

“O evden sadece Melike’yi konuşturmak için mi çıktın? Eğer öyleyse niye onu öldürdün? Zorlamamıza gerek kalmadan sana her şeyi anlatmıştı zaten.”

“Canım öyle istedi. Var mı başka bir sorun?”

Tuna güler gibi bir ses çıkarttı. “Canın birini öldürmeyi hep ister ama yaşatmayı hiç istemez mi?”

“Birini yaşatacağım diye kendimi öldüremem!”

“Öl lan! Öleceksen günahsız biri için öl, hiç değilse arkandan helal olsun deriz.”

Özgür sinirle yüzünü sıvazlarken, “Senin ağzına sıçayım, Tuna! Senin amına koyayım ben!” diye bağırdı.

Tuna ise hiç oralı olmadan, “Soldan mı yoksa sağdan mı?” diye son kez sordu.

“Sağdan git, soyunu sopunu siktiğimin piçi! Sağdan git!”

“İşte bu be! Şimdiden helal olsun kardeşime,” dedi Tuna sırıtarak direksiyonu sağa çevirdiği sırada. İşittiği küfürler o an için ona en güzel iltifat gibi geliyordu.

“Senin aklına uyduğum için ağzıma sıçayım!”

“Oh, yarasın, yarasın!”

Ve Özgür küfürlerine hız kesmeden devam etti. Hırsını atana kadar da bunu sürdürdü. Zaten vicdanı hiç rahat değildi, ancak şimdi de rahat değildi. Aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık, arada kalmıştı. Hiçbir türlü kendisine çıkış yolu bulamıyordu. Tüm yolların üzeri belalı mayınlarla doluydu ve birinden birine basacağından şüphesi yoktu.

“Boka batmayı göreceksin sen. Şimdi öyle sorunlar çıkartacağım ki abim öğrendiğinde şarjörü bir tarafına boşaltacak. Seni gebertsin diye bak neler neler yapacağım.”

“Ulan vicdansız benim başım zaten yanmış, daha benimle derdin ne? Küllerim de mi kalmasın? Tohum olup yeniden filizlenme şansım da mı olmasın? He?”

“Tohumunu siktiğimin cibilliyetsizi!”

“Tahminen kaç dakika daha küfür dinleyeceğim? Sadece merakımdan soruyorum. Maşallah ilk insan atama kadar gidip gidip geldin, gidip gidip geldin de.”

“Kes! Beni soktuğun işe bak lan! Beni beladan uzak tutman gerekirken yaptığına bak!”

Tuna gürültüyle soluğunu verdi. “Haklısın, eyvallah, doğru. Seni eve geri götürüp odana tıkmalıydım. Aslına bakarsan seni evden hiç çıkartmamalıydım. Doğru. Ama ortada yanlışlar varken benim içim rahat etmiyor. Sonunda Cesur abi beni gerçekten doğrayacaksa bile, bir şeyler yapmayı denediğim için vicdanım yakama yapışmayacak.” Yan tarafındaki adama dönüp birkaç uzun saniye onu izledi. “Bu olayın nasıl temizlenip kapanacağını biliyorsun, değil mi Özgür? Abim seni yıllarca eve hapsederek milletten korumaya çalışmayacak sonuçta.”

“Benim.bu.olayda.tek.hatam.yok,” dedi Özgür her kelimeyi vurgulaya vurgulaya.

“Ne önemi var ki? Gerçekten ciddi ciddi soruyorum sana. Ne önemi var ki Özgür? Öyle ya da böyle, birilerinin intikamı uğruna senin adın öne atıldı. Herkesin kapısını gezip her şeyi video kaydı şeklinde izletsen bile milletin aklına nasıl kazındığın ortada duruyor. Seni hiç suçlamadım, suçlamam da, bunu biliyorsun ama şu hikâyede suçlu duruyorsun ve bunu sen temizlemezsen, abim temizlemek durumunda kalacak. Günün sonunda işler yoluna sokulacak, Özgür, ister gönlün olsun ister olmasın. Senin seçeneğin yok, bunu seni kızdırmak için demiyorum. Gerçek bu. Senin seçeneğin yok kardeşim.”

Özgür dişlerini sıkmak dışında tepki vermedi. Aslında bağırıp çağırmak ve ortalığı ayağa kaldırmak istiyordu. Nefretini, öfkesini kusmak ve yakıp yıkmak istiyordu, ancak ne yaparsa yapsın Tuna haklıydı, sonucu değiştiremeyecekti. Kaçarak ya da saklanarak asla yaşayamazdı. Herkesi kurşuna dizse sonrasında yüzüne bakan da bulamazdı. Bu nasıl çaresizlikti böyle? Üzerinde düşündükçe çıldıracakmış gibi hissediyordu. Boğuluyordu, içeriden bir şey boğazına baskı uyguluyor ve nefesini sıklaştırıyordu. Düşündükçe daha çok nefessiz kalıyordu. Aklında dönen senaryolar yüzünden tadı tuzu tamamen kaçmıştı, morali iyice bozulmuş, suratı daha çok asılmış ve öfkesi zirveye ulaşmış durumdaydı.

Tuna sessizliğin uzayıp gitmesine izin verme niyetindeydi. Maksadı Özgür’e daha detaylı düşünmesi için zaman tanımaktı ancak çalan telefonu ortamın havasını aniden değiştirmişti. Gerildiğini çok belli etmemeye çalışarak telefonu yeniden eline aldığında ve arayanın Akın olduğunu gördüğünde ancak tuttuğu soluğunu serbest bırakabilmişti. Eh, hiç değilse Cesur tarafından hâlâ aranmamış olması iyiydi.

“Buyur canım kardeşim,” diyerek telefonu açtı. “Aynı işte, değişik bir şey yok. Bahçede çay içiyorum çocuklarla. Hepsinin selamı var.”

“Yalancı puşt!” dedi Özgür kısık sesle.

“Özgür mü? Ne yapsın, içip içip yatıyor. Ayık göremedik henüz kendisini. Hatta sabah odasına gittiğimde ağlıyordu.”

Özgür duyduğuna inanamayarak hışımla Tuna’ya doğru döndü. Ona gözleri yerinden çıkacakmış gibi öfkeyle bakarken Tuna ise bundan keyif alıyor gibi sırıtıyordu.

“Görsen inanmazsın değil mi? Gördüm inanamadım. Tüm şişedeki içkiler bitmiş diye söylenip sızlanıyordu. Fotoğraflarını çekmediğim için çok pişmanım. Başka bir sıkıntı yok şu anda. Abimle hiç görüştün mü? Beni de hiç aramadı. Neyse sanırım biraz kendi hâlinde kalmak istiyor. Şimdilik sorun yok, az kafa dinlesin. Tamam kardeşim, kulüpte görüşürüz.”

Tuna telefonu kapatır kapatmaz ensesinde patlayan tokatla direksiyona yapıştı. “Lan! Araba kullanıyorum araba! Oyuncak mı bu?”

“Sen hep böyle bize yalan sıkıp mı durdun lan üçkağıtçı?”

“Ne münasebet! Benimki götümü kurtarma çabası.”

“Akın eve gitmeye karar verirse hangi yalanı uyduracaksın bakalım.”

“Gitmez eve falan. Akşamki eğlence için hazırlıklar yapılıyor. Eva’yı yalnız bırakmaz o. Ben gidene kadar kulüpte kalır. Ayrıca oldu ki eve gitmeye niyetlendi anında haberini uçururlar bana,” derken dönüp Özgür’e göz kırptı. “Eşeğimi sağlam kazığa bağlamazsam rahat edemem.”

“Piç kurusu.”

“Eee şimdi plan ne? Bana olan övgü sözcüklerini bir kenara bırak da aklında ne olduğunu söyle. Ufuk da küçük bir ziyareti hak etti bence.”

Özgür birden öyle şeytani öyle sinsice güldü ki bu Tuna’yı huylandırdı. Zaten çok geçmeden, “Peri’nin evine,” diyerek bombayı ortaya bıraktığında gözlerinde hinlik vardı.

“Peri’nin evine mi?” dedi Tuna sanki az önce Özgür Çince konuşmuş da söylediğini anlamamış gibi garip garip.

“Aynen öyle, Peri’nin evine.”

Tuna zoraki şekilde gülerek, “Kurban olduğum Peri’nin evini de basamazsın ya,” dedi. Terlemeye başlamıştı. “Gidelim Ufuk’u bulalım, ağzını yüzünü kıralım, değil mi ama? O daha çok hak ediyor evinin basılmasını.”

“Peri’nin evi,” dedi Özgür inadından vazgeçmeyeceğini belli edercesine kollarını göğsünde bağlarken.

“Oğlum daha arabayı kapılarına yanaştırmadan bizi orada öperler lan! Sen ne dediğinin farkında mısın?”

“Ya büyük oynarım ya hiç. Peri’nin evine, haydi. Adresi biliyorsundur sen.”

“Özgür-”

“Tuna ne dersen boş,” diyerek onu susturdu. “Oraya gideceğim ve öleceksem de umurumda değil. Hiç değilse arkamdan toparlamaya çalışırken öldü dersiniz, evde boş boş içtiğimi anıp durmazsınız herhalde.”

“Lan sen bana bozuldun mu? Takılıyordum, takıldığımı biliyorsun.”

Tabii ki biliyordu, ancak yine de canını sıkmıştı. Sürekli içtiği yüzüne vuruluyordu ve bugüne kadar hiç o derece şişelere bağımlı hâlde olduğunu düşünmemişti.

“Peri’nin evi, Tuna, boşa çene çalmayı bırak.”

Tuna alnında biriken terleri elinin tersiyle silerken, “Bu belayı başıma ben aldım,” diye kendine söylendi. “Ne yapacaksın orada bari onu de?”

“Bilmiyorum, gidişat neyi gösterirse. Şarjörün dolu olsun.”

Tuna sertçe yutkunup boğazını sıkıyormuş gibi gömleğinin yakasını çekiştirdi. “Saçmalama. Olay çok büyür-”

“Daha ne kadar büyüyecekse... Gidelim halledelim işte kapansın bu mevzu yeter artık.”

“Kapansın kapansın da... Kaç çeşit kapanma şeklinin olduğunu saymayacağım. Ama bu çok da akıl işi değil bak, Cesur abi bizi tepetaklak asar kulübün ortasına.”

“Hakkıdır artık,” dedi Özgür kabullenişle. “Çok canını sıktım onun. Ortalıktan çekilecek kadar bunaltmışım adamı.”

“Biraz sakinleşmesi lazım onun. Biliyorsun öfke kontrolünü kaybedince cidden gözü dönüyor, o anda birine haksız yere zarar verirse bunun pişmanlığını atamaz kolay kolay. Köşesine çekilmesini yadırgamıyorum bu yüzden.”

“O akşam zinciri kopartmadığına şaşırıyorum. Hele de ona diklenmemden sonra,” dedi ilk kez o anların üzerinde düşünüyormuş gibi dalgın dalgın.

“Nehir oradaydı, birader, Nehir.”

“Evet, onun sayesinde daha çok kontrolünü sağlayabiliyor. Umarım Nehir’e rağmen kontrolünü kaybettiği bir günü hiç yaşamaz. Nehir beklediğimden daha kolay uyum sağladı ama abimi öyle görse... gözü korkar. Hele de bebek var bir de.”

“Bana ne olursa olsun birbirlerinden ayrılamazlarmış gibi geliyor. Birbirlerine öyle bağlı, içten bakışları var ki...” İç geçirdi. “Yine de bu yaptığımızı abim öğrendiğinde o zincir kesinlikle bu kez kopacak ve Nehir de oturur bize olanları seyreder artık,” dedi sanki ayazda kalmış gibi aniden soğuk bir hisle irkilirken.

“Sonra da abim onu zıvanadan çıkarttık diye bir daha dellenir, bir daha bir daha derken bu hiç durmadan devam eden döngü hâline gelir,” dedi Özgür parmağıyla havada daire çizip birkaç kez üzerinden geçtiği sırada.

“İçim açıldı sağ ol,” dedi Tuna, rengi atmıştı. “Ne kadar da güzel bir gelecek bizi bekliyor öyle.”

“Ne oldu? Korktun mu?”

“Üç buçuk atmayı ölçme metresi olsa ve sana taksak metreyi bozacak kadar üç buçuk atıyorsun, bana bulaşma.”

Özgür hafifçe sırıttı. “Üç buçuk atmayı ölçme metresi... Sen gerçekten korkuyorsun.”

“Acaba neden? Sorumluluk sahibi bir insanım ya ben. Senin gibi bir dananın sorumluluğu da ben de ya! Ondan olabilir mi? İpini çözmüş gibi sağa sola ev basmaya gidiyorsun. Peri’nin evinde bizi çiçeklerle karşılamayacaklar farkında mısın? Kıçına mermiler girince anca kafan yerine gelecek senin. Bu delilik, Özgür.”

“Biraz da ben delilik yapayım anasını sattığımın yerinde.”

“Hiç yapmadığın bir şey sanki.”

“Bu zirve olur işte, fena mı?”

“Orada Peri’nin babası Tayyar var ya Tayyar... Silahını kaptığı gibi tepeler seni.”

“O önce müstakbel damadını tepelesin. Sıkar biraz.”

“Kızının ırzına geçen damadı değildi ama ince çizgiyi atlama.”

Özgür, “Kıza tecavüz etmedim ya!” diye bağırdı birden. Bunun söylenmesine katlanamıyordu. Tuna’nın imayla bunu söylemediği biliyordu, o sadece durumu tüm açıklığıyla anlatmaya çalışıyordu, ancak Özgür’ün buna hiç tahammülü yoktu.

“Sakin ol şampiyon. Öyle bir şey yapmadığını biliyoruz. Ama adamın gözünde-”

“Başlatma beni gözüne şimdi! Sür, Tuna, tamam mı? Sadece bunu yap.”

Özgür homurdanarak arkasına yaslanıp sinirini bastırmaya çalıştı. Bunun üzerine Tuna da ağzına fermuar çeker gibi yaparak ezberinde olan adrese doğru sürdü. Her ne kadar bunu yapmayı istemiyor olsa da bir yola girmişlerdi ve artık geri dönüşü yoktu. Günün sonunda tüm kabağın başında patlayacağından emindi ve eğer Özgür zarar görürse işler hepten kötüleşecekti. Buna önlem almak zorunda olduğunu bildiği için adamlarına mesaj yoluyla bildiri geçmişti ve gidecekleri adreste toplanmalarını istemişti. Kalabalık işleri daha gürültülü hâle getirecek olsa bile Özgür’ün güvenliği her şeyden önce geliyordu.

Devamı sessiz ve gergin geçen yolculuğun sonunda nihâyet istedikleri adrese ulaştıklarında Özgür evin bir sokak arkasında bekleyen dört araçla karşılaşınca homurdanmadan edemedi. Araçları geçtikleri anda dördü de peşlerine takılmıştı. “Ben gürültü çıkartmaya niyetli değildim ama sen çok gürültü çıkartacaksın, Tuna,” diye söylendi. “Abimin tüm bunları öğrenmesi an meselesi, haberin olsun.”

“Buraya tek tabanca girmemiz delilik olurdu. Güvenliğini düşünmek zorundayım, bu benim işim. İşime karışılmasından da hoşlanmam.”

“İş aşkı kabardı pezevengin!”

“Seni duyuyorum lan.”

“Sessiz söylemedim zaten.”

“La havle! Götünü kolladığım için teşekkür etmen lazımken şu tavırlara bak hele.”

“Kendi götünü kolla sen.”

Tuna bunun üzerine, “Dedi az sonra kızın babasından sopa yiyecek olan adam,” diyerek dişlerini sergileyerek sırıttı.

“Beni sopalayabilirse ona seni hediye edeceğim. Al ömür boyu kullan, ayak işlerini yaptır diye,” dedi Özgür ve sonra da hızla araçtan indi. Tuna onun arkasından, “Ulan!” diye bağırsa da dönüp bakmadı. Bunun üzerine Tuna telaşla araçtan inip, “Kendini sopalatırsan seni gebertirim,” diye bağırdı.

Özgür, Tuna’ya şeytani bir sırıtışla baktıktan sonra önünde duran eve doğru döndüğünde suratı hızla ciddileşti. Duruşunu dikleştirip birazdan yaşayacağı yüzleşmeye kendini hazırlarcasına derin bir soluk aldı. Planları arasında asla böyle bir çılgınlık yapmak olmasa da işte buradaydı ve kafasında belirsizlikten başka bir şey yoktu. Yarını bırak, bugünün akşamında ne olacağını bile düşünmek istemiyordu.

İçinde yaşadığı tüm belirsizliklere rağmen yere sağlam ve güçlü basarak eve doğru ilerlemeye başladı. Tuna’nın adamlarına direktifler verişini arka planda dinliyordu. Bir kısmının evin etrafını tutmasını, bir kısmının bahçeyi kontrol etmesini ve üç tanesinin de kendileriyle gelmelerini istemişti. Tuna’nı düzenlemesine asla müdahale etmeyip açık duran bahçe kapısını iterek içeriye girdi. Mütevazi bir evde yaşıyorlardı. Kapılarını kollayan onlarca adamları yoktu. Daha çok ailenin yeğenleri ve torunları bu işleri üstlenmişti. Nitekim bahçeye girdiğinde önce birinin ardından da diğerinin dikkatini çekmesi çok uzun sürmemişti. Özgür adamların önce şaşırmalarını ve hemen sonraysa gözlerinin öfkeyle parlamasını takip ederken bu şekilde tepki aldığı için ister istemez kendisini kötü hissetmişti.

“Senin ne işin var lan burada?”

“Hangi yüzle gelirsin? Bu ne cesaret?”

Tuna peşinden gelen adamlara işaret edip bahçedekileri etkisiz hale getirmelerini istedi. Adamlar anında karşı koyan ikiliyi yakalayıp Özgür’ün yolundan çekerken evin kapısında beliren saçları ağarmaya başlamış, gözleri yorgun ve kederli bakan bir kadın, “Ne oluyor size?” diye başlamıştı ki Özgür’ü görünce diğer tüm kelimeleri yutmuş gibi kalakalması çok sürmemişti. “Sen...” dedi kadın daha sonra şaşkın şaşkın. Arkasını dönüp evin içerisini kontrol etti, telaşlıydı. “Sen...”

Giydiği elbise mateme girdiğini belli edercesine simsiyahtı. Saçlarını örten başörtüsü de siyah rengindeydi ve onu saçlarına gelişigüzel örtmüştü. Cansız duruyordu, sanki tüm yaşam enerjisini kaybetmiş gibiydi. Gözaltlarındaki torbalar şişkin, ten rengi solgundu. Omuzlarının üzerinde koca koca kayalar varmışçasına bitik duruyordu.

Özgür kadının böylesine yıpranmış hâliyle göz göze gelmeye dayanamıyormuş gibi kafasını hafifçe önüne eğdi. Ellerini sıkıp konuşmadan önce sessizce boğazını temizledi. “Tayyar amcayla konuşmaya geldim,” dedi ama o kendinden eminliği gitmiş gibiydi. Bunu fark ettiğinde kafasının içerisinde tekrar etmeye başladı.

Benim bir suçum yok.

Biraz olsun işe yaradığını hissettiğinde kafasını kaldırıp kadına yeniden bakabildi ve onda gördüğü Peri’yi andıran tüm izleri teker teker dolandı. Bu kadın Peri’nin annesiydi. Onu çok önceden de görmüştü ancak şimdi gördüğü kadınla alakası bile yoktu. Bu yılların getirdiği bir değişim değildi. Bu kaosun getirdiği çökmeydi.

Kadın bir şey söyleyecekmiş gibi olsa da vazgeçerek dudaklarını sıkıp gözleriyle konuştu. Nefretini, kızgınlığını gözleriyle kustu. Üstelik ayakta duracak gücü bile elinden alınmışçasına kapıya tutunuyordu ve onu bu hâle getirdiğini bilmek Özgür’ü sarsmıştı. Aniden buraya geldiği için pişmanlık hissetmeye başlamıştı. Artık gerçek anlamda tüm güvenini kaybetmişti ve geri kazanabileceğini de sanmıyordu.

Sen bir aileyi mahvettin.

Bu sırada içeriden yükselen gür ses, “Züleyha!” diye seslendi. Peri’nin babası, Tayyar’dan başkası değildi. “Ne oluyor orada? Nedir o gürültüler? Abimler mi geldi?”

Kadın elektrik akımına tutulmuş gibi irkilerek omzunun üzerinden içeriyi kontrol etti. Ardından yeniden Özgür’e döndüğünde Özgür kovulacağından emindi, ancak kadın yavaşça geriye çekilerek geçmesi için ona yolu açtığında buna şaşırmadan edememişti. Hiçbir şey söylemeyerek eve girip yine kadının göstermesiyle salon olduğunu düşündüğü odaya doğru ilerlemeye başladı. Tuna da hemen arkasından geliyordu.

“Züleyha! Sağır mı oldun be kadın?”

Sesin gittikçe yükseldiği odaya ulaştığında Özgür yeniden derin bir soluk alırken, elindeki kocaman su bardağıyla koltuğunda oturup önündeki ilaç kutularına bakan adamdan yeni bir homurdanma yükseldi. “İlla kaldıracaksın beni!” diyerek kapıya doğru dönmüştü ki gördüğü kişiyle bir heykel kadar hareketsiz kaldı. Elindeki bardak yere düşüp halının üzerinde yuvarlandı ve su etrafa saçıldı. Çok geçmeden de Özgür yeniden aynı tepkiyle karşılaştı.

“Senin burada ne işin var? Hangi yüzle evime gelirsin sen?”

Köpürerek oturduğu yerden hışımla kalkan adamın öfkesi Özgür’ün yüzüne çarpıp dağıldı. Sadece birkaç saniye için ne diyeceğini unutsa bile neyse ki bu çok sürmedi. Bir kez daha boğazını temizleme ihtiyacı duyup, “Konuşmamız gerekenler var Tayyar amca,” dedi sakince.

“Amca mamca deme bana! Ne amcası ulan? Kim aldı seni içeriye? Züleyha! Bu it oğlunu nasıl kapıdan sokarsın?”

Kadın korkuyla gerisin geri kaçıp ortalıktan yok olduğunda Özgür buna şaşırmadı. Tayyar Özkaya uzun kıllarla ve keskin hatlarla şekillenmiş olan kaşlarını öyle sert çatıyordu ki ister istemez o da gerilmişti. Giydiği beyaz gömleğinin yarıya kadar açık düğmeleri göğsündeki ağarmış kılları ortaya seriyor, geniş göbeği aldığı öfkeli soluklar yüzünden hırıltıyla inip kalkıyordu.

“Def ol evimden it oğlu it! Elimi kana bulamadan yok ol karşımdan. Yüzsüz utanmaz! Yazık lan sana! Öyle bir baban vardı ki... Yazık sana! Yüz karası! Çek git elimden bir kaza çıkacak! Babana saygım olmasa... Babana saygım olmasa!”

“Tayyar amca,” dedi Özgür sesini yine makul bir tonda tutmaya özen gösterirken. “Bilmen gereken şeyler var. Dinle, konuşalım.”

“Benim senin gibi bir şerefsizle konuşacak hiçbir lafım yok! Siktir git evimden!”

“Babamın hatırına,” dedi Özgür yine ellerini sıkarken.

“Ulan hatır mı bıraktınız adamda? Çekil git karşımdan namussuz herif! Şurada seni gebertmiyorsam al işte sadece bu babanın hatırına! Ama bundan sonra tek düşmanım sensin!”

“Ben kimseye zorla bir şey yapmadım,” dedi Özgür dişlerinin arasından. Artık sabrı tükenmek üzereydi. “Kimseyi alıp kaçırıp zor kullanmadım. Buraya kendimi ve bir şeyleri sana açıklamaya geldim. Durum sandığın gibi değil. Düşmanın ben değilim, Tayyar amca.”

Yaşlı adam öfkeli bir homurtu çıkartıp hırsla sağına soluna bakındı. Ardından da çekmecede olduğunu hatırladığı silahını alarak sonrasını düşünmeksizin onu Özgür’e doğrulttu. “Sen benimle alay mı ediyorsun lan?” dedi tüm gücüyle bağırarak. “Kızımı ulan kızımı! Benim kızımı kirlettin sen!”

Özgür, “Senin kızın olduğunu bilmiyordum-” demişti ki yaşlı adam hırsla mermiyi namluya verip tetiğe parmağını yerleştirdi. Bunun üzerine Özgür onu sakinleştirmek istercesine sağ elini havaya kaldırarak durmasını belirtip, “Dinle,” dedi sertçe, uyarır gibi. “Tüm pislik damadının başının altından çıktı, tamam mı? Damadının ve Melike’nin. Bu ikisinin gizli ilişkisi varmış. Peri’ye komplo kurdular ve ben de kurbanlarından biriyim.”

Tayyar’ın elindeki silah hafifçe titredi. Öfkesi bir anlığına şoka dönüşürken, “Damadım mı? Melike mi?” diye sayıkladı. Ancak bu çok kısa sürdü. Anında kendisini toparlayıp daha büyük bir öfkeyle Özgür’e baktı. “Yaptığın pisliği, rezilliği, adiliği şimdi de damadımın üzerine mi atıyorsun? Seni öldüreceğim lan. Baban maban umurumda değil. Baban böyle bir şerefsizlik yaptığını görmüş olsaydı benden önce seni o öldürmüştü zaten!”

Özgür, Tuna’nın belindeki silaha yöneldiğini fark ettiğinde diğer elini kaldırarak onu durdurmak istedi. Bir eli Tayyar’a diğer eli Tuna’ya doğru uzanmış şekilde, ikisinin ortasında duruyordu. “Tayyar amca, dinle,” diyerek karşısındaki adama ulaşmaya çalıştı. “Ufuk, Melike’yle birlikte. Peri’yi sadece aile büyükleri istediği için kabul etmiş. Babasıyla ters düşmek istemediği için... İstemediğini söyleyememiş ama senin kızına çatmış. Kötü davranmış, iteklemiş. Vazgeçmesi için. Beni anlıyor musun? Kendisinin yapamadığını Peri’nin yapması için elinden geleni denemiş. Başaramayınca da Melike devreye girmiş. Peri’ye hap vermiş, anladın mı? Duyuyor musun beni? Hap vermişler kızına. Kafasını bulandırmışlar. Kulübe getirip bir dünya içirmiş yanıma bırakmışlar. Yemin ederim bilmiyordum senin kızın olduğunu. Bilsem zaten müdahale eder sana teslim ederim. Beni az çok tanıyorsun, babam senin dostundu. Ben dostuma, babamın dostuna böyle bir kalleşliği yapmam, Tayyar amca, asla yapmam.”

Adamın silahı tutan eli yalpalandı, hedefi Özgür’ken artık yerdeki halıydı.

“Kabahatli olsam karşına çıkacak yüzüm olur muydu? Bile bile böyle bir bok yesem gider kendi kafama sıkardım. Ama geldim, buradayım, sana bir şeyleri açıklamaya çalışıyorum. Kızını harcamaya çalıştılar. Kurban olarak onu seçtiler. Onu ortadan kaldırmak istediler, böylece ikisi rahatça birlikte olabilecekti. Aç gözünü, eğer istersen sana her şeyi ispatlayacak delilleri de sunarım.”

Tayyar dizlerinin dermanı kesilmişçesine az önce kalktığı koltuğa yığılır gibi oturdu. Silahı hâlâ elindeydi ama hedefi belirsizdi, namlu yere bakıyordu ve her an elinden kayıp düşecek gibi onu tutuyordu. Boştaki eliyle gömleğinin açık yakasına asılıp daha çok açılmasını sağlarken nefes alışverişi epey gürültülü hâle gelmişti. Sık sigara içmesinden dolayı kısım kısım sararmış olan pos bıyıklarının kabalığı altında pek görünmeyen dudakları titriyor gibiydi.

Özgür adamın iyi olmadığını anlayarak yardım etme dürtüsüyle ona doğru yöneldi. Ancak yaşlı adam dokunmasına bile müsaade etmeyerek elini ona uzak durmasını belirtircesine havada sallayıp, “Geri dur,” diye homurdandı. “İstemem senin yardımını. Ölecek olsam bile... Sakın bana yaklaşma.”

“Ben de bu olaydaki kurbanlardan biriyim,” dedi Özgür kendini açıklama çabasıyla. Dışarıdan ne kadar sakin dursa da içerisinde fırtınalar kopuyordu ve haksızlığa uğradığını bağırıp çağırmamak için kendisini zor tutuyordu.

“Ufuk,” dedi yaşlı adam, Özgür’ü hiç duymamış gibi. “Ufuk öyle bir şey yapmaz. Benim damadım öyle bir şey yapmaz.”

“Yaptı, efendim,” dedi Tuna tüm beyefendi tavrıyla. Silahını hızla ortalıktan yok edip telefonunu çıkarttı ve ekranda parmaklarını kaydırırken yaşlı adama doğru yaklaştı. “Bakın, kendi gözlerinizle görün. Daha bunun gibi bir sürü fotoğraf var elimde.”

Telefonun ekranındaki karede Ufuk ve Melike’nin sarmaş dolaş birbirlerine sarıldıkları görüntü bulunuyordu. Dahası kadının elinde bir demet kırmızı gül bulunuyordu ve az sonra öpüşeceklermiş gibi dudakları birbirine yakındı. Derken Tuna ekranı kaydırıp diğer fotoğrafa geçti ve o fotoğrafta ikili öpüşüyordu.

Tayyar elindeki silahın kayıp yere düşmesine engel olamadı. Gözleriyle görse bile hâlâ reddetmek için bahaneler ararken suratında şokun izleri dolanıyordu. Özgür adamın iyice kötüleştiğini düşünerek Tuna’nın elini hafifçe itip telefonu adamın önünden çekmesini sağladı. Buna rağmen Tayyar kendisini toparlayamamıştı. Canlılığını kaybetmiş gözlerinin içlerinde dehşet ve öfke fişekleri patlıyordu. Öte yandansa parmağını kıpırdatacak takati kalmamış gibi olduğu yere yığılmıştı.

“Beni aradı... beni arayıp,” diye konuşmaya çalışırken sık nefesler alıyordu. Elinin teki kalbinin üzerine konmuştu. Kurumuş dudaklarını yalayıp, “O piç kurusu beni arayıp kızımın namusu hakkında neler demedi ki!”

“Yemin ediyorum onu da öldüreceğim,” dedi Özgür, bu kendi kendine verdiği bir sözdü. Sadece sesli şekilde dile getirmişti. “Peri’nin günahı yok. Benim de tek hatam onu tanımamış olmak. Ona ceza kesmen haksızlık olacak, duyuyor musun Tayyar amca?”

“Benim namusum beş paralık oldu!” dedi yaşlı adam kuvvetle bağırarak. “Benim namusumu, şerefimi, onurumu beş paralık edip de yaşayamaz!”

Özgür damarlarındaki kan akışının donduğunu hissetti. Aklına gelenler yüzünden birkaç saniye konuşmayı bile beceremedi. Sadece donuk donuk karşısındaki adama baktı. Kalbine telaşın ve endişenin dokunduğunu hissederek irkildiğindeyse, “Ne yaptın ona?” dedi tıpkı bir buz dağı gibi. Adamın yakasına yapışmamak için kendisini zor tutuyordu. “Nerede o? İyi mi? Cevap ver bana! Nerede Peri?”

“Kızımın adını ağzına anma!”

Özgür dişlerini sıktı. “Eğer onun kılına zarar gelmişse,” diye başladı ancak devamını getiremeyince sert bir homurtu çıkartıp, “Bu mu senin adaletin? Günahsız birinden günah çıkartmak mı? Bana gelseydin ya! Namusunun hesabını benden sorsaydın ya!” diye sesini yükseltti.

Yaşlı adam, “Sana gelseydim de beni kapı duvar edip daha çok rezil edeydiniz değil mi?” diye celallendi. “Bana bak, bana! Senin peş para etmeyeceğini bilmiyorum mu sanıyorsun? İpsiz sapsızın tekisin. Ailenin en namert adamı sensin. Şimdi karşıma geçip bana ders vermeye mi çalışıyorsun? Ulan hatanı telafi etmeye çalışmak yerine meseleyi üzerine almamak için karşımda kırk takla atıyorsun! Ben senin gibilerin ciğerini bilirim, ciğerini! Senden adam olmaz. Yıkıl git karşımdan ben kendi adaletimi kendim sağlayacağım!”

Özgür çok sinirlendi ama tek kelime çıkartamadı, çünkü adam haklıydı. Tam da bunu yapıyordu; meseleden sıyrılmaya çalışmak. İşte denediği yol buydu. Birden kendisini çok aciz hissetti ve bu histen ölümüne nefret etti.

“Sanma ki sizden hesap sormaya gelmedim diye sizden korkuyorum,” diye devam etti Tayyar. Hiddetliydi. Gururundan gram taviz vermiyordu. “Her şey sırasıyla olacak. Herkes sırasını bekleyecek. Ufuk da mı şerefsiz çıktı, onun da sırası gelecek. Siz eski dosttan düşman yarattınız.”

Bu sırada kapıda bir gürültü çıktı ve içeriye bağrışlar doldu. Çok geçmeden Orhun gözlerini yerinden çıkartacak bir öfkeyle salona daldı. Yumruk boğumları zedelenmiş elini öne uzatarak parmağını tehditkâr şekilde Özgür’e doğru sallayıp, “Seni lime lime edeceğim piç kurusu! Gebermek için bana yalvaracaksın,” diye haykırıyordu ki Tuna’nın getirttiği iki adam tarafından yakalanıp zapt edildi. Belli ki kapıda onları atlatmayı başarmıştı, ancak onlardan kaçmasına imkân yoktu.

Özgür sanki kimse konuşmamış, kimse ona tehditler savurmamış gibi yeniden yaşlı adama doğru dönerek, “Peki oğlunun,” dedi ölüm kadar soğuk ve hareketsiz dururken. “Onun da sırası gelecek mi?”

Tayyar delirmiş gibi bağırdı. “Sen ne diyorsun lan? Ne yapmış Orhun?”

“Peri’yi o gecenin sabahında benim yanımdan almaya geldiğini sana söylemedi mi?”

Yaşlı adam elini kalbine bastırdı. “Ne?”

Orhun, “Sus ulan orospu çocuğu! Senin ecdadını sikerim! Yalan söylüyor baba! Yalan söylüyor amına koyduğumun piç kurusu!” diye boğazını patlatacak kuvvetle haykırmaya başladı. Muhtemelen cümlelerinin sonu hiç gelmeyecekti, bunu anlamak zor değildi. Bu yüzden onu tutan adamlardan biri ağzının üzerine elini örtüp küfürlerini içeriye hapsetti.

“Peri’yi,” dedi Özgür bastıra bastıra, Orhun’a dönüp bakmamıştı bile. “Kulübe gelip o aldı. Olayın üstünü kapattı, çünkü Ufuk’un kız kardeşiyle evliliğinin bozulacağını biliyordu. Eğer Melike fotoğrafları basına vermeseydi her şeyin üstünü örtmeye devam edecekti, düğünler gerçekleşene kadar. Değil mi Orhun?” Orhun’dan boğuk sesler yükseldi. Hiç kuşkusuz bunlar küfürden başka bir şey değildi. Özgür belli belirsiz şeytanice tebessüm ederek devam etti. “Şimdi adaletin doğru işleyecek mi göreceğiz. Kızına ceza kesmek kolay, oğluna ne kadar adil olacaksın şimdiden merak ediyorum.”

Tayyar artık bu olanlara dayanamıyormuş gibi kendinden geçercesine bedenini saldı. Kafası koltuğun gerisine yaslanırken kalbinin üzerindeki eli oraya baskı uygulamaya devam ediyordu ve yüzünde acı çektiğini belli eden ifade asılıydı. Özgür müdahale etmeli miydi yoksa adamı kaderine terk etmeli miydi karar veremez şekilde orada dururken üst kattan gelen çığlığı işitince sırtı kaskatı kesildi.

“PERİ!” diye bağırıyordu Züleyha Özkaya. “KIZIM!”

Özgür bir ok gibi fırlayıp üst kata çıkan merdivenlere koştu, üzerinde düşünmedi. Tayyar ile yüzleşirken bile ritminde bozulma olmayan kalbi şimdi öyle hızlı atmaya başlamıştı ki neredeyse sesini duyabiliyordu. Üst kata ulaştığında koridorda, kapılardan birinin eşiğinde durup vahlanan kadına, “Ne oldu?” diye bağırdı, ancak kadın bir şeyler anlatacak durumda değildi. Anın şokunu yaşıyor, kendi hâlinde tepki veriyordu ve sürekli, “Olacağı buydu, olacağı buydu,” diye sayıklıyordu.

Özgür kadının yanından hızla geçerek odaya girdiğinde kendisini her şeye hazırladığına inanıyordu. O ki onlarca kez ölüm görmüş, onlarca kez birinin son nefesini verişine neden olmuş biriydi, ancak karşılaştığı manzaraya yine de hazırlıksız yakalanmıştı. Peri yatağında derin bir uykudaymış gibi yatıyordu. Güzel saçları tüm haşmetiyle yaralı bedeninin etrafını sarmıştı. İçeriye doğru birkaç adım daha atıp onu daha yakından görmek istese de ayaklarına beton dökülmüş gibi orada öylece durmaktan başka bir şey yapamıyordu. Dehşet içerisindeydi. Peri’nin her yeri, gerçekten de her yeri morluk ve çürük içerisindeydi. Dudağı patlak, alnında birkaç dikiş gerektirecek yarık, onlarca çizik, sıyrık ve kurumuş kan izleri... Özgür daha önce hiç böyle büyük çaplı dehşetle sınanmamıştı. Güzelliğine bakmaya doyamayacağı kadının hâli içler acısıydı. Gülmediğinde dahi yanaklarında çukurları belli olan gamzeleri bile hayata küsmüş gibi artık görünmüyordu. Onu paramparça etmişlerdi. Onu kırıp dökmüş, canını yakmışlardı.

“İlaç içmiş,” dedi Züleyha ağlayarak. “Tüm ilaçları içmiş. Kendisini zehirlemiş.” Hıçkırdı. “Dayanamadı yavrum, dayanamadı.”

Özgür ilaç kutularını aradı ve onları komodinin üzerinde buldu. Tabletlerin hepsi boştu. Müdahale etmesi gerektiğini biliyordu. Onu alıp hastaneye yetiştirmeliydi, ancak ayaklarındaki beton kalıplar hâlâ çözülmemişti. Hâlâ hareket edecek gücü yoktu. Dönüp yeniden Peri’yi inceledi. Ona baktıkça içinin dağlandığını hissetti. Güzel, nadide ve değerli bir tablonun mahvedilmesi gibi onu mahvetmişlerdi. Hayata renk saçan gülüşünü soldurup, tenine kan sıçratmışlardı. Kan. Her yerinde kan vardı. Her şey o kadar taze duruyordu ki, bunu fark etmek Özgür’ü daha sert sarsmıştı.

Geç kaldın.

“Kıydı kendine! Kıydı, kendine kıydı! Kimseye bırakmadı, kendine kıydı!”

Özgür irkildi. Kadının feryatları tokat gibi yüzüne çarpıp onu kendisine getirdiğinde ayaklarına dökülen betonların çözüldüğünü hissetti. Sadece bir an önce yetişme çabasıyla yatağa koşup genç kadını kollarının arasına alarak kaldırdı. Kahretsin ki çok hafifti. Onun bu kadar hafif olmadığını biliyordu. Ona yemek bile vermemişler miydi? Yoksa onu bu kadar eriten, yiyip bitiren yaşama korkusu muydu? Özgür bunları düşünmeyi ertelemek zorundaydı, çünkü düşündükçe evi birbirine katıp yakası geliyordu. Kadını sıkı sıkı tutarak hızlıca odadan çıktığında tek niyeti bu kahrolası yerden çıkıp gitmekti, ancak kapıda dövünen kadın birden onu kolundan yakalayınca yine adım atamaz oluvermişti.

“Kurtar kızımı,” dedi Züleyha, gözlerinden yaşlar boşalırken. “Kurtar kızımı,” diye tekrarladı. Özgür ise cevap veremedi. “Onu sadece senin kurtarmaya gücün yeter,” dedi kadın. Gözlerinde yalvarış vardı. “Benim onu kurtarmaya gücüm yok. Sen yapabilirsin. Kurtar onu.”

Sonra Özgür’ü bıraktı, ancak Özgür orada öylece durmaya devam ederek kollarının arasında kendinden habersizce yatan kadına bakıyordu. Onu kurtarabilir miydi?

Kurtarabilirsin.

Peki bunu nasıl yapabilirdi?”

Nasıl yapacağını biliyorsun.

×××

 

 

 

 

 

Loading...
0%