49. Bölüm

49. BÖLÜM

Yazarimsibirileri
yazarimsibirileri

Günlerdir şehrin üzerinden eksik olmayan yağmurlu, boğuk hava yerini sulama kara bırakmıştı. İnsanlar bu günlerde evlerinde kalmayı tercih ediyordu. Sıcak battaniyelerinin altında, sıcak kahvelerini içiyor, yayınlanan kar tatilinin tadını çıkartmaya çalışıyorlardı. Ne yazık ki Peri o insanlardan biri değildi. Eğer bir sene öncesi olsaydı evet, battaniyesine sarılmış en sevdiği kitabın sayfalarını çeviriyor olurdu. Veyahut da evlerinin geniş bahçesinde verdikleri mangal partisine salata yetiştirmeye çalışarak koşuştururdu.

Altı üstü birkaç sebzeyi doğramaktan şikayet ettiği, annesine söylendiği anlar şimdi kulaklarında yankılanan tatlı birer anıydı. Birlikte yedikleri akşam yemekleri, kahkahaları, neşeleri... hepsi artık burnunun direğini sızlatan anılardan ibaretti. Evlerinin bahçesinden pek dışarı çıkan biri olmadığı için hayatının çoğunluğunu orada geçirmişti. Bu yüzden evin her köşesinde başka bir anısı vardı. Abisiyle olanları bile kalbini sızlatıyordu. Daha yaşı küçükken evin etrafında yakalamaç oynamaları sanki gözlerinin önündeydi.

Şimdiyse baktığı bahçede bir cenaze töreni yapılıyordu.

Peri uzaktaydı ama sanki sesi duyulabilirmiş gibi elini ağzına bastırarak hıçkıra hıçkıra ağladı. Parmakları soğuktan kızarmıştı ve gözyaşları donan yanaklarını ısıtan tek şeydi. Kulüpten kaçmasının üzerinden sadece saatler geçmişti. Üzerinde hâlâ Özgür’ün dolabından aldığı kalın ceket bulunuyordu. Onu almayı akıl edebildiği için kendisini şanslı hissediyordu, aksi hâlde çoktan bir köşede soğuktan donmuş olurdu. Melike dışında pek arkadaşı bulunmadığı için gidecek kimsesi yoktu. Melike’nin evine gittiğindeyse ısrarla kapıyı çalmasına rağmen açan olmayınca geri dönmek zorunda kalmıştı. Telefonu yoktu, olsa zaten kullanmazdı, çünkü bu sadece yakalanmasını hızlandırırdı. Ayrıca bundan sebep bir pansiyona gitmeyi reddetmişti. Öylece sokaklarda dolanmış sonra da ayaklarını onu buraya, eceline, yani evine getirmişti. Yakalanırsa öleceğini biliyordu ama artık umurunda değildi. Sadece ailesini, özellikle de annesini görmek istemişti. Sonrası umurunda bile değildi. Ancak karşılaşacağı manzaranın babasının cenaze töreni olacağı aklının ucundan bile geçmemişti.

“Benim yüzümden,” diye hıçkırarak ağlamaya devam etti. Evlerinin etrafında onlarca araç park etmiş hâldeydi. Sürekli yenileri yaklaşıyordu ve tamamen açık bahçe kapısından gördüğü bahçede abisi, amcaları ve dayıları toplanmış baş sağlığı dileklerini kabul ediyorlardı. Bir köşede annesini, teyzelerini ve halalarını görünce ölenin babası olduğunu anlamıştı. Zaten yıllardır kalpten rahatsızlığı vardı. Son olanlar ona fazla gelmiş olmalıydı.

“Benim yüzümden,” dedi yeniden. Kendisini her şeyin sorumlusu olarak görüyordu ve bu yük ona ağır geliyordu. Günahkar hissediyordu. Sanki şu anda ölecek olsa cehennemin derinliklerine atılacak ve tüm kapılar üzerine kilitlenecekti. Sonsuza dek ateşlerin içerisinde yanacaktı. Sadece bunun düşüncesi bile kanının donmasına neden oluyordu. Yarım yamalak hatırlayabildiği bir gece yaşamıştı ve sonraki sabah tüm hayatı tersine dönmüştü. Önceleri rutininin hiç bozulmamasına, evden çıkarken yüzlerce soru sualden geçmesine kafayı takardı. Şimdiyse o günleri bile mumla arıyordu. Her şey yolunda olsaydı da Melike’yle buluşmaya gidebilmek için babasına ayrı, abisine ayrı dil dökseydi. Annesinden yardım dilenseydi. İzin alamayınca odasına kapanıp Melike’ye ne söyleyeceğini düşünerek üzülseydi. Keşke tüm dertleri bunlar olarak kalsaydı.

Yanaklarından kayan yaşları titreyen elleriyle sildi. İyi hissetmiyordu. Hiçbir şey yemediği ve doğru dürüst dinlenmediği için ayakta duracak gücü bile bulamadığından arkasına saklandığı ağaca tüm ağırlığını vermişti. Evleri şehrin pek iç kesiminde olmadığı için etrafı sakindi. Yalnızca evinin önü aşırı kalabalıktı ve bazen etrafı izlemek için sağa sola bakınanlar oluyordu. Aralarından herhangi birine yakalanmamak için dikkat etse de bir yanı yakalanmayı istiyordu, çünkü bu işkence ancak o zaman son bulacaktı.

“Madem ölmeye cesaretin vardı bunu en başında yapsaydın da benim başıma bela olmasaydın!”

Özgür’ün kızgın sesi ansızın kulaklarında yankılandığında ölmek istediği için bile utanıp kendisini suçlu hissetmeye başladı. İnce parmaklarını boynuna sarıp boğazını sıkan görünmez iplerin verdiği boğucu hissi azaltmak istercesine orayı ovaladı. Ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Ölüme bile sığamıyordu, nasıl yaşayacaktı? Zaten yaşayabilir miydi ki? Kimse yaşamasını istemiyordu. Özgür onu kurtarmıştı ama bunu isteyerek yapmadığının farkındaydı. Belki de ölseydi en çok o huzura erecekti.

Bu sabaha karşı Özgür’ün bağıra çağıra söylediklerini duymuştu. Odalardan birinde kopan kıyameti kapısının ardından dinlemiş, olaysız bitmesi için sessizce dua bile etmişti. Gece bittiğindeyse bir şeyden kesinlikle emin olmuştu. Karşısına geçip net bir dille evleneceklerinden bahseden Özgür, evliliği ölümle eşdeğer tutuyordu. Peri ona bunu yapmaya hakkının olmadığına karar verip o gecenin karmaşasından yararlanarak kulüpten çıkabilmişti. Ani karar vermiş ve şans ondan yana gitmişti. Kimse onu tanımadığı için sessizce sıvışmıştı. Herkes ama herkes Çağlayan kardeşlere odaklıyken adeta sıradan çalışanlardan biriymiş gibi dışarıya çıkarak kaçmıştı. Bunu bir daha olsa yapabilir miydi, yapamazdı. O, o anlık bir cesaretle kalkıştığı durumdu. Hayatının hiçbir döneminde pek cesaretli biri olmadığı baz alınırsa bunu başarabildiği için takdir edilmesi gerekirdi.

Acaba Çağlayan ailesi tarafından aranıyor muydu?

Yoksa başlarındaki beladan kurtuldukları için rahatça arkalarına mı yaslanmışlardı?

Peri ikinci şıkkı seçeceklerinden şüphe duymuyordu. Onlar için gerçek anlamda baş belasıydı. Onları bir kaosun içerisinde sokmuştu ve gözlerinde sorun çıkartan birinden fazlası değildi. Orada kaldığı müddetçe asla rahat hissetmemişti. Her an birisi kapıdan girip huzur kaçıranın teki olduğunu yüzüne haykıracakmış gibi tetikte beklemişti.

Özgür Çağlayan ile evlenmek onun için asla kurtuluş olmayacaktı. Öldürülmemek için ona mecbur bırakıldığında o adam tarafından her gün öldürüleceğini az çok anlamıştı. Nefretini saklamıyordu. Onunla kalıp her gün ölmektense bir kez ölmeyi tercih ederdi. Ölümlerden ölüm beğenmek işte bunun gibi bir şey olmalıydı. Hayatının hiçbir döneminde başına geleceğini düşünmemişti ama işte kendisi için birini seçmesi gerekiyordu.

Yanaklarını yeniden kurulayıp bahçedeki kalabalığı gözden geçirdiğinde aradığı yüzlerden birinin eksik olduğunu fark etmesi fazla uzun sürmedi. Abisi Orhun ortalıkta görünmüyordu. Daha az evvel baktığında onu en büyük dayısıyla konuşurken görmüştü. Eve girmiş olabilir miydi? Nedensizce kendisini güvende hissetmemeye başlarken yaklaşan başka araçların olduğunu gördü. Gelen konvoy göz dolduracak kadar kalabalıktı ve evinin avlusundakileri harekete geçirmiş gibiydi. Herkesin belindeki silahları yoklamaya başladığını gördüğünde bir şeyden emin oldu; gelenler her kimse dost değillerdi.

Peri saklandığı ağacın arkasına iyice sinerken arkasında bir çatırtı duydu ve bir an sonra dudaklarının üzerine kapanan elle birlikte kalbi neredeyse duracaktı. O an sonunun geldiğini düşünerek gözlerini yumdu. Yarım saatten fazladır buradaydı ve şimdiye kadar abisine yakalanmamış olması bile zaten mucizeydi. Pekâlâ, canı yanacaktı biliyordu ama nihayetinde tüm eziyeti bitecekti. Kabulleniş ve teslimiyetle hareketsiz kalarak onu etkisiz hâle getirmiş olan abisine zorluk çıkartmadı. Ancak bir terslik vardı. Ortaya çıkartılmak yerine iyice ağacın arkasına çekilmişti ve arkasındaki adamın kullandığı parfüm abisinin kullandıklarına hiç benzemiyordu. Kafasının içerisinde acil durum sirenleri çalmaya başlarken, “Elimi çekeceğim. Eğer bağıracak olursan yemin ederim şu ince boynun parmaklarımın arasında dağılır,” dedi tüylerini diken diken eden ses. Genç kadının onu onaylamaktan başka seçeneği var mıydı? Düşünmedi bile, hızlı hızlı kafasını sallayarak onayladı. Sonrasında ağzına örtülmüş olan el çekildi ve bedeni bir bez bebekmiş gibi çevrilip bu kez sırtı ağacın gövdesine bastırıldı. Gözlerinin önüne serilen kızgın yüz Özgür’den başkasına ait değildi.

“S-sen,” dedi Peri kekeleyerek.

“Ben,” dedi Özgür bastıra bastıra. “Azrail’in.”

Genç kadın öyle sert yutkundu ki duyulduğundan emindi. “Bırak beni,” dedi ama sesi zar zor duyuluyordu.

Özgür bırakmak bir yana dursun onu iyice ağaca yaslayarak sıkıştırdı. “Benden kaçabileceğini mi sandın? Bundan sonra benden kaçabilir misin sanıyorsun?”

“B-bırak,” dedi genç kadın sanki acı çekiyormuş gibi. “Neden geldin ki? Bırak. Aileme gideyim-”

Özgür, “SENİN-” diye elinde olmadan yüksek perdeden konuşmaya başlamıştı ki cenaze evindeki kalabalığı hatırlayarak sesini alçaltıp çenesini kasa kasa devamını getirdi. “Senin ailen yok!” dedi nefretle. Ardından işaret parmağını göğsüne doğru birkaç kez vurdu. “Senin ailen benim artık!”

“İstemiyorum seni,” dedi Peri, çenesinin titremesine engel olamıyordu. Özgür’ün daha çok öfkelendiğini fark ettiğinde kendisini açıklama umuduyla hızlı hızlı devam etti. “Sen de beni istemiyorsun. İstemiyorsun işte. Neden zorluyorsun? Kurtulacaksın benden, bırak gideyim.”

“Mecbur olmasam seninle uğraşır mıydım sanıyorsun?” dedi Özgür yine sesini kısık tutmaya çalışırken aynı zamanda bağırır gibi konuşarak. “Sen hâlâ ne boka bulaştığının farkında değil misin? Bu kadar aptal olamasın Peri! O evde seni süs çiçeği gibi mi büyüttüler kızım? Sen ölüp geberdiğinde bitecek mi sanıyorsun? Kendi defterini kapatacaksın ama ben bu bokla uğraşmaya devam edeceğim. Yok öyle yağma! Madem bu boku yiyip başıma bıraktın şimdi benimle ben ne çekiyorsam onu çekeceksin. Anladın mı?” Tepki alamayınca kadını sarstı. “Anladın mı dedim!”

Peri yanaklarından kayan yaşlara engel olamazken, “Ben sana bu kadar dert olabileceğimi hiç düşünmemiştim,” diyerek hıçkırmaktan kendini alamadı. “Özür dilerim. Çok özür dilerim senden.”

Başka bir anda olsalardı, başka bir yerde bunu duysaydı Özgür daha sakin karşılayabilirdi, ancak şu anda kadın söylediği her kelimeyle daha çok sinirlerini zıplatıyordu. “Ömrün boyunca benden özür dilesen de bunu düzeltemezsin,” diyerek onu azarladı. Ardından, “Çok az sorun çıkartmışsın gibi bir de kaçtın!” derken suçlayıcıydı.

“Seni mecbur bırakmak istemedim-”

Kadının kolunu kavrayıp hafifçe sarstı. “O zaman o kahrolası kulübe hiç gelmeyecektin! Kahrolası içkini benden istemeyecektin! O kahrolası gece def olup evine gidecektin! Tüm çıkışları kaçırdıktan sonra karşıma geçip beni düşünüyormuş gibi davranman küfür gibi anladın mı?” Kadının omzunun üzerinden belirli bir noktaya toplanmış kalabalığa kısa bir bakış atıp artık gitmesi gerektiğini ancak hatırlayarak, “Şimdi düş önüme,” diye homurdandı. “Eğer bir daha bırak kaçmayı bunun düşüncesini bile şu kafanın içerisinden geçirirsen ayağına zincir takar seni o odaya zincirlerim. Duydun mu? Sayılı adımlar atabileceğin şekilde ömrünü orada çürütürsün. ANLADIN MI BENİ?”

Peri dehşet içerisinde kafasını salladı. Kesinlikle bir daha kaçma cesaretini bulamayacağı yüzünden bile okunuyordu. Kurallar çerçevesinde ve baskıyla büyüdüğü için başkaldırmak hamurunda yoktu. Ne denilirse onu yapmayı görev edinmişti, ancak ailesi dışından birinin direktifleriyle hiç hareket etmediği için ve onu doğru dürüst tanıyıp sınırlarını bilmediği için Özgür şu anda gözüne fazlasıyla korkutucu geliyordu. En azından babasının ve abisinin kırmızı çizgilerini ezberlemişti ve onlara göre yaşamaya alışmıştı, ancak bu adam tamamen yabancıydı. Üstelik epey de canını sıkmıştı. Bu yüzden ona ürkek bakışlarla bakmaktan kendisini alamıyordu.

Özgür çenesinin ucuyla genç kadına ilerlemesi gereken yönü gösterdi ve onun ileriye doğru dengesiz adımlar atmasını izledi. Bu sırada onaylamadığını belli edercesine kafasını hafifçe iki yana sallamaktan kendisini alamamıştı. Sözde yeraltında yetişmişti, ancak oyuncak bebek gibi büyütülmüştü. Onun gerçek bir silaha dokunduğundan bile emin değildi. Her hâliyle fazla narin görünüyordu ve ona dair her şey sinirlerini bozuyordu. Çünkü kahrolası şekilde onu incinmemesi gereken bir şeymiş gibi kollamak isteyen bir yanı vardı. O yanından şimdiden nefret ediyordu ve sırf bu yüzden kadının üzerine gitmek, onu incitmek bile istiyordu.

Peri gürültüyle burnunu çekerek sürekli yaptığı şekilde ellerinin tersiyle yanaklarını kurularken Özgür bir silahın namlusuna sürülen merminin çıkarttığı tiz sesi ayırt etti ve atacağı adım havada kaldı. Hemen önünden giden kadını yine kolundan yakalayıp durdururken omzunun üzerinden arkasına döndüğünde Peri’nin abisi Orhun’u karşısında gördü. Gözleri kıpkırmızı ve öfkeden alnındaki damarları belirginleşmiş şekilde işte oradaydı. Elindeki silahı hedefine doğrultmuştu, yani Özgür’e ve tetiği çekmek için bekleyecek sabrının dahi olmadığı yüzünden belliydi.

Genç kadın karşısında abisini görmenin şokunu bile atlatamamışken, “Yapma, dur!” diye bağırarak hızla Özgür’ün önüne atılıp onu arkasına aldı. Göğsü dehşetle inip kalkarken tek odağı abisinin tetikte duran parmağıydı. “Yapma, abi, yalvarırım.”

“Utanmadan, sıkılmadan eserinizi izleyemeye mi geldiniz buraya?” dedi Orhun ağzından tükürücükler saça saça. “Geberteceğim ikinizi de! Namussuzlar!”

“Dinle-”

Özgür buna sabır göstermeyerek kadını tuttuğu gibi geriye, arkasına doğru iterken, “Gerçekten bana bulaşacak kadar yüreklisin, öyle mi?” dedi duruma şaşırmış gibi ifadesini değiştirerek. Aslında tamamen sahteydi.

Orhun’un gözleri alev püskürüyordu. “Sikimde değil ne bok olduğun! Mahvettiniz lan beni! Ben de sizi mahvedeceğim!”

Peri, Özgür’ün tutuşundan elini kurtarmak ve onun arkasından çıkmak için umutsuzca kıpırdanırken, “Abi,” diye sızlandı. Ancak sessiz kalması gerektiğini belirtircesine Özgür kolunu sıktığında dilini ısırarak tüm laflarını yuttu.

“Çıkar o orospuyu,” dedi Orhun düşmanca. “Önce o geberecek!”

Peri kaskatı kesildi. Özgür ise “Dilini kopartırım senin!” derken ölümcül derecede sakin duruyor olsa da yüzüne yayılan korkutucu ifade bariz şekilde belirginlik kazanıyordu.

“Yalan mı lan? Orospuluk yapmasaydı bunlar başımıza gelir miydi? Aleme rezil rüsva olduk. Babam onun yüzünden öldü!”

“Silahı bana doğrultabiliyorsun ama laflarını bana doğrultmaya cesaret edemiyorsun,” dedi Özgür dişlerinin arasından. “Kardeşimi kirlettin bile diyememek sana koymuyor mu? Yaptım lan. Ben yaptım. Onun hiç kabahati yok.”

Orhun silahın kabzasını daha sıkı kavradı. “Seni vuramayacağımı mı sanıyorsun? Bana bak bana! Her şeyi kaybettim ben! Her şeyi sizin yüzünüzden kaybettim! Hiçbir şeyi kalmayan insandan korkman gerektiğini de mi öğrenemedin?”

“Ne kaybettiysen kendi yarım aklın yüzünden kaybettin. Başka kimseyi suçlama.” Sonra artık sinirlerini bastıramıyormuş gibi hışımla, “Ulan kendi uçkurunu kurtarmak için olayı ört pas etmeye çalıştığın günleri ne çabuk unuttun?” diye gürledi. “Hangi onura şerefe sığar bu? Şimdi geçmiş karşıma aleme rezil rüsva olmaktan bahsediyorsun. Hangi hakla? Sen zaten tepeden tırnağa rezil birisin!”

“Seni kim geçebilir rezillikte? Magazinin ağzında geziyorsun erkek orospusu seni! Yemediğin bok kalmamış, beni ağzına nasıl alabilirsin? Ben senin gibi yüzlercesini gönlüme sığdırmadım lan. Birini oraya koydum ve onun için çabaladım. Sen ne anlayacaksın bundan!”

Özgür komik bir şey duymuş gibi kısa kahkahasını serbest bıraktı. “Yakın zamanda tanıdığım biri gibi konuştun,” derken sesinde buzdan kılıçlar vardı. “Şu anda geberip gitmiş olan biri gibi.” Kuşkusuz Peri’nin arkadaşı Melike’den bahsediyordu ama oradaki kimse bu detayı anlayacak bilgiye sahip değildi. “Ve biraz daha başımı şişirmeye devam edersen senin de kaderin ona benzeyecek.”

“Kendini beğenmiş piç kurusu! Dünyayı yönetiyor havalarında dolanmandan cümle alem bıktı. İçi boş çuvaldan başka bir şey değilsin.”

“Dünyayı yönetmek sikimde bile değil. Kendi dünyamı yönetiyorum. Senin asla yapamayacağın şeyi yapıyorum diyelim omurgasız Orhun.” Onu aşağılar gibi hafifçe güldü. “Düşünüyorum da işler tıkırında gitseydi ve sen Simge’yle Peri de o piç Ufuk’la evlendikten sonra olay patlasaydı ne yapacaktın? Kavuşmak için bu şerefsizliğe göz yumduğun karını alıp olaylardan uzaklaşır mıydın yoksa tam bir şeref ve haysiyet abidesi kesilip yine Peri’yi günah keçisi mi ilan ederdin?” Kısa bir sessizlik oldu. Orhun dişlerini sıkmak dışında tepki vermeyince Özgür konuşmaya devam etti. “Bence ikinci seçenek,” derken yüzyılın keşfini yapmış gibi parmaklarını şaklattı. “Ufuk kendisi başka kadınlarla düşüp kalkmıyormuş gibi Peri’yi size geri getirip namus laflarına başlardı. Sen de olaydan tamamen habersizmiş gibi kardeşine hesabı keserdin. Bu hikâyede iyi olan tek şey ne olurdu biliyor musun? Olaya beni dahil etme şansını kaçırmış olman. İşte tek iyi nokta bu olurdu. Ancak gel gör ki olayın tam içinde duruyorum ve Peri’ye yaptığın haksızlık canımı sıkıyor. Benim canım sıkıldığında çok sıkıcı bir adam olurum, bu da bana dair edindiğin bilgilerin içerisindedir inşallah.”

“Haksızlık mı? Ulan asıl haksızlık bana yapıldı! Simge’yi kaybettim, babamı kaybettim, onurumu kaybettim! Şimdi ben kızınızla evleneceğim diyerek kurtulamazsın lan! Buna izin vermeyeceğim. Bir nikâh basıp geçemeyeceksin. Ben bunca şeyi kaybetmişken size hiçbir kolaylığı tanımayacağım.”

“Bu akşam kulübe gel ve nikâhı nasıl basıp geçeceğimi gör, Orhun,” dedi Özgür hafif alayla. “İçkin de benden olsun.” Ardından oradaki işi bitmiş gibi ardına dönüp Peri’yi yürümesi için hafifçe öne doğru itti. Kadın ruhtan farksızdı. “Gidiyoruz,” derken Orhun’un elindeki silah umurunda bile değildi. Ateşleyemeyeceğinden öyle emindi ki sadece bu tavrıyla bile onu delirttiğinin farkındaydı.

Orhun, “Peri!” diye ansızın bağırdığında genç kadın yerinde sıçrayarak istemsizce Özgür’e sokuldu. “Ufuk için ölüp gitmelerine ne oldu senin? Şimdi bu adamın karısı mı olacaksın?” derken Özgür’den iğrenircesine bahsetmekten geri kalmamıştı. “Seninki nasıl bir sevdaydı da böyle kolay vazgeçebildin? Ulan ben hala vazgeçemedim sen nasıl yapabildin?”

“B-ben...” dedi Peri güçsüzce. Ürkerek Özgür’e baktı, abisine bakacak gücü bile yoktu. Kalbinin sızlanmalarını görmezden gelerek boğazını temizledi. “O, sadece ortalığı toparlamaya çalışıyor,” dedi. “Hiç suçu yokken hem de. Birine kızmak istiyorsan sadece bana-”

“Gitsin biricik ibne eski damadına kızsın!” diye böldü Özgür. “Ne boklar yediği ortada. En iyi Orhun bilir.”

Orhun silahı tutan avucunun terlemeye başladığını hissetse bile namluyu ısrarla Özgür’ün üzerinde tutmaya devam etti. “Biz Peri’yi Ufuk için büyüttük,” dedi hırstan gözü dönmüş gibi laflarının ölçüsünü umursamayarak. “Onun tek bir görevi vardı. Ufuk’la evlenmek ve onlarla aramızdaki samimiyeti pekiştirmek. Başlarda Peri’nin onu sevebileceğini hiç düşünmemiştim ama sonra ondan başkasını görmez oldu. Şimdi Peri’nin başkasını sevdiğini bile bile yine aynı rahatlıkla onunla evlenebilecek misin çok merak ediyorum doğrusu.”

Özgür dişlerini sıkarak vücudunu tamamen Orhun'a doğru çevirdi. Kesinlikle az evvelki rahat görünen hâlinden eser bile kalmamıştı. “Akşam gel ve gör,” dedi bastıra bastıra.

Bunun üzerine Orhun soğuk soğuk güldü. “Tabii! Bir an için senin kimin oğlu olduğunu unutmuşum kusura bakma. Babanın geniş gönlü sana da geçmiş demek, ondan bu rahatlığın,” der demez ensesine değen namlunun soğukluğuyla kaskatı kesildi.

“Babamın geniş gönlü olmasaydı sizle hiçbir dostluğumuz da olmazdı seni nankör piç kurusu,” dedi Akın tüm hiddetiyle.

Orhun artan gerginliğini bastırmaya çalışırken, “Ne dostluk ama!” dedi alay edercesine. “Namusumuzu beş paralık ettiniz! Yok böyle dostluk!”

“Namustan başka laf bilmez misiniz lan siz? Ailenin çetelesini döktürme bana şimdi. Hanginiz sütten çıkmış ak kaşık ulan?”

“Sizden daha temiz olduğumuzu cümle alem biliyor.”

“En boku biziz amına koyayım, oldu mu? Rahatladın mı?”

Orhun cıkladı. “Onları gebertmeden bana rahatlık yok.”

“Varsa cesaretin tetiğe bas bakalım.”

“Sizden korkmuyorum!”

“Sana inanıyorum,” dedi Akın. Onunla eğlendiği her hâlinden belliydi.

Orhun alaya alınmaktan delirmiş gibi hızla Akın’a doğru dönüp ona saldırmaya kalktı, ancak Akın zaten hazırda bekliyordu. Yumruğunu öyle hızlı adamın yüzüne kondurdu ki Orhun darbenin ne taraftan geldiğini bile anlayamadan gerisin geri sendeleyerek yere düştü. Devamında Akın, adamın hâlâ elinde duran silahı düşürmek için bu kez sert bir tekme savurdu. Orhun havada gerilen kolundan nükseden ağrıyla birlikte boğukça, “Piç kurusu!” diye bağırdı.

Akın silahla işi kalmadığını belli edercesine onu beline sokuştururken, “Ulan sen kendini ne sanıyorsun piç kurusu? Sen kimsin ki babamı ağzına alabilirsin? Babamın hatırı olmasa sizinle uğraşır mıydık lan biz?” diyerek adamın üzerine yürüdü. Yediği demir yumruk yüzünden hâlâ kendisini toparlayamamış olan Orhun’u yakalarından tutarak kendisine doğru çekip, “Biz sizinle neden uğraşıyoruz ki Orhun?” dedi bağıra bağıra. Ardından da ona kafa attı, çıkan ses iki kayanın çarpışmasına benziyordu. “Şu işi daha düzgün yolla halletmeye çalışıyoruz, alttan alıyoruz diye her şeye göz yumacağımızı mı sanıyorsun sen? Ulan ne sen ne de ailen sikimde bile değilsiniz. Bugün baban için açtığınız o mezar var ya Orhun, seninle birlikte tüm sülaleni o mezara sığdırırım. Katliam mı olur? Olsun amına koyayım. Üç gün konuşulur. Ne de olsa babamın gönül meseleleri de üç gün konuşuldu sonra unutuldu değil mi?” derken iğneleyici ve nefret doluydu. “Milletin ne diyeceği benim umurumda bile değil. Silahımı alıp hepinizi sıraya dizmemek için kendimi zor tutuyorum sense böyle aptal taşkınlıklar yaparak beni kışkırtıyorsun. Bence yapma. Bugün sadece babasız kaldın, yarın sülalesiz kalırsın. Bana hiçbir şey olmaz. Anladın mı lan?”

Orhun burnundan boşalan kanları eliyle bastırmaya çalışırken dünyası dönüyordu. Bu yüzden odağını kaybetmiş hâldeydi. Yığıldığı yerden kalkmak için debeleniyor ama bunu bir türlü başaramıyordu. Birkaç yumruk daha alırsa tamamen bilincini kaybedeceği her hâlinden belliydi.

Peri çaresizce, “Abi,” diyerek ona doğru atıldı. Her ne olursa olsun onu bu şekilde görmeye gönlü el vermemişti. Abisini yerden kaldırmaya çalışırken, “Özür dilerim,” diye takılı kalmış bir teyp gibi onlarca kez tekrarladı. “Abi, kalk, kalk hadi. Beni duyuyor musun? Özür dilerim. Hepsi benim suçum. Her şey benim yüzümden oldu. Affet beni. Yalvarırım sana.”

Bu sırada yere düşürdüğü silahına uzanmaya çalışan Orhun’un milim milim ilerleyen elini fark eden Özgür hızlı hareket ederek ayakkabısının tabanını adamın yılan misali aranan eline bastırdı. Orhun boğukça bağırırken Peri, “Ne yapıyorsun? Bırakın onu! Yeter artık-” diye başlamıştı ki abisinin silaha uzanmaya çalıştığını fark ederek suspus kesilip ateşe değmiş gibi ondan uzaklaşarak ayağa fırladı.

“Bir daha ellerini Peri’ye uzattığını görürsem kollarını kopartırım,” derken ayağını iyice bastırıp Orhun’u kıvrandırdı. “Duydun mu beni?”

Akın, Orhun’u saçlarından kavrayıp kafasını kaldırırken, “Sana bir soru soruldu!” diye bağırdı.

“Orospu çocukları,” dedi Orhun güçlükle.

Akın, “Ulan sen akıllanmayacaksın. Geber git lan,” diyerek tavuk boğar gibi tek eliyle adamın boynunu kıstırdı. Bu sahneyi dehşetle izleyen Peri ise gerisin geri oradan uzaklaşırken birden dönüp tüm gücüyle koşmaya başladı. Özgür arkasından, “Peri!” diye kükrese de durmadı. Hatta daha hızlı koşabilmek için kendisini zorladı.

“Sen git, bunu ben hallederim,” dedi Akın, Orhun’u iyiden iyiye nefessiz bıraktığı sırada.

Özgür, “Amına koyayım böyle işin!” diye söylendi. Cenaze evinin olduğu tarafta büyük bir kalabalık vardı ve birçoğu kurşun sesinden sonra bulundukları tarafa yönelmişti. Birazdan burada gerilim hat safhaya çıkacaktı. Peri’nin burada görülmeyecek olması aslında iyiydi, ancak yine kaçtığı için sinirlerini zıplatmış olduğunu da görmezden gelemeyecekti.

“Ölmesin şu it, Akın. Olayı daha fazla büyütmeye gerek yok.”

Akın gelişigüzel kafasını salladı, ancak Orhun’u öyle kolay bırakmaya niyeti yok gibiydi. “Git sen, burası bende.”

“Sana hiç güvenmiyorum lan.”

“Git dedim. Kızı bul.”

Özgür hızla oradan ayrılıp Peri’nin gittiği yöne doğru ilerledi. Onu bulduğunda yapacakları aklından bir bir geçerken sinirden gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Villaları birbirinden ayıran dar sokaklardan hangisine saptığını çözmeye çalıştığı sırada bile öfkesi katlanıyordu. Onu kendisinden önce Özkaya ailesinden biri bulursa hiç düşünmeden öldürüleceği açık ve netti. Aptal kadın hâlâ bir adım atmadan önce düşünmesi gerektiğini öğrenememişti.

Adımları onu dümdüz ilerletirken duyduğu hıçkırık sesiyle birlikte birden durup sağ tarafa ayrılan dar sokağa doğru döndü. Koşmayı bırakarak daha rahat adımlarla ilerlerken kadını bulması fazla uzun sürmemişti. Boş görünen bir villanın bahçe kapısına sırtını yaslamış, ayaklarını toplayıp karnına doğru çekmiş şekilde oturuyordu. Yüzünü dizlerine gömmüştü ve içli içli ağlıyordu. Hıçkırıkları öyle derinden ki bir an için Özgür’ün tüm öfkesi uçup gitmişti. Ona doğru gittikçe ağırlaşan adımlarla yanaşıp bir dizini yere bastırarak yanında eğildi. Niyeti Peri’yi bir an önce buradan uzaklaştırmaktı ama ona kalkmasını söyleyemedi. Aralarında az bir mesafe bırakarak tıpkı onun gibi oturdu. Sırtını kapının demir yüzeyine yaslayarak yaşadığı stresten kurtulmaya çalıştı. Peri’nin içini boşaltmaya ihtiyacı var gibi görünüyordu ve Özgür’ün de buna ihtiyacı vardı.

Genç kadın uzun süre sadece ağladı. Yalnız olmadığının farkındaydı ve henüz kafasını kaldırıp bakmamış olsa bile yanındakinin Özgür olduğunu biliyordu. Eğer kendi ailesinden biri olsaydı çoktan silahı kafasına dayamıştı. Eğer Akın olsaydı çoktan sabrını kaybetmiş sivri dilini ortaya sermiş olurdu. Bu yüzden yanındakinin Özgür olduğundan emindi. Her şeye rağmen adamın buna bile katlanıyor olması karşısında, “Ö-özür dilerim,” dedi hıçkırarak. Uzun ve şiddetli şekilde ağladığı için histerik şekilde hıçkırıp duruyordu ve bu yüzden konuşmakta epey zorlanıyordu.

Özgür kollarını göğsünün üzerinde bağlarken, “Kaç kez daha özür dileyeceksin?” dedi biraz yılgınca. Onu ararken sahip olduğu öfkenin şimdi nerede olduğunu sorgulamadan edemiyordu, çünkü şu anda kendinin bile şaşıracağı şekilde sakin hissediyordu.

“B-bilmiyorum.”

“Senden özür dileyen hiç oldu mu?”

Peri bu soruya cevap vermeden önce düşünmek zorunda kaldı. “Y-yok.”

“O zaman sen de özür dileyip durmayı bırak. Kimse bunu hak etmiyor.”

“S-sen hak ediyorsun,” dedi Peri birden. Gürültüyle burnunu çekip kafasını kaldırarak yanındaki adama baktı. Bağından kaçan saçlarının görüşünü kesmesinden memnundu, çünkü saklanmaya ihtiyaç duyuyordu.

Özgür güler gibi dudağının kenarını kıvırdı. “Ben mi? Henüz beni ne kadar tanıyorsun ki de rahatça bunu diyebiliyorsun? Beni hiç tanımıyorsun, Peri.”

“K-kötü biri olmadığını biliyorum.”

“Kötü biri olmadığıma inanmak istiyorsun bence,” diye düzeltme gereği duydu. “Ben senin baban ya da abin değilim. Onlar sana merhamet gösterebilirdi ama ben yabancıyım. Onlar için daima bir değerin var ama benim için yok. Bunu hiç unutma ve bundan sonra ona göre davran. Bu anlaşmayı şimdiden yapalım seninle, tamam mı?”

“A-az önce abim beni ö-öldürmek için...” derken bir an için devamını getiremedi. Elini delicesine atan kalbinin üzerine bastırıp kendisine sakin olmayı emretti. “B-beni öldürmek için silahı almaya çalışırken... onun için değerimin ne olduğunu anladım. Bunu sen yapmış olsaydın böyle canımı acıtmazdı. Çünkü sen yabancısın, doğru. Yabancının merhametsizliğiyle baş edilir ama... ama... canından birinin merhametsizliğinin tanımını bile bulamıyorum.” Buz tutmuş elleriyle yanaklarındaki ıslaklığı yok etmek için tenini ovaladı. Bunu öyle sık yapıyordu ki yüzü kısım kısım kızarmıştı. Hâlâ devam eden histerik hıçkırıklarını bastıramazken, “Onu... onu öldürdü mü?” diye sordu. Her şeye rağmen bunu asla istemediği sesinden bile belliydi.

Özgür kaşlarını çatarak kafasını Peri’ye çevirdi. “Hâlâ onu nasıl düşünebiliyorsun? Seni kullandı. Seni daima kullandı kızım, anlamadın mı hiç? Kendi evliliği yürüsün diye bile seni umursamadı. Ufuk’un nasıl bir piç olduğunu bildiği hâlde sesini çıkartmadı. Elinde patlayınca seni günah keçisi ilan etti. Öldüresiye dövdü. Yetmedi öldürmek istedi. Sen hâlâ aptal gibi onu soruyorsun!”

“Ben merhametimi kaybetmedim,” dedi Peri yanağının içini stresle ısırdığı sırada. “O benim abim. İyi de olsa kötü de olsa ben onunla birlikte büyüdüm. Sen kardeşlerine sırtını dönebilir miydin?”

Tabii ki dönmezdi. Ancak herkesin kardeşi kendine vazgeçilmez geldiği için ve Özgür, Orhun’un bu değeri hak etmediğini açıkça gördüğü için Peri’nin tavrını kabul etmiyordu. “Anlaşma iki; bir daha ailenin konusunu açmayacaksın,” dedi keskin bir çizgi çizercesine.

Peri ağır ağır kafasını sallarken ağlamamak için kendisini zor tutarak, “B-benim artık bir ailem yok,” diye fısıldadı. Bunu Özgür’den birkaç kez duymuştu.

“Aynen öyle, yok,” derken acımasız davranıyor olduğu umurunda bile değildi. “Bu akşam nikâh kıyılacak. Sonra Peri Çağlayan olacaksın. Özkaya soyadıyla işin bitti.”

Genç kadın her ne kadar karşı çıkmak istiyor olsa da tırnaklarını avuç içlerine batırarak içindekileri susturmaya çalıştığı sırada uysalca kafasını salladı. “Tamam.”

“Bir daha kaçmayı aklından bile geçirme.”

Peri’nin artık gidecek hiçbir yeri kalmamıştı. Yine kafasını salladı. “Tamam.”

“Bana sorun çıkartma sana sorun çıkartmayayım, anladın mı Peri? Bu kadar basit.”

“Anladım.”

“İyi. Gitmek için hazır mısın? Yoksa biraz daha burada duralım mı?”

“Gidelim. Üzgünüm sadece oradan uzaklaşmak istemiştim. Bir daha kaçmam.”

Özgür kısaca kafasını sallarken ayaklanıp Peri’ye tutması için elini uzattı. Ancak genç kadın kendi çabasıyla ayaklanıp üst başını düzelterek ne tarafa yöneleceklerini göstermesini sessizce bekledi. Bunun üzerine Özgür yürümeye başladı ve Peri de onu takip etti. Tavrında bariz bir kabulleniş vardı. Bu adamla gidiyordu ve eceli bile olacak olsa başka seçeneği artık yoktu.

Peri bu akşamdan sonra sadece kendisine biçilen rolü oynayacaktı.

Dudaklarım nerden duyduğumu bile hatırlamadığım alakasız bir şarkının kelimelerini tekrarlarken buhar tutmuş aynanın karşısında saçlarımdaki ıslaklığın kabasını almakla meşguldüm. Beyaz baş havluma yayılan siyah izler can sıkıcı olsa da bir zaman sonra boyanın tamamen oturacağını düşünerek kendimi avutuyordum. Su damlaları sağa sola dökülmeyecek kadar saçlarımı kurutmayı bitirdiğimde vücuduma sardığım havluyu iyice sıkıştırarak banyodan çıkmak için hareketlendim. Kanamam artık neredeyse yok denecek kadar az olduğu için acele etmiyordum. Kürtajın üzerinden neredeyse yirmi gün geçmişti ve vücudum kendisini toparlıyordu. Toparlanmayan ve asla iyileşmeyen tek yer kafamın içerisiydi.

Bu akşam kulüpte yıldırım nikâhı kıyılacaktı. Neden bilmiyordum ama gergin hissediyordum. Aslında herkes gergindi. Peri’yi kulübe geri getirmelerinin üzerinden sadece iki saat geçmişti ve herkes bir şeylerle ilgilenerek sessizlik yemini etmiş gibi etrafta takılıyordu. Sanki bu akşam düğün değil de cenaze töreni düzenlenecekmiş gibi davranmaları yüzünden her an bir problem hortlayacakmış gibi hissediyordum ve tetikte bekliyordum.

Özgür’ü hiç görmemiştim. Akın burnundan solumakla o kadar meşguldü ki onunla iki kelime etmek bile mümkün olmamıştı. Cesur ise Tuna’yı yanına alıp aşağıya inmişti, sanırım ona vereceği direktifleri vardı. Peri’yle sadece ayaküstü tanışabilmiştim. Kadının konuşacak hâli bile yoktu. Kaçar gibi Özgür’ün odasına girmişti. Eva onunla ilgileneceğini söylemişti ve onlara katılmam konusunda ısrarcı olmuştu. Sanırım bir çeşit kadın dayanışması oluşturarak Peri’ye destek olmayı amaçlıyordu. Bu yüzden giyindikten sonra yanlarına gitmeyi planlıyordum.

Banyodan çıktığımda havanın tamamen karardığını ancak fark edebildim. Odamın tüm aydınlatmaları kapalıydı. Sadece sokaktan doğrudan içeriye vuran lambanın yaydığı sarı ışıkla önümü görebilecek aydınlığa sahiptim. Sokak lambasının oluşturduğu loş ortamı bozmak istemeyerek gardıroba doğru iki adım atmıştım ki yatağın oradaki hareketlilik ancak dikkatimi çekti. Oradaki tekli koltukta biri oturuyordu. Bunu fark etmek beni olduğum yerde sıçratırken havlumu sıkı sıkıya tuttum. Bacak bacak üstüne attığı ayakları ve koltuğun koçağına az evvel yasladığı içki bardağı ona dair netçe görebildiğim, sokak lambasının vurduğu kısımlarıydı. Yaşadığım ani gerilimden olsa gerek yüzünü seçmek birkaç uzun saniyemi almıştı ama nihayetinde onun Cesur olduğunu anlayınca ancak rahat bir soluk verebilmiştim.

“Benim, korkma,” dedi ani tepkimden ötürü ağır ağır. “Buraya benden başka kim bu şekilde girebilir, fırtına?”

Ses tonunun yoğunluğundan olsa gerek kendimi sertçe yutkunurken buldum. “Gece bitmeden önce geri geleceğini düşünmemiştim,” dedim boğazımı temizledikten sonra.

“Gecenin başlamasına daha var.”

Yavaşça kafamı salladım. Onu netçe göremiyordum ve beni netçe görebildiğini biliyordum. Karşısında ilk kez havluyla durmuyordum ama kaburgalarımın arasına sızan bir his yüzünden göğsüm sıkışmaya başlamıştı, çünkü tüm odağıyla beni izlediğini biliyordum.

“Hazırlanıyor muydun?”

İrkildim. “Evet- Hayır. Hayır, geceyi kast ediyorsan onun için hazırlanmıyordum.”

“Katılmayacak mısın?” diye sorduğunda bardağın etrafındaki parmaklarının hafifçe sıklaştığını yakaladım.

“Hayır.”

“Neden?”

“Sadece aile büyüklerinin katılacağı, beş dakikada kıyılacak bir nikâh olacak. Dâhil olup ortamdaki gerginlikte kaybolmak istemiyorum,” diyerek gardıroba doğru ilerleyip kapaklarından birini açtım.

Bir süre sessiz kaldı. Arkamı ona doğru döndüğüm için sadece çıkarttığı sesleri duyabiliyordum ve nefes alıp verdiğini bile duymak için kulak kabartmam gerekiyordu. Dolabın diğer kapağını da açarak askıların arasında parmaklarımı kaydırırken, “Peri’ye destek olmak isteyeceğini düşünmüştüm,” dedi yavaşça.

“Aramızda pek samimiyet yok. Benden destek umacağını sanmıyorum. Onunla doğru dürüst konuşamadım bile. Hâli hiç de iyi değildi. Bu akşamı bayılmadan atlatırsa iyi.”

“Üzerine düşen görevi yapacak.”

Güler gibi bir ses çıkarttım. “Gaddarca konuştun.”

“Ölse bile o nikâh kıyılacak.”

Askılarda dolaşan parmaklarım donup kaldı. “Sarhoş musun Cesur?” dedim emin olmak istercesine. Çünkü tavrı fazla sivriydi.

“Hayır.”

“Ona daha anlayışlı davranmalısın.”

“Bugün tüm anlayış kotamı doldurdum, fırtına. Ailesiyle muhatap olurken yeterince anlayışlı olduğumu düşünüyorum. Hepsi hâlâ yaşıyor.”

Asla uslanmayacak bir pervasız gibi konuşması karşısında kafamı hafifçe iki yana sallarken askılardan birini çekip aldım. Yağ yeşili tonlarındaydı. İp askılı, saten ve uzun modeli vardı. Rahat olacağını düşündüğüm için onu seçmiştim. Elbiseyi askısından çıkartıp parmaklarımın arasındaki kumaşının verdiği sıcak hisle bir süre oyalandım. Onu giyecektim ama bunun için banyoya geri dönmek istemiyordum. Cesur’un önünde soyunmayı da istemiyordum. Ancak bir korkak gibi banyoya kaçmaktansa burada giyinmeyi tercih ederdim. Zaten yabancısı olduğu bir sahne olmayacaktı.

“Nikâhtan sonra ne olacak peki?”

“Yamanların icabına bakmamız şart. Ufuk başlarda sağda solda konuşup duruyordu. Şimdi bir deliğe saklanmış. Tuna onu aratıyor.”

Omuz silktim. “Belki de çoktan yurtdışına kaçıp izini kaybettirmiştir.”

İçki bardağını sehpaya bıraktığını çıkarttığı tok sesten anladım. “Birinin benden kaçabileceğini hâlâ düşünebiliyor musun?”

Parmaklarımın arasındaki kumaşı sıktım. Omuzlarımı dikleştirirken havlunun çözülmesine izin verip yere düşmesini sağladığımda sokaktan vuran tüm ışık doğrudan sırtıma toplanmıştı ve ben artık çırılçıplaktım. Nefes alış verişlerimin stabil kalması için büyük bir çaba sarf ederken elbiseyi giymek için aheste aheste hareketlendim. Hiç acelem yoktu.

“Eğer bir şansım olsaydı ve kaçsaydım beni arayıp bulamamanı izlemek zevkli olurdu,” dedim kendini beğenmiş tavrına karşılık hafif alayla.

Bacak bacak üstüne attığı ayağını indirdiğini işittim. “Oyun oynamak mı istiyorsun?” dediğinde sesinde karanlık bir tını vardı.

Elbisenin fermuarını açmakla uğraşırken, “Nasıl bir oyun olacak?” diye sordum.

“Buradan adamlarımdan birkaçıyla ayrılmana izin vereceğim. Hatta ilk iki saat peşine düşmeyeceğim. Kaç benden kaçabileceğin kadar.”

Güldüm. “Senin adamlarınla birlikteyken nasıl kaçabilirim ki?”

“Onlar sadece seni korumak için yanında olacak.”

“Hmm... Kaçacağım ve iki saat beni aramaya başlamadığını bileceğim,” derken ilginç bir şey duymuşum gibi dudaklarımı eğrilttim.

“Sana sunduğum süre bitince seni bulmamın sadece birkaç saat süreceğini göreceksin.”

Elbiseyi kafamdan geçirerek tıpkı dökülen bir yağ gibi üzerimden kaymasına izin verdim. Nihâyet çıplaklıktan kurtulurken, “Kabul,” dedim birden. “Bunu yarın yapalım. Yanımda sadece Akın’ı istiyorum. Kabul mü?”

“Akın’ı mı?” dedi garipseyerek. “İşini daha kolaylaştırması gereken birini seçmeni beklemiştim.”

Güldüm. “Tüm zorluklara rağmen denemek daha eğlenceli olur.”

“Kabul,” dedi bunun üzerine. Ayaklandığını işittim, nefesim daha çok şiddetlendi. “Sabah olunca çık. Akşam olmadan yeniden bu odada olmanı sağlayacağım.”

“Kendine çok güveniyorsun. Göreceğiz.”

“Seninle bu oyunu defalarca oynarım, fırtına. Hepsinin sonucu aynı olacak,” derken artık tam arkamdaydı. Vücudumun ona karşı amansızca heyecanlandığını saklamak istercesine nefesimi tutarken elbisenin fermuarın dokunan parmaklarını hissetmek tüm tüylerimin diken diken kesilmesine neden oldu. “Senin benden ayrı bir gün geçirmene müsaade etmem,” dedi fermuarı yavaş yavaş yukarıya çektiği sırada.

“Ya akşam olduğunda bile beni bulamamış olursan?”

“Öyle bir ihtimal yok,” dedi. “Bundan emin olacaksın.”

Sertçe yutkundum. Fermuarı çekmişti ama benden uzaklaşmamıştı. Yakınlığı baş döndürücüydü. Her şeye rağmen beni etkisi altına almakta zorlanmıyordu.

“Peki bu oyundan senin ne çıkarın olacak?” dedim bir anda kendimi tutamayarak. Hiç beklemeden karşılık verdi. Bu da bana bunu zaten düşündüğünü söylüyordu.

“Üzerinde sadece benim çizdiğim kolye varken seni izlemek karşılığında.”

Hızla yüzümü ona doğru çevirdim. Önümde duruyordu ve koca bedeni yüzünden artık sokak lambasının ışıkları bana vurmuyordu. Karanlığa alışmış olan gözlerim onu rahatça seçebiliyor, ifadesinde saklanan gizli keyif tanelerini bile ayırt edebiliyordu. İstediğini elde edeceğinden emindi. İşin kötüsü istediğini elde edeceğini bilmemdi.

Boğazımı temizleyip, “Misafirleri karşılamaya inmeyecek misin?” diyerek aramızda çatırdayan alevlerden uzaklaşmaya çalıştım. Çabamı elbette fark etti. Hatta bana hafifçe güldü bile.

“İneceğim. Peki sen?”

Kafamı hafifçe iki yana salladım. “Bu gece odamda takılacağım.”

“Neden?” dedi, bu kez ısrarcı görünüyordu.

“Nedenini biliyorsun bence.”

Çenesinin kasıldığını hissettim. Sanki sert bir tepki gösterecekmiş gibi dursa da elini uzatıp parmaklarının tersiyle yanağımı okşadı. “Sadece seni kendimden korumak istemiştim,” dediğinde beni giysi odasına kilitlediği anlar hızlandırılmış şekilde gözlerimin önünden geçti ve istemsizce dokunuşundan kaçtım. Havada kalan elini indirdiğinde avucunu yumruk yaparak sıktı.

“Biliyorum ama bazı kötü anılarımın uyanmasına neden oldu. Saçma şekilde artık aşırı etkileniyorum.”

“Kilitli ya da kapalı kalmaktan?” Yavaşça kafamı salladım. “Bu yüzden aşağıya inmiyorsun.” Yine kafamı salladım. “Aşağıda kilitli ya da kapalı olmayacaksın. Kapılar daima açık, çıkmak istediğinde kimse seni durdurmayacak. İstediğin kadar kalıp istediğinde gitmek senin tercihin. Orası kapalı, kilitli, kokuşmuş bir bodrum katı değil, fırtına.”

“Nefes alamayacakmış gibi hissediyorum. Bu elimde olan bir şey değil.”

“Burada nasıl nefes alabiliyorsan orada da alırsın-”

“Burada kapımın kilitli olmadığını biliyorum ve penceremi daima aralık bırakıyorum,” diyerek lafını kestim. “Bu şekilde daha rahat olabiliyorum. Aşağıda açabileceğim bir pencere bulunmuyor, değil mi?”

Bir süre bana baktıktan sonra düşüncelerimi onaylamadığını belli edercesine kafasını çok hafifçe iki yana salladı. Ardından, “Kafanın içerisinde kendine sınırlar çizmişsin hepsi bu,” dedikten sonra benden bir adım uzaklaştı. Yine bir müddet bana sadece bakmakla yetindi. Gözlerinden neler geçtiğini anlamak zordu. Bana hem yakın hem de uzaktı. Tıpkı benim ona olduğum gibi. Sonra bir şeyler daha söyleyecek gibi olsa da bundan vazgeçerek dönüp odadan çıktı. Gitmesiyle birlikte sırtımı gardıroba yaslayarak tuttuğum soluğu verirken gözlerim pencereye kaydı. Banyoya girmeden önce aralık bıraktığıma emin olduğum kanadın tamamen kapatılmış olduğunu gördüm. Görünmez bir el sivri tırnaklarını tenime bastıra bastıra boğazımdan yukarıya çıkıyormuş gibi hissetmeye başladığımda birden kaşlarım çatıldı.

Gerçekten de bunu kendime ben mi yapıyordum? Kafamın içerisinde sınırlar çizip kendime güvenli alan oluşturmak için mi böyle tepkiler vermeye başlamıştım?

Sırtımı gardıroptan ayırmadan kapalı olan pencereye bakmaya devam ettim. Sanki göğsümün üzerinde koca bir kaya varmış gibi nefes almak zahmetliydi ama bundan vazgeçmedim. Sınırlandırılmak istemiyordum. Hele de kendim tarafından...

Tıklattığım kapının ardından Eva’nın, “Henüz işimiz bitmedi!” diye söylenmesini duyunca iç geçirdim. Belli ki epey rahatsız edilmişti. Konuşmadan önce boğazımı temizleyip, “Benim,” dediğimde beklemediğim hızla kapıyı açarak beni karşıladı.

“Ah, Nehir, nerelerdeydin? Daha erken gelirsin sanmıştım.”

İçeriye doğru yavaş bir adım atarken, “Ancak işlerimi bitirebildim,” diye geveledim. İşin aslı Cesur gittikten sonra bir müddet ne yaptığımı düşünerek kafamı patlatmış ve daha sonra da üzerimi değiştirip sanki aşağıya inecekmişim gibi hazırlanmıştım.

“Evet, bunu görüyorum. Çok güzel olmuşsun,” derken bir adım geriye çekilip beni inceledi. Üzerimde parlayan tek şey Cesur’un kolyesiydi. Siyah elbiselerden birini seçmiştim ve aslında pek de bir esprisi yoktu. Makyajı hafifi tutmuştum. Saçlarımın birkaç tutamının önüme dökülmesine izin vererek geri kalanımı ensemin üzerinde toplamıştım. Ağır duruyordum. Gecenin ağır havasıyla birebir uyumluydum.

“Ama makyajını biraz daha yoğunlaştırabiliriz, ne dersin? Gözlerin daha belirgin vurgu istiyor.”

İstemediğimi belli edercesine kafamı hafifçe iki yana sallarken, “Peri nerde?” diye sordum.

“Buradayım,” diyen ses odanın içerisinden, yatağın bulunduğu taraftan geliyordu. Her köşesi Eva’ya ait olduğunu adeta bağıran odanın minik koridorunu geçerek ana kısmına ulaştığımda Peri’yi makyaj masasının önünde buldum. Etol yaka saten gelinliğiyle oldukça zarif duruyordu. Tıpkı dergilere poz vermeye hazırlanan modeller gibiydi. Gelinlik dipten tepeye sadeydi, tek bir taş tanesi bulundurmuyordu, ancak Peri’nin üzerinde mükemmel durmuştu. Kalçalarına kadar dar inen kesimi aşağılara indikçe bollaşıyordu ve kuyruğu da vardı. Kesinlikle tüm sadeliğine rağmen bir o kadar da hayran olunasıydı.

“Çok güzel olmuşsun,” dedim içten tebessümümle. Görünüş olarak kusursuzdu, ancak gözlerinde öyle bir bakış vardı ki işte tüm kusurlar orada gizlenmişti. Dik durmak için çabaladığını görebiliyordum. Yüzünde çaresiz bir hava hâkimdi. İdare etmeye çalışıyordu ve iyi bile götürdüğünü söyleyebilirdim. Birkaç saat önceki yıkık hâlinden epey sıyrılmış duruyordu.

Onu inceleyip durmam karşısında utanmış gibi gözlerini kaçırdı. “Bu kadar hazırlığa gerek var mıydı anlayamıyorum.”

“Elbette vardı. Çağlayanlar büyük bir aile ve bazı şeyler buna uygun olmalı.” Kısaca kafasını salladı. Bu sırada Eva makyaj masasında duran fırçalardan birini kapıp Peri’yi kendisine doğru çevirerek kaldığı yerden devam etti.

“Makyajı nasıl oldu?”

Güldüm. “Övgü mü istiyorsun, Eva?”

“Ah, evet. Bu hâle gelmesi için epey uğraştım.”

“Her şeyiyle mükemmel görünüyor.”

“Saçları o kadar uzun ki onlarla baş edemeyince ufak taşlı tokayla arkasında tutturup topladım. Sence açık mı bırakmalıyız?”

“Hayır, böyle çok daha iyi. Ama küpe taksa tam anlamıyla tamamlanmış olacak. Tek eksik bu gibi duruyor.”

Eva unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi çekmecelerden birine yönelip karıştırmaya başladı. “Birkaç tane almıştım ama hangisi daha güzel olur seçecek vakti bile bulamadım. Tuna tıpkı bir baş belası gibi beş dakikada bir gelip hazırlanıp hazırlanmadığımızı sorduğu için acele etmekten yapacağım her şeyi karıştırdım. İşte. Hangi küpenin daha iyi olacağını sen seçer misin?”

Bir anda kucağıma bırakılan dört takı kutusuyla göz göze geldim. Peri neyin içerisine düştüğünü çözemediği için karmakarışık şekilde bana bakıyordu. Pekala, Eva’nın kusursuzluk takıntısına henüz alışamamış olması normaldi. “Tüm bu hazırlığı hangi ara tamamladın şaşıyorum doğrusu,” diyerek kutuları yatağın üzerine bırakıp kapaklarını kaldırmaya başladım.

“Aşağıyı bile hazırlattım. Asla istediğim abartıda ve şaşaada olmasa da bomboş olmasından iyidir, değil mi? Cesur abi sade bir tören olacak diye söylemeseydi daha çok hazırlık yapardım, ancak onun dediğinden pek dışarı çıkmıyorum, üzgünüm Peri.”

Peri ona buruk bir tebessümle baktı. “Tüm bunlar benim için fazla bile, teşekkür ederim.”

“Lütfen. Evleniyorsun! Tamam bu bayıldığın bir evlilik olmayabilir ama bunu kaç kez yaşayacaksın ki? O yüzden her zaman en güzeli olmalı.”

“Gelinliğime ve düğünüme odaklanırsam daha mı kolay olur?”

Bunu gerçekten umutla sorması karşısında Eva duraksadı. Ne diyeceğini bilemeyerek çare ararcasına bana baktığında, “Evet,” diye mırıldandım. “Ana konuya değil de yan konulara kafanı yorarsan daha kolay olmasa bile daha rahat geçer.”

Hızlı hızlı kafasını salladı. “Deneyeceğim, teşekkür ederim.”

Fazla masum duruyordu. Onun bu dünyanın içerisinde büyüdüğünü biliyordum ama sanki her şeyden soyutlanmış şekilde yaşamıştı. Gülümsemediği halde çukurları belli olan gamzeleriyle göze epey sevimli geldiğini söyleyebilirdim. Karanlık bir kuyunun içine düşmüş gibiydi ve ona ışık tutan herkese inanacak kadar saf duruyordu. Ancak bana ve Eva’ya minnetle bakıyor olsa da hâlâ çekiniyordu. Sanırım o çekincenin kaybolması için biraz zamana ihtiyaç vardı.

“Pekâlâ, işte hepsi bu kadar,” dedi Eva geriye doğru çekilip eserini memnuniyetle incelerken. “Çok güzel oldun.”

Peri aynı utangaç tavrıyla elleriyle oynarken, “Sayende,” diye mırıldandı. “Teşekkür ederim.”

“Ah, bu kadar teşekkür etmene gerek yok. Ben böyle şeyleri yapmaktan hoşlanırım. Hatta benim için terapi gibi. Şimdi gidip kendimi hazırlayacağım. Hemen dönerim.”

Eva giyeceği çürük vişne tonlarındaki elbisesini alarak hızla banyoya girdiğinde odada Peri’yle baş başa kaldım. Hâlâ ayakta duruyordu. Bense yatağın ayakucuna oturmuş takı kutularını inceliyordum.

“Sen seçmek ister misin?”

“Önemli değil, herhangi biri olabilir benim için fark etmez.”

Üstelemedim. “Öyleyse bu tam uyacak gibi,” diyerek damla çerçeveli inci küpeleri yerinden çıkartıp takması için Peri’ye uzattım. Hiçbir yorumda bulunmayarak küpeleri alıp taktı. Programlanmış bir robot gibi davranıyordu. Görevini tamamlaya odaklanmıştı ve sanırım bu sayede daha kolay üstesinden gelebiliyordu.

Üzerinden bariz şekilde taşan gerginliği hissettiğim için ben de rahatsız hissederken, “Kolyesini de takalım,” diyerek yeniden kutuya yöneldim. İşim bittiğinde hiçbir kusur barındırmayan saf güzelliğiyle karşımda duruyordu. Darp edildiğini biliyordum ama makyajla yüzündeki tüm izler gizlenmişti. Tertemiz ve kusursuz duruyordu. Ancak işte, gözlerindeki o kırık bakış hâlâ oradaydı ve tüm güzelliğine gölge düşüren tek şeydi. İstemsizce uzanıp çenesine hafifçe dokundum ve daima kafasını yukarıda tutmasını istercesine çenesini yukarıya doğru ittim.

“Ağlamak istediğini biliyorum,” dediğimde Peri’nin gözlerine anında yaşlar hücum etti. Buna şahit olmak sertçe yutkunmama neden olurken darmaduman hâline karşılık sağlam durmaya çalışma çabası içimi sızlatmaya başladı. Ona bakmak biraz da kendime bakmak gibiydi. Aramızdaki tek fark benim onun kadar masum olduğum yılların sadece çocukluğumdaki yıllarla sınırlı olmasıydı.

“Bu geceyi atlattıktan sonra istediğin kadar ağlayabilirsin, tamam mı? Sadece birkaç saat dişini sıkman gerekiyor. Bunu yapabilirsin, sana güveniyorum.”

“Yapabileceğimden emin değilim,” derken kendisini gözyaşlarına bırakmamak için olduğu yerde hareket edip gözlerini havaya dikti. “Makyajımın akmasını istemiyorum. Eva benimle çok uğraştı ama... ama kendimi nasıl durdurabileceğimi bilmiyorum.”

“Biraz otur,” diyerek onu arkasındaki pufa doğru yönlendirdim ve ben de tam karşısına geçerek yatağın kenarına oturdum. “Bak, kolay şeyler yaşamadığının farkındayım-”

“Ailem benden tiksiniyor. Onlar için yüz karasıyım. Ölsem buna sevinecekler,” dedi birden. Donakaldım. Ne tepki vereceğimi bile kestiremedim. İçime buzdan bir el sokulup kalbimi parmaklarının arasında ezmeye başladı.

Peri akmaması için çabaladığı gözyaşlarını dikkatlice silerken sanki hata yaptığını düşünmüş olacak ki, “Üzgünüm, ne dediğimin farkında değilim,” diye geveledi.

“Benimle istediğin gibi dertleşebilirsin, Peri,” dedim içimde kopan fırtınalara rağmen sakinliğimi bozmadan. “Seni dinlerim ve bunlar aramızda kalır. Ne zaman istersen.” Bana sahiden mi dercesine baktığını gördüğümde, “Burası senin için cehennem olacak bir yer değil. Bizler de seni dışlayacak değiliz. Dinle, Özgür de kötü biri değildir. Ondan korkmana gerek yok. Sana zarar vermez, incitmez,” diye açıklamaya çalıştım. “Bizler canavar değiliz, Peri.”

“Onu istemediği bir evliliğe sürükledim. Benden nefret ediyor-”

“Aslında onun problemi evliliğin kendisiyle ilgili, seninle ilgili değil. Kör kütük aşık olduğu bir kadınla olsaydı bile onunla evlenmek isteyeceğini asla düşünmüyorum,” diyerek sözünü kestim. “Yine de bu oldu diye sana zulüm edecek birisi değil, bunu anlamanı istiyorum.”

Ağır ağır kafasını salladı. “O, kötü birisi değil, farkındayım. Ailemin benim için göstermediği tahammülü bana gösteriyor. Bunu bugün çok iyi anladım.”

Duyacaklarıma kendimi hazırlayarak, “Bugün neler oldu?” diye sorduğum sırada bulunduğumuz odanın kapısı gürültüyle çalındı. Peri korkuyla yerinde sıçrarken Eva hızla banyodan çıkıp kapıyı açarak, “Tamam, bu kez hazırız. Lütfen hızlı olmamızla ilgili konuşmaya başlama ve iki dakika daha sabırlı ol,” dedi aksanının kelimelerine etki etmesine engel olamayarak. Her zamanki gibi hızlı konuştuğunda aksanı kendisini ele veriyordu.

Tuna’nın, “Artık zaman kalmadı Eva. Aşağıya inmeniz gerekiyor, nikâh memuru geldi. İki dakika bile veremem. Hızlanın,” dediğini işittiğimde Peri’yi ellerinden tutarak ayağa kaldırdım. “Omuzlarını dik tut ve arada sırada gülümsemeyi dene. Biliyorum çok zor ama yapmalısın. Aşağısı çok kalabalık değildir, hiç gerilme.”

“Ya bana aşağılarcasına bakarlarsa?” dedi çaresizlik içerisinde. “Herkesin gözünde nişanlımı aldatmış iğrenç bir kadınım.”

“Bunu düzelteceğiz tatlım,” dedi Eva yanımıza geldiği sırada. Kendinden emin duruyordu. “İmajını bozan o haberin üzerine yeni bir haber yayınlayacağız. Asıl aldatanın Ufuk olduğuna dair fotoğraflar yer alacak ve çoktan nişanı attığınızı söyleyeceğiz. Önceki haberi kıskanç eski nişanlının sizi karalamaya çalışması gibi lanse edip okları ona çevireceğiz. Bu yüzden kameralar sizi çekerken gülümsemelisin ve Özgür’e yakın durmalısın.”

Peri duyduklarına rağmen rahatlayamadı. “Ama aşağıdakilerin çoğu gerçeği biliyor. İnanmayacaklardır. Hepsi bana iğrenircesine bakacak-”

“Emin ol oradakiler hepsinin bir kırığı vardır,” dedim homurtuyla. “Ayrıca hiçbiri sana bırak aşağılarcasına bakmayı doğru dürüst bakamaz bile. Sen Özgür’ün eşi olacaksın, Peri. Öncesinde olanlardan kimse bahsetmeye cesaret edemeyecek bundan sonra.”

Eva, “Ve ayrıca eminim ki herkes Özgür’ün seni baştan çıkarttığını düşünüyordur. Bu yüzden rahat olabilirsin,” diye ekledi. “Şey... Özgür’ün uslanmaz bir avcı olduğunu herkes biliyor sonuçta.”

Bu sırada hâlâ kapıda beklemekte olan Tuna, “Haydi hanımlar, biraz acele edin,” diye yakındı.

“Tamam, daha fazla bekletmeyin,” diyerek Peri’yi dışarıya doğru yönlendirdim. Benim geride kalmış olmam dikkatinden kaçmazken, “Sen gelmiyor musun?” diye sordu. Eva’nın da bana baktığını hissettim. Onlara geceye katılmayacağımı söylemek üzereydim ki birden kendimi, “Geleceğim,” derken buldum. “Tabii ki geleceğim.” Peri bana minnetle baktı, Eva ise sevinçle. Yatağın üzerinde unutulan gelin çiçeğini alırken şimdiden büyük bir stresin içerisindeydim ve aşağıya inerken yarı yolda geri dönüp odama kaçmamak için içimden dua etmeye başlamıştım.

Gelin çiçeğini Peri’nin eline tutuşturup önden çıkmasına izin verdim. Tuna kapıdaydı ve çıkmamızla birlikte önden ilerlemeye başladı. Geline doğru düzgün bakmamıştı bile. Peri bu ayrıntıya hiç dikkat etmezken dikkatli adımlarla koridorda ilerlemeye başladı. Eva ve ben onun hemen yanındaydık. Bu esnada aşağıya iniyor olmam dışında her şeyi düşünüyordum ve şimdilik sorun yok gibiydi.

Arka kısımdan aşağıya inen merdivenleri kullanarak Yeraltı Kulübü’ne indiğimizde kendimi rahatlatmak istercesine ciğerlerime gürültülü bir soluk çektim. Eva bunu fark ederek destek olmak istercesine uzanıp koluma dokundu. Ona sorun olmadığını hissettirmeye çalıştım ama başarılı olduğumdan emin değildim. Gerginliğim hat safhadaydı. Kulübün arka kısmına sanki aylar sonra ilk kez inmişim gibi hissederken kendimi etrafı incelerken buldum. Tıpkı ilk geldiğim gecedeki gibi ve şu anda Peri’nin de yaptığı gibi.

Derken Akın gizli kapının ardından çıktı. Suratında bezgin ve memnuniyetsiz ifadesi asılıydı. Takım elbise giymek yerine siyah gömlekle geçiştirmeyi tercih etmişti. Zaten yeterince insanı kendinden uzağa iten ifadeye bürünmüşken bir de tepeden tırnağa siyah giyinmekle tavrını destekliyordu. Onu tanımayan kimse yanına yanaşmak istemezdi ve tanıyanların bile temkinli davranacağından şüphem yoktu. En azından bu gece için.

Akın yanımıza geldiğinde Peri’ye ölümcül bakışlarından birini savururken Eva’ya hitaben, “Kendine yeni bir oyuncak bulmuşsun,” diye homurdandı. Tavrı her zamanki gibi kabaydı ve Peri’yi istemediğini de saklamıyordu. Bir zamanlar bana davrandığı gibi şimdi ona davranıyordu.

Eva gözlerini devirdi. “Güzel olduğunu söylemek zor değil.”

Akın oralı bile olmadı. “Ben içerideyim,” diyerek yanımızdan geçip gitti. Peri onun hışmına sadece birkaç saniye uğramış olsa da bariz şekilde tüm duruşunu kaybederken bu sırada arka kapıdan Özgür’ün çıktığını fark edince kendisini olabildiğince kastı. Sanırım ondan da ters tepki almaya kendisini hazırlıyordu.

Özgür takım elbise giyme nezaketi göstermişti. Onu takım elbisesi içerisinde sık görmediğim için görünüşünü yadırgamadan edemedim. Genelde rahat giyinmeyi tercih ediyordu ve şu anda vücuduna tamamen oturmuş takım elbisesinin içerisinde zor duruyor gibiydi. Kravat takmamıştı, üstten birkaç düğmesi açıktı ve daha rahat nefes alma umuduyla olsa gerek sürekli yakasını çekiştiriyordu. Dalgın dalgın yürüyerek yanımıza doğru gelirken kafasını kaldırıp baktığında ve Peri’yi gördüğünde bir an için atacağı adımı atamadı. Sertçe yutkunduğunu ademelmasının hareketinden yakaladım. Peri gerçekten çok güzel olmuştu. Göz alıcıydı ve Özgür’ün gözü onda kalmıştı.

Tuna gürültüyle boğazını temizleyerek, “Buranın organizasyonu sende Eva. Ben giriş müziğini açtıracağım birazdan. Hadi Nehir, içeri geçelim,” diyerek girmem için bana kolunu uzattı. Biraz tereddütle koluna girerek kulübün iç kısmına doğru yürüdüm. Her adımımda nefes almam sanki daha da zorlaşıyordu, ancak Cesur’un söylediklerini kendime hatırlatıyor ve sakin kalmaya çalışıyordum.

Kulüp kısmına girdiğim anda Cesur’un gözleri bulunduğum tarafa doğru çevrildi. Aramızda dört masa bulunuyordu ve yanındakilerle konuşmaya devam ediyordu. Ancak gözleri sadece benim üzerimdeydi. Ona doğru ilerlerken yere serilmiş olan kırmızı halının üzerindeydim ve bir an için kendimi gelinlikle hayal etmekten alıkoyamamıştım. Elimde çiçeğimle ona doğru yürürken gelinliğimin eteklerine basmamak için endişe ettiğim anlar zihnimin içerisinde dönüp duruyordu. Ben hiç gelinlik hayalleri kurmamıştım ama bu adam yüzünden bunu ikinci kezdir yapıyordum.

Tuna kavalyemmiş gibi beni Cesur’un masasına kadar götürdü ve daha sonra kolumdan çıkarak Cesur’a doğru eğilip bir şeyler söyledikten sonra yanımızdan ayrıldı. Masada oturmam için boş koltuk yoktu. Ama zaten buna ihtiyacım yokmuş gibi Cesur ayaklanmış ve kendi koltuğunu benim için çekmişti. Göğsümde garip bir heyecan oluşurken yavaşça onun kalktığı koltuğa oturdum ve bu esnada masada hızlı bir yer değişikliği yapıldı. Birisi kalktı, onun koltuğuna Cesur geçti. Ardından masadakilere, “Nişanlım, Nehir,” diyerek beni takdim ettiğinde bir an için nefes almayı bile unuttum. Böyle çıkış yapacağını asla ummadığım için şaşkınlığım yüzümden okunuyordu.

Masadakilerin kafalarını eğerek beni selamlamalarını sessizce karşıladım. Hepsi yaşça büyük insanlardı ve aralarında sadece bir tane kadın bulunuyordu. Cesur’un hemen solunda oturan adam, “Sizin düğün ne zaman yeğenim?” diye sordu. Fazla sigara içmekten olsa gerek sesi epey hırıltılıydı.

“Yakında. Çok uzatma niyetinde değilim.”

“İyi iyi. En doğrusu. Böyle işler uzatmaya gelmez.”

“Ama böyle aceleye de gelmez,” dedi bir başkası. Durumdan hoşlanmamış gibi duruyordu. “Neden böyle oldu? Yoksa kız hamile mi?”

Gözlerim irileşti. Adamın pervasızca dile getirdiği şey yüzünden olduğum yerde kaskatı kesilirken Cesur, “Biz böyle uygun gördük,” dedi sertçe. Tavrı hadi cesaretliysen üstele dercesineydi.

Adam tek kaşını havaya kaldırıp meydan okurcasına baktı. Bir şeyler söylemek için lafa gireceği sırada yanındaki kadın elini adamın elinin üzerine koyup uyarırcasına sıktı. “Demek ki yıldırım aşkı olmuş, hayatım. Bu zamanda gençler her şeyi daha hızlı yaşıyor. Öyle değil mi?” diyerek konunun ilerlemesine izin vermedi ve becerikli şekilde sohbeti yöneterek masadakilerle konuşmasını sürdürdü.

Hafifçe Cesur’a doğru eğildim. “Bu da neydi şimdi?”

İçki bardağını dudaklarıyla birleştirmeden önce, “Tayyar Özkaya’yla sık görüşenlerden birisi. Yediremiyordur,” dedi.

“Gelmeseymiş o zaman. Sorun çıkartmak için mi burada?”

“Bizden ayrılmayacağını ama kınamaktan da geri kalmayacağını göstermek için,” derken durumun canını sıktığı her hâlinden belliydi. Rahatsızlık hissi arttığında nefes alışverişlerim istemsizce düzensizleşti. Gözlerim hızla kapılara döndü. Asansörler çalışıyordu ve arka kapı açıktı. Burada sıkışmış ya da kilitlenmiş değildim. Sakin kalmayı başarabilirdim. Bu sırada Cesur’un elini bacağımın üzerinde hissettiğimde başım ona döndü. Parmaklarını tamamen açarak baldırımı kavrayıp yavaşça okşadığında oturduğum yerde kıpırdanarak birinin bizi izleyip izlemediğine bakındım. Masadakilerin ilgi odağında olmamak rahatlatıcıydı ama bir masa ötemizde Akın’la ayaküstü konuşan adamın sıkça bana doğru dönüp bakması kaşlarımın çatılmasına neden olmuştu.

“Akın’ın konuştuğu adam kim?”

“Dayısı. Adı Yunus.”

Öğrendiğim yeni bilgiyle birlikte orta yaşlarının sonundaki adamı daha dikkatli incelemeye başladım. Halide Çağlayan’la pek benzerlikleri yok gibiydi. Kadını ancak hatırlayabildiğimde gözlerim yeniden Cesur’a döndü.

“Halide Çağlayan burada değil?”

“Evet,” dedi sanki normalmiş gibi.

“Oğlunun nikâhını kaçırmak isteyeceğini hiç sanmazdım.”

“Haberi olsaydı eminim ki kaçırmazdı.”

“Ne yani ondan sakladınız mı? Ama neden?”

“Çünkü bu evliliği onaylamıyordu.”

Kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. “Şaşırmadım,” dedim homurtuyla. “Peki kardeşi de ona söylemeyecek mi? O da pek memnun görünmüyor.”

“Yunus abi hâlden anlayan biridir. En azından bu gece söylememesi gerektiğinin farkında. Nikâhtan sonra öğrense de önemli değil. Önemli olan şu anda burada olup rezalet çıkartmamış olması.”

“Ona abi mi diyorsun?” Kısaca kafasını salladı. “Aranız nasıl? Sana nasıl davranıyor?”

Güldü. “Halide gibi davranıp davranmadığını mı merak ediyorsun?” Bu kez ben kafamı salladım. “O iyidir. İhtiyacım olduğunda yanımda olacağını biliyorum.”

“Ama ihtiyaç duysan bile ona gitmezsin?” dedim sorarcasına. Daha belirgin güldü.

“Yakaladın.”

“Sana zarar verenlere iyi davranıyor olman bazen sinirlerimi bozuyor,” diye itiraf ettiğimde baldırımda duran elinin tutuşu sıkılaştı. Bana doğru eğilip, “Nasıl davranmamı isterdin?” diye sordu. Sesinde hem merak vardı hem de benimle eğlendiğini saklamıyordu.

Gelin ve damat için giriş müziği çalmaya başladı.

“Sana davrandıkları gibi,” derken baldırımdaki elinin üzerine elimi koyup onu itmeye çalıştım ama tek yaptığı beni daha sıkı kavramak oldu.

“Eğer öyle davransaydım ailedeki ölü sayısı ciddi derecede artardı fırtına.”

Ağzım açık kaldı. Bunu umarsızca söyleyebiliyordu. Bense ona neler yaptıklarını düşünerek kafamı yorup hepsine öfke doluyordum. Derken Peri ve Özgür arka kapının orada göründü. Işıklar ikisinin üzerine toplandığında Peri’nin heyecandan elinin ayağına dolandığını fark ettim. Özgür’ün koluna girmişti ve güç alırcasına ona tutunuyordu. Birlikte yürümeye başladıklarında Özgür doğrudan önüne bakarken Peri kafasını kaldıracak cesarete bile sahip değildi. Hatta alkışlar arttıkça daha çok Özgür’e sokuluyordu.

Oturduğum yerde onları alkışlayanlara katıldığım sırada Cesur, “Gelini sevmiş gibisin,” diyerek bana yandan bir bakış attı. O alkışlamıyordu. Bunun yerine içki içmeyi tercih etmişti.

“Saf, temiz birine benziyor.”

Cesur, “Bazı yönleriyle sana benziyor,” dedi birden. Alkışlamayı keserek ona garip garip baktım.

“Ben saf ya da temiz değilim. Uzun zamandır.”

“Biliyorum. Seni kana bulayan bendim.”

“Bundan böyle gurur duyar gibi konuşman...” dedim son kelimeyi biraz uzatarak. Dudağının kenarının kıvrıldığını gördüğümde onunla bu konuda uzlaşamayacağımızı anlayarak kafamı hafifçe iki yana sallayıp odağımı yeniden gelinle damada çevirdim. Yüksek ve üzeri beyaz çiçeklerle dolu masanın ardındaki yerlerini almışlardı. Ayakta duruyorlardı ve Peri bir an sonra bayılacakmış gibi rengi atmıştı. Nikâh memurunun boğazını temizleyerek mikrofona uzanmasını izledim.

“Saygıdeğer konuklar hepiniz tekrardan hoş geldiniz. Bu akşam burada Peri ve Özgür çiftinin mutlu anlarına tanıklık etmek için toplanmış bulunmaktayız.” Yeniden boğazını temizledi. Nikâh memuru bile fazla gergin duruyordu. “Efendim fazla uzatmadan nikâhımıza başlayalım. Siz Tayyar kızı Nigar Peri Özkaya, kendi hür iradenizle, hiçbir baskı altında kalmadan, iyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta Sarp oğlu Özgür Çağlayan’ı eşin olarak kabul ediyor musun?”

Cesur’la kısa bir bakışma yaşadık. Birlikte denize atladığımız gün ikimizin arasında bu konuşmanın geçtiği anlar tatlı hatıra şeklinde şu anda kafamda dönüyordu ve emindim ki o da aynı şeyleri düşünüyordu.

Peri bariz şekilde sertçe yutkunduktan sonra kendisine uzatılan mikrofona doğru eğilerek, “Evet,” dedi. Sesi pek de gür çıkmamıştı ama nikah memuru tekrar etmesini istemeyerek Özgür’e döndü ve Özgür’ün bir an sonra asılacakmış gibi duruyor olmasından olsa gerek sorusunu hızlandırdı.

“Peki siz Tayyar kızı Nigar Peri Özkaya’yı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?”

Özgür mikrofonu parçalayacakmış gibi tutarken, “Evet!” dedi ama bunu nefretle söylediğine yemin edebilirdim.

“Sizler şahitlik ediyor musunuz?”

Şahit olarak orada duran iki adamı da tanımıyordum. Sanırım aile büyüklerinden birileri olmalıydılar. İkisi de onay verdikten sonra nikâh memuru, “Bende bana verilen yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum. Hayırlı olsun,” dedi. Salondan yine alkış sesleri yükseldi. O sırada imza atma işlemi gerçekleşiyordu. Önce Peri, sonra Özgür ve sonra da şahitlerin imza atmasıyla işte bitmişti. Peri ve Özgür resmen evlenmişlerdi.

Cesur omuzlarından büyük bir sorumluluk kalkmış gibi soluğunu gürültüyle havaya bıraktı. Özgür’e baktım, burayı ateşe vermek ister gibi duruyordu. Fotoğrafları çekilmeye başlarken bile suratındaki ifade değişmemişti. Her an salonu terk edip gidecekmiş gibi duruyordu.

“Böyle aniden olacağını hiç düşünmemiştim,” diye kendi kendime mırıldandım. “Gerçekten çok hızlı oldu.”

“Öyle.”

“Umarım ikisi için de iyisi budur.”

“Özgür için pek iyi olmayacağını biliyorum ama zamanla alışacaktır.”

“Peri’yi de düşünmelisin. Kolay şeyler yaşamadı-”

Birden tüm bedenini bana doğru çevirip, “Bugün abisi onu öldürmek istemiş,” dedi gözlerini hafifçe kısarak tepkimi ölçmek istercesine bana bakarken. “O hâlâ abisini düşünürken, onun için Özgür’e ve Akın’a bağırırken abisi silahına uzanmaya çalışıyormuş.”

Görünmez ipler boğazıma dolanmaya başladı. “Siz ne yaptınız peki? Abisi... yaşıyor mu?”

“Yaşıyor,” dedi. Sonra karanlık ifadesiyle birlikte, “Şimdilik,” diye ekledi.

“Ortalık daha çok karışmasın diye dokunmadınız,” dedim durumu kavramakta zorlanmazken. Sadece kafasını sallamakla yetindi. Bu konuyu neden açtığını biliyordum ve bunu biliyor olmak boğazımın kupkuru kesilmesine neden oluyordu.

“Ortalık bu kadar karışık olmasaydı...” Devamını getirmeden önce dudağımı yaladım. “Onu öldürür müydün?”

“Evet,” dedi düşünmeden. Beni her hücremi görebiliyormuşçasına inceleyen kurnaz gözleri yüzümde dolanırken, “Sor hadi aklındaki soruyu,” dedi.

Çaresizce cevabının farklı olmasını umarcasına ona bakmaktan kendimi alamazken, “Abimi bulsaydın onu öldürür müydün?” diye sordum. Sesim içime kaçmış gibi güçsüzdü. Çünkü bunun düşüncesiyle bile ruhum bedenimden çekiliyormuş gibi hissetmeye başlamıştım.

“Gözümü bile kırpmazdım fırtına,” dedi sanki hemen şu anda silahını çekecekmiş gibi konuşarak. “Sadece onu değil tüm aileni, sana dokunan dokunmayan hepsini.”

“Ama-” demiştim ki kafasını hafifçe sağ omzuna yatırıp, “Sana zarar verenlere kıyamıyor olman beni delirtiyor,” dedi biraz önce ona söylediğimi bana çevirerek. “Bu yüzden onlara öyle kıyacağım ki cümle aleme ibret olacak.”

Peş peşe birkaç kez yutkunduktan sonra gözlerinin içine bakacak gücü kendimde bulabildim. “İşte bunu yapacağını bildiğim için sana onları asla söylemeyeceğim, Cesur.” Kafamı hafifçe iki yana salladım. “Üzgünüm. Üzgünüm, ben o sahneleri yaşamak istemiyorum.”

Beni yatıştırmak istercesine elinin tersiyle yanağımı okşayıp sonra da saçlarıma dokundu. Ardından, “Onları bulacağım,” diye yemin etti. “Sen söylesen de söylemesen de.” Kaskatı kesildim. “Ve onları öldüreceğim. Sen izlemek istesen de istemesen de.”

Köşkün içerisinde sessizlik hâkimdi. Halide Çağlayan makyaj masasının koltuğuna oturmuş yatağına girmeye hazırlanıyordu. Artık neredeyse tamamen beyazlardan oluşan saçlarından kaydırdığı altın rengindeki tarak işlemelerle süslüydü. Büyük aynadaki aksine bakarken keyfi epey yerinde olsa gerek ezberindeki şarkılardan birinin ritmini mırıldanıyordu.

Tarakla işi bittiğinde onu bir kenara bırakıp sabahlığının kuşağını çözmek için ayaklandı. Saten kumaşı omuzlarından kaydırarak koltuğun sırt kısmına bırakırken aynadaki aksinden boynuna bakıyordu. Sarp’ın kendi elleriyle yaptığı ve arkasında adının yazdığı kolye boynundaydı, ait olduğu yerdeydi. Yakında onu bakımının yapılması için tüm mücevherlerini aldığı kuyumcuya götürecekti ve bu sayede üzerindeki eski görüntüden onu arındıracaktı. Nehir bu kıymetli kolyeyi mahvetmişti ama Halide kocasının elinden çıkan her şeye değer verdiği için onu hayata döndürmek için tüm olanaklarını kullanmaya hazırdı.

Kolye gerçek sahibinin boynunda ışıl ışıl parlamayı hak ediyordu.

Günün yorgunluğu galip geldiğinde daha fazla oyalanmayarak yatağına yöneldiği sırada komodinin üzerindeki telefonundan bildirim sesi yükseldi. Hem telefonu sessize almak hem de gelen bildirimi kontrol etmek için hareketlendi. Yatağın kenarına oturduktan sonra uzanıp telefonunu aldı ve gelen mesajı açtı. Mesaj Yeraltı Kulübü’ndeki çalışanındandı ve gönderdiği fotoğrafta gelinle damat yer alıyordu.

Oradaki damat Özgür’den başkası değildi.

Sahurcular burada mııı 🥺

Çok özledik, umarız siz de özlemişsinizdir. 🥺💕💕

Halide Hanım sizce neler yapar? 🤔

 

 

 

 

Bölüm : 12.03.2025 01:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...