
+1 yorum bizim için = +1000 ilham perisi 🥺😍
♧
Peri tepesinden aşağıya akıp giden sıcak suyun verdiği rahatlık hissine minnettardı. Sanki sadece bedenini temizlemekle kalmıyor, omuzlarına yığılı duran dertlerinden de alıp gidiyordu. Garip şekilde iyiydi. Aslında kendini kaybedercesine ağlayacağını sanmıştı ama gözyaşı yoktu. Sadece biraz boş hissediyordu. Kendisinde gördüğü tek sorun buydu.
Şampuan kutusunu alıp avucuna bol bol dökerken birden saçlarının artık kısacık kaldığını hatırladığında durdu. Sertçe yutkundu. Onları bin bir emekle uzatmıştı ve kesmeyi hayatının hiçbir anında düşünmemişti. Şimdiyse ensesinin hizasında yamuk yumuk şekilde kesili duruyorlardı. Avucuna boca ettiği şampuan onlar için öyle fazlaydı ki bu görüntü içini sızlattı. Büyük bir kısmını suyun götürmesine izin verdikten sonra kalanıyla saçlarını yıkmaya başladı. İşte şimdi ağlayabilirdi ama saçların anıları taşıdığıyla ilgili sözü hatırlayınca buna izin vermemişti.
Belki de peşinden taşıdığı, yüreğine dert olan her ne varsa saçlarıyla birlikte gitmişti. Çünkü artık Ufuk’u düşünürken kendisini bulmuyordu. Ona ayıp ettiğini, onu utandırdığını, kırdığını ve üzdüğünü düşünerek kendisine eziyet etmeyi bırakmıştı. Ufuk zaten bunların hiçbirini hak etmemiş bir adamdı ve artık bunun farkındaydı.
Her ne kadar suyun altında daha çok kalmak istese de banyoyu kullanmayı bekleyen birinin daha olduğunu bildiği için işini çabuk bitirip çıktı. Kurulandı, yanında getirdiği kıyafetleri giydi. Bu kez bir pijama takımı değildi. Ufuk’tan duyduğu onca küçümseyici sözden ve aşağılayıcı bakıştan sonra yeniden pijamalarına bürünmek istememişti. Askılara sıra sıra dizilmiş geceliklerden birini almıştı. Aralarındaki en sade ve gösterişsiz olandı. İnce askılıydı, dizlerine kadar uzanıyordu, rengi siyahtı. Yakasındaki açıklık minimum seviyedeydi, sadece sırtı sutyen çizgisine kadar açıktı. Bu da onun için sorun değildi.
Daha sonra saçlarını kurulamaya geçti. Her zamankinden çok daha kısa sürmesi kalbini sızlatsa da görmezden gelmeye çalıştı. Belki uygun bir anda Eva’dan saçlarını düzeltmesini isteyebilirdi. En azından yamuk yumuk durmalarından iyi olurdu.
Aynadaki aksine baktığında yanağındaki kesiği bir müddet inceledi. Derin değildi, iyileşeceğini biliyordu. İz bırakmayacaktı ama tamamen yok olması sürecekti. Diğer yaraları ve çürükleri henüz yeni yeni bedeninden silinmişti. Yüzü nihayet morluklardan arınmışken şimdi o kesiğin olduğu yanağında Ufuk’un beş parmağının izini seçebiliyordu.
Sıkkın bir solukla ciğerlerini şişirip aynanın önünden çekildi. Bir süre daha aynalara bakmaktan kaçınacaktı. Bunu istemeden yapıyordu. Çünkü aynaya baktığında yüzündeki izler ona yaşadığı kötü anları tekrar tekrar hatırlatıyordu. Hem bedeninin hem de kalbinin iyileşmesi için biraz zaman gerekliydi. Daha sonra belki de teninde hiçbir iz yokken aynada kendisini izleyebilirdi; tıpkı eskiden olduğu gibi.
Peri banyodan usulca çıkıp odanın içerisine geçti. Bir ihtimal Özgür’ün gideceğini düşünmüştü ama adam hâlâ buradaydı ve üstü çıplaktı. Yatağın ayakucuna oturmuştu, yanında pansuman malzemeleri vardı ve kanlanmış gazlı bezler yatağın dibinde yerdeydi. Onu üstü çıplak vaziyette kendi kendine pansuman yaparken gördüğünde olduğu yerde donakaldı. Yanakları anında yanmaya başlarken başka tarafa bakması gerektiğini biliyordu ama nedense kafasını çeviremiyordu.
“Yardım... yardım etmemi ister misin?” diye beceriksizce sordu. Ellerinin titrediğini nasıl saklayabilirdi?
Özgür kafasını çevirip ona baktığında kaşları hafifçe havalandı. Sessiz hareket etmeye öyle alışmıştı ki adam orada olduğunu bile fark etmemişti. Bir saniyeliğine tepeden tırnağa kadını taradıktan sonra, “Yine kusmak mı istiyorsun?” dedi sakince.
“Kusmam,” dedi ama emin olmadığı ortadaydı.
“Kan seni tutuyor.” Keyifsizce güldü. “Kanın içerisinde yaşarken bu nasıl mümkün bilmiyorum ama...”
Genç kadın yanağının içini kemirerek Özgür’e doğru yürüdü. Yanındaki boşluğa oturup elinde tuttuğu ilaçlı gazlı bezi alarak yaraya hafifçe bastırdı, adam kasıldı. Vücudunun ince bir ter tabakasıyla kaplı olduğunu ancak fark ettiğinde canını yakmamak için ekstra çaba göstererek gazlı bezi yaranın üzerinde gezdirdi. İçi bir garip olsa da kusmayacaktı. Hayır, o kadar da zayıf değildi.
“İki dakika veriyorum,” dedi Özgür eğlenir gibiydi.
Peri tüm ilgisini kurşun yarasına vermişken gözlerini kaldırıp Özgür'e kaşlarını çalarak baktı. Bir an için adamın sadece pantolonuyla orada olduğunu unutmuştu ve işin kötüsü epey yakın duruyorlardı. Birden tüm vücudunu ateş bastı ve asla net olarak hatırlayamadığı anılar zihnine üşüştü. Bu adamla bu odada yaşadığı gece onun için tam bir bilinmezlikti, ancak ne zaman düşünmeye çalışsa çok sıcak hissediyordu, şu anda olduğu gibi.
“Kan beni tutmuyor,” diye nefes nefese kalmış şekilde mırıldanıp pansuman yaptığı yaraya döndü. Göğsü birden hızlı hızlı inip kalkmaya başlamıştı ve kahrolası elleri yeniden titriyordu.
“Emin misin?”
“Evet.”
“Ben pek emin olamadım ama neyse.”
“Bu gece birçok şey yaşadım. Ondan,” dedi durumu açıklama umuduyla. “Ondan oldu. Yoksa kan görünce kusmam.”
“Hmm.”
“Bana inanmıyor musun?”
“Keşke kendini benim gözlerimden görebilseydin,” dedi Özgür. Bunun üzerine Peri elektrik akımına tutulmuş gibi yeniden bakışlarını adamın kahve ela hareleriyle buluşturdu. Eğleniyordu. Adam açıkça onunla eğleniyordu ama bu Ufuk’un yaptığı gibi mide bulandıracak tarzda değildi.
Özgür, “Bayılmana beş saniye kalmış gibi,” diye devam ederken kafasını iki yana sallayarak güldü.
“B-bayılmayacağım,” dedi Peri. Sonra da kekelediği için kendisine kızdı. Yanaklarındaki ısının arttığını hissediyordu. Adamın gözünde aşırı zayıf bir konumda olduğunu görmek canını sıksa da hiçbir zaman güçlü yapıya sahip olamadığını kendisi de biliyordu.
“Çok hızlı nefes alıp veriyorsun,” dedi Özgür hafif ciddileşirken. “Başka bir şeye odaklanmaya çalış. Kan temizlediğini değil ne bileyim cam sildiğini düşün mesela. Faydası olur.”
“Burada sen cam mı oluyorsun yani?”
Adam duyduğundan sonra kafasını geriye atarak kısa bir kahkahayı serbest bıraktı. Peri onun yanağında beliren minicik gamzeyi fark ettiğinde duraksadı. Onun gamzesi olduğunu hiç düşünmemişti ama işte, gülünce oradaydı. Kendisininkilerden çok daha ufaktı, normal durduğunda asla yeri belli değildi ama güldüğünde ortaya çıkıveriyordu.
“Burada cam olan biri varsa o senden başkası olamaz,” dedi Özgür. Kadınla bakışları yeniden birleştiğinde onun hafif şaşkın, hafif de efsunlu hâline karşılık yüzü ciddileşti. “Seni kırmak çok kolay.”
Peri’nin yüzüne hüzün çöktü. Bakışlarını kaçırır gibi yaraya dönerken gazlı bezle birkaç kez üzerinden geçtikten sonra, “Doktora gitmen gerekmez miydi?” diye sordu. Sesi yeniden kısıktı ve konuyu değiştirmeye çalıştığı ortadaydı.
“Gerek yok. Kapat gitsin, iki güne uyar.”
“Ama biraz derin görünüyor-”
“Önemli bir şey değil,” derken üzerine yapıştırması için bandajları uzattı.
Peri irdelemekten kendisini alamadı. “Ama bu şekilde izi kalabilir.”
“Her izi kapatmaya çalışsaydım oho.”
Genç kadın başka yorumda bulunmadan bandajları yaranın üzerine yapıştırdı. Birkaç tane üst üstte yerleştirdi, çünkü yara hâlâ çok hassastı ve en ufak temasla yeniden kanıyordu. Adamın tenine fazla temas etmemeye dikkat ederek son yapıştırdığı bandajın kenarlarını bastırırken, “Bir şey sorabilir miyim?” dedi masum bir çocuk gibi.
Özgür iç geçirmekten kendisini alamadı. “Sor.”
“Melike’ye... ona bir şey yaptın mı?”
“Yaptım.”
“Yani... doğru mu? Onu... onu...”
“Öldürdüm,” dedi kadının kıvranışını sonlandırarak. Asla pişman görünmüyordu. Suçlu gibi değil, adaleti sağlayan biri gibi omuzları dikti. “Nasıl yaptığımı da bilmek ister misin?”
Peri irkildi. “İstemem. Hayır, lütfen.”
“Niye? Canının yandığını duymak seni daha huzurlu hissettirmez miydi?”
“Hissettirmezdi,” derken kafasını hafifçe iki yana sallayıp ellerini Özgür’ün üzerinden tamamen çekti. “Ne olursa olsun bunu istemezdim.”
“Sana ihanet etti, Peri. Buna rağmen onun iyiliğini düşünemezsin. Sxkeyim, çık şu kafadan!”
“Kötülüğe kötülükle cevap verirsem ondan ne farkım kalır ki?”
“Bu öyle bir şey değil,” diye homurdandı.
“Benim için öyle bir şey. Ayrıca iyiliğini de düşünmüyorum. Dediğin gibi bana ihanet etti. Benim için bitti.”
“Çok merak ediyorum,” diye başladı Özgür. Gözlerini hafif kıstı. “Melike’yle yüzleşme şansın olsaydı ve sana ihanet ettiğini öğrenseydin ne tepki verirdin?”
“Üzülürdüm. Kırılırdım. Kötü hissederdim. Belki de ağlardım.”
Adam homurdanmamak için kendisini zor tuttu. “Ona ne yapardın?”
“Ondan uzaklaşırdım ve bir daha konuşmazdım. Ne? Bana neden öyle bakıyorsun? Başka ne yapmam gerekir ki?”
Özgür umutsuz bir vakayla karşı karşıya kalmışçasına kafasını ağır ağır iki yana salladıktan sonra ayaklandı. “Seninle işimiz var,” diye ağzının içerisinde geveleyip banyoya doğru yöneldi. Gözden kaybolmadan önce söyledikleriyse kadının kulaklarında defalarca kez tekrarlandı.
“Bu gece adamlarımın bir düzinesini sırf seni benden habersiz buradan çıkarttıkları için kurşuna dizdim. Sense ihanete karşılık en fazla onunla konuşmazsın, öyle mi? Yat uyu Peri. Yat uyu.”
Genç kadın içi titreyerek ayaklandı. Odanın ışığını kısarken de aklında aynı cümleler dolanıyordu yatak olarak kullandığı koltuğa geçerken de. Hiçbir zaman gaddar ve merhametsiz olmamıştı. Bu bir eksiklik miydi? Çünkü Özgür ona eksikmiş gibi hissettirmişti. Kimsenin canını yakmayı istememesi adama neden garip geliyordu ki? Onun canı çok yanmıştı ve bu hissi biliyordu. Bildiği için de başkasının yaşamasını istemiyordu, tüm nedeni buydu.
Pikeyi üzerine çekip gözlerini yumarken yaşadıklarını yeniden zihninden geçirmeye başladı. Ufuk’u ve iğrenç sözlerini hatırlayınca kasıldı. O an elinde bir silah olsaydı onu kullanır mıydı diye düşündü. Canı çok yanmıştı. Her kelimeyle, her itirafla canı gerçekten çok yanmıştı. Silahı tuttuğunu ve Ufuk’a hedeflediğini hayal etti. İçine buz gibi bir his doluşurken tetiğe asıldığını düşledi. Havada uçan kurşunu sanki görüyordu. Gidip Ufuk’un göğsüne saplanmasını, derisini deşmesini, parçalamasını ve kanatmasını... İlk düşündüğünde gerçekten kusmak istedi ama daha sonra yeniden düşündüğünde kusma hissi daha katlanılırdı. Yeniden düşündüğünde kusma hissi yoktu. Yeniden düşündüğünde hissizdi. Bunu Ufuk’un göğsünde bir delik açmaktan hoşlanacağı sonucu elde edene kadar başa sarıp yeniden ve yeniden hayal etti. Nihayetindeyse uyuyakaldı.
Rüya aleminde bir yerde gözlerini açtığında başta hiçbir şey görmedi ama sonra o sesi duydu. Ufuk’un sesini.
“Nişanlımı görmeyeli uzun zaman olmuş,” dedi tıpkı daha önce söylediği gibi. “Özledin mi beni?”
Peri kaskatı kesildi. Kafasını şiddetle iki yana sallayıp bu andan kurtulmaya çalıştı.
“Her şey senin yüzünden oldu.”
“Hayatımı mahvettin.”
Ellerini kulaklarına kapatıp duymamak için kendisini kastı ama ses kafasının içerisindeydi. Derken babasının sesini duymaya başladı.
“Yüz karası! Namusumuzu beş paralık ettin.”
“Kimsenin yüzüne bakamayız artık. Bizi herkese rezil ettin.”
Ve onlara abisinin sesi de karıştı.
“Senin yüzünden hayatım kaydı. Sevdiğim kızı alamayacağım.”
“Bizi perişan ettin, utanmaz. Hayasız.”
Ufuk’un sesi yeniden baskın gelmeye başladı. “Beni aldattın,” dedi. “Beni aldattın. Sen kahpesin. Beni aldattın. Beni aldattın.”
Peri onlardan kurtulmak istercesine bilmediği bir yöne doğru koşmaya başladı. Sesler hâlâ onunlaydı. Ancak birisine çarptığında sesler kısa bir anlığına durdu. Çarptığı kişi Melike’den başkası değildi. Yüzünde iğrenç bir sırıtış vardı ve bakışları şeytaniydi. Derken sesler yeniden yükseldi. Babasının, abisinin kötü sözleri zihninin geri planındaydı ama Ufuk’un tekrar edip durduğu şeyi çok net duyuyordu.
“Beni aldattın.”
“Beni aldattın.”
“Beni aldattın.”
Peri dakikalarca suyun altında kalmış ve nefesi kesilmiş şekilde birden uyandığında ilk yaptığı gerçekten gürültüyle ciğerlerine hava çekmek oldu. Bir an için nerede olduğunu şaşırmıştı. Çırpınıyordu ama neden bunu yaptığından haberi yoktu. Ellerinin zarar vermeden yakalanmasının ardından, “Peri,” diye seslenen o tanıdık sesi duyunca irkildi. Onu tutan Özgür’den başkası değildi. Güvende olduğundan emin olmak istercesine odanın içerisinde göz gezdirdiğinde kendisini koltukta değil yatakta buldu. Işık kısıktı, ancak adamın yüzünü netçe seçebiliyordu. Yanındaydı. Yanında yatıyordu. Yine.
“Geçti,” dedi Özgür kısık sesle. “Uyandın, iyisin.”
“Su... su içebilir miyim?”
Özgür yan tarafına dönüp bardağı aldı. Diğer eliyle de Peri’nin kafasını destekleyip kaldırdı. Bardağı kadının dudaklarına yaklaştırırken, “İç, biraz rahatlarsın. Çok kasıyorsun,” diye mırıldandı. Uzattığı su değildi, az evvel kendisi için doldurduğu içki bardağıydı.
Peri aldığı ağır koku yüzünden burnunu kırıştırsa da nefesini tutarak bardaktan yudumlamak için uzandı. İlk yudumu küçüktü. İkincisiyse dolu doluydu. Özgür yeterli geldiğini düşünmüş olacak ki bardağı geri çekmeye niyetlendiğinde genç kadın eliyle adamın elini tutup tüm içkiyi kafasına dikmesini sağladı.
Özgür boş bardağa bakarken küçük, yamuk bir gülümsemeyle, “Başıma bir de ayyaş kesileceksin,” dedi. Kızmıyordu. Takıldığı açıktı.
Peri susuzluğunun az da olsa dinmesiyle birlikte dudaklarında kalan içki kalıntılarını diliyle süpürüp, “Bu hayatımda içtiğim üçüncü içkiydi,” diye mırıldandı. Kafasını yeniden yastığa bırakırken gözleri adamın üzerindeydi. Duş almış, üzerini değiştirmişti. Hâlâ nemli olan saçlarındaki şampuan kokusunu alabiliyordu.
“Senden aldığım ikinci içki.”
“Hayatında sadece üç kez mi içtin?” dedi Özgür garip bir şey duymuş gibi.
Kafasını salladı. “İlkini abimin dolabından gizlice alıp içmiştim. Evde kimse yoktu ve ben tadını çok merak ediyordum.” Yüzünü buruşturdu. “Zehir gibiydi.”
Özgür bardağı yeniden içkiyle doldururken, “İlk deneyim için en sertlerinden birini seçmişsen zehir gibi gelmesi normal,” dedi. Sonra iç çekti. “Kaç yaşındaydın?”
“Yirmi.”
“Yirmi yaşında ilk içki,” derken bunun ona değişik, garip bir şey gibi geldiği çok açıktı. “Ben kaç yaşında başladığımı ve kaç kez içtiğimi hatırlamıyorum bile. Sen yirmi yaşında ve üç kez.” Güler gibi bir ses çıkarttı. “Biri kaçak köçek, diğeri arkadaş dayatmasıyla, üçüncüsü de kötü bir kâbusu kovmak için.”
Peri içini titreten bir solukla göğsünü şişirdi. “Sen biraz fazla içiyorsun. Yani... bence... Sana karışmak istediğimden değil. Gördüğümü söylüyorum.”
“Kafamı dağıtıyorum,” dedi Özgür bardağındaki içkiyi yuvarlanıp ufak bir girdap oluşturduktan sonra tamamını içti.
“Hep böyle miydi yoksa... benden sonra daha çok mu arttı?” diye sorarken çekinik tavrı ortadaydı.
Özgür bardağı komodinin üzerine bırakırken iç geçirdi. “Kime sorsan ayyaşlığımdan bahseder,” dedikten sonra kadına doğru döndü. Bir şeyler daha eklemek ister gibi dursa da vazgeçerek yatakta kayıp yastığa düzgünce kafasını bıraktı.
“Uyu hadi.”
“Saat kaç oldu?”
“Sabahın altısı.”
Peri kısaca kafasını salladı. Ancak gözleri açıktı ve doğrudan Özgür’e bakıyordu. O sırt üstü yatıyordu, Peri ise adama doğru dönük duruyordu. Kısa bir sessizliğin ardından, “Beni neden yatağa taşıdın?” diye soruverdi. Aslında bunu irdelemeyi hiç planlamamıştı ama birden ağzından çıkıvermişti.
“O koltuk üzerinde uyumak için yapılmadı. Senin için bile küçük.”
“Ben oraya sığabilirim-”
Özgür gözlerini hiç açmadan, “Burada uyuyacaksın,” dedi kesip atarcasına. “Bir daha orada yattığını görürsem onu çöpe atarım.”
“Seni daha fazla rahatsız etmek istemiyorum,” diye fısıldadı. “Zaten odanı benimle paylaşıyorsun. En azından yatağında rahat uyuyabilmek senin hakkın.”
“Zaten rahatım. Bir şeye sarılıp uyumak hoşuma gidiyor.”
Peri sertçe yutkundu. “Benim yerime bir yastığı koysan daha rahat olursun. Mideni bulandırdığımı biliyorum.”
Adamın gözleri birden açıldı. Kaşları hafifçe çatılırken, “Bu nerden çıktı şimdi?” diye sordu. Ses tonu hafif kızgındı.
“Bana dedi ki... Ufuk bana dedi ki,” dedi Peri gözleri yaşarmasın diye kendisini kasarken. Özgür sabırsızca müdahale etti.
“Ne dedi o piç?”
“Beni nasıl yatağına aldığına şaşırmış. Sarhoş olmasaydın bana katlanmazmışsın.”
“Amxna koyduğumun çocuğu,” dedi ağzının içerisinde. “Kalkıp sana bunları mı söyledi onursuz piç kurusu! Onu öyle tek kurşunla gebertmemeliydim! Diğer parmaklarını da kollarını bacaklarını da kırmalıydım!”
Peri yanındaki adamın sakin hâlinden bir anda sıyrılarak köpürmesini asla beklemediği için olduğu yere sindi. Bu kadar kızacağını bilseydi bunları asla söylemezdi. Sonra onun Ufuk olmadığını hatırladı. Özgür, Ufuk gibi değildi. Onun kadar aşağılık olmayacağından emindi.
“Başka ne dedi sana?”
“Başka adam bulamadığım için kızdı. Senin dışında başka biri,” dedi kısık sesle.
“Kızar tabii ki. Başkası başına benim kadar bela olmazdı.”
“Bana dokunmanın düşüncesi bile midesini bulandırıyormuş,” dedi genç kadın olduğu yerde yok olmak ister gibi büzüşürken. “Kendimi bildim bileli tanıdığım adam böyle söylüyorsa... senin de mideni bulandırmayı istemem.”
“Saçmalık,” diye homurdandı. “O itin söylediklerini kafandan sil. Kuyruk acısından boş boş konuşmuş hayvan oğlu hayvan.”
Peri küskün bir çocuk gibi, “Ama bana hiç dokunmadı,” dedi. “Doğruyu söyledi işte. Midesini bulandırmışım.” Gözlerini kaldırıp Özgür’e kaçamak bir bakış attı, ancak bakışları adamın bakışlarıyla kesiştiğinde geri çekemedi. “Üniversiteye giderken arkadaşlarım sürekli erkek arkadaşlarından bahsederlerdi, bende bir köşeden dinlerdim. Erkeklerin asıl istediği dokunmak, öpmek derlerdi. Nasıl naz yapmaları gerektiği konusunda birbirlerine akıl verirlerdi. Birkaçını denedim,” derken hissettiği utançla daha fazla dayanamayarak gözlerini kaçırdı. “Ona sokulmaya çalıştım, benden uzaklaştı. Sanki hastalıklıymışım gibi. Beni öpsün diye bekledim, gözlerinin içine baktım. Beni hiç öpmedi. Hiç. Denemedi bile.”
“Hiç, öyle mi?” dedi adam. Onun da sesi kısık çıkmıştı.
Usulca kafasını salladı. “Beni kimse öpmedi.”
“Yanlış,” dedi Özgür yavaşça. “Ben seni öptüm. Hem de sayısız şekilde.”
Peri kasıldı. “B-ben hiçbir şey hatırlamıyorum.”
“Çok yazık,” dedi, dudağının kenarında bir kıvrım vardı. “Ben hepsini hatırlıyorum.”
Genç kadın kafa karışıklığıyla adama baktı. “Sarhoş değil miydin?”
“Kesinlikle değildim,” dedi. “İçmiştim ama kafam yerindeydi.”
“Ve yine de bana dokundun. B-bana?”
“İtin biri öyle dedi diye kendini mide bulandıracak bir kadın olarak mı düşünüyorsun gerçekten?” dedi inanamayışla. “O piç kurusu sahip olacağından iyisini elinde tutuyordu ama değerini bilemedi. Sen ona fazla geldin, böyle düşün.”
“Ben mi?”
Sıkkın bir soluk verdi. “Tabii ki sen.”
“Onu aldatmış sayılıyor muyum?” diye sordu kadın dalgın dalgın.
“O zaten seni aldatıyordu.”
“Bu yaptığımın doğru olduğu anlamına gelmez ki,” derken kafasını iyice yastığa bastırdı. “Herkes beni suçladı. Babam, abim, Ufuk... Sanki önüme gelen her adamın yatağına giriyormuşum gibi bana kötü laflar ettiler. Hepsine o kadar kırgınım ki... Hiçbir şey hatırlamıyorum bile. Belki hatırlasam bu kadar berbat hissetmezdim. Çünkü... çünkü suçlanmaktan bıktım. Evet, yaptım demek istiyorum. İsteyerek yaptım. Bilerek aldattım. Ben yaptım. Ben istedim.” Gürültüyle yutkundu. “B-bunu yapmak istiyorum. Aklım başımdayken.”
“Neyi?” dedi Özgür yavaşça ve kısık sesle.
Peri ona hiç bakmadan konuştu. “Biriyle birlikte olmayı.”
“Biriyle birlikte olmayı?”
“E-evet.”
Peri bir an sonra Özgür’ü tepesinde buldu. Üst bedeni tehdit edercesine üzerindeydi, ancak birbirlerine değmiyorlardı. Sağ kolunu yatağa bastırmıştı, ondan destek alıyordu. Diğer eli kadının karnının yanındaydı. “Oradan bakılınca ben Ufuk kadar şerefsiz miyim?” dediğinde sesinde yatan öfke taşmak üzere olan bir denizi andırıyordu. “Benim karım olarak etrafta dolanırken başka biriyle olamazsın, Peri. Lafını bile edemezsin. Beni duydun mu?”
“A-ama... ama bunun gerçek bir evlilik olmadığını söylemiştin-”
“Ne bok olduğu umurumda değil. Başka biri yok. Başka birine bakmak yok. Dokunmak yok. Hayalini kurmak bile yok.”
“T-tamam.”
“Benim kafama aptal saptal şeyler sokma. Kalan ömrünü bu odada geçirirsin, şaka yapmıyorum.”
“Özür dilerim... ben sadece... önüne gelenle birlikte olan biri değilim. Biliyorsun. B-biliyorsun, değil mi? Bana öyleymişim gibi bakma lütfen.”
“Sxkeyim, Peri!” dedikten hemen sonra eğilip kadını öptü. Kahretsin, bunu o bile planlamamıştı. Sadece yapmıştı işte. Başka biriyle olacağının düşüncesi dahi onu çıldırtmıştı. Bunu istediği için onu cezalandırmak bile istiyordu. Bu yüzden öpüşü sertti. Ancak kadının bir zaman sonra çok yavaşça, gerçekten yavaşça karşılık vermesiyle ensesinden omurgasına doğru bir soğukluk yayıldı. Öyle ürkekti ki... Öyle çekinikti ki... ilk adımını atmaya çalışan yavru bir ceylan gibiydi. Bu yüzden birden yavaşladı. Ona doğru dürüst bir ilk öpücük vermeliydi. Zaten vermişti ama kadın hatırlamıyordu. Hatırladığında mutlu olacağı şekilde olmalıydı. Tutkulu, doyurucu ve hak ettiği gibi yumuşak.
Özgür bunu yaptı. Bir görevmiş gibi değil, isteyerek yaptı. Kadının ürkek, kaçamak karşılıkları ona haz veriyordu. Eşelemesi ve daha fazlasını keşfetmesi gereken değerli bir maden gibiydi. Sadece kendisine ait olan bir maden. Başkası yoktu. Özgür daha önce hiç tamamen kendisine ait bir kadınla olmamıştı. Kendisi ne kadar kirliyse Peri o kadar temizdi. Bu yüzden hem feci şekilde tatmin oluyordu hem de onun yanında çok kirli hissediyordu.
Dakikalar sonra ondan ancak kopabildiğinde tüm iradesini kullanarak geri çekilmek üzereydi ki Peri ellerini adamın yüzüne yerleştirip onu yeniden kendisine doğru çekerken, “Durma,” dedi nefes nefese kalmış şekilde. “Lütfen... devam et. Hatırlamak istiyorum. Bilmek istiyorum, Özgür. Ben yaptım demek istiyorum. Lütfen.”
Adam kaskatı kesilen çenesini yavaşça iki yana salladı. “Sonra ağlayacaksın.”
“Ağlamayacağım. Söz... söz veriyorum. Yemin ederim!” dedi onu ikna etmek istercesine.
“Peri-”
“S-sana iğrenç geliyorsam... tamam.”
Peri kaçma niyetiyle hareketleneceği sırada Özgür onu olduğu yere sabitledi. Yeniden üzerine doğru eğilirken kızgın görünüyordu. “İğrenç gelmediğini sana kanıtlarım,” dediğinde eşofmanın altında yatan sertliği kadının hissedeceği şekilde bedenine bastırdı. “Ama tek bir gözyaşı görürsem seni buna pişman ederim.”
Genç kadın gürültülü şekilde yutkunup kafasını salladı. “Tamam,” diye fısıldadığında göğsü körük gibi inip kalkıyordu ve baldırında hissettiği sert baskı yüzünden aklı tamamen oradaydı. “Şey... şey...”
“Ney?” dedi Özgür. Kadının ne yapacağını şaşırmış hâline neredeyse gülecekti.
“Canım yanacak mı?”
[BU KISMIN TAMAMI WATTPAD VE INKSPİRED ÜZERİNDE YAYINDADIR]
Nefes sesleri odada yankılanan tek sesti. İkisi de aç şekilde ciğerlerini havayla doldurmaya çalışıyordu. İkisi de ter içerisinde kalmıştı ve ikisinin de tüm gücü bitmişti. Özgür kadının bacaklarının arasından yavaşça sıyrıldığında onun keskin bir solukla göğsünü havaya kaldırmasını tatmin olmuş bakışlarla izledi. Ardından yanına kendisini atar gibi bıraktı. Kadının gereksiz bir çabayla örtüyü bulup üzerine çekmesini sessizce izledi. Kullanılmış ve bir köşeye atılmış hissetmemesi için uzanıp onu göğsüne yasladı. Bunu dert etmemesi gerekirdi, ancak günler sonra olabilecek en iyi şekilde doyuma ulaşmışken en azından bu inceliği ona sunacaktı.
Uykulu, yorgun sesiyle, “Eğer yine rüyalarında bile gelip sana rahat vermezlerse onlara bu kez evet, ben yaptım, amxna koyduklarım de,” dedi.
Peri istemsizce kıkırdadı. “Ben hiç küfretmem ki.”
Özgür onun tatlı gülüşünü duyduğunda elektrik akımına tutulmuş gibi birden gözlerini açıp kafasını eğerek kadının yüzüne baktı. Hatta onu daha iyi görebilmek için eliyle çenesini havaya kaldırmıştı. Az öncesinde yaşadıkları zevk yüzünden hâlâ kızarık olan yanaklarındaki gamzeleri netçe ortadaydı. Ancak gülüşünün yavaş yavaş solmasıyla belirginlikleri azalmış, azalmış ve normal hâle dönmüştü. Hâlâ çukurlarını seçebiliyordu ama kadın artık gülmüyordu. Onu yeniden öpmek için amansız bir istek duysa da kendisini tuttu.
“Yanlış bir şey mi söyledim?” dedi Peri çekinik sesle.
“Hayır. Neden?”
“Bana kızmış gibi bakıyorsun.”
Kızmış gibi değildi, efsunlanmış gibiydi. Ancak gamzeler solduğunda belki de kızgın görünmüş olabilirdi. Kadının çenesini serbest bırakarak kafasını yeniden yastığa yerleştirdi. “Uyu artık,” dedi kısık sesle.
Peri sanki az önceki yakınlıkları hiç yokmuş gibi ürkekçe kafasını adamın göğsüne yaslarken, “Böyle seni rahatsız etmeyeyim?” diye sordu.
Adamdan bir iç çekiş yükseldi. “Uyu.”
Bunun üzerine yerine daha rahat şekilde sığışarak, “Teşekkür ederim,” diye mırıldandı. Kalbi yine feci hızlı atıyordu ve adamın bunu hissedebileceğinden emindi.
“Bir kuru teşekkürle bundan sıyrılamazsın,” dedi Özgür. Gözlerini yeniden kapatırken aklına gelenle birlikte dudağının kenarı kıvrıldı. “Bana borçlandın. Bir gün tahsil etmek istersem karşı koymayacaksın.”
Peri sertçe yutkundu. “Ta-tamam,” dedi. Söz verilen günün ne zaman geleceğinden ya da geleceğinden bile emin değildi ama şimdiden içinde bir yangın başlatmıştı.
♧
Kulübün arka kısmındaki bürodaydım. Cesur’un çalışma masasındaki rahat koltuğunda oturuyordum ve sol tarafımda açık bulunan iki büyük ekranda kulüpte eğlenenlerin görüntüleri dönüp duruyordu. Alanı gösteren kameralar her on beş saniyede bir farklı açıdan görüntü veriyordu. Geldiğimden beridir kendimi kameraları izlemeye öyle çok kaptırmıştım ki bunun eğlenceli olduğunu bile söyleyebilirdim.
Sesler yoktu, sadece görüntüden ibaretti. Yine de çılgınca eğlenen insanların sağa sola salınan bedenlerini ve ışık gösterilerini izlemek bile sanki müziği duyuyormuşum gibi hissetmeme neden oluyordu. Önümde duran kaleme uzanıp onu parmaklarımın arasında çevirerek oynarken koltuğa iyice gömülerek izlemeye devam ettim. Artık arka kısımda da kameralar vardı. Yeni eklenmiş olmalılardı, çünkü buraya ilk geldiğimde onların olmadığından emindim. Lavaboların olduğu kısma, soyunma kabinlerinin, arka balkonun ve yine arka taraftan üst kata çıkan merdivenlerin olduğu kısımlara kameralar konulmuştu. Arada kamera arka bahçedeki otoparkı bile gösteriyordu.
Büronun bulunduğu kanadı gösteren kamera da vardı. Kızıl ışıkla aydınlatılmış koridorun en sonuna yerleştirilmişti ve doğruca koridora girenleri görüyordu. Cesur’un yatak odasını göstermiyordu. Koridora girenleri ve büroya kadar alanı kapsayacak şekildeydi. Zaten oradan geçmeden yatak odasına girmenin imkânı bile yoktu.
Görüntüler değişti. Eva’yı telefona baktıktan sonra bar bankosundan inerken gördüm. Doğruca arka kısma, buraya doğru geliyordu. Ekranın diğer köşesinde Akın kendilerine ait locadaydı ve bakışları doğruca Eva’nın üzerindeydi. Onun hareketlendiğini gördüğünde yanındakileri hiç umursamadan ayaklandı ve ağır adımlarla peşinden gitmeye başladı.
Avına sinsice yaklaşan bir yabaniden farksızdı. O ikisinin aralarının yine bozuk olduğunu anlamak için onlara bakmak bile yeterliydi. Eva bir şeylere bozulduğunu açıkça belli ediyordu ve Akın’ın ise ne yaptığından haberinin bile olmadığına kalıbımı basabilirdim. Gerilimin farkındaydı ama kaynağını bulamıyordu.
Hâllerine hafifçe gülümsemekten kendimi alamazken görüntülerin değişmesiyle ekranda gözlerimi gezdirip Eva’yı buldum. Arka kısma girmişti ve hedefi kızıl koridoru saklayan tablolu kapıydı. Kapıyı açıp koridora geçti. Sadece birkaç saniye sonra aynı yerde Akın belirdi. Erkanı yine gözden geçirdim ve Eva’yı kızıl koridorda yürürken buldum. Büroya yaklaştı, uzanıp kapıyı açtı, içeriye ilk adımını attı ve aynı sırada Akın tablolu kapıdan geçip kızıl koridora girdi.
“Ah, sen burada mıydın?” dedi beni burada bulmayı beklemiyormuş gibi kısa bir an duraksayarak.
“Yeni geldim sayılır. Uzanıyordum aslında.”
“Yoksa sana da mı Tuna mesaj attı?” derken içeriye girip kapıyı kapanması için itti, ancak kapı kapanmadı. Arkadan uzanan bir el onu tuttu. Kuşkusuz Akın’dan başkası değildi ve içeriye girdiğinde beni orada görünce suratı düştü. Yemin edebilirdim ki başka planları vardı ve bana o planların katili olmuşum gibi kısa bir bakış atıp ağzının içerisinde bir şeyler homurdandı. Eva ise her şeyden habersizce ona doğru dönerek, “Sana da mı Tuna mesaj attı?” diye sordu. Sesi hem mesafeli hem de meraklıydı.
Akın gelişigüzel kafasını sallayıp koltuklardan birine kendisini atarken telefonunu çıkartıp kontrol etti. Mesajdan haberi bile olmadığından emindim, şimdi bakıyordu. Onun tek odağı Eva’ydı ve sadece onun peşindeydi.
“Tuna size ne söyledi?” diye sordum gülümsememi bastırmak için elimden geleni yaparken. Akın’ın asılan suratını gördükçe sırıtmadan durmak çok zordu.
“Büroda toplanacağımızı söyledi. Konunun ne olduğunu biliyor musun?”
Kafamı yavaşça iki yana salladım. “Tahminim dün geceki olaylar üzerine konuşacağımız yönünde. Cesur’u hiç gördün mü?”
Eva, Akın’ın tam karşısındaki koltuğa otururken, “Tuna’yla birlikte dışarı çıkmışlardı,” diye açıkladı. Uyandığımda onu yanımda bulamayınca yatakta kendimi oyalamıştım. Ta ki beni arayıp büroya geçmemi isteyene kadar. Ne olduğundan bahsetmemişti. Bende nedenini zaten öğreneceğimi bildiğim için pek üstelememiş ve hazırlanıp buraya geçmiştim. Ancak elbette ki diğerlerini de çağıracağını hesaplamamıştım. Bu yüzden hafif gerilmiş olsam da bunu düşünmemeye çalıştım ve yeni bir sorunun çıkmadığını umarak sessizce iç geçirdim.
Eva sıkkın bir solukla göğsünü şişirdi. “Dün gece...” derken epey gergindi. Sanırım o anları hatırlamak bile istemiyordu. Karşısındaki adama kaçamak bir bakış attı. Barut’un evinden ayrıldıktan sonra bizi aradığında sesinde olan korkuyu netçe hatırlıyordum. O sıra Akın’la konuşurken aralarında her ne problem varsa umursamamıştı, çünkü onun için endişelenmekle meşguldü. Şimdi ise o endişe geçtiğinden dolayı ondan daha kolay uzak durabiliyordu.
“Hiç bitmeyecekti sandım,” diyerek cümlesini tamamladı.
“Ben de öyle,” dedim yavaşça. Barut’un evini sessizce ele geçirmemiz, tek bir dikili tuğlası kalmayacak şekilde yakmamız, Cesur’un onu kurşuna dizmesi ve sonra da bize sıkılan onlarca kurşunun arasında kalmamız... Göğsüme aldığım darbeden dolayı tenim kıpkırmızıydı ve gittikçe mora döneceğinden emindim. Bazı anlarda hareket ederken göğsümü ağrıtan etkide bir darbeydi. Çelik yelek giymeseydim sonu ne olurdu düşünmek bile istemiyordum.
Gecenin devamı da ayrı bir olaydı. Halide Çağlayan’ın Peri’yi açıkça öldürme girişimini hatırladıkça tüylerim diken diken oluyordu. Her seferinde daha ne kadar kötü olabileceğini düşünürken kendimi buluyordum. Sırf kendi oğlunu sözüm ona huzura erdirebilmek için gözünü bile kırpmadan Peri’nin hayatını hiçe saymıştı. Onu paralı adamlarına vermiş ve öldürüp gömmelerini emretmişti. Eğer Ufuk işin içine girmeseydi Peri çoktan ölmüş bile olabilirdi. Belki Ufuk ona daha kötü şeyler yaşatmıştı, bilmiyordum ama eğer hâlâ yaşıyorsa bu Ufuk’un olaya dâhil olup Peri’yi kendisine almasından dolayıydı. Böylece yeterli vakti elde edebilmiştik.
Boğazımı temizleyip, “O dağ evinde neler oldu Akın?” diye sordum. Cesur beni yanında götürmemişti. Ne kadar ısrar etsem de birkaç adamla birlikte kulübe göndermiş ve öyle oraya gitmişti. Geri dönmelerini Eva’yla birlikte yüreğimiz ağzımızda beklemiştik. Sabaha karşı gelmişlerdi ve Peri, Özgür’ün kolları arasında kulübe girmişti. Ona sokulmuş geri kalan her şeyden saklanır gibiydi. Bu yüzden onunla konuşamamıştım ve Cesur da pek bir şey anlatmadan yorgunluğunu bahane ederek yatağa girmişti, ancak ondan çok daha uzun süre uyumama rağmen ben hâlâ kendime gelememiştim ve Cesur ise çoktan kalkıp çıkmıştı.
“Birkaç ölü işte, ne yapacaksın?”
Gözlerimi devirmekten kendimi alamadım. Yine en cana yakın hâliyle duruyordu; yani somurtarak. “Peri’yi nasıl buldunuz? Ona bir şey yapmış mıydı?”
Kafasını telefonundan kaldırmadan cevap verdi. Oyun oynadığını görebiliyordum ve bunu yapması sinir bozucuydu. “Bıçağıyla boğazını ikiye ayırmak üzereydi.”
Nefesim kesildi. “Ciddi misin?”
“Değil gibi mi duruyorum?”
Eva homurdandı. “Böyle bir şeyi bu kadar sıradanlaştıramazsın. Kim bilir ne kadar korkmuştur. Ah, onun için çok üzüldüm. Keşke onu Özgür’e bırakmak yerine ben ilgilenseydim.”
Elbette bunu ikimiz de teklif etmiştik ama Özgür bizi resmen savuşturarak odasına geçip kapıyı yüzümüze kapatmıştı. Henüz kulüpte eğlence yeni başladığı için hâlâ ortalıkta görünmüyordu ve hâlâ uyuduklarını ya da dinlendiklerini düşünerek kurcalamamıştım. Özgür aşağıya indiği anda Peri’nin yanına gitmeyi şimdiden aklımın bir köşesine yazarken Akın’ın, “Özgür’ün iyilik meleği kesilesi tuttu,” diye hafif alay edercesine konuştuğunu duyunca kaşlarım çatıldı. Bu adam asla uslanmayacaktı ve sivri dilini zapt edebileceği o güne hiçbir zaman ulaşamayacak gibiydik.
“Zahmet olmuş,” dedim sıkılı dişlerimin arasından. “Sonuçta kız onun, yani senin annenin sayesinde oradaydı.”
Nihâyet telefonuyla olan münasebetini keserek gözlerini kaldırıp bana dikti. Sadece gözleri oynamıştı, kafasının duruşunu hiç değiştirmeden bunu yapmıştı. Onu ilk tanıdığım anlarda olsaydık bu hareketi kalbime bir panik dalgası yayardı, ancak artık o kadın değildim ve ona meydan okurcasına bakmamdan bunu netçe anladığından emindim.
“Annemi karıştırma. Bu sana kalmadı.”
“Ben karıştırmıyorum. Kendisi yeterince karışıyor bence.”
“Sana kalmadı,” dedi bastıra bastıra.
Gözlerimi kıstım. “Ona dur demeyi beceremezseniz dün geceki gibi taşkınlıkları yine yaşayacağız, tamam mı? Peri’yi öldürmeye kalktı, Akın. Bunun hiçbir şekilde güzellemesi olamaz ve bir kez denedi. Yine deneyecektir. Bundan eminim. Çünkü dün gece oradaydım ve onu gördüm.”
Duyduklarından sonra sanki benimle savaşmaya hazırlanır gibi boynunu sağa sola eğerek kütletirken, “Kapat bu konuyu,” diye buyurdu. Net, kırmızı bir çizgi çizerek bunu yaptı.
“Hep yaptığınız buydu, değil mi?” dedim kendimi tutamayıp. “Sürekli bir şeyler yaptı ve siz hep üstünü kapattınız. Annen olduğu için onu kafanda aklaman çok kolaydır, bundan eminim. Ama dün gecenin affı olmazdı.”
Kafasını sol omzuna doğru eğip bana hafif alaylı bir bakış gönderdi. “Ne biliyorsun ki?”
Dişlerimi sıktım. “Benim annem de ilaçlar kullanıyordu. Delirmişti. Ama bir kez bile babamın işlerine karışmadı. O çizgiyi hiç geçmedi. Hiç böyle taşkınlıklar yapmadı. Durumu senin anneninkinden daha kötüydü ama o hâlde bile babamın işlerine karışırsa bedeli olacağını biliyordu.”
Ailemden bahsetmek beni gerse de artık eskisi kadar umurumda değildi. Sanki üzerime gelmemeleri gerektiğini bilirlermiş gibi üstelemiyorlardı, ancak söylediklerimden sonra ikisi de bir anlığına birbirine bakmıştı. Görmezden gelerek konuşmaya devam ettim.
“Size baktığımdaysa o otoriteyi göremiyorum. Hasta diyerek işin içinden çıkıp ona tolerans gösterdiğiniz sürece böyle şeyler olmaya devam edecek.”
“Sadece ilaçlarını almamıştı,” dedi sıkılı dişlerinin arasından. Duyduklarından rahatsız olduğunu görüyordum. Bana hak veren bir yanı vardı ama söz konusu kişi annesi olduğu için evlat tarafı daha ağır basıyordu.
İç çekip, “O zaman ilaçlarını aldığından emin olun,” dedim aramızda oluşan gerilimi daha fazla tırmandırmak istemiyormuş gibi sakince. Cesur’a yaptıkları ve söyledikleri konusuna girmeyecektim ama Akın bunları düşündüğümü zaten anlamış gibiydi.
Eva havadaki gerginliği yatıştırmak istercesine, “Tuna tüm gün boyunca köşkteki çalışanları değiştirmekle ilgilendi. Orada artık sıkıyönetim var,” dedi hızlı hızlı.
Kısaca kafamı salladım. “Umarım bir daha tekrarı olmaz. Peri gerçekten iyi görünmüyordu. Zaten ürkek bir kız.”
“Gerçekten çok ürkek,” dedi Eva iç çekerek. “Garip değil mi? Burada büyüyüp nasıl bu kadar her şeyden uzak kalmış olabilir?”
“Garip,” derken gözlerim uzaklara dalmıştı. Acaba her şey yolunda gitseydi ve ailemde büyüseydim ben de onun gibi mi olurdum diye düşünmekten kendimi alamadım. Belli ki baskıcı bir ailesi vardı ve Peri onlarla baş etmenin yolunu sessizlikte bulmuştu. Oktay da baskıcı bir adamdı. Hatta belki de en beteriydi. Değil ona karşı çıkmak ya da fikir belirtmek, onun yanında o izin vermeden konuşmazdım bile. Yemeğe oturduğumuzda o yerse yerdim. Keyifliyse rahattım. Sinirliyse nefes alırken bile sayılı alırdım. Onun baskısından erken yaşta kurtulduğum için şimdi daha özgür davranabiliyordum ama Peri için durumlar böyle değildi. Ailesinin baskısından hiç çıkamamıştı.
“Tayyar Özkaya kız çocuklarını pek önemsemeyenlerden biri,” dedi Akın ondan beklemediğim şekilde yorumda bulunarak. Kaşlarım havalandı. “Ne? Babamla o arkadaşlardı ve az çok tanıyorum. Onu neredeyse evin içinde büyüttüğünden eminim. Yaşı geldiğinde uygun biriyle evlendirince mükemmel babalığını taçlandıracağını düşünenlerdendi. Oğluna silah tutmayı kızına da yemek yapmayı öğretti işte. Böyle yapan çok kişi var zaten.”
“Sonra da o kızı kendisi gibi bir adamın kucağına bırakıp silaha alışmasını beklemek vahşilikten başka bir şey değil,” derken hiddetliydim.
Akın hafifçe güldü. Kesinlikle hesapçı bir gülümsemeydi. “Sana bir şeyler öğretmişler diye diğer hepsi aynısını yapacak değil ya.”
Aynı şekilde güldüm. Bu gece ailemle ilgili daha fazla bilgi ortaya dökerek onu besleyeceğimi düşünüyorsa yanılıyordu.
“Siz Sena’ya ne kadarını öğretmiştiniz?”
Kız kardeşinin adını geçirdiğimde gerilmesini ve dahası kızmasını beklesem de gözlerine düşen hüzün beni ele geçirdi. “Her şeyden haberi vardı. Peri gibi süs çiçeği değildi,” dedi dalgın dalgın. Homurdandım. Bunun üzerine omuz silkti. “Ne? Bunu ona Özgür söyledi zaten.”
“Yine de senin söylemen doğru değil,” dedi Eva kollarını göğsünün üzerinde bağlarken. “Ona biraz saygı göster. Senin kabalığını kaldıramayacak kadar hassas biri.”
“Ne olduğu pek umurumda değil, biliyor musun?”
“Ne umurunda ki senin?” dedi kadın biraz öfkeyle. Akın ona sadece baktı. Öyle bir bakıştı ki neyin umurunda olduğunu açıkça ortaya seren cinstendi. Eva’yı sertçe yutkunurken duyduğumda dudaklarımı gıdıklayan gülüşü bastırarak yeniden kameralara doğru döndüm ve asansör kısmından çıkan Özgür ile Peri’yi gördüm. Kalabalığa çok karışmadan yavaş adımlarla bu tarafa doğru geliyorlardı. Peri etrafında sanki korkutucu olaylar dönüyormuş gibi gergindi, kameradan bile bunu anlayabiliyordum. Sessizce iç çekip, “Özgür ve Peri de geliyor,” dedim.
“Umarım toplanmamızın nedeni yeni bir sorun değildir,” dedi Eva dua eder gibi. “Sadece huzur istiyorum. Bu stres beni çok yoruyor.”
Akın kasıldı. Eva’nın normal şekilde kendi kendine şikâyet etmesi onu olduğu yerde taş kesilecek kadar germişti. Hâlinin garipliğini sorgulamadan edemezken, “Bir sorun olsaydı çoktan duymuştuk zaten,” diyerek onu yatıştırmaya çalıştım. “Kötü haber tez yayılır, bilirsin.”
“Barut’tan haber vardır belki,” dedi Akın aynı kaskatı hâlinden sıyrılamadan. Bu kez ben de gerildim. Boğazım kurudu.
“Umarım ölmüştür,” dedi Eva. Bunu gerçekten içinden dileyerek söylüyordu. Başından beri Barut’tan korktuğunu biliyordum. Onun için tüm düşmanlar bir yanaydı, Barut diğer yandaydı. Onu işte o kadar gözünde büyütmüş hâldeydi.
Kendimi Barut’u düşünürken buldum. Ölmüş müydü yoksa hâlâ yaşıyor muydu henüz bilmiyordum. Tüm olaylardan sonra sabaha karşı uyuyup akşam vakti güçlükle uyanabildiğim için son durumdan haberim yoktu. Belli ki Akın da bilmiyordu. Umursamadığından emindim. Yoksa eğer isteseydi çoktan durumu öğrenmiş olacağını biliyordum.
Çok geçmeden büronun kapısı açıldı ve içeriye önce Özgür girdi. Onun ardından çekinik adımlarla odaya giren kadını tepeden tırnağa taradım. Kot pantolonunun üzerine kalın ve kısım kısım taşlarla süslenmiş bir kazak giymişti. Saçlarını birçok tel tokayla sabitlemiş ve bir fuları taç gibi takarak ensesinde bağlamıştı. Yüzünü yerden kaldırmadan odanın içerisinde ilerlerken yanağındaki hafif kızarık çizgiyi elbette seçebilmiştim.
Eva, “Ah, Peri!” dedi bariz şekilde heyecanla. Ayağa fırlayıp onu tuttuğu gibi kendisinin oturduğu koltuğa çekti ve yanına oturdu. “İyi misin? Ah, bu nasıl oldu? Tanrım! O adam nasıl bir hayvandı?”
Peri, “İyiyim,” dedi kısık sesle. Bu bir yalandı.
Akın'ın yanına oturan Özgür’e baktım. “Onu doktora gösterdin mi?”
“Doktorluk bir şey yok. Sadece bir çizik.”
“Emin misin?” dedi Eva biraz kızgınca. Uzanıp Peri’nin boynunu gösterdi. “Baksana, kızarık ve çürüklerle dolu. Hiç mi görmedin boynunu?” Özgür’e kızgın şekilde bakıp yanındaki kadının elini tuttu. “Sana vurdu mu yoksa? Lütfen bana söyle. Kendi kendine iyileşmek zordur eminim ki.”
Peri’nin birden yanakları kızardı. Kazağını yukarı çekiştirerek boynunu kapatmaya çalışırken, “S-sorun yok. Ben iyiyim,” dedi çabuk çabuk.
Onun garip hâlini sorgularcasına bakıyordum ki Özgür’ün konuşmasıyla birlikte odağım ona döndü. “İrdeleme işte kızım iyiyim diyor sana,” dedi hafif gergin şekilde.
Eva onu umursamadan Peri’ye doğru eğilip aynı soruları yeniden sordu, bu kez daha kısık sesle sorduğu için biz duyamadık. Sanki sessiz konuşunca Peri sorunu varsa ona söyleyecekti. Geldiklerinden beridir kaçamak bakışları sürekli Özgür’e dönüyordu ve nefes alış şeklini bile onun tavrına göre ayarlamış hâldeydi. Berbat durumda olsa dahi söylemeyeceğinden emindim. Belli ki Ufuk’la aralarında boğuşmalar geçmişti ve izlerin nedeni buydu. Bahsetmek istememesini anlayışla karşılıyordum. Öte yandan durumunun kötü olmadığından emindim. En azından vücudunda zayiat yoktu. Çünkü eğer olsaydı Özgür müdahale ederdi. Görmezden gelmeyeceğini biliyordum.
Gözlerimi Peri’nin ürkek hâlinden güçlükle kopartıp Özgür’e dönerken, “Sen nasıl oldun?” diye sordum.
“İyiyim. O da iyi. Şunu sorup durmayın artık,” dedi hafif bezgin şekilde.
“Endişendik çünkü,” dedim paylayarak. “Saatlerce dönmenizi bekledik ve geldiğiniz gibi kendinizi odaya kapattınız. İki kelam bile etmeden. Ne bekliyordun?”
Özgür bana baktı. Oturduğum koltuğa, arkasında durduğum masaya, sanki oranın sahibiymişim gibi elimdeki kalemle oynamama ve sonra da hâlâ ona kızgınca bakan gözlerime. Ardından yamuk şekilde güldü. “Abimin yerine bize azar çekmeye de başladın farkında mısın?”
Ne kadar engel olmak istesem de gülmekten kendimi alamadım. “Körle yatan şaşı kalkarmış derler, bilirsin işte.” Sonra omuz silktim. “Deli deliyi çeker de olabilir.”
Akın hafifçe sırıttı. “Bence ikincisi.”
Elimdeki kalemi ona doğru fırlattım. “Sanki sizin aşağı kalır bir yanınız var. Hepiniz delisiniz. Yaptıklarınızı bana anlattırmayın şimdi.”
Akın ona doğru savurduğum kalemden kendisini korumak için koltuk minderiyle siper aldı. Kalemin mindere çarpıp belirsiz bir yere savrulmasının ardından bile minderi yüzünden çekmeyip arkasında saklanmaya devam etti. Özgür ise sağa sola bakarak ıslık çalmaya başladı. Sanki onlarla değil de duvarla konuşuyordum.
Eva iki adamı hiç umursamayıp Peri’yle ilgilenmeye kaldığı yerden devam etti. “Acıktın mı? Yemek ister misin? Neleri seversin? Eğer özellikle istediğin bir şeyler varsa bana söyle hemen getirtirim.”
“Yemek yedim, teşekkür ederim,” dedi Peri minicik, yapay ve sadece birkaç saniyelik gülümsemesiyle. Eli sürekli boynundaki izleri örtmeye gidiyordu ve sonra da saçları sanki önüne düşmüş gibi onları geriye atıyordu. Alışkanlık. Bu hareket onun için alışkanlıktan ibaretti.
Gözlerim yeniden Özgür'e döndüğünde çenemin ucuyla kadını işaret ettim. Neyi kast ettiğimi anlaması birkaç saniye sonra gerçekleştiğinde konuşmadan önce boğazını temizledi. “Yarın işiniz var mı?”
“Benim yok,” dedim.
“Benim de yok,” dedi Eva. “Neden sormuştun?”
“Öyleyse Peri’ye kuaförde eşlik edersiniz, değil mi?”
Peri’nin şaşırarak Özgür’e baktığını yakaladım. Bunu beklemediği açıktı. Hafifçe gülümseyip, “Ben varım,” dedim. Eva da hızla bana katıldı.
“Kızlar günü yapıyoruz!”
Akın minderi koltuğa geri attığı esnada homurdana homurdana, “Buldun yine kendine eğlence,” dedi. Özgür ise bana kafasını eğerek baktı. “Lütfen sen saçlarınla oynama. Sonra bu fikri ortaya attığım için abim beni oyar.”
Kahkaha attım. “Bu kez pembeye boyayacağım.”
“Yapma. Öldürür beni bak. Hiç acımaz.”
“Pembe çok marjinal aslında. Beraber denesek mi Deniz ne dersin?” dedi Eva. Akın kafasını telefonundan kaldırıp ona ters ters baktı.
“Çocuk musunuz siz? Oldu olacak yeşil yapın ot gibi dolanın ortalıkta.”
Eva elini gelişigüzel bir şeyi gösteriyormuş gibi Akın’a doğru sallarken, “İstemez. Sonra bazı öküzler etrafımızda dolanır falan, uğraşamayız,” dedi.
“Hangi öküzler?” dedi Akın tehditkâr şekilde oturduğu yerde doğrularak. Sanırım öküz yerine konmaktan değil de kelimedeki çoğul ekinden dolayı küplere binmişti.
Özgür geniş geniş sırıtarak, “Senin gibi birden burnundan soluyanlar işte oğlum,” diye kardeşine takıldı. Onun iyice köpürmesiyle daha çok gülüp Eva’ya döndüğündeyse ciddileşti. “Renk değiştirmek falan yok, bu konuda anlaşalım.”
Eva gözlerini devirdi. “Elbette pembe ya da yeşil yapacak değiliz.”
“Ne bileyim. Güvenemedim bir an. Şu kaynak mıdır nedir ondan yaptırın. Orijinali bozmadan, tamam mı? Bu üçünüz için de geçerli.”
Onaylamadığımı belli edercesine bir ses çıkartıp, “Bu kez kızıl yapacağım ben,” dedim. Bana zoraki bir sırıtmayla baktı.
“Şakacı şey seni.”
Dudaklarımı kıvırarak masanın köşesindeki kutudan yeni bir kalem almak için uzandığım sırada gözlerim ekranlara kaydı ve arka kısımdaki merdivenlerden inen Cesur’u gördüm. Telefonla konuşuyordu. Tuna hemen bir adım arkasından onu yetişmeye çalışıyordu, bacağından yaralandığı için seke seke yürüyordu. Onları görmek bana buraya toplanışımızı hatırlatınca kalbimdeki kuşkular geri geldi. Sertçe yutkunmaktan kendimi alamadım. Neden tavırları acele eder gibiydi? Bir şey mi olmuştu?
“Özgür senin bir şeyden haberin var mı? Cesur bizimle ne konuşacak?” diye sorarken onu izlemeye devam ettim. Siyah kumaş pantolonunun üzerine yine siyah gömlek giymişti. Düğmelerinin birçoğu açıktı. Tablolu kapıya ulaştığında kameranın bulunduğu tarafa doğru çok kısa ama bir o kadar da keskin bir bakış attığında ürperdim.
“Bilmiyorum. Tuna mesaj atmış görmemişim. Aradı da ona uyandım. Uykularımın katili it herif.”
Cesur kızıl ışıkla aydınlatılmış koridorda yürüdü, yürüdü. Kapının koluna uzandı, sonra çevirdi ve ben bakışlarımı ancak ekrandan kopartıp kapıya döndüm. İşte oradaydı. Doğrudan bana bir bakış attı. Sert ifadesine rağmen masasında beni görmekten memnun kaldığını anlamam zor değildi.
“Eyvallah, haber göndereceğim,” diyerek ağır adımlarla bana doğru gelmeye devam etti. “Eyvallah,” dedi yeniden. Sonra telefonu kapatıp masanın üzerine attı. Yavaşça ayaklarımı yere bastırarak oturduğum koltuktan kalkarak ona yer verdim. Bir an için durdu ama sonra koltuğuna geçip oturdu. Diğerlerinin yanına geçmek yerine kalçamı masanın kenarına dayayarak yaslandım.
“Evet, neler olduğunu açıklayacak mısın?” dedim dayanamayarak. “Neden hepimiz buradayız?”
Eva da hızla atıldı. “Yoksa Barutlardan haber mi var? Öldü mü?” dedi tedirginliğini maskeleyerek. Cevabın olumlu olmasını en az onun kadar istiyordum.
“Mila öldü,” dedi Cesur. Sadece kadının adını geçirmesi beni anında kaskatı ederken sertçe yutkundum.
“Barut yaşıyor,” dedim kısık sesle. Koyu kahve gözleri karanlık bir hisle dolup taştı.
“Şimdilik.”
“Bu ne demek?”
“Bir daha karşılaşana kadar yaşıyor demek.”
Eva dudaklarını kemirirken, “Mila öldü ve Barut yaşıyorsa bunun karşılığının nasıl olacağını düşünmekten korkuyorum,” dedi.
Cesur önemsiz bir şey duymuş kadar rahattı. “Aramızdaki soğuk savaşı alevlendirirken karşılık alacağını bilmesi gerekiyordu. Şimdi sıra onda ve ben onun kadar savsak davranacak değilim.”
“Peki... onun durumu nasıl?” diye sormaktan kendimi alamadım. “Kesin atlattı mı? Onu iki kez vurmuştun. Yeterli gelmiş olması gerekmez miydi?”
Tuna cevap verdi.
“Gökhan’la ikisini karşılıklı yoğun bakımda tuttuklarını öğrendim. Durumları iyiye gidiyormuş, riskleri atlatmışlar. Bu kez de kefeni yırttılar diyelim.”
Benim yüzümden. En azından Barut’un hâlâ yaşıyor olması benim yüzümdendi. Biraz çekinerek Cesur’a baktım ama bu kez bana bakmıyordu. Onu durdurduğum için hâlâ kızgın olduğunu biliyordum, ancak bunu bana belli etmiyordu.
“Mila için cenaze törenini ertelemişler,” dedi Tuna yeniden konuştuğunda. “Sanırım Barut ne zaman yoğun bakımdan çıkarsa o zaman yapacaklar.”
Mila’dan gerçekten nefret ediyordum ve ona ne olduğu umurumda bile değildi. Ancak Barut’un ona değer verdiğini biliyordum. Bir an için Cesur’u kaybettiğimi düşündüm, aklım başımdan uçacak gibi oldu. Ve biz bunu ona yaşatmıştık. Barut’u gerçekten derinden yaraladığımızı empati yapınca daha iyi anlamıştım. Ayrıca korku kalbimin derinliklerine yerleşmişti, çünkü geri dönüşünün can yakıcı olacağından artık emindim. Misillemesi ya beni ya da Cesur’u yaralayacak şekilde olacaktı.
“Keşke seni durdurmasaydım,” derken omuzlarımın düşmesine izin verdim. “Ondan Mila’yı aldık, Cesur. Kendini toparladığında saldırmaktan geri durmayacak. Canını yaktık. Karşılığında bizi kanatacak-”
“O da bizim bebeğimizi almıştı,” diye hatırlattı sertçe.
“Evet,” diye fısıldadım. “Ve şimdi sıra yine onda. Benden başka bir şey koparacağını bilmek bile önüme bakmamı engelliyor.” Sıkkın bir solukla göğsümü şişirdim. “Keşke seni durdurmasaydım,” dedim yeniden. “Aptalım ben.”
“Sen bunları düşünme,” dedi Cesur net bir çizgi çekerek. “Düşünmen gereken başka şeyler olacak.”
“Bir planın mı var?” diye sordum, stresle elimdeki kalemle oynuyordum.
“Her zaman için planım var,” dedi.
İç çekmekten kendimi alamadım. “Anlatacak mısın? Nasıl bir yol çizeceğiz?”
“Bana bırak, Deniz,” dediğinde gözlerindeki sert şefkat beni kucakladı, endişelerimin hepsini def edecek kadar güçlüydü. Öyle ki daha fazla irdelemeden kafamı sallayarak onu onayken kendimi bulmuştum.
Sonra kafasını benden çevirip, “Peri,” diyerek oturduğu yerde kaybolmak istercesine sessizliğe bürünmüş kadına doğru döndü. Birden yüzünün ifadesizleştiğini görünce afallamaktan kendimi alamadım. Bana bakarken ne düşündüğünü anlayabiliyordum ama benden başkasına döndüğü anda yüzünden hiçbir şey okunmamaya başlamıştı. Bana böyle baksa pek etkilenmezdim ama sanırım Peri olduğundan daha çok gerilmişti.
“Efendim?”
“İyi misin?”
“Evet, teşekkür ederim. Siz?”
Sorusunu kısaca kafasını sallayarak geçiştirdi. “Dün gecenin tekrarı bir daha olmayacak. Burada çalışan herkesle tanışacaksın ve hangi durumda ne yapman gerektiğini Eva sana anlatacak,” derken onaylamasını beklercesine Eva’ya döndü. Eva kafasını sallayarak onayını belirtti.
“Tamam, anladım.”
Cesur bunun üzerine Tuna’ya eliyle işaret verdi. Tuna sekerek yürüyerek Peri’ye doğru yanaşıp cebinden çıkarttığı telefonu uzattı. “İçinde buradaki herkesin numarası kayıtlı. Ne zaman ihtiyacın olursa ara.”
Peri telefonu alırken yüzünde garip bir ifade vardı. Sanki bir an için gözlerinin dolduğuna yemin edebilirdim ama bir an sonra kendisini toparlamıştı. Telefona bakıp onu parmaklarının arasında sıkarken, “Teşekkür ederim,” dedi kısık sesle.
Cesur bir kez daha kısaca kafasını salladıktan sonra, “Yamanlarla olan muhabbeti kapattım,” diyerek konunun akışını değiştirdi.
“Nasıl oldu?” dedi Akın. “Oğullarını geberttik, hangi dağda kurt öldü de sorun etmediler?”
“Ailesi onun ne mal olduğunu öğrenince zaten reddetmiş. Öldüğüne sevindiklerine eminim ama tabii ki belli etmezler. Onlarla tüm ilişkimiz bitti. Bizden uzak duracaklar ve düşmanlık gütmeyecekler.”
“Buna ne kadar güvenebiliriz?” dedi Özgür. Ses tonundan bile onun güvenmediği açıktı. “Ne olursa olsun kinleri geçmeyecek. Düştüğümüz anda bizi ilk onların vuracağından eminim.”
“Ufuk, Peri’yi kaçırarak tüm ailesini ipin ucuna getirdiğini düşünemedi ama babası bunu gördü,” dedi Cesur. Sonra ufak bir ayrıntıyı ekledi. “Gösterdim.”
Özgür’ün kaşları havalandı. “Onları tehdit mi ettin?”
“Konuştuk diyelim. Peri bu ailenin gelini ve Ufuk ona el uzatmaya çalıştığında kendi kuyusunu kazdı. Bize güzel koz verdi. Ben de kullandım. Artık Yamanları düşünmek zorunda değiliz. Gelelim diğerlerine.”
Özgür sıkkın bir soluk verdi. “Diğer cephede problem var, değil mi?” derken umutsuz olduğunu görüyordum. Bir taraf toplanırken diğer taraftan zora gireceğinden neredeyse emin duruyordu, ancak Cesur onun bu tezini çürütmekte gecikmedi.
“Talat Özkaya artık ailenin başına geçti ve bozulan birliği toparlayabilmek adına bizimle bir akşam yemeği teklifinde bulundu,” dedikten sonra koltuğunda geriye yaslandı. “Aile oluşumuzu kutlama şerefine.”
Akın’ın komik bir şey duymuş gibi güldüğünü duydum. Sakalsız yanağındaki gamze bir an görünüp kaybolduğunda geride kalan ifade ürkütücüydü. “Ne ailesi abi? Kafayı yemiş herhalde.”
Peri’nin oturduğu yerde kazık yutmuş gibi kaskatı kesildiği gözümden kaçmazken, “Yamanlar aradan çekilince onlar da rahatladı. Tüm ilişkilerini ve bağları koparttılar. Orhun bile Yamanların kızının peşini bırakmış. Talat onu nasıl bastırmışsa artık sesini çıkartmıyor,” dedi Cesur. Peri’nin yüzünden ağlamaklı bir ifade geçti. “Şimdi de bizimle aradaki buzları eritmek için toplanmak istiyorlar. Bir akşam yemeği. Sizin öncülük ettiğiniz,” derken Özgür’ü ve Peri’yi işaret etti.
Eva gözlerini irileştirip, “Ev sahibi olarak onları köşkte mi ağırlayacağız?” dedi bunun imkânsız bir şey olduğunu bize netçe hissettirerek.
“Saçma sapan konuşma kızım,” dedi Akın tüm huysuzluğuyla. “Ben onları evime sokmam. Hele de köşke... hayal kursunlar. Onlar oraya girecekleri günü rüyalarında bile görmezler. Baktılar ortalık duruluyor hemen bize yamanmaya başladılar. Şaşırmadım.”
Cesur sanki Akın’ı hiç duymamış gibi devam etti. “Tuna uygun bir ev ayarlayacak. Orasının sizin şahsi eviniz olduğunu söyleyeceğiz,” derken odağı sadece Özgür’dü. Tüm planı zaten yaptığı ve şu anda sadece haber verdiği konuşma şeklinden açıkça belli oluyordu. “Durum umduğumdan daha çabuk şekilde toparlandı. Bu hâle gelmemize en az bir yıl veriyordum ama hallettik. Şimdi o yemeği vereceğiz ve sen son kez bu yükümlülüğün altına gireceksin.”
Akın, “Bunu kabul etmek aptallıktan başka bir şey değil. Beni oraya hiçbir güç getiremez. Siz ne yaparsanız yapın ben yokum,” diye homurdanarak kalkıp büroyu terk etti. Özgür ise aklı sadece bir noktaya takılı kalmış gibi, “Son kez derken ne demek son kez?” diye sordu.
“Yemeği veririz ve sonra Peri o evde kalır,” dedi Cesur. Gözlerim yine Peri’ye saplandı. Nefesini tutmuş şekilde duruyordu. “Bir süre orada yaşar. Arada sırada göstermelik yanına gidersin. Bu süre zarfında dil eğitimi alacak. Sonra da yurtdışında okuma hayali gerçekleştirmek için onu seçtiğimiz bir ülkeye göndeririz.”
Peri’nin itiraz etmek istercesine ağzını aralamasını ve neredeyse aynı saniyede bundan vazgeçip susmasını izledim. Yurtdışı hayalinin olmadığı ortadaydı. Bu sadece onun için yazılmış bir senaryoydu. Gitmesi için. Özgür’ün yeniden özgür olabilmesi için.
“Boşanacaklar mı?” dedim usulca. Peri kucağında birleştirdiği ellerini sıktı.
“Önce yurtdışına çıkartalım. Ona sonra bakarız.”
“Hangi ülke olduğunun seçimini ona bırakma nezaketi gösterirsiniz umarım.”
Cesur yeniden bana döndüğünde koyu kahve gözlerinin ardındaki efsunlanmış ifadeyi ayırt edebilecek kadar onu tanıyordum. “Hangisini istersin Peri?” diye sorduğunda bile gözleri bendeydi.
“İstediğimi seçebilir miyim?”
“Evet.”
“Peki... biraz düşünebilir miyim?”
“Olur. Tuna,” dedi emir verircesine.
“Tamam abi, ilgilenirim ben.”
Özgür, “Hepsi bu kadar mı?” diye sordu. Sanki gergindi. Sanki sinirleri bozulmuştu.
“Bu kadar.”
“Yemek için ne zamana sözleştiniz?”
“Yarın akşam.”
“Yarın akşam?” dedi bu kadar çabuk olmasına inanamıyormuş gibi. “Erteleyelim. Peri’nin yüzü iyileşsin.”
“İyiyim,” diye fısıldadı Peri. “Makyajla kapatırım.”
Eva hızla ona destek oldu. “Ben hallederim. Hiçbir şey belli olmaz.”
Özgür dişlerini sıktı. “İyi,” deyip başka bir şey söylemeye gerek duymadan odadan çıktı. Yanağımın içini kemirdiğim sırada Cesur kafasını koltuğun yaslanma kısmına dayayıp bana bakmaya devam ederken, “Çıkın,” diye buyurdu. “Hepiniz.”
Evet, konuşmanın burada bittiği açıktı. Tuna, Eva ve Peri’nin hızla odadan çıkmasının ardından kalçamı dayadığım masadan yavaşça ayrılarak, “Tüm bunları halletmek için mi erkenden kalkıp gittin?” diye sordum.
“Sayılır.”
“Pekâlâ,” diye mırıldanıp yanından geçmek için bir adım attığımda birden uzanıp beni yakalayarak üstüne doğru çekti.
“Nereye?”
Doğruca kucağına düştüğüm için nefesim hızlanmış hâlde ellerimi sert göğsüne yaslarken, “Herkesin çıkmasını istememiş miydin?” dedim ona açıkça meydan okur şekilde bakarak. Elbette blöf yapmıştım. Gitmeme izin vermeyeceğini zaten biliyordum.
“Sen herkes değilsin, fırtına. Bunu belirtmeme gerek olmamalı.”
“Hmm... öyle mi?”
Baldırıma yerleştirdiği elini yukarıya taşıdı. Belimden koluma kaydırıp boynuma kadar çıkarttı. Avucunun bir kısmı çene çizgimin üzerinde bir kısmı da boynumda duracak şekilde kalırken baş parmağıyla dudağımın kenarını okşamaya başlayıp, “Öyle,” dedi içimi titreten sakin sesiyle.
Dokunuşunun verdiği sıcak hisle tüm bedenim kuşandı. Avucuna doğru kafamı eğerken, “Tüm bunları halletmek için çok erken uyandın, değil mi?” diye sordum. Kısaca kafasını salladığında iç geçirdim. “Erteleyemez miydin? Zaten çok yorgundun.”
“Koynumda seninle bir saat uyumak benim bir günlük enerjimi karşılar.”
“Ama bana bir saat yetmiyor. Bir gün koynunda durursam bir saati belki karşılayabilir.”
Güldü. “Belki bir de,” derken daha belirgin gülüyordu.
“Evet, belki. Bir kesinliği söz konusu değil. Sadece belki.”
Parmağını dudağımın kenarına bastırıp dudak çizgim üzerinde kaydırdıktan sonra, “Masama ne kadar yakıştığından haberin var mı?” dedi kısık, beni ateşe veren bir sesle. “Benim koltuğumda oturduğunu görmek... bunu sık sık yap.”
“Erkeklerin bundan hoşlanmadığını sanıyordum. Koltuğunuz sizler için önemli ve bir güç gösterisi.”
“Sen koltuğumdan daha önemlisin ve gücümün kaynağı da sensin.”
Dilim damağım kurudu. “Buraya yakışıyorsun,” dedim nefes nefese kalmış şekilde. “Senin buraya oturup herkese hükmetmeni seviyorum.”
“Bak sen,” derken kafasını hafifçe yana doğru eğdi. “Sana hükmetmemi de seviyor musun?”
“Bana yaptığın her şeyi seviyorum,” dedim. Kasıldı. Ona doğru yaklaşıp öpmek istesem de boynumdaki eli beni olduğum yerde sabitliyordu.
Yüzümü karanlık ifadesiyle izlerken, “Bana yine o bakışınla bakıyorsun,” diye fısıldadı. Boynu gerilmişti, kaslarının sertleştiğini netçe hissedebiliyordum.
Yutkundum. “Hangi bakışımla?”
“Seni öpmemi, soymamı ve doldurmamı isteyen bakışınla.”
Gömleğinin açık düğmelerinin verdiği izinle elimi gömleğinin içerisine sokup göğsünde gezdirmeye başladım. Beni sabit tutmaya devam ediyordu ama geçen her saniyede yüzünü bana daha çok yaklaştırıyordu ve havadaki elektriklenme artıyordu. Asla onun kadar sabırlı olamayacağımı gösterircesine yeterli yakınlığa girdiği anda hızla dudaklarına saldırdığımda gülümsedi. Sonra da beni aklımı başımdan almak istercesine öptü.
Nefes nefese kalmış şekilde ondan güçlükle koparken, “Sıradaki adım için odamıza gitmeye ne dersin?” diye davetkâr şekilde fısıldadım. Bana alev alev yanan gözleriyle bakarak kafasını çok hafifçe iki yana salladı.
“Tuna geri gelecek. Yandaki otel inşaatıyla ilgili konuşmamız gerekenler var.”
“Bence ertelenebilir. Seni istiyorum. Hemen. Şimdi,” dedim bastıra bastıra. Ardından kalçamı oynatıp ona sürtündüm. Dişlerini sıktı.
“Beni kışkırtırsan planımda değişikliğe gitmek zorunda kalacağım,” derken zorlanıyormuş gibi sert konuşuyordu. “Düzgünce yapmaya çalışıyorum, fırtına. İşimi zorlaştırma.”
“Başlarım işlerine,” diyerek onu yeniden öptüğümde ellerini hızla kalçalarıma yerleştirip beni kucağından kaldırarak masanın üzerine oturmamı sağladı. Artık ondan yukarıda olduğum için kafamı kaldırmak yerine aşağıya eğmek durumundaydım. Bunun tadı daha başkaydı. Ensesindeki saçları yakalayıp asıldığımda misilleme olarak kalçalarımı avuçlarının arasında ezdi. Ağzına doğru inlemekten kendimi alamadım.
“Bana şu bakışınla bakma,” diye hırladı. Bu kez bunu gerçekten çok sert söylemişti.
Ellerimi göğüslerimin üzerine koyup cüretkâr şekilde okşadım. Gözleri kısıldı, dudaklarının arasından kaçan tıslama bana tehlikeli bir yolda ilerlediğimi netçe hatırlatmıştı. Umurumda bile olmadı. Odaya birinin gelebileceğinden hiç çekinmeden elbisemin ince askılarını yakalayıp omuzlarımdan dirseklerime indirdim. Kumaş tenimde kayarak bollaştığında göğüslerim yarı görünür yarı görünmez hâldeydi. Cesur’un sert nefesleri doğrudan onlara vuruyordu ve sadece bununla bile heyecanlı bir bekleyiş beni kuşatmıştı.
“Deniz.”
“Hmm...” diye iç çeker gibi mırıldanırken ellerim gergin boynundaydı ve onu yatıştırmak istercesine hafif hafif masaj yapıyordum.
“Benimle evlenecek misin?” diye ansızın sormasıyla birlikte tüm hareketlerim kesildi. Nefes almayı bile unuttum.
“Evet.”
“Evet?”
“Seninle evleneceğim,” dedim. “Bundan kuşku duyuyormuş gibi sormandan nefret ediyorum.”
“Seni mecbur bıraktığım için mi?” dedi sıkılı dişlerinin arasından.
Onu daha çok kendime çekmeye çalıştım ama yerinden kıpırdamadı. Masanın üzerinde oturduğum için göğüslerim yüzünün hemen karşısındaydı, ancak onlara bakmıyordu. Varlıkları yüzünden geriliyor, zora giriyordu ama yine de gözlerini gözlerimden ayırmıyordu.
İstediğimi alamadığım için sinirlenmiş şekilde, “Beni mecbur bırakabileceğini mi sanıyorsun?” dedim meydan okuyarak. “Buna senin bile gücün yetmez.”
Dudağının kenarında sinsi bir kıvrım belirdi. Resmen benimle alay ediyordu. Ona kaşlarımı çatarak bakarken elbisemin askılarını yukarıya çekmek için hırsla hareketlendim. Durdurmak için uzansa da ondan hızlı davranmıştım ve engel olamadığı için kızmış görünüyordu. Ellerini iki yanımdan masaya dayayarak yavaşça ayaklandı. Koltuktan kalktığında artık aşağıda olan bendim ve yine kafamı geriye atarak ona bakmak zorundaydım.
“Benim için soyunduysan ben dokunmadan giyinemezsin.”
“Tuna’nın geleceğini söyledin,” dedim ters ters. Aslında ona bakarken dilim damağım kurumuştu ama bunu belli etmemeye çalıştım.
Cesur itirazım karşısında yine o içimi eriten küçük gülüşünü bahşetti. Ardından da beni masadan indirip çevirdi ve yüzüstü masaya uzanmam için sırtımdan bastırdı. Yanağım masanın soğuk yüzeyiyle bütünleştiğinde içime kesik bir soluk çektim. Elbisemin eteğini yukarıya topladığını hissetmek beni kendimden geçirmeye yeterken onun, “Masama gerçekten yakışıyorsun,” dediğini duydum. İçimde bir alev yanmaya başladı. Bunun mimarı kesinlikle oydu.
Daha sonra biraz kaba bir tavırla, “Bana mecbursun fırtına,” dedi. “Sen o gemiyi kaçırdın. Bu yüzden ben ne dersem o. Sözümden çıkabileceğini düşünüyorsan beni hiç tanımamışsın demektir.”
Parmaklarının iç çamaşırımın çizgisinde gezindiğini hissetmek odaklanmamı engelliyordu. Doğru düzgün düşünemeyecek hâldeydim. Tek istediğim oydu.
Cesur, “Ama yine de duymak istiyorum,” dedi sanki beni daha çok etkilediğini bilir gibi kısık sesle.
“N-neyi duymak istiyorsun?”
“Benimle evlenecek misin?”
“Evet,” dedim. Sonra öfkeyle masanın üzerinden doğrulmaya çalıştım. “Bunu daha önce de söyledim zaten. Kararımın değişeceğinden mi korkuyorsun? Bugün de evet yarın da ve öbür gün de!”
Beni yeniden masayla bütünleştirirken, “Seni mecbur bıraktığım için mi?” diye bastırdı. Çenesi kasılıydı.
“Sana mecbur değilim,” dedim isyan edercesine. “Sana aşığım, Cesur.”
Bir an için durdu. Nefes bile almadı. Beni sabitlemekle görevlendirdiği kolu kaskatı kesildi. İç çamaşırımın etrafında dolanan eliyse usulca içeriye sızdı. Gerçekten usulca. Aşağıya kayıp beni avucunun arasında sıkıştırdığında dişlerimi dudaklarıma geçirdim. Üzerime uzanarak sırtıma öpücükler kondururken, “Senin için dünyayı yakarım,” dedi. “Senin için öldürürüm. Senin için katliam çıkartırım.” Birkaç öpücük daha tenime kondu ve parmaklarını hareketlendirdi. “Senin için Deniz,” dedi sonra. “Bir ev yapacağım. O evde benim karım olarak yaşayacaksın. Benim karım olmak ister misin?”
Ağır ağır yapılan baskı ve okşamalar gözlerimin kararmasına neden olacak kadar beni kendimden geçirirken, “Evet!” dedim. Resmen çığlık atmıştım.
“Evet mi?” dedi sanki aksini duyması mümkünmüş gibi.
Hızlı hızlı kafamı salladım. “Evet! Evet! Evet! Sxktiğimin tüm evetleri, Cesur, duydun mu? Tüm evetlerim senin.”
Boğazının derinliklerinden kaba, ilkel bir ses yükselip aldığı cevaptan tatmin olduğunu bana netçe hissettirdi. Hareketleri hızlandığında yanağımı iyice masaya bastırarak onunla baş etmeye çalıştım. Cesur diğer eliyle elimi tuttu, parmaklarımı açıp avuçlarımızı birbirine geçirdi. “Tüm evetlerin benim,” derken sıkılı dişlerinin arasından konuşuyordu. Hızlandı, hızlandı ve sonra birden durup aheste aheste hareket etmeye başladı. Homurdanmaya benzer bir inilti dudaklarımın arasından kaçtı. Çok az kalmıştı ve bunu fark ettiği anda beni engellemişti.
Parmaklarının yavaşlığına tezat sanki gerçekten büyük bir efor harcamış gibi nefes nefeseyken, “Tüm evetlerin benim, Deniz,” diye tekrarladı. Yüzünü boynuma gömerek tenimin kokusunu içine çekti. “Önümüzdeki yirmi gün boyunca her gün bunu bana söyleyeceksin. Tamam mı? Her gün.”
Güçlükle odağımı toparlayıp, “Neden sadece yirmi gün boyunca?” diye mırıldandım. “Yirmi birinci gün bunu duymak istemeyecek misin?”
“Yirmi birinci gün bunu duymama gerek kalmayacak.”
“Peki... ah... neden?”
Omzuna konan dudaklarının kıvrıldığını hissettim, gülüyordu. Beni kıvrandırmaktan aldığı zevk tartışılamazdı. “Çünkü yirmi gün sonra karım olacaksın, Deniz,” dedi. Nefesim kesildi. “Kâğıt üzerinde de benim, gerçekte de benim. Tamamen benim.”
“K-karın mı?” dedim şaşkınlıkla. Elbette bunu daha önce de konuşmuştuk ama sadece konuşmuştuk. Gerçekleşeceği kısmı benim için hâlâ bir hayalden ibaretti ve şimdi Cesur bunun gerçekleşeceğinden bahsediyordu.
“Karım,” dedi sahiplenircesine omzumu öperken.
“Nikâh tarihi mi aldın?”
“Evet.”
“Yirmi gün sonrasına mı?”
Fısıldadı. “Evet.”
“Ve bunu bana böyle mi söylemeye karar verdin cidden?” dedim homurdanarak. Üzerimden kalkması için onu dürttüm.
Güldü. “Önümde soyunmadan önce seni uyarmıştım,” dedikten sonra geri çekilmek bir yana dursun parmakları tüm maharetlerini sergilemeye başladı. “Masama daha güzel yakışamazdın,” diyerek kopartıcı şekilde bana saldırdığında çok sürmeden işim bitti. Elinin altında darmadağın oldum. Resmen bin parçaya bölündüm, boğuk boğuk inledim ve masaya daha çok yapıştım.
Elini oradan çekmeden önce veda eder gibi son kez okşamayı ihmal etmemesi kendimden geçer gibi inlememe neden oldu. Dudaklarımı ısırsam da çıkarttığım seslerin önüne geçemedim. Avucu kayıp kalçamı sıktı ve daha sonra da iç çamaşırımın içinden çıktı. Geri çekilmeden önce kalçama bıraktığı şaplakla olduğum yerde sıçradım. Son kez omzumu öptü ve uzun süredir ayrılmamış olan ellerimizin bağını kopartıp üzerimden kalktı.
Avucumda bir şey bırakarak.
Avucumdaki de neydi? Gördüğüm şeyle gözlerim irileşti. Aklımdaki her şey uçup gitti. Düşünemedim, nefes alamadım, hareket edemedim. Sadece avucuma baktım.
Bu bir yüzüktü.
Halkası tamamen minik pırlanta taşlardan oluşuyordu. Üzerindeyse gerçekten gösterişli ve büyük duran su damlası şeklindeki taş mavi rengindeydi, safir mavisi. Etrafı yine bir sıra minik pırlanta taşlarla dönülmüştü. Mavi renkli taş tıpkı uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi. Baktıkça sanki dalgalanan suyun sesini duyabileceğimi dahi hissetmiştim.
“Bu... bu ne?” dedim avucumdaki yüzükten gözlerimi alamazken. Sıcak bedenini arkamda hissettim. Bana sarılarak başını boyun girintime yerleştirdi.
“Beğendin mi?”
“Cesur...Tabii ki beğendim. Bu... bu çok güzel bir şey. Bayıldım.”
“Ben çizdim,” dedi.
Dudaklarım aralandı. “Sen mi çizdin?”
“Kolyenle uyumlu olması hoşuna gider diye düşündüm ve gözlerinle. Sana gözlerine uyan bir yüzük yaptırdım. Bu bizim nikâh yüzüğümüz, Deniz.”
“Çok güzel,” dedim saf bir hayranlıkla. “Çok güzel. Ben... buna bayıldım.”
Elime uzanıp yüzüğü aldı ve daha net parlamasını istercesine baş parmağını safir mavisi taşının üzerinde yavaşça kaydırdı. Ardından onu sağ elimin yüzük parmağına taktı. Tam olmuştu. Tastamamdı.
Yüzüğe efsunlu şekilde bakmaktan kendimi alamazken, “İlk kez yüzük takıyorum,” dedim dalgın dalgın. Bana izin verdiğinde kollarının arasında dönerek gözlerinin içine baktım. “Daha önce hiç yüzüğüm olmamıştı.”
“Başka bir adamın sana yüzük vermemiş olmasından memnunum ama hiç kendi kendine de almak istemedin mi? Kadınlar takıları sever diye bilirim. En azından annem çok seviyor.”
Burukça gülümsedim. “Senden önceki hayatımda verdiğim yaşam savaşı daha zordu. Bir düzen oturtana kadar bazı günler aç kaldığım oldu, bazen yatacak yatak bile bulamadım.” Hafifçe omuz silktim. “Bu yüzden takılar benim için kuyumcu vitrinlerinin önünden geçerken sadece bakabileceğim şeylerdi. Bir gün birinin benim için takı alacağını bile hayal etmemiştim. Sense benim için bunu önce çiziyorsun. Bu bana çok özel hissettiriyor. Teşekkür ederim, Cesur. Gerçekten çok beğendim ve onu hiç çıkartmayacağım. Asla.”
Buğulanmış gözlerime öyle merhametle ve aşkla bakıyordu ki bu beni daha duygusal hâle getirdiğinde ona sokulup göğsüne yanağımı yasladım. Elleri belimin etrafına dolandı. Beni rahatça kaldırarak arkasındaki koltuğa oturdu ve kucağına oturmamı sağladı. İç çektim. “Sen benim her şeyimsin.”
Dudaklarını saçlarımın üzerinde gezdirirken, “Sen benim olan tek şeysin,” diye fısıldadı. İçim sıcacık oldu.
Sonra birden, “Evlenecek misin benimle?” diye sorduğunda kıkırdadım.
“Sxktiğimin tüm evetleri, Cesur,” dedim. Kahkahalara boğuldu. Kafamı kaldırıp onu izlerken ben de gülüyordum. Tok sesi içimi gıdıklıyordu. Daha önce birinin gülüşüyle midemde ne varsa kanatlanıp uçmaya başlayacağını asla düşünmezdim ama şu anda durum öyleydi. Onu öpmek istiyordum ama gülmeye devam etsin de istiyordum. Bu yüzden büyülenmiş şekilde ona bakarken aklımda dolanan tek bir şey vardı.
Yirmi gün sonra, yirmi yıl sonra bulduğum adamla evlenecektim.
♧
Gecenin devamında Cesur’u Tuna’ya kaptırınca kendimi bar kısmına atmıştım ve Eva ile Peri de buradaydı. Eva’nın Peri’yi rica minnetle burada tuttuğunu onları gördüğüm ilk anda anlamıştım, çünkü Peri bar taburesinde öyle eğrelti şekilde oturuyordu ki ona bakan herkes rahatsızlığını görebilirdi. Burada durmak istemiyordu. Kalabalığa çekinerek bakıp duruyordu ve yüksek sesli müzik yüzünden arada sırada yüzünü buruşturduğu bile oluyordu.
“Hadi bir şeyler içelim. Evlenmenizin şerefine,” dedi Eva coşkuyla. Elbette yanlarına geldiğim ilk anda yüzüğü fark etmişti ve bir süre hayranlığını dışa vuruşunu dinlemiştim. Neşesi gerçekten insanı ele geçiren cinstendi.
“Nedim bizim için üç tane Daikiri,” diye barmene seslendi. Bu sırada değişen müzikle birlikte oturduğu yerde neşeyle salındı. “DJ işini gerçekten iyi yapıyor.”
Bakışlarım alanda kayarak DJ kabinini bulduğunda orada başka birinin daha olduğunu görünce, “Şu yanında durup her şeyi kontrol etmeye çalışan kişi kim?” diye sordum.
Eva sol tarafına dönerek kalabalığı taradı ve adamı bulduğu anda hafifçe omuz silkti. “Korkağın teki,” diye homurdandı.
“Neden öyle dedin?”
“DJ’imizin menajeri ve abisi. Adı Tunç. Benimle ilgileniyordu. O zamanlar ona şans verebilirdim ama sanırım birisi onu tehdit etti. Artık beni gördüğünde yönünü değiştiriyor, iki kelimeden fazla konuşmuyor bile.”
Kıkırdadım. “Kimin tehdit ettiğini tahmin etmek zor değil.”
“Pislik adam. Ondan nefret ediyorum.”
“Hayır, etmiyorsun,” dedim. Gülüyordum.
Eve homurdanıp tezgâha bırakılan içki bardaklarını önümüze çekti. Birini bana diğerini Peri’ye kalanını da kendisine alıp beklemeden içti. “Bu gece kafayı bulalım mı ne dersiniz?”
Peri önündeki içki bardağını kibarca geri iterken, “Ben içmesem daha iyi,” dedi. Gürültüde sesini duymak zor olsa da müziğe artık alışkındım. Sadece o hepimizden daha kısık sesle konuşuyordu.
Eva kadehi yeniden ona itti. “Ama neden? Bu ağır bir şey değil zaten. Dokunmaz sana. Hassaslığın mı var?”
“İçince saçma sapan şeyler yapabiliyorum,” dedi. Bunu derken beceriksizce gülümsemeye çalışmıştı ama daha çok buruk bir tebessümdü.
Eva, “Ah,” diyerek anlayışla kafasını salladı. “Pekâlâ, ısrar etmeyeceğim. Meyve suyu ister misin?”
“Burada meyve suyu bulunur mu?”
“Elbette. İstersen senin için içerisinde hiç içki olmayan kokteyllerden hazırlamalarını isteyebilirim.”
“Gerek yok. Şey... benim için o kadar zahmete değmez. Herhangi bir meyve suyunu içerim. Su bile olabilir.”
Kaşlarım çatıldığında müdahale etmekten kendimi alamadım. “Ne demek benim için o kadar zahmete değmez?” derken bundan rahatsız olduğum açıkça belliydi. “Sen sıradan biri değilsin, Peri. Burada söz sahiplerinden birisin. Eğer nadide bir tropik meyvenin suyunu içmek istesen bile buradakiler onu bulup önüne getirmek durumunda. Lütfen kendini geride tutmayı bırak.”
Bana arkasında durduğum için minnetle baktı ama konuştuğunda hâlâ o her şeye boyun eğen kadındı. “Sorun çıkartmamam gerektiğini biliyorum. Kimse benimle uğraşmak zorunda kalmamalı. En doğrusu bu.”
Bunu hayat ilkesi hâline getirmiş gibiydi. Eva yüzünü buruşturdu. “Bunları sana Özgür mü söyledi?” diye sorduğunda Peri cevap vermese bile cevap zaten ortadaydı. Belli ki onu tembihlemişti. Eva sinirlendiğini belli ederek yüzüne eliyle hava akımı yaparken kendi kendine söyleniyordu.
“Akın’ın ikizi olduğu ne kadar belli, değil mi? Onun Akın’dan daha iyi olduğunu düşünerek hata etmişim. Pislik. İkisinin de sorunları var.”
“Sen bir kukla değilsin,” dedim bunu kafasına kazımak istercesine. “Kimsenin sana öyle davranmasına izin verme.”
“Önemli değil,” dedi sanki durumdan dolayı hiç canı yanmıyormuş edasıyla. “Bir hata yaptım ve başına bela oldum. Buradan gidene kadar yeni hatalar yapmak istemiyorum. Bir daha benimle uğraşmak zorunda kalmasın-”
“Sen onun karısısın, kölesi değil,” dedi Eva da sıkılı dişlerinin arasından. Bunu kabullenemediği yüzünün her karesinden belliydi.
Peri istemsizce Özgür’ün oturduğu masaya doğru baktı. Bunu birkaç kezdir yapıyordu ama bu kez baktığında duraksadığını yakalayınca ben de kafamı o tarafa doğru çevirdim ve Özgür’ü yanında oturan kadınla buldum. Kadın onun göğsüne doğru sokulmuştu, sırnaşık duruyordu. Bu sahne düne kadar benim için normaldi. Özgür neredeyse kadınlar oradaydı. Onu yalnız görsem sorgulardım ama kadınlarla gördüğümde sorun yoktu, o kadar duruma alışkındım. Şimdiyse anında kaşlarım çatılmıştı. Peri’nin gözü önünde buna izin verdiği için ondan tiksinmiştim.
Peri hızla gözlerini kaçırırken, “Ben onun karısı değilim,” dedi çabucak. “Bu sadece gösterişten ibaret, biliyorsunuz. Bu yüzden önemli değil. Hâlâ yaşıyorsam onun sayesinde ve sırf bu yüzden bile sorun çıkartmaya hakkım yok.” Oturduğundan beridir rahat olamadığı bar taburesinden yavaşça indi. “Odaya çıksam size kabalık etmiş olur muyum? Gerçekten yorgun hissediyorum. Dün gece...” Birden boğazı kurur gibi oldu, öksürdü. Elini ayağını nereye koyacağını bilemedi.
Dün gece zor anlar yaşadığından emindim. Bu yüzden kıvranışına son vermek adına, “Sorun yok,” dedim. “Yarın kuaförde olacağız, tamam mı?”
Hızlı hızlı kafasını salladı. “Saat kaçta hazır olmam gerekir?”
“Kaç gibi kalkıyorsun genelde?” diye sordu Eva.
“Fark etmez. Size uyarım.”
“Tamam o zaman 11 senin için iyi mi?”
Peri bir kez daha kafasını salladı ve kendisi için alınmış olan telefonla birlikte kalabalığa karışmamaya özen göstererek asansörlere doğru ilerledi. O giderken bakışlarımı Özgür’e çevirdim ve onu daha dikkatli inceledim. Bulunduğumuz tarafa hiç bakmadığından neredeyse emindim ama Peri giderken onu izliyordu. Her adımını. Yanındaki kadın pek umurundaymış gibi görünmüyordu. Hatta sanki orada olduğunun farkında bile değildi. Sadece alışkanlığından dolayı onu yanında tutuyor gibiydi. Ya da ben öyle olmasına inanmak istiyordum.
İç çekip önüme döndüğüm sırada Eva’nın, “Bıktım başka kadınlar olmasından,” diye söylendiğini duydum. Akın’a bakıyordu ve evet, elbette ki onun da yanında başka bir kadın vardı ama Akın açıkça onunla ilgilenmiyordu. Telefonuna odaklıydı.
“Peri’nin yerinde olsaydım bunu ona ödetirdim.”
“Kendinde bu hakkı görmüyor,” dedim sakince. “Ayrıca daha bir saat önce gönderileceğini konuştuk. Bu yüzden onu anlıyorum.”
“Ama görmeli. Sahte evlilik olması benim umurumda olmazdı. Sonuçta sahte ya da gerçek evlendiler, değil mi? Ona göre davranmak zorunda. Bu onuru göstermiyorsa ben de onun yaptığını yapardım.”
Güler gibi bir ses çıkarttım. “Bizim ülkemizde o dediğinin sonucu kan olur,” derken keyifsizliğim yüzümden okunuyordu. “Erkeğe her şeyi hak görebilirler ama kadın için aynı şey söz konusu değil, Eva. Anlaşmalı ve sahte bir evlilik olsa bile. Özgür’ün Peri’ye başka bir adamla takılmasına izin vereceğini mi sanıyorsun gerçekten? Akın buna izin verir miydi?”
“Akın burayı birbirine katardı,” dedi garip bir inilti çıkartarak. Sonra gözlerini kıstı. “Ama biliyor musun bunu yapmaya hakkı yok, Deniz. Sana yemin ederim. O yaptığında ben sesimi çıkartmadan izlemiştim. Bu yüzden lanet öfkesini içinde tutacak ve dişlerini sıka sıka sadece izleyecek. Ben nasıl yapmışsam.”
“Eva, yine de böyle bir delilik yapma-”
Bardağındaki tüm içkiyi bitirip bana dönerken, “Benim canımı yaktı. Bunu hak etti,” dedi geri adım atmayarak. Sanki Özgür’e olan kızgınlığını da Akın’a yöneltmişti. Halbuki Akın hiçbir şey yapmadan köşesinde duruyordu ama birden gecenin en problemli kişisi oluvermişti.
“Eva-” dememe kalmadan yanımdan sıyrılıp dans eden kalabalığa karıştı. Sıkıntıyla alnımı ovalayarak onu izledim. Belli ki Akın ona daha önceden bir şey yapmıştı ve bunun acısını ondan şimdi çıkartmaya karar vermişe benziyordu. Bardağımı havaya kaldırıp içkimden içerken ayağımı stresle sallıyordum. Gözlerim sadece Eva’nın üzerindeydi. Baldırlarına kadar uzanan elbisesi kırıta kırıta yürürken etrafında ahenkle salınıyordu. Bu gece için fazla gösterişli giyinmemişti ama eğer birazdan yapacağı şeyi daha öncesinde planlamış olsaydı emindim ki gerçekten göz alıcı şekilde hazırlanırdı. Gerçi bu hâliyle de yeterince iyiydi.
Bakır tonundaki saçlarını kafasının tepesinde toplamıştı. At kuyruğu her adım atışında tıpkı elbisesinin etek kısmı gibi sağa sola salınıyordu. Dans edenlerin arasında tamamen karışıp bedenini işveyle kıvırmaya başladığında gülümseyerek kafamı iki yana sallamaktan kendimi alamadım. Gerçekten ne yaptığını iyi biliyordu ve Akın’ı kışkırtmaktan asla çekinmemesini seviyordum.
Sadece birkaç dakika sonra etrafındaki adamlardan biri ona yaklaşma cesaretini gösterdi. İyice dibine sokularak bir şeyler söyledi. Eva’nın genişçe gülümsediğini gördüm. Adama öyle iyi kur yapıyordu ki bunun bir gösteri olduğunu bildiğim için istemsizce rahatsız şekilde kıpırdandım. İşinde gerçekten ustaydı. Eğer bilmeseydim ona inanırdım.
Akın’a kısa bir bakış attım. Hâlâ telefonuyla ilgileniyordu, ancak durumu fark etmiş olan Özgür tarafından hafifçe dürtüldüğünde ve alanı tarayıp Eva’yı başka bir adamla sarmaş dolaş bulduğunda olduğu yerde kazık yutmuş gibi birden doğruldu. Gözlerini kıstı, yemin edebilirdim ki ölüm onun gözlerindeydi.
Eva’nın bu kadarla kalacağını umarak hata ettiğimi biliyordum. Zaten çok geçmeden bunu bana kanıtlamaktan geri durmadı. Birlikte dans ettiği adamın boynuna ellerini dolayıp onun kendisi öpmesine izin verdi. Üstelik asla yüzeysel bir öpücük değildi. Derin ve tutkuluydu.
Oturduğum yerde taş kesildim. Akın’ın o ölümcül ifadesiyle ayağa kalktığını görmek beni dehşete düşürdü. Kalkıp Eva’yı onun bulamayacağı bir yere saklama dürtüsüyle doldum, çünkü onu mahvedecek gibi bakıyordu. Hatta kulübü ateşe vereceğinden emindim. Özgür’ün onu durdurma çabasını elini sertçe geriye iterek savuşturup locadan çıktı. Kıpır kıpır etrafta yayılan müziği artık duymuyordum. Onun yerine Akın’ın yeri titreten adımlarını duyuyordum. Sanırım Eva bile duymuştu ve adamdan ayrılıp alev alev yanan bir öfkeyle üzerine gelen Akın’a dönmüştü. İşte o an onun sertçe yutkunduğunu yakaladım. Olduğum yerden bile bunu anlamak mümkündü. Pervasızca başka bir adamla öpüşmenin sonuçlarını sanırım detaylı şekilde düşünmemişti ya da önemsememişti ama şimdi vücuduna yayılan titreyişi saklayabilmek için yerinde sabit şekilde bile duramıyordu.
Akın kalabalığı adeta yararak Eva’ya ulaştığında onun doğrudan yabancı adama saldırmasını bekledim ama bunu yapmak yerine Eva’nın kulağına doğru eğildi ve bir şeyler söyledi. Geri çekilip kadına öyle bir bakış attı ki benim bile kanım dondu. Sonra beni şaşırtarak oradan ayrıldı ve asansörlere doğru gitti. Ancak arkasında dehşetle kalan bir kadın bırakmıştı. Eva gerçek anlamda dehşet içerisindeydi. Akın ona her ne söylemişse onu delicesine korkutmuştu. Öyle ki arka tarafa kaçarcasına gidip gözden kaybolması sadece birkaç saniye sürmüştü.
Kendimi sertçe yutkunurken buldum. Bu işin sonunun iyi olmayacağı açıktı ama Eva’yı zaten uyarmıştım. Akın’ı süründürmesi eğlenceli oluyordu, ancak kırmızı çizgiler geçildiğinde işin rengi daima değişirdi.
Orada neredeyse bir saat daha kendimi oyaladım. Ne Eva geri geldi ne de Akın. Özgür bile yerinde değildi. Cesur ise hâlâ bürodan çıkmamıştı. Can sıkıntısıyla esneyerek kendimi arka kısımdaki yatak odasına attığımda yorgunca yatağa yığıldım. Saat henüz gece yarısına bile ulaşmamıştı ama sanırım sıkıntıdan dolayı uykum gelmişti.
Mayışmış şekilde yastığın üzerinde yatarken telefonuma uzanıp Cesur’a mesaj gönderdim.
“Seni özledim.”
Cevap çok gecikmedi.
“Geliyorum.”
Dudağımı ısırarak gülümsedim. Bu adama feci şekilde tutulmuştum.
♧
Barut odanın belirsiz bir köşesinde sabit duran gözlerini hiç kırpmadan duruyordu. Uzun süredir tek yaptığı buydu ve bakımıyla ilgilenen hemşireleri ürküttüğünden haberi bile yoktu. Boşluğa odaklanmıştı. Ağır ağır nefes alıp veriyordu. Vücudundaki kabloları söküp atacak ve ayağa fırlamaya çalışacakmış gibi dursa da hareket bile etmiyordu.
Kapılar açıldığında içeriye adamlarından birisi girdi. Steril kıyafetler giymişti. Aldığı emri yerine getirme dürtüsüyle hızlı adımlarla yatağa yaklaşıp elindeki telefonu Barut’a sundu. Hiçbir şey söylemedi. Barut da söylemedi. Hemşire aracılığıyla telefonunun getirilmesini buyurmuştu. Yoğun bakım kuralları umurunda değildi. Yaşıyordu ve yaşadığı her an için pişman edeceği kişiler vardı.
Ağrılarını umursamadan kafasını hafifçe doğrultup telefonunun ekranında parmağını kaydırdı. Aradığı ismi bulması pek uzun sürmedi. Çağrıyı başlattığında saatin gece yarısında olması dikkat ettiği bir husus değildi.
Telefon çaldı, çaldı ve nihâyet açıldı. Barut hattın ucundaki şaşkın, durumu garipseyen ve biraz da şoka uğrayan sesi bölerek, “Filiz yaşıyor,” dedi. Sonra telefonu kapattı ve adamına geri uzattı.
Satranç masasındaki taşlar yeniden kurulmuştu ve o ilk zarını atıp ilk piyonunu oynatmıştı.
♧
Özgür ve Peri için ne düşünüyorsunuz?
Akın böyle sinirlenmeyi nerden öğrendi? Sjsjdjd
Barut kimi aradı?
Cesur ve Nehir'in düğünü için bize hayallerinden bahseder misin? 🥺
Beğenmeyi ve yorum bırakmayı unutmayın kocaman öpücükler 🤩
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 65.94k Okunma |
4.22k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |