
Gece tüm hızıyla devam ediyordu ve birçoğunun yüzünde memnun ifadeler asılıydı. Bahisleri doğru isimlere yatırmış olanlar ceplerini doldurmuştu. Diğerleriyse somurtarak içiyor ya da gece bitmeden önce kulübü terk etmeyi tercih ediyordu.
Benim de yüzümde memnun ifadem asılıydı, çünkü doğru isme bahis oynamıştım. Kibar Bey çıktığı her maçı sadece üç dakika içerisinde bitirerek kazanmıştı ve çılgın kitlesi kulübü adeta yıkarcasına coşkuyla karşılık vermişti. Son düello başlamak üzereyken etraftaki kalabalıktan aynı ritimle adamın adı yükselmeye başladı.
“Kibar Bey! Kibar Bey! Kibar Bey!”
Sırıttım. Adamın kibarlıkla hiçbir ilgisi yoktu. Nereden bakılırsa iki yüz kiloluk koca bir canavardı. Kalın ve belirgin damarlarla dolu kol kaslarının arasında kıstırdığı her rakibi çırpınarak pes etmişti. Sert suratında doyuma erişemediğini belli eden ifade mevcuttu ve rakiplerinin birkaç dakika içerisinde nakavt olmasından memnun olmadığı açıktı. Vücudunun her yanına işlediği dövmeleriyse kesinlikle ona daha ürkütücü bir hava katıyordu. Özellikle yüzünün sağ tarafını kaplayan desenler etrafa yaydığı vahşi enerjiyi arttırıyordu.
Yanlış bahiste bulunduğumdan emin olan Tuna’ya sırıtarak bakarken içki kadehimi ringe yenice çıkmış olan Kibar Bey’e doğru kaldırdım. Etrafta kopan curcuna ve ışık gösterileri fazlasıyla coşturucuydu. Ben de anın coşkusuna kapılanlardan yalnızca biriydim. Ancak karnımın üzerine sahiplenircesine konan iri elle birlikte geriye doğru çekildiğimde ve sırtım sert bir göğüsle bütünleştiğinde damarlarıma doluşan heyecan yüzünden kalbimin ritmi hızla değişti. Kulağımın arkasına varla yok arası değen dudakları hissettim.
“Başka bir adamı destekliyorsun, öyle mi?” dedi Cesur. Sesindeki karanlık ton boğazımın kurumasına neden olurken havadaki elim usulca masaya indi.
“Sadece... öylesine.”
“Öylesine?”
Yavaşça kafamı salladım.
“Yani öylesine başka bir adamı destekliyorsun?” dedi bastıra bastıra. Karnımdaki eli sıklaştı. “Ne cesaret.”
Ona doğru dönmek istediğimde karnıma sardığı eliyle buna izin vermedi. Etrafıma kısa kaçamak bakışlar attım. Tuna ve Özgür pürdikkat maça odaklılardı. Aynı yüksek masanın etrafındaydık ama bizimle ilgilenmedikleri ortadaydı. Cesur bir an sonra beni karanlığına saklayıp ortamdan yok edecekmiş gibi arkamdaydı ve onlarca insanın arasında olduğumuz hâlde onunla yapayalnız kalmışım gibi göğsüm heyecanla inip kalkıyordu.
“Devam etsene,” dedi Cesur.
Sertçe yutkundum. “Neye?”
“Onu desteklemeye. Kadehini onun için kaldır bir daha. Kaldır ki o kadehi onun kanıyla doldurayım.”
Gözlerim irileşti. “Ciddi olamazsın.”
“Dene.”
Yüzümü ona dönmek istedim, bu kez bana izin verdi. Kollarının arasında dönerek sırtımı dövüşün başladığı kafese çevirdim. Kibar Bey isterse yenilebilirdi, artık hiç umurumda değildi. Belime dolanan kollarının arasında ellerimi sert göğsüne yaslayarak ona ölçercesine baktım. Ciddiyetinden emin olmamı ister gibi, “Dene, fırtına,” diye fısıldadı. Dudağının kenarına sinsi bir kıvrım belirdi. Davetkârdı. Kesinlikle davetkardı ve bunu yapmamı bekliyor gibiydi.
Kafamı çok hafifçe iki yana salladım. “Sen delisin.”
Tekinsizce güldü. “Konu sen olunca daha bir deliyim.”
Ellerimi göğsünün üzerine iyice bastırıp kalp atışını hissedene kadar bekledim. Sakindi. Duruşu da sakindi, ancak sözleri ve gözlerinin gerisindeki bakış hiç de sakin gelmiyordu. “Onu desteklemiyorum. Sadece bahsi kazandığım için keyifliyim hepsi bu.”
“Bahis kimin umurunda? Beni milyarlarca zarara uğrat ama benim yanımda başka bir adama buradaki kahrolası en değerli yıldızmış gibi bakma.”
Yüzümü buruşturdum. “Öyle bir şey yapmıyorum.”
“O bakış sadece bana ait olabilir, fırtına, anladın mı?”
Tüm bakışlarım ona aitti. Dudaklarımı birbirine bastırıp usulca kafamı salladım. Bunun üzerine iri parmakları çeneme kondu. Baş parmağını sanki dudağımın üzerinde bir şey kalmış da onu temizlemesi gerekiyormuş gibi kaydırırken, “Sözleri duymaya ihtiyacım var,” dedi. Sesi günahkârdı ve bakışları da. Bana öyle özlemle, öyle yoğun bakıyordu ki sadece bunu yaparak kanımı kaynatıyordu.
Yanağımı uysal bir kedi gibi avucunun içine doğru kıvırırken, “Sadece sana ait,” diye fısıldadım. Koyu kahve gözlerinde bir şeyler patladı, heyecan kanıma karıştı. Hızlı hızlı nefes alıp vererek, “Sarp,” dedim ihtiyaçla.
Hafifçe yüzüme doğru eğildi. “Cesur,” diye düzeltti.
“Arada sırada bile sana öyle seslenemez miyim? Bu daha çok... daha çok senmişsin gibi hissettiriyor.”
“O zayıf çocuktan nefret ediyorum.”
Kendinden başka biriymiş gibi bahsetmesi canımı sıktı. “Zayıf bir çocuk değildin. Benim hayatımı kurtaracak kadar güçlüydün. Bende kurtarılacak ne gördün hiç anlamadım ama bugün hâlâ kafayı yememişsem ve hâlâ bir şekilde yaşıyorsam bu senin beni ayağa kaldırmanla oldu.”
“Kurtarılmaya ihtiyacın olduğunun farkında bile değildim,” dedi, bakışları maziye dalıp gitmiş gibiydi. “Herkes yeni bir kızın geldiğinden bahsediyordu ama sen ortalıkta yoktun. Herkes gibi seni merak etmiştim.” Güler gibi burnundan bir ses çıkarttı. “İlk kez bahçeye indiğin günü hatırlıyor musun?”
Zihnimi yokladım ama epey pusluydu. “Çok korktuğumu hatırlıyorum. Güneş... sanki günler sonra ışığa çıkmışım gibi güneş beni aşırı rahatsız etmişti. Önüme bile doğru dürüst bakamamıştım.”
“Görevli kadının elini sıkı sıkıya tutuyordun. Hatta ona neredeyse yapışmıştın ve eteğinin altına kaçmak ister gibi davranıyordun. O seni bahçeye çekmeye çalıştıkça sen geri kaçmak için çırpınıyordun ama kadın ısrarcıydı. İnadını yenip seni dışarıya çıkartmayı başarmıştı. Hatta seni yaşıtın kızların yanına götürüp tanıştırmaya çalışmıştı. Hiçbiriyle konuşmamıştın. Yabani gibi sana uzattıkları ellerinden kaçmıştın.”
Kollarımı göğsümün üzerinde bağlarken burnumu kırıştırdım. “Bunları ben hatırlamıyorum bile,” dedim homurtuyla.
“Bal rengindeki saçlarınla ve etrafındaki çocuklara adeta canavar görmüş gibi bakan mavi gözlerinle çok tatlı duruyordun,” derken parmakları siyah saçlarıma dolandı ve onlarla oynamaya başladı.
“Tatlı görünmediğime eminim.”
Güldü. “Doğrusu kendini beğenmişin teki olduğunu düşünmüştüm ve seninle asla ilgilenmeyeceğimi belli etmek istercesine top oynamaya geri dönmüştüm.”
“Demek öyle,” dedim tek kaşımın havalanmasına izin verirken. “Küçük bir çocuktum ve deli gibi korkuyordum. Bu yüzden öyle davrandığımı düşünemedin mi?”
“Ben de bir çocuktum ve tek derdim eğlenmekti,” derken kafasını hafifçe sağ omzuna doğru eğerek beni incelemeye devam etti. Deniz olduğumu öğrendiğinden beridir gözleri daima üzerimdeydi ve her hareketimi izliyordu.
“Benimle ilgili fikrini değiştiren ne oldu peki?” derken huysuzluğum yüzümden okunuyordu. Onun ilk gördüğü anda bana vurulduğuna inanmış olmalıydım ki öyle olmadığını görmek beni öfkelendirmişti. Sanırım hayal dünyasından çıkmam gerekiyordu. Sonuçta o zamanlar ikimizde çocuktuk ve çocukların öncelikleri ilk görüşte aşık olmak değildi.
“Bazıları seninle dalga geçiyordu. Dilsiz diyerek alay ediyorlardı. Bir keresinde sana dilsiz diyen oğlana olan bakışını yakaladım. Ellerini yumruk yapmıştın ve oğlanın ömründe duymadığı küfürleri ona söylemek üzereymiş gibi sinirli duruyordun. Dudaklarını büzüp birbirine bastırmış ve gözlerini yerinden çıkartmak istercesine açmıştın.” O anki hâlim gözlerinin önünde canlanmış olacak ki kahkaha attı. Ben onun kahkahasıyla sarhoş olurken o hâlâ geçmişin derin kuyusundaydı. “Ufak tefek bir şeydin ama seni oğlanın üzerine atlarken hayal etmiştim. Tepesine binip yüzünü tırmalamak istiyor gibi bakıyordun çünkü.” Bir kahkaha daha. “Ama yapmadın. Buna çok şaşırmıştım. Geri dönüp ayaklarını yere vura vura arka bahçeye gittin. Sonraki her gün oraya gittin ve bir gün ben de gitmeye karar verdim. Ağaca tırmanıp oturdum. Yine yüzün öfkeden kızarmış şekilde ağacın altına gelişini izledim. Çocuklardan birinin seni kızdırdığını anlamıştım. Sesimi çıkartmadan elmamı yiyerek ayaklarımı sallandırıyordum ki senin konuştuğunu duydum.” Gözlerinde yine o hazine bulmuş korsan gibi parlayan ifadesi asılıydı, bunu netçe hatırlıyordum, aynı o gündeki gibiydi. “Yakalandın bana,” derken belimdeki tutuşu güçlendi, beni iyice kendisine yapıştırdı. “Yakaladım seni.”
Onu öpmek istiyorum. Tam da şimdi. Etrafta bir dünya insan olması umurumda bile değildi. Arkamda oynanan maçın bittiğini belli eden çığlıklar yükselirken ben de parmak uçlarımda yükselip ellerimi Cesur’un ensesinde birleştirdim. Ona nasıl baktığımı bilmiyordum ama yüzündeki keyif ve gülümseme saniye saniyesine kaybolup yerini kan akışımı hızlandıran tutkuya bırakıyordu. Artık tüm defterleri kapatmıştık ve birbirimizi yeniden bulmuş olmanın heyecanıyla hareket ediyorduk. Bu inanılmaz bir şeydi. Eminim o da öyle düşünüyordu. Cesur her ne kadar kaderlerimizin bir yazılmış olduğunu ve bu yüzden yeniden bir şekilde birleştiğimizi söylüyor olsa da ben hâlâ kaderin bizimle alay ettiğini düşünüyordum. Bana beklediğim adamı vermişti ama o olduğunu benden gizlemişti ve onu bana yeniden sevdirmişti.
Dudaklarının sıcaklığına sokulmama sadece bir adım kala arkamdaki ringde bir şeyler oldu. Her gece maçı hevesle anlatan adamın elindeki mikrofondan cızırtılar yükseldi ve çok geçmeden de “Selam millet!” diyen kaba ses duyuldu. Durdum. Ben hâlâ Cesur’a bakarken Cesur ise gözlerini kaldırarak kafamın üzerinden ringe kilitledi ve hızla kaşları çatıldı.
“Sizi yeterince eğlendirdim mi?”
Kalabalıktan bir gürültü koptu. Islıklar havada uçuştu.
“Ama ben yeterince eğlenmedim,” dedi. Konuşan Kibar Bey olmalıydı ve adamın sesi de kabaydı. Kibar olan tek yönünün lakabından ibaret olması sanırım bir çeşit herkesle alay etme durumuydu.
“Daha fazlasını istiyorum. Hep daha fazlasını istedim. Bu geceki rakiplerim beni hiç tatmin etmedi. Gördünüz, hepsi iki yumrukta yere serildi ve bilirsiniz işte o enerjiyi hâlâ atamadım. Hâlâ bir yerleri yumruklamak, tekmelemek ve kırmak istiyorum; tercihen dişleri.” Güldü. O gülünce etraftakilerden de kahkahalar yükseldi. “Bu yüzden burada durmaya devam ediyorum ve Aslan’a meydan okuyorum,” dediğindeyse salonda resmen yıkım çıkartan gürültü koptu. Cesur’un savaşmaya hazırlanırcasına omuzlarını dikleştirdiğini hissederken içimde endişe balonları patlamaya başladı.
“Hadi ama Aslan. Yoksa kedi mi demeliyim?” Bir kahkaha daha patlattı. Hoparlörden yayılan kaba sesine bu kez kalabalık bir önceki coşkuyla tepki vermedi. Hâlâ arkamı dönmemiştim ama tüm gözlerin Cesur’un üzerinde toplandığından emindim. “Kadınının bacaklarının arasında yeterince vakit geçirmedin mi? Seni evcil hayvanına çevirdiğine dair bir şeyler duydum. Ve tanrım, siktir. Buradan bakıldığında gerçekten de öyle duruyor. Hadi adamım gel ve gerçek bir erkek gibi benimle dövüş. Tabii eğer hâlâ nasıl dövüşüldüğünü hatırlıyorsan.”
Cesur'un yüzüne bir gülümseme kondu. Eğer o gülümsemeyle ve yırtıcı bakışıyla bana odaklı olsaydı kesinlikle nefesim kesilirdi. Sertçe yutkundum. Oraya çıkacaktı. Bunu söylemesine bile gerek yoktu. Daveti aldığı anda gözlerine yayılan hazzı görmüştüm. Aynı zamanda bir çeşit özlem gibiydi. Buna ihtiyaç duyuyordu.
Elini başımın arkasına yerleştirip yüzümü kendisine yaklaştırdı. Bunu yaparken keskin bakışları hâlâ ringin üzerindeydi. Dudaklarını sol şakağıma bastırdıktan sonra, “Kendine yeni bir içki al ve keyfini çıkartmaya bak. Kısa sürecek,” dedi söz verircesine. Birkaç dakika içerisinde halledecek kadar kendinden emin olması beni yatıştırmak yerine irkiltti. İşin ebatla ölçülmediğini biliyordum ama Kibar Bey göz korkutacak kadar kocamandı ve normalde Cesur bana kocaman geliyor olsa da ikisini yan yana hayal ettiğimde Cesur’un normal olduğu hissine kapılıyordum. Sanki tek yumrukta düşecekti ama elbette öyle olmayacağını biliyordum.
Cesur yanımdan geçerken üzerindeki tişörtü eteklerinden tutup çıkarttığı sırada etraftan ıslıklar ve bağrışlar yükseldi. Özgür ellerini ağzının etrafına siper edip, “Aslan! Aslan! Aslan!” diye tezahürat başlattığında Tuna da masanın üzerine vurarak onu destekledi ve bir anda herkes aynısını yapmaya başlayınca kulüp adeta yıkılacak gibiydi.
Bense sanki onu düğüne uğurluyormuşum gibi bana verdiği güvene sığınarak hafifçe sırıtmayı başardım ve Cesur önünü açan insanların arasından kafese doğru yürürken elimi havaya kaldırıp bargirllerden birini yanıma çağırdım. Elbette rahatlığım insanların gözünden kaçmadı. Sanırım Cesur bunu düşünerek benden bunu yapmamı istemişti.
Normalmiş gibi davranırsam daha kolay olacaktı. İçten içe endişe yüzünden karnıma tırnaklar saplanıyordu ama bunu sık sık yaptığını düşünerek kendimi telkin ediyordum. Kibar Bey kocaman olabilirdi ama buranın bir kralı varsa o da Cesur’dan başkası değildi.
Mikrofon yeniden sahibini bulmuş olacak ki, “Ah beyler bayanlar, işte bu gerçekten sürpriz oldu,” dedi maç geceleri tok sesiyle orada beliren ve detayları bizlere aktaran adam. Adı Alp’ti. Onunla ayaküstü tanışmıştım. Yakışıklı sese sahip adamlardandı ve yakışıklı olan tek şeyi sesi değildi. Görüntüsü de epey dikkat çekiciydi. Hatta bazen etrafındaki kızları kollarının altına alarak maçı anlatıyordu. Hem eğleniyor hem de eğlendirmeyi bildiğini belli ediyordu.
“Birazdan burada Aslan ve Kibar Bey kapışacak. Kafesin tellerine dikkatli bakın çünkü eğrilip büküleceklerinden eminim!”
Stres yüzünden tırnağımla parmağımın kenarını eşelerken bargirl içkimi masama bıraktı. Özgür ve Tuna da içkilerini tazelerken kalabalığın arasından sıyrılarak yanımıza doğru gelen Akın’ı gördüm. Az önce etrafta dolandığından emindim ama şimdi üst kattan yeni inmiş gibi asansör tarafından geliyordu. Suratında beni şaşırtacak kadar rahat bir ifade asılıydı. Öyle ki etrafta gezerek kokteyl ve ikram dağıtan bargirllerden birinin tepsisinden kaptığı kanepeyi ağzına atıp tek lokmada yuttuktan sonra kürdanı dudağının kenarına kıstırırken bulutlarda yürüyormuş gibiydi. Tüm somurtuk ifadesi silinmiş yerini sırıtan, eğlenen kıvrımlar devralmıştı.
Onu kafasına sihirli değnek değmiş gibi değiştiren her neyse bunu merak etmekten kendimi alamazken yüzüne garip bakışlar atıyordum. Sorgulayıcı hâlimi umursamadan yanıma geldiği gibi, “Senin uyku saatin hâlâ gelmedi mi?” diye bana takıldı.
Homurdandım. Garipti, çünkü bunu genelde o yapardı. “Saat kaç oldu ki?”
Telefonun ekranına baktı. “02.56. Git uyu. Bayılacakmış gibi duruyorsun.”
“Uykum yok. Biraz gerginim hepsi bu,” dedim yine huysuzca.
Akın kafese çıkan merdivenleri tırmanan abisine gözlerini kısarak bakarken o yüzünden silinmeyen sırıtışıyla, “Keşke ben çıksaydım,” dedi.
İç çektim. “Keşke.”
Bunun üzerine bana dönüp daha genişçe sırıttı. “Senin beni sevme şeklin benim dayak yemem mi acaba diye düşünmeye başladım, haberin olsun.”
İstemsizce tepkisine güldüğüm sırada Özgür, “Seni dayak yerken izlemek harbi keyifli oluyor lan. Bir şeyler yap da abim seni pataklasın. Ne zamandır ağzın yüzün yamulmadı. Uslu çocuk olmak sana hiç yakışmıyor,” dedi.
Gülüşüm iyice büyüdü. İşte huysuz Akın ortaya çıkmak üzereydi. Homurdanıp söylenmesini bekledim ama beni şaşırtarak, “Baktım ki problemli kardeş ben değil de sen olunca her şey daha eğlenceli. Ben de uslu durmaya karar verdim, ikiz,” dedi göz kırparak.
“Siktir git.”
Akın kahkaha attı. Dayanamayıp, “Senin neyin var?” diye sordum.
“Dimi? Kafasını bir yere vurmuş gibi mutlu,” dedi Tuna desteklercesine.
“Keyfim tıkırında ve bozamayacaksınız. Benimle boşuna uğraşmayın. Maçı izleyip gidip huzurla yatacağım.”
“Pembe rüyalar da görür müsün?”
“Görürüm Tuna. Onu da görürüm.”
“Bu iyi değil ben size diyeyim. Göz önünden ayırmayın.”
Sessizce kıkırdadım. Akın oralı bile olmayıp yanına çağırdığı bargirlden aldığı içkiyi yudumlayarak dikkatini kafesin içine verdi. Ben de öyle yaptım. Parmaklarım kadehin etrafına sıkıca sarılmışken Cesur’un çıplak ayaklarla rakibine doğru ilerleyişini izledim. Üzerinde sadece kot pantolonu vardı ve bu haliyle acayip çekici duruyordu. Ellerinin üzerine beyaz bandaj sarıyordu. Hem sarıyor hem de yürüyordu. Kibar Bey’in tam karşısına geçtiğinde durup bandajla olan işini de sonlandırdı. Sonra çılgın bağırışların arasından maçın başladığını belli eden zil sesi duyuldu. İlk yumruk Kibar Bey’den geldi. Cesur eğilerek hamlesini savuşturup hızla karşı atakta bulundu ve adamın karın boşluğuna yumruğunu kondurdu. Kibar Bey atakta bulunmaya devam etti ve savurduğu yumruklardan biri Cesur’un kaşına konunca nefesim kesildi. Kalbim dehşetle atmaya başladı. İyi olup olmadığını bile anlayamadan karşı atağa geçmesini izledim. Kibar Bey karşılığında çenesine sağlam bir yumruk aldı ve ağzına dolan kanı dönüp yere tükürdü. Ardından da güldü. Dişleri kanla kaplıyken bu gülüş epey korkunçtu. Zaten adamın tavrı da korkunçtu. Ancak doyuma erişiyormuş gibi davranıyordu ve ölecek olsa durmayacağını belli ediyordu.
Stres yüzünden bardağı kırmayı asla istemezmiş gibi içkiyi dudaklarıma taşıyıp büyük bir yudum aldım. Sanırım sarhoş olmalıydım. Ancak o şekilde yüreğim ağzımda atmadan dövüşün bitmesini bekleyebilirdim. Birkaç yumruk ve tekme daha havada uçuştu. Cesur her darbe aldığında sanki ben darbe almışım gibi olduğum yerde kendimi kasıp acıyı hissetmeyi bekliyordum. Derken Kibar Bey bu geceki her rakibine yaptığı gibi Cesur’un boynuna iri kolunu dolayıp onu nefes alamayacağı şekilde sıkmaya başladı. Akın’ın asla kaybolmayan keyfi sönerken omuzları dikleşti. Sanki bir an sonra kafese doğru atılacakmış gibi duruyordu. Özgür ve Tuna ise nefesini tutmuş şekilde sahneyi izliyordu. İzleyicilerin çoğu öyleydi. Sanki Cesur buranın asla yıkılmayacak taşıydı ve onun yıkılmak üzere olması herkesi dumura uğratmış gibiydi.
Benim boynuma da bir el dolanmış gibi nefes almakta güçlük çekerek rahatsızca yerimde kıpırdanırken Cesur gücünü toplayıp birden kafasını geriye doğru savurdu. Tüm gürültüye rağmen kırılma sesini duyduğuma yemin edebilirdim. Çığlıklar yükseldi. Kibar Bey burnuna aldığı darbeyle sarsıldı, tutuşu gevşedi. Cesur kolayca dönüp adamın nefes almasına bile fırsat vermeden onu yumruklamaya başladı. Onun boğazına kolunu dolamadan nefessiz bırakıyordu. Kibar Bey’in tek yapabildiği gerisin geri çekilmek ve odağını yakalayamayan yumruklar savurmaktan ibaretti. Hâlâ çabalıyordu, ancak aldığı darbeler onu serseme çevirmiş olmalıydı. Sırtı kafesin tellerine çarptığında bile Cesur durmaksızın darbelerini sürdürdü. Bandajları kanla ıslanmaya başlasa bile durmadı. Adeta hırsını çıkartıyordu. Yemin edebilirdim ki yaşadığı tüm olumsuzlukların acısını Kibar Bey’den alıyor gibi acımasızca davranıyordu. Adam artık ayakta durmakta bile zorlanıyordu ancak Cesur durmayı unutmuş gibiydi. Nitekim Kibar Bey kendinden geçercesine dizlerinin üzerine düşüp yere yığıldığında bile Cesur durmayıp bu kez de kafesin tellerini yumruklamıştı. Herkes onun kazandığı için coşkuyla tepki verdiğini düşünüyor olmalıydı ki destek bağrışları her yerdeydi. Ancak Cesur sınırı geçmişti, duramayacak noktadaydı. Vahşice davranıyordu ve kimse bunun farkında değildi.
İstemsizce öne doğru çıkıp kafese yaklaştım. Akın hiç düşünmeden peşimden geldi. Özgür ve Tuna da. Çünkü Cesur’un çizgiden çıktığını fark eden sadece bizdik. Kafese yeterince yaklaştığımda Cesur’un donuklaşan bakışları bir anlığına bana döndü. Kafese bir yumruk daha geçirdi. Sonra bana yeniden baktı ve irkildiğini gördüm. Donuk gözlerine yaşam belirtileri hücum etmeye başladı. Bunu fark etmek tuttuğum soluğu rahatça vermeme neden oldu. Cesur ellerini kafese yaslayıp derin derin soluklandı. Kalbi deli gibi atıyor olmalıydı. Ne kadar nefes alıp dursa da yeterli gelmediğini anlayabiliyordum. Vücudu terle kaplıydı ve kendisini ne derece zorladığının farkında bile değildi.
“Adam komalık oldu,” dedi Tuna düşünceli düşünceli. “Ölürse sahiplerinin çeneleri durmayacak.”
“Kendisi kaşındı,” dedi Akın. Her zamanki gibi umursamazlığını konuşturuyordu.
“Öyle ama gerekli her şeyi yaptığından emin ol, Tuna,” dedi Özgür.
Yanımda dönen konuşmalardan sıyrılıp sadece Cesur’a odaklandım. Etraftaki coşkunun arasında hâlâ kendisini toparlamaya çalışıyordu. Nefes alışverişi düzelmemişti, ancak bariz şekilde daha rahat görünüyordu. Onun içinde biriktirdiklerini şiddetle dışarıya kusmasından ürkmeliydim, ancak bana bu yönüyle değil, pamuklara sarmak istercesine yaklaşıyordu. Belki de bu yüzden durumu kabullenip ondan korkmadan yanında durabiliyordum.
Cesur adının hep bir ağızdan haykırılmasının altında yaslandığı kafesten ayrılıp zaferini kutladığını belli edercesine kısaca ellerini havaya kaldırıp çok oyalanmadan ringden inip doğruca arka kısma geçti. Onun yanıma uğramadan gitmesine takılmadım. Gözlerim dev cüssesiyle yerde kıpırdamadan yatan Kibar Bey’deydi. Onu kaldırmak için sahneye kalabalık bir grup çıkmıştı. Alp yeniden mikrofonu eline alıp geceyle ilgili esprili yorumlarını yaparak insanları eğlendirirken orada daha fazla oyalanmak istemedim. Cesur’u kontrol etme ihtiyacım epey güçlüydü. Bu yüzden sessizce kalabalığa karışıp arka tarafa geçtim ve oradan da gizli kapıyı aştım. Günler sonra adımlarım Cesur’un odasına doğru giderken kalbimin hızlanmasına engel olmak imkansızdı. Attığım her adım sanki ilk adım gibiydi, çünkü Deniz olarak oraya ilk girişim olacaktı.
Kızıl ışıkla aydınlatılmış koridorunun sonundaki odaya ulaştığımda tereddüt etmeden kapının kolunu çevirdim. İçeride beni ne bekliyordu düşünmemiştim ama boşlukla karşılaşmayı da ummamıştım. Bir an için onun buraya uğramadığını düşünsem de bir an sonra banyodan gelen su sesini işittim. Doğruca duşa girmiş olmalıydı. Odaya girip kapıyı sessizce kapatırken öncelikli niyetim onu burada beklemekti ancak sonra beni durduracak hiçbir şeyin olmadığını fark edince sessiz adımlarım usulca banyoya yöneldi. Kapıya ulaştığımda onu tepesinden akan suyun altında buldum. Pantolonu hâlâ üzerindeydi. Kanlı bandajlar ise ayaklarının dibinde suyun saldırısına uğruyordu. Sırtı bana dönüktü. Kafasını hafif geriye yatırmış, tepesinden akan suyun tenine çarpmasına izin veriyordu.
Omzumu kapıya yaslayarak bir süre sadece onu izledim. Kıpırdamıyordu. Emindim ki sıcak suyu dahi açmamıştı, çünkü etrafta oluşan hiçbir buhar yumağı görmüyordum. Sanırım yine sınırı aştığı için kendine eziyet ederek buna karşılık veriyordu. Otokontrolünü kaybettikten sonra hâlâ ipleri tam olarak eline alamamış olmaktan nefret ettiğini anlamak zor değildi. Ama zaten hep öyle olmaz mıydı? Bir kez sınırı geçince geri dönmek ne kadar zorsa o sınırı yeniden ve yeniden ihlal etmek o kadar kolaydı.
Orada dikilmeye son vererek sessiz adımlarla yanına doğru ilerlerken topuklu ayakkabılarımı teker teker çıkartarak duşa girdim. Parmaklarım önce beline dokundu ve daha sonra karnına doğru kayıp göğsüne tırmandı. Ona sarıldım, sıkıca. Ve evet, su gerçekten de buz gibiydi. Cesur derin bir soluk alarak omuzlarını kaldırıp indirdikten sonra uzanıp suyu sıcağa çevirdi. Kendime yer ararcasına burnumla sırtını eşeleyip ardından da yanağımı oradaki girintiye yasladım. Artık ısınmış olan suyun altında dipten tepeye kadar ıslanmıştım. Elbisem tenime yapışmıştı ve saçlarımsa sırtıma. Umurumda bile değildi.
“Fırtına,” dedi yavaşça. Şakırdayan suyun altında onun kısık sesini duymak benim için zor değildi.
Birazdan söyleyeceğim şeyi düşünürken bile dudaklarım kıvrıldı. “Söyle, gecenin yıldızı.”
Bir an önce sırtına yaslanıyordum, bir an sonraysa benim sırtım duvara yaslanıyordu ve Cesur'da önümdeydi. Dudaklarının dudaklarıma kapanmasıyla birlikte inledim. Saldırısı sertti, talepkârdı. Elleri vücudumun tüm kıvrımlarında dolanıyordu. Özlemle ve büyük bir açlıkla hareket ediyordu. Aynı şekilde karşılık veriyordum. Ellerimi boyuna dolayıp tırnaklarımı saç diplerine bastırdım. Ağzıma doğru hırlayıp beni daha sarsıcı şekilde öptü. Sadece bu şekilde bile başımın dönmesini sağlamıştı. Ondan başka hiçbir şeyi düşünemeyecek hâldeydim.
Parmakları elbisemin eteğini yukarıya çekiştirip kalçalarımı kavradığında, “Çıkart,” dedim nefes nefese ağzına doğru konuşarak. Sanki aramızdaki çizgiyi silip ona izin vermiş olmama şaşırır gibi oldu. Yüzünü hafifçe geriye çekip bana arzuyla yanan gözlerini dikti. Ardından kafasını kısaca iki yana sallarken, “Yumuşak davranamam, Fırtına,” diye fısıldadı. Çenesi kaskatıydı. “Çok özledim seni, istemeden incitirim. Olmaz. Kafam çok dağınık hâlâ. Olmaz.”
Ellerimi yanaklarına kaydırıp onu kendime doğru çekerek öptüm. Karşı koymadı. Açlıkla dudaklarımı talan etti. Bu sırada ellerimi sinsice aşağıya kaydırıp pantolonunun düğmesini açtım. Sonra da fermuarını. Beline tırmanıp onu aşağıya çekiştireceğim sırada ellerimi yakalayıp arkamdaki duvara bastırdı. “Dur,” dedi yakarırcasına. Dudakları hâlâ bir nefes uzağımdaydı. “Günler sonra sana dokunacaksam aklım başımda olmalı. Dur.”
Sıkı tutuşunun altında kıvranıp adeta bir yılan gibi bedenimi ona sürterken, “Seni özledim,” dedim sızlanarak. “Aklının başında olup olmaması umurumda değil. UMURUMDA BİLE DEĞİL. DELİ MİSİN? O ZAMAN BANA DELİ GİBİ SAHİP OL-”
[bu kısmın tamamını wattpad ve inkspired üzerinde okuyabilirsiniz]
Sıcak nefesini oradaki hassas noktada hissedeceğim şekilde beklerken, “Bu gece sana tüm zevkleri yaşatacağım,” diye fısıldadı. “Yarın geceyse çok daha başka zevkler olacak.” O an sesine sinmiş olan karanlığı yakaladım ve kıvranarak inleyip sırtımı yeniden yataktan kaldırdım. Bu sayede göğsüm dudaklarına doğru yükseldi ve Cesur adeta bana saldırdı.
♧
Peri koridorda duyduğu ayak sesleriyle uyandığında ilk iş olarak komodinin üzerinde duran saate baktı. Sabah karşı 04.34’ü gösteriyordu. Sadece birkaç saniye sonra bulunduğu odanın kapısı açıldığında hızla gözlerini yumup kendisini kasarak bekledi. Elbette gelen Özgür’dü ve son olanlardan sonra onun nasıl davranacağını kestiremediği için endişeliydi.
İçeri girip birkaç büyük adımda koridoru geçmesini dinledi. Daha sonra Özgür odanın içerisinde bir müddet öylece durdu. Genç kadın sessizlikten rahatsız olarak belli belirsiz kirpiklerini araladığında, açık bıraktığı gece lambasının da yardımıyla onu odanın ortasında dikilirken gördü. Gözleri üzerindeydi. Bunu fark etmek kalbinin panikle atmasına neden oldu. Çabucak gözlerini yumup kendisini daha çok kastı. Onunla değil konuşmak göz göze gelmek bile istemiyordu. İyi biri olduğunu düşünmeye çalışsa da artık bunu başaramıyordu. O, iyi biri değildi. Öfkeli, nefret dolu biriydi ve onun böyle olmasının tek nedeni kendisiydi. Bu yüzden onun aslında iyi biri olduğunu düşünmeyi bırakmıştı, çünkü eğer kötü olduğuna inanırsa başına gelecek olası şeylerin canını daha az yakacağını düşünüyordu.
Uzun süren sessizlikten sonra birkaç adım sesi ve hışırtı duydu. İstemsizce yeniden gözlerini araladığında Özgür’ü yatağın ayakucunda yere oturmuş şekilde buldu. Yine gözleri üzerindeydi ve Peri yine hızla gözlerini yummuştu. Neden yatağında yatmak yerine yerde oturuyordu? Onun için yatağı boş bırakmıştı, koltukta yatıyordu. Aslında bunu onun için yapmamıştı. Sadece o yatakta uyumak istemediğinden dolayı koltuğu tercih etmişti. Pek yatmak için elverişli ve yeteri kadar büyük olmasa da bir şekilde üzerine kendisini sığdırmıştı. Zaten epey zayıfladığından dolayı fazla yer kapladığı da söylenemezdi. Saçları bile vücudundan daha çok yer tutuyordu, işte o derece zayıflamıştı.
Aklını başka şeylere yorarak Özgür’ün burada olduğunu unutmak için elinden geleni yapsa da sonuç hüsran olduğunda yeniden gözlerini araladı. Özgür kafasını geriye, yatağa doğru yatırmıştı. Boynu gerilmiş, ademelması iyice öne çıkmıştı. Öylece hareketsiz duruyordu. Uyumuş olabilir miydi? Ya da sızmış? Çünkü odaya girdiği anda pahalı parfümüyle bütünleşmiş içki kokusunu almıştı. O şekilde uyursa uyandığında her yanının ağrıdan tutulacağından emindi. Gidip onu uyandırmayı düşündü, ancak hemen bu fikirden vazgeçerek içinden kendi kendine homurdandı. Ne hâli varsa görsün diye düşünmesi gerekiyordu. Aptal gibi onun iyiliğine kafa yormamalıydı.
İçinden homurdanarak yattığı yerde dönüp ona sırtını çevirdi. Örtüyü omuzlarına kadar çektikten sonra yastığa iyice gömülüp uyumak için bildiği tüm yöntemleri denemeye başladı. Koyun saymayı bile denedikten sonra dakikalardır uyuyamadığını fark edince soluğunu yılgın şekilde havaya bırakarak doğruldu. Ne olursa olsun Peri vicdan sahibi biriydi. Özgür iyiliği hak etmiyor olsa bile, iyi davranmıyor olsa bile bu onun sorunuydu. Peri onun gibi kötü biri değildi, her zaman yumuşak kalpli olmuştu. Bunun için sonradan pişman olacağını bile bile örtüyü üzerinden çekip çıplak ayaklarını yere indirdi.
Komodinin üzerindeki saat artık 05.28’i gösteriyordu. Bu da demek oluyordu ki adam neredeyse bir saattir o şekilde uyuyordu. Bunun ona yeterli bir ceza olduğuna dair kendisini avuturken yavaşça ayaklandı. Üzerindeki geceliğin eteğini düzeltip aşağıya doğru çekiştirdi, neyse ki fazla kısa olanlardan değildi. Uygun bir anda Eva’dan daha gösterişsiz ve rahat giyebileceği şeyler isteyecekti. Dolaba yerleştirilmiş her kıyafet evli ve sıcak bir yuvaya sahip kadının giyeceği türdendi. Peri ise sadece kağıt üzerinde evliydi. Bu yüzden bunun düzeltilmesi gerekliydi.
Özgür’e doğru çekinik bir iki adım attıktan sonra durup endişeyle dişlerini dudaklarına geçirdi. Dönüp yatması ve onu hiç umursamaması gerektiğini kendisine hatırlattı. O öyle yapmıştı. Evlendikleri geceyi banyoda geçirmişti. Soğuk zeminin üzerinde yatarken kimse kapısını çalıp rahat olup olmadığını sormamıştı. Peri de umursamamalıydı. O geceyi hatırladığında sertçe yutkunup arkasını dönerek kalktığı koltuğa doğru yürüdü. Göğüs kafesi işte yine ağrıyordu. Bir köşeye itilmiş olmanın, umursanmamanın nasıl acı hissettirdiğini buradayken öğrenmişti. Umursanmamak gerçekten yaralayıcıydı.
Peki aynı silahla başkasını vurmak onu nasıl biri yapardı?
Peri vicdanından nefret ederek yeniden Özgür’e doğru döndü. Kendisine yapılanı ona yapmayacaktı. Arkasını dönüp hiçbir şey olmamış gibi rahatça uyuyamazdı. Aslında Özgür tam olarak bunu hak ediyordu ama Peri, Özgür değildi. Onun kadar merhametsiz davranamazdı. Bunu kendisine yakıştıramıyordu.
Çekinik adımlarla adamın yanına yürüyüp onu nasıl uyandıracağını bilemeyerek bir süre etrafına bakındı. Yatağa taşınması için birilerinden yardım istemeli miydi? Saatle yeniden göz göze geldiğinde bundan vazgeçerek soluğunu tutup adamın omzunu hafifçe dürttü. Tepki alamadı. Bir kez daha dürttü. Yine tepki alamadı. Endişe göğüs kafesine sızarken eğilerek adamın alnına ve daha sonra da boynuna dokundu. Ateşinin olmadığından emin olduğu sırada Özgür’ün birden açılan gözleriyle karşılaştığında korkuyla yerinde sıçradı. Neredeyse dengesini kaybedecekti ama Özgür onu yakalamıştı. Tutuşu epey güçsüz olsa da ayakta kalmasını sağlamıştı.
Peri kendisine bakan yarı açık gözlere telaş ve endişeyle karşılık verirken korkusunu saklamak için elinden geleni yaptı. Ardından da adamın tutuşundan kaçtı. Hiçbir şey söylememiş olması yüzünden daha çok gerilirken, “Yatağında yatmalısın,” diye kısık sesle geveledi. Ona bakmak bile endişelerini kamçıladığında hızla gözlerini kaçırdı. “Yerde rahat uyuyamazsın.”
Özgür kısa bir sessizliğin ardından, “Kalkamam,” dedi. Sesi pürüzlü ve yorgun geliyordu.
“Ama... neden?”
“Kalkacak dermanım yok.”
Gerçekten de bitkin duruyordu. Peri bunu fark ettiğinde yine sertçe yutkundu. Adamın yarı aralık duran gözlerinden başka her yere bakarken, “Birini çağırmamı ister misin?” diye sordu.
“İstemem.”
Genç kadın başka çare ararcasına yanağının içini kemirirken Özgür ağır ağır kıpırdanarak doğrulmaya çalıştı. Kalkma girişiminin sonucu hüsran olacaktı, bu her hareketinden belliydi. Bu yüzden Peri birisi onu sırtından iteklemiş gibi öne doğru atılıp tüm gücüyle Özgür’ü tuttu. Nedense geri itilmeyi beklese de bu olmadığında onu daha sıkı kavrayıp doğrulmasına yardım etti. Ardından da yatağın etrafından dönerek onu yatacağı kısma kadar götürdü. Her ne kadar tüm gücüyle onu tutuyor olsa da Özgür ağırlığını neredeyse hiç üzerine vermiyordu. Daha çok dengede kalabilmek için ona tutunuyor gibiydi. Genç kadın detayları görmezden gelerek adamın yatağa oturmasını sağladı. Daha sonra da onun devrilir gibi yatmasını izledi. Kıyafetleriyle ve ayakkabılarıyla.
Peri yine yapmaması gereken bir şeyi yaptığını bilerek adamın ayakkabılarına yöneldi ve onları çıkarttı. Kıyafetlerine dokunmaya hiç niyeti yoktu. Ne kadar rahatsız görünse de onları çıkartmaya asla cesaret edemezdi. Bu yüzden koltuğuna geri dönmek için hareketlenmek üzereydi ki Özgür’ün bir şeyler sayıkladığını işitti. Ne dediğini anlamadı. Anlama umuduyla istemsizce ona doğru yaklaşıp üzerine eğildi. Yine anlamsız mırıldanmalar duydu. Onun tamamen sızdığını düşünerek geri çekileceği sırada bileğine dolanan elle irkildi ve sadece birkaç saniye sonra kendisini tümüyle adamın üzerinde buldu. Dehşetle gözlerini açarken, “N-ne? Ne yapıyorsun?” dedi. Korkusu yüzünden açıkça okunuyordu. Ayrıca ona bu şekilde yakın olmaktan aşırı derece geriliyordu.
Özgür kadını sabit tutmak için sıkı sıkıya sararken, “Sen ne yapıyorsan,” dedi. Yüzünden ne düşündüğüne dair bir şeyler anlamak çok zordu. Daha sonra biraz zorlanarak yatakta dönüp kadını yanında yatırdı ve kaçıp gitmemesi için kolunu karnının üzerine dolayıp sırtını iyice göğsüne doğru çekti.
“Bırak,” dedi Peri kalkmak için kıpırdanırken. “Bırak beni. Lütfen.”
“Kıpırdanma.”
“Bırak-”
“Bırakmıyorum,” dedi burada patronun kendisi olduğunu belli edercesine biraz sertçe. “Sessiz ol ve uyu.”
“Ben... böyle uyuyamam.”
Burnunu kadının saçlarına gömerken, “Uyuyacaksın,” diye buyurdu. Sonra derin bir solukla göğsünü şişirdi. “Arkanı döndüğünde bir daha geri dönmemen gerekirdi.”
Adamın o anlarda uyumadığını fark etmek Peri’yi dehşete düşürdü. Daha çok kıpırdanırken, “Seni düşündüğüm için bana bunu mu yapıyorsun?” dedi şokla.
“Beni neden düşünüyorsun ki?” dedi Özgür ağır ağır. İçtiği belliydi ama kafası hâlâ yerinde gibiydi.
“Ç-çünkü... çünkü ben taş kalpli biri değilim.”
“Ama ben öyleyim,” dedi. Bunu öyle net söyledi ki Peri inanmamak için çabalasa bile nihayetinde buna inanırken kendisini bulmuştu.
“Sana kıpırdanma dedim Peri.”
“Bırak! Seninle uyumayacağım.”
“Uyuyup uyumamak sana kalmış ama burada duracaksın,” dedi umursamazca. “Bu kahrolası yatakta her akşam bir kadınla uyumaya alışmışım. Günlerdir doğru dürüst keyif alarak uyuyamadım. Bari bir işe yara.”
Genç kadın birden hareket etmeyi kesti. Teninden buz gibi bir his akıp giderken adeta bir robot gibi hareketsiz kaldı. Sırtı gerildi, diken üstündeymiş gibi kasıldı. Kendisi ne kadar rahatsızsa Özgür o kadar rahat şekilde arkasında yatmaya devam etti.
Kadının nefes bile almayacak kadar hareketsiz durmasının üzerine, “Oyuncak bebek,” dedi Özgür kısık sesle. Dudakları kulağının hemen arkasındaydı. “Artık karşı koymuyor musun? Güzel. Aferin benim oyuncağıma.”
Peri acıyan gözlerini yumduğunda yaşlar yanaklarına dökülüp yastığa doğru kaydı. “Sen iğrenç birisin.”
“Seni her şekilde kullanabilirim, Peri. Aklına gelecek her şekilde. Ne yapabilirsin? Hiçbir şey.”
Genç kadın hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendisini daha çok kasarken, “İğrençsin,” diye tekrarladı. Aklına düşen her seçenek midesini bulandırıyordu ve adamın iması açıktı.
Özgür burnunu kadının saçlarına iyice gömüp uykulu şekilde mırıldandı. Onun dediklerini hiç duymuyor gibiydi. “Ama benim tek istediğim uyumak. Huzurlu bir uyku. Sadece bu. Tamam mı?”
Peri sessiz kaldı. Ancak gözyaşları sessiz değildi. Birkaç damla daha yastığa düştü. Pat pat. Özgür belli belirsiz bir şeyler mırıldanıp kadına daha sıkı sarıldı, sanki yatıştırmak ister gibi. Ancak Peri onun her hareketiyle daha çok korkunun esiriydi. Rahatlamak bir yana dursun iyice kasılmıştı.
Masumca bir niyetle adamın rahat uyumasını istemişti ve şimdi rahatı bozulan yine kendisi olmuştu. Özgür neredeyse öğlene kadar huzur içerisinde deliksiz şekilde uyurken Peri kızarmış gözlerle azat edilmeyi beklemişti.
♧
Komodinin üzerinde duran dijital saatteki gösterge 02.00 oldu.
Barut’un gözleri birden açıldı.
Tepesindeki tavana uzun uzun bakarken kirpiklerini hiç kırpmadı. Odayı aydınlatan kısık sarı ışığın verdiği sıcak his hâlâ oradaydı. Vücudu hâlâ dinlenme isteğiyle sızlanıyordu. Ancak zihni biri tarafından dürtülmüş gibi aniden uykudan uyanmıştı.
Tamamen uykudan arındığında ancak kirpiklerine hareket etme özgürlüğü verip peş peşe birkaç kez onları kırptı. Ardından sorunun ne olduğunu çözmek istercesine kafasını yavaşça sol tarafına doğru çevirip orada yatan kadına baktı. Mila tıpkı bir kedi yavrusu gibi göğsüne sokulmuş şekilde uyuyordu. Yırtıcı ve tehlikeli bir kedi yavrusu gibi... hafifçe dudağının kenarını kıvırdı. Kadın uyurken bile masum değildi. Beyaz satenin örttüğü çıplak teni loş ışığın altında bir tanrıça gibi parlıyordu. Siyah saçları yatağın her yanına dağılmıştı. Kusursuz dudaklarının hafif büzgün duruşuna bakarak sessizce iç geçirip kafasını yeniden geriye yatırdı. Bazen kendisini gecenin karanlığında asla görünmeyecek bir panterle birlikteymiş gibi hissediyordu ve bu da o anlardan biriydi.
Karnının üzerinde duran koluna dokunup usulca tenini okşayarak eline doğru indi. Mila eğer kendisini güvende hissetmiyor olsaydı bu hareketle çoktan uyanmıştı ama şu anda hâlâ uyuyordu. Onun belki de güvendiği tek insan olmanın verdiği doyurucu hisle göğsünü şişirip, parmaklarını kadının parmaklarının üzerinde dolaştırdı. Bu geceki açık arttırmada epey bir servet ortaya dökerek aldığı yüzük parmak uçlarına değdiğinde hareketleri yavaşladı. Birkaç yüzyıl önceki kraliçelerden birinin yüzüğüydü ve Mila gördüğü anda onu istemişti. O isterse Barut’un yapmayacağı şey yoktu.
Yüzüğü kadının parmağına taktığında yaşadığı garip his hâlâ göğüs kafesinin içerisindeydi. Sanki bir çeşit nişan ya da belki de nikah yüzüğü gibi hissettirmişti. Onunla tamamen eşmiş gibi. Barut çoğunlukla aile kurma fikrinden kaçardı. Mila’nın da hiç istekli olmamasından mütevellit şimdilik bunu düşünmek zorunda değildi. Ancak önünde fazla zaman kalmadığının da farkındaydı. Herkes evlenmesini ve soyunun devamı için çocuk sahibi olmasını bekliyordu.
Sadece bir an için Mila’nın hamile olduğunu düşündü. Ele avuca sığmayan kadının karnında büyüyecek olan bebeğin de ona benzeyeceğinden emindi. Mesela onun gibi hırçın ve güzel bir kız çocuğu... Garip bir hisle doldu, bunu tarif bile edemezdi. O an bunun gerçekleşmesini her şeyden çok arzuladı. Ancak tuhaf bir şekilde aklına birden Nehir düştüğünde irkilerek Mila’nın elini bıraktı.
Onun bebeğini kaybettiğini biliyordu. Buna sebebiyet veren ise yanında yatan kadındı. Vakti geldiğinde Nehir’in intikam için beklediğini bilecek kadar aklı başındaydı ve buna izin veremezdi. O acıyı yaşamak istemiyordu. Bu yüzden evlenip çoluk çocuğa karışma fikrini tamamen kafasından çıkartarak Mila’yı özenle yatağa doğru iterek doğruldu. Hissettiği tüm huzur kaybolduğunda yatakta daha fazla duramayıp ayaklandı. Kenardaki koltuğun üzerine attığı eşofmanını ve tişörtünü giyerek çıplak vücudunu örttü. Komodinin üzerinde bıraktığı cep telefonunu cebine attı. Ardından da odadan çıkmadan önce dönüp Mila’ya baktı. Yüzüstü dönmüştü ve yastığına sarılmıştı. Beyaz saten örtü sadece güzel kalçasını kapatıyordu. Sırtı ve bacaklarının neredeyse tamamı çıplaktı. İç çekti. Kusursuz bir kadına sahipti ve kimsenin onu kanatmasına müsamaha göstermeyecekti.
Barut yatak odasından çıkıp aşağıya inerek doğruca içkileri bulundurduğu dolaba yürüdü. Her şey yolundaydı, yolunda gidiyordu; ancak sanki yolunda gitmiyormuş gibi hissediyor ve etrafına huzursuzca bakışlar atıyordu. Onu rahatsız eden neydi? Mila’nın yaptığını asla onaylamıyordu ama bir şekilde araları düzelmişti ve bunun bozulmasını istemezdi. Onunla tutkulu bir gece geçirip yatağa yığılarak uyumuştu. Peki şimdi neden uyanıktı? Duvardaki saate baktı. Sadece yarım saat uyumuş olduğunu görünce huzursuzluğu iyice katlandı.
Doldurduğu viski kadehini alarak evin geniş salonunda ağır adımlarla ilerleyip pencerenin önüne kadar gitti. Bardağı dudaklarına taşırken mavi gözleri evinin bahçesinde dolanıyordu. Dışarıda sanki tek bir yaprak bile kıpırdamıyordu. Sessizdi. Fazla sessizdi. İçgüdüleri hızla hareketlendiğinde omuzları gerildi. Bahçeyi taradı, evin içini dinledi. Hiç ses yoktu. Kuşku uyandıracak şekilde sessizdi. Evinde çalışanlarının gece kalmasını istemezdi, hepsinin evlerine gittiğini biliyordu. Peki adamları nerelerdeydi? Ya Gökhan? Gökhan’ın açık arttırmada tanıştığı kadınla takılacağını hatırlayarak çoğalan endişelerine dur demeye çalıştı. Ardından yeniden bahçeye baktı. Hiçbir hareket yok. Pencereyi yana kaydırıp balkona çıktı. Hiçbir ses yok.
Barut gözlerini kısarak bakıp her köşesi aydınlatmalarla dolu bahçesinde adamlarından birini bulmaya çalıştı. Ancak hiçbiri ortalıkta görünmüyordu. Bunun üzerine cebindeki telefonu çıkartarak evinin korunmasıyla ilgilenen öncelikli isimi, Adem’i aradı. Telefon çalmaya başladı. Aynı esnada kulağına yakınlarda bir yerde çalan melodinin sesi ilişti. Telefonu kapatmayıp kulağından çekerek bahçeye daha dikkatli odaklandı ve Adem’in telefonunun bulunduğu yeri tespit etmekte zorlanmadı. Yanıp sönen ışığı yerini belli ediyordu. Yerdeydi. Öylece.
Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı.
Aklından geçen senaryolar daima en kötüsünü kapsıyordu. O, her zaman en kötüsünü düşünürdü. Barut telefonu kapatıp hızla Gökhan’ı ararken elindeki viski kadehini rastgele bir köşeye bıraktı. Silahını aradığı sırada nihayet açılan telefona doğru, “Neredesin Gökhan?” diye sordu. Sesi telaşlı değildi, hatta normal tondaydı.
“Kızlayım. Hmm...” arkadan kadına ait kıkırtılar yükseldi. “Şu anda hiç müsait değilim, biliyor musun?”
“Eve dön. Hemen.”
“Sikeyim, bekle!” Kadından yeni kıkırtılar geldi ve hışırtılar duyuldu. Belli ki Gökhan yataktan kalkmaya çalışıyordu. “Ayrılalı daha iki saat bile olmadı. Beni özlemiş olamazsın. Öyleyse ne oldu?”
Barut şarjörünün doluluğunu kontrol ederken, “Adamların hiçbiri ortada yok. Yakında mısın?” dedi hızlı hızlı.
“Yakında sayılırım,” dedi Gökhan. Artık sesi ciddi geliyordu. Laubali halinden çabucak sıyrılmıştı. “Güvenliği arttırmıştık. Ne olmuş olabilir?”
“Bilmiyorum. Çıkıp kontrol edeceğim.”
“Dikkat et. Yola çıkıyorum. On beş dakika, en fazla. Tamam mı? Kendini vurdurtma.”
Barut hiçbir şey söylemeden telefonu kapatıp cebine attı. Evden dışarıya çıkarken çok kısa bir anlığına Mila’yı uyandırmayı düşündü, ancak aniden evin tüm ışıkları söndüğünde aklı dağıldı. Bahçedeki tüm aydınlatmalar da sönmüştü. Evin sağ tarafından gelen çatırtıyla birlikte hızla o tarafa yöneldi. Silahı hazırdı, mermi namlunun ucunda duruyordu ve dikkatliydi. Çıplak ayın verdiği az ışıkla yetinerek, ezbere bildiği bahçede hiçbir şeye çarpmadan yürümeye başladı. Tam da bu sırada bir gölgenin bahçenin kenarından geçerek dış kapıya süzüldüğünü gördü.
Yoksa bir hırsız mıydı? Hayır, hırsız olmadığından emindi, çünkü hiçbir hırsız bu eve girecek kadar aklını kaybetmiş değildi ve denese bile onca eğitimli adamı alt etmesi için koca bir ekibe ihtiyacı olurdu. Bir hırsız bunca zahmete girmezdi. Böyle zahmete girecek olanların derdinin para ya da birkaç parça ziynet eşyası olmadığını biliyordu. Ancak derdi kan olanlar böyle işlere kalkışırdı.
Bahçenin içerisinde tedbirli şekilde ilerlerken etrafta adamlarının cesetlerini görmeyi bekledi, ancak kimseyi bulamayınca durumu garipsedi. Nerede olduklarını düşünerek dış kapıya yürürken yine de tedbiri elden bırakmayıp kendisini kollaya kollaya ilerliyordu. Kenar köşeden üzerine çevrilmiş bir kurşunla ölmeye hiç niyeti yoktu. Derken aralık duran dış kapıya ulaştı. Yine dikkatli şekilde etrafı kontrol etti, öylece dışarıya atlamadı. Ancak sokak lambasının verdiği aydınlatmayla yüzünün bir kısmını gördüğü kadını seçtiğinde üzerinde ikinci kere düşünmeden hızla kapıdan dışarıya çıktı ve onu tamamen gördü. Siyaha boyadığı saçlarıyla adeta bir yabancı gibi karşısında duran ve açıkça düşmanca bakan kadın Nehir’den başkası değildi.
Onun arkasındaysa Cesur duruyordu. Üstelik dudaklarında ölümcül bir kıvrım asılıydı.
♧
Buraya sonunda aralarındaki buzları eriten Deniz ve Cesur bırakıyoruz. 🫠
Özgür'e kızdığınızı duyar gibiyiz ama sonuçta o Akın'ın ikizi, değil mi? Zor biri gibi görünmese de en az Akın kadar bize zorluk çıkartacak gibi. Belki yakında aklını başına getirecek şeyler olur, kim bilir? 🤭
Peki... Barut? Ne olur dersiniz?
Kocaman öpücükler 🥰🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 65.91k Okunma |
4.22k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |