
Biz geldiiik 🤩
Yorumlarınızı eksik etmeyin 🥺
♧
Araba köşkün büyük bahçesindeki süs havuzunu dönüp durdu. Özgür tüm yol boyunca asla yerinde hareketsiz kalamazken araba durduğunda aşağıya fırlamak yerine bekledi. Pencereden dışarıya diktiği karanlık bakışları kelimenin tam anlamıyla korkunçtu. Gözlerinde bir katliamın kıvılcımları vardı. Ayağının tekini stresle sallıyor, çenesine yasladığı eliyle derisini kazıtırcasına ovalıyordu. Ne düşündüğünü anlamak imkânsızdı ama kafasının içerisinde güzel olan hiçbir şeyin dolanmadığından emindim. Orada bolca öfke ve kan saklıydı.
Bir kalp atışı kadar zaman geçti. Özgür belindeki silahı çektiği gibi arabadan aşağıya indi. Kalbim dehşetle hızlanmaya başlarken, “Ne yapacak?” diye endişeyle sordum. Sonra gecenin sessizliğini delen kurşun sesini duydum. Cesur’un çenesi kasıldı. Akın’ın peşinden aşağıya inmeden önce, “Arabada kal,” dedi. Bir kurşun sesi daha duyduğumda olduğum yerde sıçradım. Bu ses beni aşırı geriyordu, ne kadar alışıkmış gibi dursam da her duyduğumda içim titriyordu.
Kalbim tüm hızıyla göğsümü döverken orada oturarak beklemeyi kabul etmeyerek hızla kendimi dışarıya attım ve aynı saniyede buna pişman oldum. Özgür bahçede gördüğü her adamı tıpkı kahrolası bir keskin nişancıymış gibi tam kafalarından vurarak indiriyordu. Birisi daha yere yığıldığında etrafa sıçrayan kan ve dağılan beyinlerinin görüntüsü midemin kasılmasına neden oldu.
Cesur ve Akın ise bunu bir film sahnesiymiş gibi izlemekle yetiniyordu. Havaya karışan kaos yüzünden şiddetle nefes alıp verirken ikisinin tam arasındaki boşluğa kadar titrek adımlarla yürüdüm. Ne olduğunu anlamaya çalışırcasına evin arka bahçesinden çıkan iki adam daha peş peşe yere yığıldı.
Gözlerimi parmağını tetikten bir an olsun çekmeyen Özgür’den ayıramazken, “Onu durdurmayacak mısınız?” diye sordum. Bu kadarı fazla değil miydi?
Akın ellerini arkasında bağlayarak rahat bir pozisyon alırken, “Hayır,” dedi.
“Bu adamların hepsi suçlu değildi,” dedim tırnaklarımı avuç içlerime bastırdığım sırada.
Bu kez Cesur kafasını hafifçe çevirip omzunun üzerinden bana kısa bir bakış attı. “Hepsi suçlu, Deniz,” derken gözlerindeki sert duruş yıkılmaz bir duvar gibiydi. “Onlar sadece burayı korumakla görevli değiller. Burada olan her şeyi bildirmekle görevliler. Kime çalıştıklarını karıştırıyorsalar bunu öğretiriz.”
“Halide Hanım’ın istediğini yapmaları normal değil mi?” Kurşun sesi yeniden yankılandığında içim ürperdi. Tepkimin daha da sertleşmesine engel olamadım. “Siz delirdiniz mi? Durdurun onu. Boşu boşuna insanlar ölüyor.”
Akın, “Söz konusu annem bile olsa geçilmeyecek bazı çizgiler vardır,” dedi adamlara ne olduğu pek önemli değilmiş gibi. “Kurallara uymazsan ya da uymayan birini görüp sessiz kalırsan günün sonunda onlarla birlikte aynı kazana girersin.” Bana yandan bir bakış attı. “Kaldıramayacağını düşünüyorsan arabaya dön.”
Ayaklarımı yere daha kuvvetli bastırarak orada kaldım. Bu sırada Tuna da yaralı bacağı yüzünden hafif sekerek yanımıza gelmişti ve Özgür’ün çektiği filmi izlerken tüm tepkisizliğiyle orada duruyordu. Bir kurşun daha sıkıldığında hafifçe yüzünü buruşturarak bakışlarını bahçe duvarlarının ardını görebiliyormuş gibi etrafta dolaştırırken, “Çok gürültü çıktı,” dedi. Ölenler umurunda değildi. Çıkan gürültüyü dert ediyordu. Gözlerim irileşti. Sanırım köşkün şehrin merkezinde olmasını dert ediyordu. Barut’un evinde kimse gürültüyü umursamamıştı ama burası gerçekten şehrin kalbiydi.
Cesur hızla emir verdi. “Etrafta polisleri görmek istemiyorum. Bunu hallet.”
Tuna’nın, “Biriniz bana telefon versin!” diye bağırarak arkamızda bizimle gelen adamlara doğru seke seke gidip aralarına karışmasını takip ederken bakışlarım arkamızda dizilen diğer adamlara çevrildi. Hepsi gösteriyi ciddiyetle izliyordu. Gözlerinde korku aradım ama bulamadım. Sanırım onlar bile bunun doğru olduğundan emindi.
Köşkün kapısının açıldığını işittiğimde ciğerlerime titrek bir soluk çekerek yeniden önüme döndüm. Kahya tüm resmi ifadesiyle kapının önünde dikildiğinde gözlerinde bırakın korkuyu, endişe bile yoktu. Arkasındaki görevli iki kadın tir tir titrerken kahya bahçedeki cesetlere üstünkörü göz gezdirdikten sonra, “Özgür Bey,” diye söze girmişti ki Özgür silahını ona doğru çevirip tereddüt bile etmeden tetiğe asıldı. Kahyanın yüzünde ilk kez paniği gördüm ve zaten bu çok sürmeden yerini bomboş bir ifadeye bıraktı. Bedeni boş bir çuval gibi yere serildi ve merdivenlerden yuvarlanarak ayaklarımızın dibine düştü.
Çığlık atmak istedim. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Bir gecede bunca ölüm benim için çok fazlaydı ama orada öylece durmaya devam ettim. Hiç etkilenmiyormuş gibi dimdik ayakta kalabilmek için tüm dirayetimi kullandım. Kan kokusunu almamak için nefesimi tuttum ve cesetlerin kafalarındaki deliklerle, gözlerindeki boşlukla karşılaşmamak içinse onlardan başka her şeye odaklanmaya çalıştım.
Kahyanın ardında kapıya çıkan diğer iki kadın çaresizce ağlayarak dizlerinin üzerine çökerken affedilmek için yalvarıyorlardı. Özgür’e baktım. Merhamet namına hiçbir şey taşımıyordu. Onun diğerlerinden daha az deli olduğunu düşünürken hata ettiğimi netçe görüyordum. O da problemliydi. Sadece bunu çok daha iyi kamufle edebiliyordu.
Özgür namluyu kaldırıp kadınlardan birine nişan aldı. Dişlerimi sıkarak gerçekleşecek anı izlemekten kaçındığım sırada, “Ne oluyor burada?” diyen o kızgın sesi duyunca irkildim. Halide Çağlayan sadece birkaç saniye sonra kapıda belirdi. Taranmış kısa saçları kafasının arkasında küçük bir tokayla tutturulmuştu. Alelacele eline aldığı gözlüklerini ancak gözlerine yerleştirebilirken kırışıklarla bezeli yüzündeki ifade kesinlikle öfkeliydi. Neden öfkeliydi? Emrindeki adamlar öldüğü için mi? Ona daha dikkatli baktım. Gecelik giyiyordu ve üzerine sabahlığını çekmişti. Hiç sorun yokmuş gibi hazırlanarak yatmış olması karşısında nefesim kesildi. Kadın cidden sorunluydu ve onun kaybettiği adamlardan dolayı kızmadığından emindim. Keyfi kaçırıldığı için böyleydi.
İstemsizce gözlerim Cesur’a döndüğünde onu doğrudan Halide’ye bakarken buldum. Düzdü, dümdüzdü. Biraz da olsa nefret aradım ama bulamadım. Sadece ona bakıyordu. Tıpkı bir duvara bakmak gibiydi. Düz, boş, hissiz.
Özgür kapıda beliren annesini gördüğünde silahın namlusunu nihâyet aşağıya indirerek tüm gücüyle kabzasını sıktı. Parmak uçlarındaki beyazlama bahçe ışıklarının altında bile belli oluyordu. Ölümcül ifadesiyle merdivenlere doğru bir adım atıp, “O nerede?” diye sordu. Sesi bir yabani hayvanın saldırmadan önce çıkarttığı hırıltı gibiydi.
Kadın hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına, “Kim?” dedi. Sanki gerçekten neyden bahsedildiğini bilmiyormuş gibi hafifçe kaşları bile havalanmıştı.
Özgür çenesini daha çok sıkıp, “Karım,” dedi öfkeyle. Şaşırmadan edemedim, çünkü onu bu şekilde kabullenmesini ve dahası herkesin önünde söylemesini beklememiştim.
Halide Çağlayan kaşlarını daha çok havalandırırken gözlerinin arkasına sinen o ateşi yakalamıştım. Ancak yüzüne şaşkınlığı kondurduğunda bunun bir yanılmasa olup olmadığından emin olamadım. Merdivenlerin tepesinde durup hepimize yukarıdan bakmaya son vererek hareketlendiğinde, “Senin karın yok ki, oğlum,” dedi aynı şaşkınlıkla. Hayretle kalakaldım. Hâlâ evlilikten haberinin olmaması imkânsızdı.
“Anne!” dedi Özgür uyarırcasına. Annesine ayrıcalık tanıyarak sabır gösteriyordu, ancak bu ince bir iplik üzerinde yürümek gibiydi. Her an kopabilir ve tüm sabrını kaybedebilirdi. “Peri nerede? Nereye götürdün onu?”
Kadın merdivenin son iki basamağına geldiğinde durdu. Orada durduğunda ancak Özgür’le aynı boyda olabiliyordu, bu yüzden tamamen aşağıya inmediğini fark etmiştim. “Nereye aitse artık oranın,” dedi çenesini dikleştirip asla geri adım atmayacak şekilde oğluna bakarken. Ardından uzanıp Özgür’ün yanağına elini yasladı. Kafasını hafifçe yana doğru eğip ona tebessüm etti.
“Seni azat ettim, oğlum. Artık yeniden özgürsün.”
Özgür yanağındaki elden kurtulmak için kafasını geriye çekerken, “Bana nerede olduğunu söyle,” dedi her kelimeye ayrı ayrı vurgu yaparak.
Halide oralı bile olmadı. “Eğer bir kadın istiyorsan senin için çok daha iyi seçeneklerim var. Yengemin torunu Serap mesela. Onu başından beri senin için düşünüyordum. Ne dersin? Güzel kız, eğitimli ve en önemlisi de ailemize yakışır. Soylu ve asil.”
Özgür silahı tutan elini açıp kapayarak öfkesini kontrol altında tutmaya çalışırken, “Anne!” dedi hırıltıyla. Bu son uyarısıydı.
“Bu akşam burada kal,” dedi Halide. Sanki aralarında sıradan bir sohbet dönüyormuş gibi davranması gerçekten insanı delirtecek cinstendi. “Yarın kahvaltıya Serap’ı çağırırım. Onunla tanıştığında seveceğinden eminim. Gerçek bir kadını herkes sever. Bir sürüngeniyse çöplüğe atmak gerekir. Öyle değil mi canım?”
Özgür birden silahı kaldırıp orada dikilen iki kadını da vurduğunda Halide irkilmedi bile. Annesine çıldırmanın eşiğindeymiş gibi bakarken, “Konuşmadığın her saniye birisi ölecek!” diye bağırdı. “Nerede olduğunu söyle yoksa sana hizmet eden herkesin canını alacağım. Elin kolun bağlı, sana biat eden yardımcıların olmadığında çok pişman olacaksın.”
Halide Çağlayan elini gelişigüzel havada savurdu. “Ah, birileri gider birileri gelir oğlum. Bu her zaman böyledir.”
Akın, kardeşinin tepesinin atmak üzere olduğunu bilerek konuya dahil oldu. “Anne kız nerede? Biz onu gözetim altında tutuyorduk. Çok da önemli değildi ama ortalık durulana kadar bize lazımdı.” Pervasızca konuşması karşısında ona ters ters baktığımda bunu bilerek yaptığını anladım ve dilimin ucuna gelen öfkeyi tuttum.
Halide, “Önemli olmayan biri için bu kadar teferruata gerek yoktu canım,” dedi tatlı tatlı. “Ben gerekeni yaptım. En başında durumu benden gizlemeseydiniz tüm bu saçmalıklara gerek bile kalmayacaktı. Sizin arkanızda dağ gibi duran bir babanız artık olmayabilir ama sizi tüm kötülüklerden korumaya yemin etmiş anneniz burada.”
Birisi karnımı yumruklamış gibi lanet bir sızıyla kasılırken gözlerim yine Cesur’a kaydı. Dudağının kenarından çok hafif, onu tanımayanın anlamayacağı bir kıvrım gelip geçmişti. Alaylı ve soğuktu. Kuşkusuz kadının anneliğine ve bunu onun önünde pervasızca dillendirmesine verdiği bir tepkiydi.
Bahçeye hızla giren bir aracın motor gürültüsünü duysak bile kimse dönüp kimin geldiğine bakmadı. Akın son derece profesyonel şekilde yüzüne yerleştirdiği sakinliğiyle annesine yaklaşıp kadının elini tutarak ilgisini üzerinde topladı. “Bilmeden senin canını sıkmışız belli ki. Bunların hiçbiriyle uğraşmak zorunda değildin. Keşke beni arasaydın, sana yardımcı olurdum.”
“Gerçekten çok üzüldüm. Anneniz olarak en azından bana danışmanızı beklerdim. Sizse sanki buna mecbur bırakılmışsınız gibi arkamdan işler çevirdiniz. Size çok kızdım ve üzüldüm.”
Akın annesinin kolunu yatıştırırcasına okşarken, “Özür dilerim,” dedi. Numara yaptığından emindim ama değildim de. Ne kadar kızgın olsa bile annesine toz konduramıyor olmasını anlayışla karşılamaya çalışıyordum. Ancak kadına baktığımda tüm anlayışım öfkeye dönüyordu.
“Üzüldüğünde hastalanıyorsun. Umarım ilaçlarını ihmal etmemişsindir.”
“Birkaçını farkında olmadan aksattım oğlum ama önemli değil. İyiyim. Gerçekten çok iyiyim.”
Özgür bunu duyduğunda ağzının içerisinde küfrederek annesine arkasını dönüp elini defalarca kez alnına vurdu. Sanırım kadının ilaçlarını kullanmamış olması bir problemdi. Derken aynı esnada Yunus’un kızgın sesini duydum. Adam, “Halide!” diye öyle kuvvetli bağırdı ki şaşırmadan edemedim. Özgür bile herkesi kurşuna dizmişken annesine karşı bir sınırda ilerliyordu. Akın ise kesinlikle sempatik evlat rolündeydi ama Yunus aralarındaki yaş farkının da verdiği güçle geldiği anda ortamdaki havayı bir anda değiştirmişti.
Adamın koca bedeniyle önümüze geçip kız kardeşine yaklaşmasını izledim. Halide kuşkusuz onu gördüğünde ilk kez irkilmişti. “Abi? Senin bu saatte burada ne işin var? Bu kadar önemli olan ne?”
“Sanki bilmiyorsun,” dedi adam iyice köpürürken. Akın’a döndü. “Neredeymiş kız?” Akın sadece omuzlarını kaldırıp indirdiğinde vücut dili cevabı bilmediğini açıkça gözler önüne seriyordu. Bunun üzerine Yunus kız kardeşine doğru tehditkâr bir adım attı.
“Ben sana sessizce dur, sorun çıkartma demedim mi? Sen nasıl arkamdan iş çevirirsin? Nerede kız? Ne yaptın ona?”
Halide hafifçe gözlerini kıstı. “Ah, üzgünüm abi, seni kızdırdım. Ama sanırım beni ancak anlıyorsundur. Çünkü siz de benim arkamdan iş çevirdiniz. Oğlumu gizlice kaçak köçek bir kızla evlendirdiniz ve ben bunu nikahtan sonra öğrendim. Yaşadığım hayal kırıklığına dair bir fikrin var mı? Hepiniz beni kandırdınız.”
“Neden böyle olduğunu biliyorsun,” dedi Yunus sertçe. “Özgür mecburdu. Ailemizin bir şerefi var.”
Halide komik bir şey duymuş gibi güldü. “Ailemizin şerefinin böyle şeylerle bozulmaması artık normal, değil mi? Ne de olsa yirmi yıl önce de oldu.”
“HALİDE!”
“Sürüngenlerin başı ezilir, ezerim,” dedi kadın. Gözlerinden çıkan alevlerle ve yüzündeki sinsi ifadeyle tam bir şeytandı. “Zamanında birini nasıl evimden kovmuşsam şimdi de diğerini kovdum.”
Cesur yanımda kaskatı kesildi. Ona destek olmak, yanında olduğumu belli etmek istercesine kazağına tutundum ve kumaşı avucumun içerisinde tüm gücümle sıktım. Cesur çizgisini asla bozmuyordu ama Halide Çağlayan nefretini saklayamayacak kadar onunla beslenen bir kadındı.
“O kızın benim ailemde yeri yok. Nerden geldiği belli olmayan, kiminle düşüp kalktığını bilmediğimiz birini aileme sokup oğlumun hayatını mahvetmesine izin verecek değilim.”
Yunus, “Özgür’ün onurunu hiç mi düşünmüyorsun?” diye patladı. “Kimse daha onun yüzüne bakmaz. Kimse kıymet vermez. Herkese rezil olsun mu istiyorsun?”
“Üç gün konuşulur abi,” dedi Halide, umursamaz duruyordu. “Dördüncü gün unutulur. Bunu sen de biliyorsun. Zamanında öyle olmadı mı?”
Akın tüm sakinliğini bir kenara bırakarak, “Eski konuları açma anne,” diye keskin şekilde onu uyardı.
Halide oğlundan kendi tarafında durmasını bekliyor olacaktı ki bunu duyunca hayal kırıklığına uğradı. “Neden? Neden bu kadar umurunda? Senin beni düşünmen gerekiyor! Anneni! Başkasını değil!”
Kadının aniden parlaması karşısında nutkum tutulmuş gibi kalakaldım. Artık gözlerindeki bakış çılgıncaydı ve ellerini saklamaya çalışsa da titreyişlerini bastıramıyordu. Bir krizin eşiğinde gibi duruyordu ve gerçekten gerilim zirvedeydi.
Özgür başka bir şey umurunda değilmiş gibi, “Peri nerede?” diye üsteledi. “Bana onu nereye götürdüğünü söyle anne. Hemen. Hiç sabrım kalmadı.”
“Ondan nefret ettiğini biliyorum,” dedi kadın. “Seni ondan kurtardığım için bana minnettar olmalısın.”
“Ondan kurtulmak isteseydim kafasına bir kurşun sıkar geçerdim. Yapmadıysam bir sebebi var. Yaşıyorsa bir sebebi var. Karım olarak duruyorsa bir sebebi var. Senin buna karışmaya hakkın yoktu!”
Halide titreyen ellerini yumruk yaparken, “O mu ezberletti sana bunları?” dedi saf bir nefretle. Sonra dönüp ilk kez bakışlarını Cesur'a sapladı. Yemin edebilirdim ki sadece bakışlarıyla ona doğru binlerce hançer fırlatıyordu.
“Senin çocuklarımın akıllarına girmenden onları yönlendirmenden bıktım!”
Özgür ve Akın aynı anda, “ANNE!” diye uyarıyla bağırdı ama kadın oralı bile olmadı.
“Sen kimsin ki?” dedi bir an sonra Cesur’un üzerine atılıp bakımlı tırnaklarıyla yüzünü parçalamak istercesine titreyen elini havada savururken. “Sen kimsin de benim çocuklarımın hayatlarına müdahale edebiliyorsun? Senin varlığın ailemizin ortasında bir ihanet gibi dururken sen hangi hakla ailemizin onuruna dair planlar yapabilip benim oğlumu harcamaya kalkarsın?”
Cesur’un üzerine doğru yürümek istedi, ancak Yunus hızla önüne geçip onu durdurdu ve dönüp Cesur’a baktığında gözlerinde kusura bakma diyen bir ifade vardı.
“Bir daha asla benim çocuklarımın hayatlarına yön vermeye kalkmayacaksın, beni duydun mu? Eğer buna bir daha cüret edersen seni yok ederim,” diye tehdit savurmaktan çekinmedi. Taşıdığı nefret nefes kesiciydi. Ondan iliklerime kadar korktuğumu hissettim. Böylesine ham, çiğ bir nefretle daha önce hiç karşılaşmamıştım. Nefretin kölesi olmuş bir sapkın gibiydi. Gözlerinin dönmesi ve Cesur’a saldırmaya kalkması o kadar kolaydı ki bu beni sertçe yutkundurdu. O an bu kadının gerçek anlamda bir tehdit ve tehlike olduğundan emindim.
“Anne!” dedi Özgür sıkılı dişlerinin arasından adeta hırlar gibi. “Onun tek yaptığı benim yediğim boku temizlemek.”
Kadın hışımla oğluna doğru dönüp ona öfkeyle kaşlarını çattı. “Bir daha bu şekilde konuştuğunu duymayacağım. Senin hiçbir suçun yoktu. O kız kimin odasına girdiğini bilmeliydi!”
“Peki benim kimi odama aldığımı bilmem gerekmez miydi anne?” derken sitem dolu oluşunu kaçırmadım.
“Bunu düşünmek zorunda olan sen değilsin. Hiçbir zaman da olmayacaksın. Anladın mı?”
“Benim kabahatlerimi başkalarına ödetemezsin.”
Özgür’e doğru yaklaşarak elini yatıştırmak istercesine yanağına koyup hafifçe okşadıktan sonra geri çekti. “Eğer ödenecek bir bedel varsa bunu benim çocuklarım ödemeyecek,” dedi kendi kitabındaki en önemli kanunmuş gibi netçe konuşurken. Sonra kafasını hafifçe yana doğru eğip oğlunun bu hâlini garipsemiş gibi bir müddet onu inceledi. Ardındansa, “Seni o mu böyle doldurdu?” diyerek çenesinin ucuyla Cesur’u işaret ettiğinde dişlerimi sıktım. Artık fazla olmaya başlamıştı. “Bu bir daha olmayacak, anladın mı?” dedi yine tüm otoriter tavrını koruyarak. “Bir daha onun direktifleriyle hareket ettiğini görmeyeceğim. Senin de Akın,” diyerek diğer oğlunu uyarmayı da ihmal etmedi. “Hiçbir şeye mecbur değilsiniz. Ben varken hiç kimse size emredemez ve bir şeylere mecbur bırakamaz. Olaylardan uzak duruyorum diye sakın beni her şeyden elini ayağını çekmiş sanmayın. Bu ailenin başında ben varım ve ben ne dersem o olur.”
Cesur komik bir şey duymuş gibi dudağının kenarını hafifçe kıvırırken sanki kadını varlığıyla rahatsız etmekten hoşlanıyormuş gibi rahat bir pozisyon aldı. Ayaklarını biraz aralayıp ellerini arkasında bağladığında kafasını meydan okur gibi havaya kaldırdı. Hiçbir şey söylemiyordu. Karşılık vermiyordu. Kendisini savunmuyordu. Öfkelenmiyordu ya da nefretini ifadesine yansıtmıyordu. Orada öylece duruyordu ve sadece bunu yaparak kadını delirttiğinin farkındaydı.
Özgür, “Artık bazı şeylere mecburum,” dedi bastıra bastıra. “Otuz yaşındayım anne, sorumluluk almadan yaşadığım günler geride kaldı. Bu mesele sadece beni ilgilendirseydi çoktan halletmiştim ama aileme dokunduğu için evet, artık bazı mecburiyetlerim var. Şimdi bana kahrolası kadını nerede sakladığını söyle!”
Cesur hiç konuşmuyordu ama aldığı kararlara adım adım uyan kardeşleri onun yerine gerekli cevapları veriyordu. Sanırım bu durum Halide’yi delirtiyordu. Nitekim gözlerini kıstığında orada çağlayan öfke artık daha şiddetliydi.
“Ben bu meseleyi hallettim. Konu kapandı,” dedi altını çize çize.
“İnan etmeyi bırak anne,” dedi Akın biraz ters tavrıyla. Onun bu kadar sabırlı olabileceğini hiç düşünmemiştim ama konu annesi olduğunda durumu iyi bile götürmüştü. “Kız bize lazım. Ortalık durulana kadar Özgür’ün karısı olarak kalacak. Sonrasını ayarlayacağız.”
“Sizin çözüm yönteminiz gereksiz şekilde yorucu. Bu kadarına gerek yok, neden anlamamak için diretiyorsunuz? Kız değersizdi ve değersizler ortadan kaybolduğunda bunu kimse sorgulamaz.”
“Babama da mı saygın yok?” diye bağırdı Özgür birden. “Kızın babası ve nişanlısının babası, babamın arkadaşlarıydı. İkisi de! Neden buna mecbur olduğumu göremeyecek kadar tecrübesiz değilsin anne.”
Halide Çağlayan’ın pek umurundaymış gibi görünmüyordu. “Zamanında babanın kendi meseleleri asla kapanmayacak gibiydi oğlum,” dedi tatlı tatlı ama derisinin altındaki iblis oradaydı. “Kaosun bitmesi için her gece dua ederdim. Her gece. Sonra birden hepsi kesildi. Herkes sustu ve ortalık duruldu. Şimdi bunu neden yaptığımı anlıyor musun? Bazen sert çözümler gerekir. Evet, gürültü çıkar ama sonrası sessizliktir. Yirmi yıl önce nasıl her şey rayına oturmuşsa şimdi de oturur. Dediğim gibi üç gün konuşulur oğlum sonra kapanır gider-”
Özgür çıldırırcasına etrafta sağa sola gidip dururken ağzının içerisinde söylediklerini anlayamıyorduk ama küfrettiğinden emindim. Artık bir saniyeliğine bile sakin kalamıyordu. Nitekim çok sürmeden tüm öfkesini kusarcasına haykırmaya başladı.
“Ne kapanması anne? Sen hangi dünyada yaşıyorsun? Yirmi yıl önce olan hiçbir şey kapanmadı! Kapandı sanıyorsan büyük yanılıyorsun. Babam uğraştı, şimdi de o düşmanlarla biz uğraşıyoruz. Babalarımızın meseleleri bize miras kaldı. Bizden de peşimizden gelecek nesle kalacak eminim. Yine aynısı mı olsun? Ben benim boktan meselemin benim ya da Akın’ın ya da abimin çocuklarının başına bela olmasını istemiyorum. Yeter! Evet, rahatım bozuldu, keyfim kaçtı. Dünyam tersine döndü, evet. Siktiğimin dünyasında asla yapmayacağım şeyi yapıp gittim evlendim! EVLENDİM ANNE! ÇÜNKÜ BEN NESİLDEN NESLE DÜŞMANLIK AKMASINA GÖZ YUMACAK KADAR BENCİL OLAMADIM. BABAM İŞTE BUNU YAPTI AMA BEN YAPMAYACAĞIM. ANLADIN MI? ŞİMDİ BANA ONUN NEREDE OLDUĞUNU SÖYLE!”
Halide duyduğu her kelimeyle daha çok irkildi. Titreyen elleri sabahlığının saten kumaşını sıkıyordu. Kuşkusuz bunları duymayı asla beklemediği için şoka uğradığı yüzünden bile belliydi. Sanki Özgür söyledikleriyle ona sıkı bir tokat atmıştı ve kadın ancak bazı şeylerin farkına varıyordu. Savsak bir adımla öne doğru çıkarken, “Oğlum,” diye sayıklayarak onu kolundan yakaladı. Söyleyecekti emindim. O ana kadar Peri’nin nerede olduğunu söyleyeceğini anlamıştım ama Özgür’ün kolunu tuttuğunda bir an için donakaldı. Zehirli gözleri aşağıya düştü ve elini dokunduğu yerde hafifçe oynattı. “Neden ıslak?” diye kendi kendine konuştuğu sırada parmaklarını biraz daha yukarıya kaydırdı ve ancak oradaki parçalanmış kıyafeti fark etti.
“Yaralandın mı sen?” diye telaşla bağırarak Özgür’ü tepeden tırnağa yokladı. Giydiği siyah kapüşonlu ve hâlâ gün ışığının olmamasından dolayı yarası ilk bakışta seçilebilecek durumda değildi. Kadın elleriyle onu yoklayarak sağ kolundaki, dirseğinin biraz üstündeki sıyrığı buldu. “Kim yaptı?” diye feryat etti. Özgür hızla geri çekilince elleri havada kaldı ve ikisi de kana bulanmış hâldeydi. “Kim yaptı Özgür? Kim yaptı?”
Özgür, “Düşman o kadar çok ki,” dedi sertçe. “Bu akşam sıyırdı ama bir dahakine ne olur kim bilir? Artık sadece bana kilitlenmiş iki aile varken doğrudan kurşunların hedefindeyim. Buna neden olan da sensin.”
Halide sanki göğsüne mermi yemiş gibi gürültüyle havayı ciğerlerine çekerken elini kalbinin üzerine koydu. Sarsılmış görünüyordu. Başından beri yaptığının arkasında duran ve ne denirse densin geri adım atmayacak olan o kadın değildi. Sanırım çocuklarından birinin hayatı söz konusu olduğunda her şeyi bir kenara bırakabilecek kadar duyarlıydı.
Yunus otoriter sesiyle, “Söyle onlara Halide,” diye buyurdu. “Kızı nereye kaldırdın?”
“Ormandalar,” derken gözleri sadece Özgür’ün üzerindeydi. “Onu oraya gömmelerini söyledim.”
Özgür’ün tüm vücudu gerildi. Duruşu, bakışı, nefes alışı bile tehlikeli bir hâl aldı. “Gömmelerini mi?”
“Evet,” dedi kadın. Sonra omuzlarını dikleştirdi. “Çoktan halletmişlerdir. Üzgünüm.”
Hayır, üzgün değildi. Kesinlikle üzgün değildi ama maskesi sağlam görünüyordu. Sanki gerçekten üzülüyormuş gibi kaşları bükülmüş, dudakları eğrilmişti ama gözlerindeki o bakış her şeyi ortaya seriyordu. Durumdan memnundu. Olandan, yaptığından, Peri’nin ölmesinden memnundu. Nelere sebebiyet verdiği umurunda bile değildi. Çıkacak sorunlar, ölecek bir kadın onun gerçekten umurundaymış gibi durmuyordu.
Yunus, kız kardeşinin büyük ve onun kaldıramayacağı bir tepkiyle karşılaşmasından korkarcasına araya girip, “Siz gidin, onunla ben ilgilenirim,” dedi çabucak. “Gidin. Hiçbir şey için geç değil. Bir şey öğrenirsem sizi ararım.”
Akın, Özgür’ü tutup bize doğru çekiştirdi. Kuşkusuz o da Özgür’ün annesine kaba bir tepki vermesinden endişe duyuyordu. Kadın kafadan rahatsızdı ve herkes bir noktada çizgiyi geçmemeye dikkat ediyordu. Ancak o an şundan emindim. Halide Çağlayan deli değildi. Aklıyla hiçbir problemi yoktu. O kelimenin tam anlamıyla şeytandı. Bakışı, duruşu, dudaklarından dökülen her kelime... hepsini planlıyordu ve iyi şov yapıyordu. Belki de yanılıyordum, belki de gerçekten hastaydı ama hislerim bana aksini söylüyordu.
Gürültüyle yutkunarak Cesur’a doğru döndüm. Bakışları hâlâ Halide Çağlayan’ın üzerindeydi ve Yunus’u duymamış gibiydi. Ona bakarken ne düşünüyordu? Gerçek bir deli olduğunu mu? Benim gibi kadının derisinin altında duran iblisi o da görüyor muydu? Yoksa mahvolan çocukluğunu mu düşünüyordu? Sürekli kenara itilip nefretle karşılaştığı günleri mi? İstenilmediğinin farkında olarak burada büyütülürken yaşadığı sıkıntıları mı?
İçimde onun için kocaman bir yaranın açıldığını hissederken uzanıp arkasındaki elini yakaladım ve tüm gücümle sıktım. Parmakları yavaşça parmaklarıma dolandı. Neden bu evde kalmadığını, kulübü kendisine ev yaptığını artık çok daha iyi anlayabiliyordum. Burası onun için dünyadaki cehennem olmalıydı.
Bu sırada Tuna bacağından vurulmamış gibi neredeyse koşarak yanımıza geldi. “Abi adamlardan biri konuştu. Acil yola çıkmalıyız. Haydi. Geç kalma şansımız yok,” diyerek bizi hem endişeye hem de umuda sürükledi.
♧
Araba asfalt yolda su gibi akarak gidiyordu. Acelesiz, sakindi. Ön taraftaki iki cam sonuna kadar açıktı. Yine de arabanın içerisindeki ağır sigara dumanının dağılması için yeterli değildi. Üç adamın da ellerinde henüz yeni tutuşturdukları sigaraları asılıydı. Üstelik bir öncekini söndürmelerinin üzerinden sadece beş dakika geçtiğinden emindi.
Ansızın bacağının üzerine konan elle birlikte Peri olduğu yerde sıçrarken ürkek hâli adamı keyiflendirdi. “Güzel kız aslında,” dedi gevşek tavrıyla. Ardından kaba şekilde güldü. “Teslim etmeden önce arabayı az sağa mı çeksek?”
Yanındaki adamın gür ve karanlık emeller taşıyan kahkahasına diğerleri de katıldı. Ön yolcu koltuğundaki adam omzunun üzerinden dönüp bakarken, “Geç kalalım da patron şeyini kesip eline versin,” diye alay etti.
Şoför koltuğundaki de yorum yapmaktan geri kalmadı. “Önce teslim edelim sonra talep ederiz. Az sabredin.”
Peri bacağını sıkan ve uyluk kısmına doğru kaymak isteyen iri eli tüm gücüyle tutup itmeye çalışırken adamın ansının elini çektikten sonra hızla yüzüne doğru savurmasıyla neye uğradığını şaşırdı. Ağzının üzerine aldığı sert darbeyle kapıya doğru yalpalanırken birkaç saniye zaman ve mekân kavramını yitirdi. Kanın tadı diline bulaştı. Dişleri dilini kötü şekilde kesmişti. Acının geçmesini beklerken hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Birkaç dakika sonra acı yavaş yavaş daha katlanılır bir hâl almaya başlamıştı, ancak korkusu azalmak bir yana şiddetlenmişti.
Dizleri titriyordu. Halide Çağlayan’ın niyetini anladığından beridir gerçekten dizleri titriyordu. Onları birbirine yapıştırarak durdurmaya çalışsa da pek başarılı olduğu söylenemezdi.
Adamın köşesine çekilmesiyle birlikte şimdilik rahat bırakıldığını anlayarak tuttuğu soluğunu bir nebze rahat şekilde havaya bıraktı. Odadan çıkarken üzerini değiştirecek kadar zaman tanınmadığı için pijamalarıylaydı ve son anda Özgür’ün hırkalarından birini kaptığı hâlde soğuktan donuyordu. Adamdan iyice uzak durma umuduyla kapıyla bütünleşip kafasını soğuk cama yaslarken yanaklarından birkaç damlanın dökülmesine izin verdi.
Odasındaydı ve yatmaya hazırlanıyordu. Pijamalarını bile giymişti. Her yanında tatlı minik kırmızı kalpler olan beyaz bir pijama takımıydı. Altı uzun, üstü ise kısa kolluydu. Kulüp daima sıcak olduğu için kısa kollu olmasını önemsememişti. Tam koltuktaki yerini almaya hazırlanıyordu ki odasının kapısı çalınmıştı. İrkilmişti, çünkü geç saatte odaya uğrayan kimse olmamıştı. Sadece Özgür gelirdi ve o da kapıyı çalma zahmetine girmezdi. Kalbini kaplayan endişeyle birlikte ayaklanıp kapıya gitmiş, ufacık aralamış ve kim olduğunu kontrol etmişti. Yabancı bir adamdı. Peri için herkes yabancıydı. Kulüpte çalışanların çoğunu tanımıyordu ama adama sormamış olsa bile onun kulüptekilerden biri olduğunu anlamıştı. Çünkü başka kim gecenin bir yarısı odasına kadar gelebilirdi?
Adam aşağıya inmesi gerektiğini, Halide Çağlayan’ın beklediğini söylemişti. Peri nedenini sormuş, durumu oldukça garipsemişti. Nikâhına bile gelme zahmeti göstermeyen kadının gecenin bir yarısı burada ne işi vardı? Değil mi? Bundan kuşkulanmalıydı. Ancak adam güvenlik için bu gecelik köşke götürüleceğini söylemiş, ailenin bir baskında olduğundan üstünkörü bahsetmişti. Sanki detayları Peri zaten bilirmiş gibi. Halbuki hiçbir şey bildiği yoktu. Özgür’ün aşağıda eğlendiğini düşünüyordu ama o dışarıdaydı ve baskının ne anlam içerdiğini bilecek kadar aklı başındaydı. Birden telaşa kapılmıştı. Eğer güvenlik için böyle bir şey yapılıyorsa durumun gerçekten önemli olduğunu düşünmüştü. Kapıdaki adama üzerini giymesi için biraz beklemesini rica etmişti ama adam acele etmesini, hiçbir şeye ihtiyaç duymayacağını buyurunca dolabı açtığında eline gelen ilk hırkayı çekip giymişti. Özgür’ündü. Onun gibi kokuyordu ve oldukça büyüktü ama başına ne geleceğini anladığı andan beridir ısınması için yeterli gelmiyordu.
Yanına çanta da almamıştı. Zaten çanta alsa bile içine koyabilecek bir şeyi yoktu. Ne cüzdan ne telefonu vardı. Bu yüzden öylece kapıya çıkmıştı. Adam önden önden yürürken onu sessizce takip etmişti. Ancak aşağıya indiğinde ona bu durumdan Özgür’ün haberinin olup olmadığını sorabilecek kadar aklını toparlayabilmişti. Adam kafasını sallamıştı. Şimdi fark ediyordu ki bu tamamen geçiştirici bir hareketti. Sanki bir şeyle kafası öyle meşguldü ki Peri’yi çabucak başından def etme düşüncesiyle hareket etmişti. Belki de baskını düşünüyordu, çünkü Peri de onu düşünmüştü.
Dışarıya çıktığında ve kendisini bekleyen arabaya bindiğinde içerisinde birkaç umut kırıntısı taşıyordu, ancak Halide Çağlayan’ın ketum suratını gördüğünü anda sertçe yutkunmuş, sesini çıkartmadan üzerine savurulacak kötü sözleri duymayı beklemişti. Çünkü kadının duruşu öyle mesafeliydi ki kendisini bir düşmana bakar gibi hissetmişti. Ezici bakışları midesini düğüm düğüm etmiş, nihâyet konuştuğundaysa dudaklarından dökülen zehirli kelimeler boğazını düğümlemişti.
Hakkını vermeliydi, Halide Çağlayan asil bir kadındı ve karşısında asla çirkefleşmemişti. Sakince, tane tane konuşmuş ve hem bakışlarıyla hem de üslubunu elden bırakmadan kalbinde ne taşıyorsa hepsini dışarıya dökmüştü.
“Biz yalnızca değerli şeylerle ilgileniriz,” demişti tüm kibriyle.
Peri o an değersiz olduğunu iliklerine kadar hissetmişti ve Halide Çağlayan’ın onu güvenli bir yere götürmediğini de anlamıştı. O arabada yanında oturan koruma silahını çekip kafasına doğrultsa kadın buna engel bile olmazdı. Ancak belli ki farklı bir planı vardı.
Yanaklarından birkaç damla daha döküldü. Nereye götürüldüğünden haberi yoktu ama ölüme gittiğini biliyordu. Halide Çağlayan bu işi yapması için onu tıpkı çöpe atılacak bir torbaymış gibi şu anda içinde bulunduğu arabaya transfer etmişti. Gittikleri ıssız yolu takip ederken kalbindeki endişeleri bastırabilmek için elinden geleni yapıyordu. Öyle çok korkuyordu ki aslında birinin silahı çekmesine gerek bile yoktu. Biraz daha böyle devam ederse olduğu yerde kalbi infilak edebilirdi.
Birden aklına Özgür geldi. Neden onu düşündüğünü bile anlamadı. Yokluğunu fark eden birileri olmuş muydu? Ona haber vermişler miydi? Yola çıkmış mıydı? Yine yardımına gelir miydi?
Soğuk bir el kalbini avuçlayıp tüm gücüyle sıktığında acıyla inlememek için dudaklarını birbirine bastırmak zorunda kaldı. Kimse yokluğunu fark etmeyecekti. Yanaklarından bir damla daha düştü. Kimse ona haber vermeyecekti. Bir damla daha. Bu kez yardıma gelmeyecekti. Bir damla daha. Belki de öğrense bile gelmeyecekti. Halide Çağlayan’ın sözleri kulaklarında yankılanırken gözyaşlarının donduğunu hissetti.
“Eminim ki sabah olduğunda Özgür bana minnet duyacak.”
Sertçe yutkundu ama boğazı sızladı. Adam için bir baş belası olduğunu unutmamalıydı. Unutmamalıydı ki umuda kapılmazdı. Umut olmayınca bekleyiş de olmazdı ve daha az hayal kırıklığıyla bununla baş edebilirdi. Zaten bir kutu ilaç içip canına kıyan kendisiydi. İkincisine kendisi cesaret edemeyip babasının cenazesine giden ve birinin bu işi bitirmesini uman da kendisiydi. Şimdi kafasına sıkılacak olan bir kurşundan bu kadar korkması yanlıştı. Ancak onu delicesine dehşete düşüren zaten ölüm değildi.
Yanındaki adamların niyeti belliydi. Zaten ölecek bir kadındı ve kimin kadını olduğu artık hiç önemli değildi. Bu yüzden kullanım için uygundu. Bedenine dokunan elleri sadece hayal ettiğinde bile kusmuğunda boğulacakmış gibi hissediyordu. Bir de bunu yaşayacağını az çok tahmin etmesi ödünü patlatmaya yetiyordu.
Araba yavaşlamaya başladığında dizlerindeki titreme iyice şiddetlendi. Kalbinde bir tufan daha koptu. Tek katlı bir dağ evinin önünde durmuşlardı. Evin ışıklarının hepsi açıktı. Siyah filmi camlardan dışarısını pek göremiyordu. Başka adamlar da var mıydı? Nasıl bir yere getirilmişti? Neden bir köşede işi bitirilmemişti? Halide Çağlayan'ın gerçek planının başka bir şey olduğunu düşünerek daha çok korkuya kapıldı. Yoksa öldürülmeyip öldürülmekten beter hâle mi getirilecekti? Fuhuş batağına atılmış olabilir miydi?
“Gelsin bir çanta daha paracıklar,” dedi ön yolcu koltuğundaki adam ellerini ovuştururken. Ebadı pek de küçük olmayan bir çantanın Halide Çağlayan’ın koruması tarafından şu anda içinde bulunduğu arabaya bırakıldığını görmüştü. Demek ki buradan bir para dolu çanta daha alacaklardı. Ölümünün bu kadar para edeceğini hiç düşünmüyordu. Bu yüzden düşüncelerinin gidişatındaki korkunçluk midesinin kasılmasına neden oluyordu.
“Biz parayı alınca kızı indir,” dedi şoför koltuğundaki. Ardından öndeki ikisi aynı anda kapıyı açıp aşağıya indi. Peri yanındaki adamın yaptığı gibi evin açılan kapısını izliyordu. Dışarıya çıkan adamın yüzünü seçememişti. Şapkası yüzünü gölgeliyordu.
Adamların arasında konuşmalar geçti. Camlar açık olduğu için sesleri geliyordu ama kalbi kulaklarında attığı için söylenen sözler onun nazarında uğultudan ibaretti. Ancak içlerinden biri kafasını sallayıp arabayı işaret ettiğinde kendisinden bahsedildiğini anladı.
“Sandığımdan daha değerli bir şey çıktın,” dedi hâlâ yanında oturan adam. Bakışlarını dışarıdaki üçlüden ayırmadan konuşmuştu. “Kadın bize iyi para döktü ve bu lavuk da öyle. Sayende zengin olduk.”
Hayır, Peri değerli değildi. Hikâyedeki en değersiz parçaydı.
Az önce şoför koltuğunda oturan adam eliyle işaret verdiğinde, “İn aşağıya,” diye buyurdu yanındaki. Ardından da uzanıp kolunu yakaladı ve arabadan inerken Peri’yi resmen peşinden sürükledi.
Genç kadın gecenin soğuğuna çıktığında üzerine hücum eden rüzgârın altında titredi. Eve doğru götürüleceğini düşünse de arabanın önünde kaldılar. Kafasında şapka olan adamın gözlerini üzerinde hissediyordu ama ona bakmaktan kaçındı; sanki bakmazsa orada değilmiş ya da zarar veremezmiş gibi. Etrafı taradı. Çevrede başka hiç kimse bulunmuyordu.
“Bizden pek umutlu görünmüyordun ama işi hallettik işte seni piç kurusu,” dedi yanındaki adam kısık sesle homurdanarak. “Ver paramızı da gidelim buradan. Kadın bize kibarca toz olmamızı söylemişti. Bu kız da senin olsun, amına koyayım. O kadar parayla çok daha güzellerini alırım zaten.”
Peri içi titreyerek şapkalı adama döndü. Uzak sayılmazlardı. Ne konuştuğunu anlamıyor olsa da hareketlerini görebiliyordu. Elini beline attığında bunu görmüştü. Diğerleri geç fark etmişti ama Peri görmüştü. Sadece bir saniye sonra peş peşe iki kurşun sıkıldı ve iki adam yere yığıldı. Yanındaki küfürler savurup can havliyle arabaya davranmıştı ki üçüncü kurşun tam kafasının arkasına geldi. Koca bedeninin tok bir sesle yere yığılmasını izlerken genç kadın çığlıklarını bastırmak istercesine ellerini ağzına kapatmıştı. Sıradaki kurşunun kendisine gelmesini bekleyerek bedenini kasarken koluna dolanan parmaklarla birlikte eve doğru sürüklendi. Karşı koydu, tüm gücüyle çırpındı ama adam çabalarını görmezden gelerek onu eve sokmayı başardı. Kapıyı üzerine vurup kilitledi. Ardından da salona doğru yürüyüp Peri’yi fırlatırcasına öne doğru itti.
Genç kadın birbirine dolanan ayakları yüzünden yere kapaklanmaktan kendisini alamazken canının acısını bir kenara bırakıp telaşla etrafına bakındı. Başka kimse yoktu. Başka adamlar yoktu. Bu onu rahatlatmalı mıydı yoksa daha çok korkutmalı mıydı emin olamazken onun konuştuğunu duydu ve o an daha çok, gerçekten çok korkması gerektiğini anladı.
“Nişanlımı görmeyeli uzun zaman olmuş,” dedi. Sesinde kıyamet saklıydı. “Özledin mi beni?”
Peri hızla yerde yuvarlanıp adama yüzünü döndü. Kafasındaki şapkayı çıkarıp bir kenara atmasıyla artık tamamen emindi, kulaklarının yanlış duyduğunu düşünmeyi kesti. O Ufuk’tu. Gözü açıldığından beri sevdiği ve evleneceği günün hayali kurduğu adamdı. Her şeye rağmen kalbinin heyecanla atmasını bekledi, çünkü ne zaman onu görse, uzaktan bile olsa kalbi delirirdi. Şimdiyse sadece korku vardı. Ona bakarken aşık olduğu adama değil bir yabancıya bakıyordu sanki.
“U-Ufuk,” dedi titreyen dudaklarının arasından. Şoktaydı. Adamın eski hâlinden eser bile yoktu. O her zaman jilet gibi ütülenmiş takım elbisesini giymiyordu. Her zaman tıraşladığı yüzü sakaldan görünmüyordu. Belirli bir seviyeden fazla uzamasına izin vermediği saçları birbirine geçmiş hâldeydi. Taramayı bile bırakmış gibiydi. Zayıflamış, çökmüştü. Eskiden ona baktığında kusursuz bir yüz ve sağlam bir vücut görürdü. Şimdiyse onu neredeyse tanıyamayacaktı.
“Ne o?” derken dudağının kenarı iğrenircesine kıvırdı. “Artık bana dünyadaki tek adammışım gibi kocaman gözlerle bakmayı bıraktın mı?” Elindeki silahı beline atıp yerdeki kadının üzerine doğru yürümeye başladı. Peri’nin korkuyla dirseklerinin üzerinde sürünerek geriye kaçma çabası karşısında soluğunu burnundan vererek kafasını hafifçe iki yana salladı. “Beni görünce yanıma gelebilmek için can atan kadından benden kaçan kadına,” dedi alayla. “Ama normal. Ben de olsam hayatını siktiğim birinden kaçmak isterdim.”
Hızla sertleşen sesi Peri’ye çarptığında yüreği olduğu yerde titredi. Ayağa kalkabilecek kadar gücü bile kalmamıştı. Onu gördüğü anda vücudundaki tüm güç çekilmişti. Gerisin gerisi kaçmaya çalışsa da bu daha çok sürünmekti. “B-ben... ben böyle olmasını istemedim,” derken kafasını hızlı hızlı iki yana salladı. “S-seni bilerek aldatmadım yemin ederim. Kendimde... değildim... i-isteyerek yapmadım. Lütfen dinle...”
Ufuk son adımı attığı gibi eğilip kadını saçlarından yakaladı. Koparmak istercesine asılarak onu dizlerinin üzerine kaldırdığında diğer eliyle de çenesini yakalayıp sıktı. “Neyini dinleyeceğim lan?” diye bağırdı kadının yüzüne doğru. “Nasıl orospuluk yaptığını mı anlatacaksın bana?” Kadının donakalması umudunda olmadı. Saçlarına daha çok asılıp iyice yüzüne doğru eğildi. “Bacaklarını açacak başka adam bulamadın değil mi?” dedi sıkılı dişlerinin arasından. “Başka birinin orospusu olsaydın lan! Başka birinin! Ama yok! Başıma bela olacaksın ya amına koyayım!”
Peri henüz duyduklarını sindirememişken yanağında patlayan tokatla birlikte geriye savrulmaktan kendisini koruyamadı. Bedeni yeniden yere kapaklanırken gözleri dehşetle aralanmıştı. Bu adam tanıdığı Ufuk olamazdı. Elbette yaptığının sakince karşılanmayacağını biliyordu ama şiddetle sonuçlanacağını aklının ucundan dahi geçirmemişti. Ufuk böyle bir adam değildi. Hiçbir zaman şiddet meyillisi olmamıştı. Şimdiye kadar yanında küfürlü konuşmamıştı bile.
“U-Ufuk,” diye hayal kırıklığıyla sayıklarken yanağını tutarak yüzünü adama doğru çevirdi. Gözleri akmayı bekleyen yaşlarla doluydu.
“Ne Ufuk ne?” diye bağırdı. “Tebrik mi edecektim seni? Beni ne güzel boynuzladın, hayatımı siktin diye? Lan sen beni bitirdin! Her şeyimi kaybettim senin yüzünden!”
Sanki Ufuk’tan yeni bir darbe almaktan korkarcasına elini kendisine siper ederken, “Ö-özür dilerim,” diye sayıkladı. Suçluluk duygusunda boğuluyordu. Hele de adamın perişan hâlini gördükçe kendisini daha kötü hissediyordu.
“Geberip gitseydin keşke!” dedi adam nefretle. “Geberip giden sen olmalıydın!”
Peri’nin gözleri yaşlarla dolup taştı. Bu adamdan iki güzel söz duyabilmek için gözünün içerisine bakarak yaşamışken şimdi duyduğu her söz kalbine bir hançer gibi saplanıyordu. Bu olay ortaya çıktığında babasından ve abisinden dayak yerken de canı çok yanmıştı ama onun için Ufuk’un en ufak tepkisi onların en büyük tepkisiyle eşdeğerdi.
“Neden sana şimdiye kadar sabrettim ki? Aptallık bende!” diye bağırırken sanki kadına yeniden vuracakmış gibi elini kaldırdı. Peri can havliyle ellerini yüzüne siper ederek olduğu yerde küçücük kaldı. Bunun üzerine Ufuk şimdilik ona bu korkuyu yaşatmayla yetinerek kendisini geri çekip Peri gelmeden önce içtiği viski bardağına doğru yürüdü. Öyle kin doluydu ki bunu kusmadan asla huzura eremeyecekti.
“Hayatımın amına koydun lan. Sana hiç yüz de vermedim ama sülük gibi yapıştın bana. Yanında beş dakikadan fazla durmadım, sana hiç dokunmadım, elini bile tutmadım lan. Konuşmadım, ilgilenmedim. Yüzüne bakmadım. Seni istemediğimi anlaman için daha ne yapmam gerekiyordu? Dayak mı atsaydım?” Kadına doğru döndüğünde her an dediğini yapacakmış gibi tehditkâr duruyordu. “Ulan seni dövsem bile kuyruğunu kıstırıp yanımda kalmaya devam ederdin. Sen busun işte. Korkak, tırsak, boyun eğerek yaşayan aptalın tekisin! Gidip babana bu adam beni sevmiyor diyemedin gitti! Sevmediğimi bile anlamayacak kadar salaktın zaten!”
Peri’nin kalbine saplanan hançerlerin sayısı bini geçti. Her sözden sonra başka bir hançer için yer kalmadığını düşünüyordu ama aynı sızı yine göğüs kafesinde peyda ediyordu. Yerde geriye doğru sürünerek adamdan biraz daha uzaklaşıp doğruldu ve yavaşça ayağa kalktı. Duydukları, adamın yüzündeki tiksinti ve sözlerindeki nefret bir kaya gibi sırtına binmişken onun karşısında ayakta durabilmek zor olsa da bunu başarabilmişti. “Sen neler diyorsun?” dedi titreyen sesiyle. Hâlâ duyduklarını ona yakıştıramıyordu. Belki de çok içmişti, sarhoştu. Belki de bu yüzden ne dediğini bilmiyordu. Belki de çok kızgındı, canı yandığı için böyle davranıyordu.
Ufuk bardağındaki tüm içkiyi bitirip boşalttığı bardağı vururcasına tezgâha bıraktı. Amerikan mutfaklı bir evdi ve ortadaki adanın yanındaydı. İçki şişesinin yarısını Peri gelmeden önce bitirmişti. Bardağı yeniden doldururken gözleri tezgâhın üzerinde kayarak köşede duran bıçak setinde dolanmaya başladı. İçine soğuk bir his dolarken, “Görmüyordun, anlamıyordun, şimdi açıkça söylüyorum bu kez de duymuyor musun?” dedi sıkılı dişlerinin arasından. “Ne kadar salak bir şeysin sen! Başından beri babanın seni bize kakaladığından emindim. Seni tanıdıkça bunu daha iyi anladım. Normal şartlarda seni kim alırdı? Hangi adam peşinde yavru ördek gibi dolanan bir kadın ister? Sana dokunmanın düşüncesi bile midemi bulandırıyordu.” Soğuk, buz gibi bir gülüşle Peri’ye baktı.
“O siktiğimin Özgür Çağlayan’ı seni nasıl yatağına aldı şaşırıyorum. Herif bahsedildiği gibi gerçek bir azgın olmalı ki sana bile katlanmış,” derken tezgâhın üzerinde kayan eli oradaki bıçak setini buldu. Aralarından ne çok büyük ne de çok küçük olanlardan birini çekip alırken şeytanların oynaştığı gözleri hâlâ kadının üzerindeydi.
“Ya da o kadar sarhoştu ki seni gerçekten görmemiştir bile,” derken bıçağı avucunun içerisinde sıkı sıkıya kavrayıp sıktı. “Söylene,” dedi sonra. “Hangisi?”
Peri inanamıyormuş gibi kafasını iki yana salladı. “Bu sen olamazsın,” dedi hayal kırıklığıyla. Saf bir aşkla sevdiği adamın gerçek yüzü bu muydu? Hâlâ aksine inanmak istiyor olsa da hangi erkek sözde sevdiği kadının başka bir adamla olan ilişkisini bu şekilde rahatça dile dökebilirdi?
Sevmeyen bir erkek...
Acıyla yutkundu. Onu neredeyse görmeden ve dediği gibi dokunmadan sevmişti. Saf ve masumdu. Belki de adamı hayalinde yüceltmişti. Kafasında büyütüp sevmiş, bu yüzden de gerçeği görememişti. Aslında Ufuk beyefendiydi. Her zaman beyefendi olmuştu. Düşünceli, sevecen, cana yakın değildi ama bir duruşu olduğunu sanmıştı. En azından ailesinin yanında gerçekten efendiliğini konuştururdu. Şimdiyse karşısında duran adam tıpkı ipsiz sapsız sokak serserisi gibiydi.
“Ben hep buydum. Sen o kadar kördün ki o kadar çabalamama rağmen göremedin. Salak! Seni sevdiğimi mi sanıyordun gerçekten de?” Ona küçümsercesine baktı. “Ailelerimiz istemese sana bir daha dönüp bakar mıydım ben? Beni sana mecbur bıraktıkları için hepsinden nefret ettim. Başlarda biraz umudum vardı ama senin sefil şekilde etrafımda dolanıp durman o kadar sinirlerimi bozdu ki sonraki her an eziyetten farksızdı. Dünyada başka erkek görmemiş gibi açgözlülükle bana bakıyordun-”
Peri artık bunları duymaya dayanamıyormuş gibi yumruklarını sıkarken, “Dünyamdaki tek erkek sendin çünkü,” dedi olduğu yerde öfkeden titrerken. “Ben seni sevmekten başka bir şey yapmamıştım. Bu yüzden beni mi suçluyorsun?”
Ufuk sanki ilginç bir şeyle karşılaşmış gibi kaşlarını havalandırırken içkiyi bırakıp kadına doğru döndü. “Bak sen. Sen konuşmayı biliyor muydun?” diye onunla alay etti.
“Bana hiç söz hakkı vermediniz ki!” derken öfkesi daha belirgindi.
“İtaatkar bir köpek gibi yetiştirilmenden ben sorumlu değilim ama tasmayla yaşamayı sorun etmediğin için en büyük suçlu sensin. Babana söyleyeceğin tek şey bu evliliği istemiyorum demekti. Söz kesildiğinde kahrolası 19 yaşındaydın. Daha yaşım küçük bile diyemedin. Çeneni böyle kapalı tutman için sana ne yaptılar babanın evinde? Her gün dayak mı yiyordun amına koyayım? Bu nasıl boyun eğmedir?”
Peri yumruklarını daha çok sıkarken, “Sen deseydin babana,” dedi. “Sen neden demedin bu kızı istemiyorum, sevmiyorum diye?”
“Öyle bir şansım olsaydı emin ol sana katlanmazdım. Geleceğim için kabul etmek zorunda kaldım-”
“Benim de öyle bir şansım yoktu!” dedi sesini yükselterek. “Babam bana öylesine sordu isteyip istemediğimi. Yok desem bile o size tamam diyecekti. Babamı tanıyorsun... bu yüzden beni suçlamayı bırak artık.”
“Sana düşkündü. Israr etsen vazgeçerdi-”
Genç kadın gülmeden edemedi. “Bana düşkündü? Benim babamdan mı bahsediyorsun? Beni ne kadar kolay gözden çıkarttı haberin var mı? Bu... bu olay olduğunda... öldürecekti beni.”
“Ne bekliyordun lan? Kızı orospu olmuş adam seni bağrına mı basacaktı?”
Bu kez göğsüne saplanan hançerin sızısıyla bir an için Peri’nin nefesi kesildi. “Kimin yüzünden o lanet bara gittim biliyor musun?” diye bağırdığında ilk kez sesi böylesine gür çıkıyordu. “Senin yüzünden! Gelinlik provamızda bana başkasını sevdiğini söylemiştin! Gelinlik provamızda!”
“Evet ve ondan sonra babacığına koşup ayrılmak istediğini demen lazımdı. Bara gidip sarhoş olup bir adamın yatağına girmen değil!” Kafasını hafifçe yana yatırdı. “Sen beni mi suçluyorsun o küçük aklınla?” dediğinde tehditkâr duruyordu. “Ben mi itmiş oldum seni o piçin yatağına, öyle mi?” Kadına doğru yürümeye başladı. Onunsa gerisin geri kaçma çabası karşısında sadece sırıttı. Delicesine bir sırıtıştı. “Ama biliyor musun ben ittim zaten,” dediğinde ifadesi ürkütücüydü. “Bir türlü yakamdan düşmedin. Geber git istedim. Bunu bile beceremedin! Gittin en olmayacak adamı buldun! O salak Melike yüzünden!”
Peri şaşkına döndü. “M-Melike mi?”
“Melike,” dedi adam, eğlendiği açıktı. Peri’nin yanındaydı ve onun artık geriye kaçabilecek alanı yoktu, duvara dayanmıştı. Önünde bir ölüm meleği gibi dikilirken elindeki bıçağı Peri’nin görebileceği şekilde kaldırıp, “Sana başkasını sevdiğimi söylemiştim ama kim olduğunu söylememiştim, değil mi?” diye sordu.
Genç kadın buna inanmak istemiyormuşçasına dehşetle kafasını iki yana sallarken yanağına bastırılan bıçağın soğuk yüzeyini hissettiğinde donakaldı. İri iri açtığı gözleriyle Ufuk’a bakarken onun tüm gemileri yaktığını açıkça görebiliyordu.
“Melike,” dedi adam bir sır veriyormuş edasıyla kısık sesle. “Başından beri benim istediğim oydu. Senin arkadaşın. Sen değil. Sen hiçbir zaman değil.”
Peri’nin yanağından birkaç damla peş peşe döküldü. Bıçağın yüzeyine deyip temizlercesine üstünden kaydı. “Y-yalan söylüyorsun,” dedi çaresizce. “Bu gerçek olamaz. Hayır... bu kadar kötü değil...”
“Melike gerçek bir kadındı,” dedi Ufuk sıkılı dişlerinin arasından. “Senin gibi köpek yavrusu değildi. İstediğini bilen ve onu almak için her şeyi yapabilecek bir kadındı. Gözü karaydı. Amına koyayım, gerçekten deliydi. Seni başka adamın kucağına itip fotoğrafını çekmeyi teklif eden oydu. Çılgıncaydı ama düğünümüz planlanıyordu ve seninle olmaktansa bunu yapmasını istedim. Seni ikna edip bara götürdü. İçirdi. Deli kızım seni kuklaya çevirmek için hap bile verdi sana.”
Her kelime Peri’yi şoka sokuyordu. Her kelime onun için nefes kesiciydi. Üzerine bir şarjör mermi boşaltılsa bu kadar canının yanmayacağından neredeyse emindi.
“Ama hesaplayamadığı şey seçtiğin adamdı. Gidip siktiğimin Özgür Çağlayan’ını buldun. Melike onun kim olduğunu ne bilsin! Bıraktı seni çıktı. Marifet gibi çektiği fotoğraflarınızı da basına verdi. Görünce deliye döndüm. Herkes olabilirdi lan! Her siktiğimin herifiyle yatabilirdin ama onlardan biri değil,” derken bıçağı çevirip keskin yerini kadının yanağında kaydırdı. Çektiği ince çizgiden sızan kan kadının gözyaşlarına karışırken bıçağın yönünü değiştirerek onu Peri’nin boynuna doğru indirdi. Teninin üzerinde tehditkâr şekilde sürterek gezdirirken, “O piç kurusunun başımıza bela olacağını biliyordum. Melike’ye def olup gitmesini söyledim. Durumun ciddiyetini anlayamadı. Dünyamıza ait olmayan bir kadına böyle şeyleri anlatmak o kadar zor ki. Dinlemedi beni. Aptal! Aptal kadın! Öldü bu yüzden. Piç kurusu kocan gidip onu öldürdü. Senin yüzünden. Bunların. Hepsi. Senin. Yüzünden,” dedi hiddetle.
Kadın yutkunmaya korkuyordu. Boğazında bıçağın keskin kısmı her an orayı deşecekmiş gibi dururken nefes almayı bile sayılı şekilde yapıyordu. Gözyaşları yanaklarından usulca kaymaya devam ettiği sırada, “B-benim yüzümden mi? Hâlâ beni nasıl suçlayabilirsin? Sen nasıl bir adammışsın? Seni nasıl sevebilmişim ben? Yazık,” dedi kalp kırıklığıyla. “Yazık, gerçekten aptalmışım ben.”
Ufuk bıçağı kadının boğazına hafifçe bastırdı. “Kes sesini!” diye yüzüne doğru hırladı. “Geberteceğim seni Peri! Sonra o piç peşime düşüp beni gebertecek olsa bile sensiz bir dünyada kaç gün yaşayacaksam içim rahat yaşayacağım.” Alayla güldü. “Peşime düşecek neden biliyor musun? Kahrolası onuru varmış gibi onu kurtarmak için. Yoksa seni umursayacağını sanmıyorum. Öncesinde benim başıma belaydın, şimdi de onun. Anası bile seni öldürmek istedi lan.” Ortada komik bir şey varmış gibi kahkaha attı. “O karı seni öldürsünler diye paralı adam tuttu. Neyse ki takip ettiğim için bu fırsatı değerlendirdim. Sayende fare gibi deliklerde saklana saklana yaşıyorum ama siktir et. Babamın da amına koyayım, hepsi bana yüzünü döndü. Bak, görüyorsun işte, senin yüzünden sik gibi kaldım ortada. Bunun bir bedeli olmalı ama değil mi? Sen prensesler gibi Çağlayanların arasında yaşarken benim kaçak köçek yaşamam adaletli değildi.”
“Prenses gibi mi?” dedi kadın yüzünü buruşturarak. “Beni ittiğin hayatın dört dörtlük olduğunu mu sanıyorsun?”
Ufuk kadının saçlarını yakalayıp asıldı. “Beni. Suçlamaya. Kalkma.”
“Öldür beni,” dedi Peri canı yandığı için güçlükle. “Bu bana verebileceğin en güzel şey olacak.”
“Özgür’ün senin için gelmeyeceğini öyle iyi biliyorsun ki umudun yok. Bir kez olsun kapıya bile bakmadın,” dedi durumdan haz aldığını saklamadan. “Sen hiçbir zaman değer gören biri olmadın olamadan da öleceksin. Kim seni ne yapsın? Sümsük, sırnaşık! Herkes senden kurtulmaya çalışıyor, görüyorsun. O herif isterse çoktan burayı adamlarıyla doldurmuştu ama kimse yok, Peri. Kimse senin için gelmedi. Kimse için önemin yok.”
Peri kalbinin artık ağrıdığını hissediyordu. Bu lafları duymaya dayanacak takati kalmamıştı. Odaklanıp birden harekete geçti ve dizini Ufuk’un bacaklarının arasına geçirdi. Adamın küfürler savurarak iki büklüm olmasını fırsat bilerek hızla yanından sıyrıldı. Titreyen dizlerine emirler gönderip tüm gücüyle koşmaya hazırlanırken hedefinde üst kata çıkan merdivenler vardı. Çaresiz bir girişim olduğunu biliyordu ama en azından çabalamış olacaktı. Ancak henüz ikinci adımında saçlarına yapışan elle geri çekildiğinde boğazından kopan çığlığa engel olamadı. Artık yine dizlerinin üzerindeydi ve pes edercesine kendisini bırakmıştı.
“Kaçmayı unut,” dedi Ufuk gaddarca. “Bu gece senin son gecen!” Bıçağı kaldırıp kadının saçlarına daldırdı önce. Onları çok sevdiğini ve çocukluğundan beri kesmediğini iyi biliyordu. Dağılmış tokasından tutarak gerdi ve sonra da kesip yere attı.
Genç kadın yere dökülen saçlarına bakarak hıçkırdı. Omuzlarından kayıp önüne doğru dökülen tutamlar onun için epey kısaydı. Saçlarına ağladı. Kendisine ağladı. Sadece birkaç saniye sonra yeniden saçlarına yapışan elle başı geriye çekildi. Boynu ortaya çıktı ve bıçağın soğukluğunu yeniden orada hissetti. Ufuk bir şeyler daha söyledi ama ne dediğini anlamadı. Tamamen kendisini bıçağın duruşuna ayarlamıştı. Biraz sonra hareket edeceğini biliyordu. Kuvvetle bastıracak ve sonra da düz bir çizgi çekecekti. Kendi kanında boğulacaktı.
Sadece düşünmenin bile verdiği dehşetle titrerken gözlerini kapattı. Sonra bir pencerenin kırıldığını duydu. Peşinden birkaç tanesi daha kırıldı ve kurşun seslerini duydu. Biri acıyla inledi. Boğazındaki bıçak yere düştü. Peri gözlerini yeniden açtığında evin kapısının büyük bir gürültüyle yıkıldığını gördü ve telaşla ayağa fırladı. Aynı esnadaysa içeriye onlarca adam doldu.
Özgür gelmişti.
Gelmez denilen adam buradaydı.
Yeniden gözlerinden yaşlar döküldü ama bu kez acıdan ya da korkudan dolayı değildi. Buradaydı. İçeriye girdiği anda iki adım ötesinde durmuş hızla tepeden tırnağa vücudunu taramış, hasar kontrolü yapmıştı. Bakışları yanağındaki çizgide ve tokat izinde epey dolandığında bir ton daha sertleşmişti. Saçlarını fark ettiğindeyse kahve ela gözleri artık kapkaraydı.
Anlık gelen koşup adama sarılma dürtüsüyle öne doğru bir adım atmıştı ki Özgür’ün doğruca Ufuk’a yöneldiğini görünce olduğu yerde kaldı. Bir an sonra odanın içerisi adam doluydu. Cesur, Akın ve Tuna sadece bildiği isimlerdi. Diğerlerini tanımıyordu. Tuna doğruca yanına gelip korur gibi Peri’yi arkasına aldığında genç kadın onun bir bandajla gelişigüzel bağlanmış bacağına gözlerini indirdi.
Aile baskındaydı.
Tuna yaralanmıştı. Ama buna rağmen omzunun üzerinden dönüp, “İyi misin?” diye soran da oydu. “Bir şey yaptı mı sana bu it?”
Peri hızlı hızlı kafasını iki yana salladı. Ona da durumunun nasıl olduğunu sormak istedi ama Özgür’ün Ufuk’a attığı sert yumrukla nefesini tutarak o tarafa döndü. Ufuk bir eliyle yaralanmış omzunu tutarken geriye düşmemesini sağlayan tek şey Özgür’ün onu yakasından tutmasıydı. Çenesine konan yumruk hırsını daha çok körüklemiş gibi, “Piç kurusu!” diye bağırdı. “Her şeyin içine sıçtın! Gurur meselesi yapmasan olmazdı değil mi? Orospu çocuğu!”
Özgür adamın yakasını bırakıp yaralı omzunu kavradı ve tüm gücüyle sıktı. Onun acıyla haykırması ve dayanamayıp dizlerinin üzerine düşmesini izlerken, “Gurur meselesi mi?” dedi ölümcül alayla. Sakin görünüyordu. Dışarıdan bakan biri onun öfkeden delirdiğini asla düşünmezdi. Ancak damarlarında gezinen tüm kan hücreleri bile öfke doluydu. “Şerefimi gözetmem ne zamandan beri gurur meselesi sayılıyor? Gerçi... sen bir gram şeref taşımadığın için bunu anlayamazsın.”
“Sanki onu seviyorsun! İnsan sevdiğini korur kollar,” dedi Ufuk böğürerek. Omzuna giren kurşunu iyice ezerek oraya hapseden el yüzünden epey ağrı çekiyordu ve konuşurken bunu açıkça belli ediyordu. “Sense yere serilen gururunu toplama peşindesin. Onun için bu kadar kan dökmeye değmezdi. Değseydi ben yapardım!”
“Onun için kan dökmeye değer. Hele de dökülecek kan seninkisiyse.”
“Siktir git! Seni de ondan kurtaracaktım. Bana teşekkür etmen gerekirken sanki gerçekten karınmış gibi onu korumaya çalışıyorsun. Evliliğinizin tamamen gösteriş olduğunu herkes biliyor. Senin gibi uçkuruna düşkün biri bile ona katlanamaz.”
Özgür adama bakarken hafifçe güldü. Sanki bir saniye sonra onu destekleyecekmiş gibi görünürken kendisini gerip kafasını Ufuk’un yüzüne geçirdi. Peri çıkan kırılma sesini duyduğunda çığlık atmamak için ellerini ağzına bastırdı. Ufuk’un yüzü kan içerisinde kalmıştı.
Özgür bir sır verecekmiş gibi Ufuk’un acı kıvrımlarıyla şekillenmiş yüzüne doğru eğilirken, “Birisi benim nişanlıma dokunmuş olsaydı onu doğduğuna pişman ederdim. Sense hiçbir şey yapmadın. Yapmadığın gibi kalktın benim karıma dokunmaya çalışsın,” dedi kan dondurucu sakinliğiyle. Uzanıp Ufuk’un elini yakaladı ve parmaklarından birini geriye doğru eğdi. Kırılma sesi adamın acı çığlığına karıştı.
“Neyin ne olduğu umurumda bile değil, biliyor musun? O artık benim karım ve sen onu incittin.”
İkinci parmak da aynı kaderi tattı. Ufuk haykırdı.
“Şşş... Bu kadar bağırma. Daha sekiz tane daha var.”
Üçüncü parmak kırıklar arasındaki yerini aldı.
“Hayatımdan onlarca kadın geçti, doğru. Ben kirli bir adamım ama hiçbirine senin yaptığın şerefsizliklerden birini yapmadım.”
Dördüncü parmak da listeye eklendi. Ufuk’un alnından terler boşalıyordu ve çığlıkları hiç dinmiyordu.
“Bazen iyi ki bu pisliğe bulaşmışım diyorum. Birinin adaleti sağlaması gerekiyordu,” derken sırıttı. Neredeyse sevecen görünmek üzereydi ama bakışları bir katilin bakışıydı. Son hamlesini yapmadan önce adamın üzerine biraz daha eğilip, “Kız arkadaşın da beni çok keyiflendirmişti ama senin verdiğin haz çok daha iyi,” dedi.
Ve adamın beşinci parmağını da kırdı. Ufuk küfürler savurarak haykırdı. Acıdan gözü başka hiçbir şeyi görmüyordu. Öyle ki Özgür onu ittiğinde yere düşmekten kendisini alamamıştı. Tüm parmakları kırılmış eli hâlâ Özgür’ün elindeydi. Üstelik aynı eline uzanan omzundan vurulduğu için acısı epey kuvvetliydi. Yüzünden yağmur gibi ter boşalıyordu ve ağzından saçılan tükürcükler sakallarına karışıyordu.
Özgür adamın elini yukarıya kaldırıp omzuna baskı yaptı ve odanın yeniden acı haykırışıyla dolmasına neden oldu. Ardından da arka cebinden çıkarttığı çakıyı açtı. “Ona vurmaya cesaret ettin,” derken adamın kolunu biraz daha gererek ağrısını arttırdı. “Benim soyadımı taşıyan birine kalkan elin sonu işte budur,” dediği anda çakıyı savurdu ve adamı avucundan arkasındaki duvara çiviledi.
Kulaklarını tüm çığlıklara kapatmışken o minik hıçkırığı duyduğunda tıpkı kurulu bir robot gibi arkasına dönerek sert bakışlarını doğruca Peri’ye dikti. Kadın görmek istemiyormuş gibi arkasını dönmüştü. Ellerini yüzüne kapatmış sessizce ağlıyordu. Yoksa hâlâ bu adam için üzülüyor muydu? Bunu düşünmek Özgür’ü birden delirttiğinde o sakin görünen adam kaybolup gitti. “Gel buraya!” diye buyururken sesi hayli yüksekti. Kadın korkuyla yerinde sıçramıştı ama hareket etmemişti. Özgür yeri döven adımlarla yanına giderek onu kolundan yakalayıp Ufuk’un bulunduğu köşeye çekti. Peri direndi. Gitmemek için çabaladı ama başarılı olamadı.
“İşte aşık olduğun adam bu!” dedi Özgür kadını orada durması için sıkı sıkı tutarken. Gözlerini açmadığını fark ettiğinde onu sarstı. “Bak!” diye bağırıp çenesini tutarak kaçırdığı kafasını Ufuk’a doğru sabitledi. “Bak ona dedim!” Peri’nin çırpınmasını, istemediğini belli edercesine kafasını iki yana sallamaya çalışmasını önemsemedi. “Onu hâlâ seviyor musun? Hmm? Cevap ver!”
Genç kadın dehşetle kafasını iki yana salladı. Bunun üzerine Özgür onun çenesini bıraktı. Diğer koluyla hâlâ oradan kaçmamasını sağlamak için sıkı sıkıya belini sarmışken boştaki elini beline atıp silahını çekti.
“O zaman vur onu,” dedi sıradan, gündelik bir istekmiş gibi.
Peri, “H-hayır... hayır... yapamam,” diye yalvardı.
“Yapacaksın,” derken kadını tamamen bırakıp bu kez elini tutarak silahı avucuna koydu ve kendi eliyle de üzerini sardı.
“Vur onu. Onun fırsatı olsa ikinci kez düşünmezdi.”
Cesur sessizliğini bozarak, “Bu filmin sonu iyi olmuyor, Özgür,” dedi uyarırcasına. Benzer senaryonu kendisi de Deniz’le yaşamıştı.
Özgür ise, “Abi sizinle kulüpte buluşuruz,” diye kestirip atmayı tercih etti. İsteği açık ve netti. Zaten Cesur da üstelemedi. Diğerlerine işaret verip oradan ayrıldı. Herkes teker teker evi terk etti.
Özgür, Peri’yle baş başa kaldığında silahı onun cansız parmaklarına iterek tutması için baskı uyguladı. “Tut şunu, Peri!”
“Y-yapamam... lütfen... l-lütfen...”
Dişlerini kıracak bir öfkeyle sıkarken kadını tutup birden kendine doğru çevirdi. Islak gözlerine tüm acımasızlığıyla baktığı sırada, “Neden?” diye bağırdı. “Hâlâ mı seviyorsun bu iti?”
“Hayır,” dedi kadın tepeden tırnağa titrediği sırada.
Adam çıldırmış gibiydi. “Hayır ne? Neye hayır?”
“S-sevmiyorum. Onu sevmiyorum. B-bitti.”
“O zaman bunu göster.” Çenesinin ucuyla köşedeki adamı işaret etti ama bakışlarını kadından kopartmadı.
“Y-yapamam,” dedi Peri hıçkırarak. “B-ben... ben korkuyorum. Lütfen... lütfen onu elimden al. D-daha önce hiç tutmadım. L-lütfen...”
Özgür ağzının içerisinden bu duruma küfürler sıraladı. Silahı kadının titreyen parmaklarından alırken, “Seni gerçekten süs çiçeği gibi büyütmüşler,” diye homurdandı. Silahı almış olmasına rağmen hâlâ her an kaçıp gidecekmiş gibi duran kadının beline yeniden kolunu sararak onu Ufuk’a doğru çevirdi. Kadın hızla gözlerini yumduğunda burnundan öfkeli bir soluk verdi.
“Ona bakacaksın, beni duydun mu? Bundan kaçma şansın yok,” dedi asla geri adım atmayacağını belli edercesine. “Bu pislik geberirken senin onu izlediğini bilerek geberecek. Gözlerini bile kaçırmayacaksın.”
“Özgür...”
“Bak,” diye bastırdı. “Bak, yoksa hâlâ aptal gibi onu sevdiğinden bunu yapamadığını düşüneceğim.”
Peri bunu duyduğunda irkildi. İradesini toplayarak kendisini zorladı ve birbirine geçmiş olan kirpiklerini korka korka araladı. Ufuk’u gördü. Perişan hâlini ve sağlam elinin sinsice beline doğru gittiğini. Silahını beline koyduğunu hatırladığında kalbi panikle çarptı. Birden, “Özgür! Silah!” diye bağırdı. Bedenini Özgür’ün önüne doğru atıp ona sarılırken bir silahın patladığını duydu ve hemen sonra da Özgür’ün kızgın sesi kulaklarına çalındı.
“Bu sondu,” dedi sıkılı dişlerinin arasından. “Bir daha kahrolası kurşunun sıkılacağını anladığında önüme değil arkama geç.”
Peri inanamayışla kafasını kaldırıp adamı hızla taradı. Kendisi vurulmamıştı ama onun vurulacağından öyle emindi ki istemsizce ellerini göğsüne koyup göremediği yarayı ararcasına kaydırdı. Yavaşça karnına doğru indi. Ardından da yukarıya çıkıp göğsünden omuzlarına geçti. Oradan da kollarına indiğinde ve sağ kolundaki kanama parmaklarına bulaştığında gözleri irileşti.
“Seni vurdu mu? Vurdu mu? Nasıl?”
Korkularını bile unutarak dönüp Ufuk’a bakmak istedi. Ancak Özgür çenesini yakalayarak buna engel oldu. Bakışlarını yüzünde sabitlerken baş parmağını yanağındaki ince kesiğin üzerinde kaydırdı.
“Ben onu vurdum.”
“Ama... peki bu?”
“Daha önce oldu.”
Peri zarar vermekten korkarcasına adamın kapüşonundaki deliği çekiştirip yarasına bakmaya çalıştı. Gördüğü karşısında yüzünün rengi atarken, “A-acıyor mu?” diye sordu.
“Hayır.”
“Ama kanıyor. Bu kadar kanarken nasıl acımaz?”
Özgür hafifçe iç geçirdi. “Kan seni tutuyor mu?”
“B-bilmiyorum,” dedi Peri. Dudaklarını rahatsızlığını belli ederek birbirine bastırdı.
Özgür ona bakarken bir kez daha iç geçirdi. “Kusacak mısın?”
Genç kadın bir an dursa da bir an sonra kısaca kafasını sallayıp boğazına doğru yükselen her şeyi adamın üzerine boca etmemek için yan tarafa dönüp ondan iki adım uzaklaştı ve sonra da eğilerek öğürmeye başladı. Adamın bundan iğrenmesini, arkasına bakmadan gitmesini bekledi ama Özgür düşündüğünün aksine yanına gelerek artık kısa olan saçlarını tutup arkasında topladı.
“Seninle ne yapacağım ben?” diye sessizce konuşurken avucunda duran kadının camdan bir bebek olduğuna artık emindi. Ait olduğu dünyanın karanlığında açan kırılgan bir çiçekten farkı yoktu.
Peri çabucak ağzını silip doğrulduğunda utangaç ve çekingen şekilde adama döndü. “Özür dilerim,” dedi kısık sesle.
“İyi misin?”
Kısaca kafasını salladı.
“Yürüyebilecek gibi görünmüyorsun.”
“Yürürüm-” demeye kalmadan adam çevik bir hareketle eğilip kadını kucakladı. Peri sesini çıkartmadan adamın göğsüne sinerken yanlışlıkla da olsa Ufuk’un hâlini görmekten korkarcasına gözlerini yumdu. Adamın ağırlığından hiç etkilenmeden bedenini taşıması karşısında sessizce içini çekti. Kafasını Özgür’ün göğsüne yaslarken nihâyet güven hissine yeniden sahipti.
Adam onu evden çıkarttığı sırada kısık sesle, “Teşekkür ederim,” diye mırıldandı.
Özgür kasıldı. “Neden?”
“Geldiğin için.”
♧
Halideee keep calm and tatliş bir kaynanaya dönüş 😅
Gelecek bölüm sizce bizi neler bekler? 🤔
Beğenmeyi unutmayınnn öpüldünüzz 🥰🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 65.92k Okunma |
4.22k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |