
Bizi yorumsuz (yani sizsiz) bırakmayınnn 🥺😍😍
♧
“Seni buna öyle pişman edeceğim ki daha önce hiç gerçek anlamda pişman olmadığını anlayacaksın.”
Eva odasının kapısını açarken ansızın Akın’ın sesini kafasının içerisinde duyduğunda irkildi. Hızla koridoru kontrol edip onun etrafta olup olmadığına bakındı, kimse görünmüyordu. Peşinde biri varmış gibi acele hareketlerle odasına girip kapıyı sonuna kadar kilitledi. Ardından alnını kapının sert yüzeyine yaslayarak kendi kendini azarlamaya kaldığı yerden devam etti.
Bir delilik yapmıştı ve şimdi de deli gibi korkuyordu. Kapıyı kilitlemiş olsa da geçen seferden öğrendiği bu kilidin Akın’ı durdurmayacağıydı. Ne yapacağını şaşırmış hâldeydi. Korkudan odasına dönememiş, kulüp kapanana kadar alt katta oyalanmıştı. Çünkü biliyordu ki kalabalıktayken güvendeydi.
Ve şimdi yalnızdı.
Yardım isteyebileceği kimseyi bulamamıştı. Daha doğrusu onlara ne diyecekti ki? Başka bir adamla öpüşerek Akın’ın damarına bastığını ve şimdi de onun bir şey yapmadan durmayacağını bildiği için ödü koptuğunu mu? Kimse onu haklı görmezdi.
Kapıdan güçlükle ayrılıp odanın ışığını kısık seviyede açtı. Kafasının tepesinde topladığı saçlarını çözerek başındaki ağrıyı gidermek istercesine saç köklerini ovalarken açık duran balkon kapısını kapatma girişiminde bulunmadı. Odasının hava alması için onu açık bırakmıştı ve şimdi de hissettiği gerilim yüzünden vücudu ateş atıyordu. Bu yüzden dışarıdan odaya dolan soğuk hava onun için velinimetti.
“Seni buna öyle pişman edeceğim ki daha önce hiç gerçek anlamda pişman olmadığını anlayacaksın.”
Yine tepeden tırnağa irkildi. Burada durup ecelini beklemeyecekti. Akın’ın ne zaman ortaya çıkacağını düşünerek kafayı yerdi. Ya da belki de orta yerde gider başka bir kadına dokunur, bu kez daha fazlasını yapardı; gözleri önünde. Yapmaz diyemiyordu, çünkü Akın pek sınırları olan bir adam değildi. Ondan her şeyi bekliyordu. En kötüsünü, en can yakanını, en fenasını...
Bu yüzden içine doluşan dürtüyle birlikte hızla telefonunu bulup annesinin numarasını çevirdi. Saatin Londra’da kaç olduğunu dahi hesaplamadan bunu yaptığı için annesini uyandırdığını ancak o uykulu şekilde telefona cevap verdiğinde anlayabilmişti.
“Eva, tatlım? Ne oldu? Eva? İyi misin?”
“Ah, ben... ben iyiyim anne. Üzgünüm. Saati kontrol etmeyi unuttum.”
“İyi olduğuna gerçekten emin misin tatlım?”
Odanın içerisinde volta atmaya başladı. Balkon kapısı ve giriş kapısı arasındaki koridorda gidip gelirken, “İyiyim,” dedi hızlı hızlı. Elbette annesiyle İngilizce konuşuyordu. “Özür dilerim anne, seni korkutmak istemezdim.”
“Ah, hiç önemli değil. Bana ne olduğunu söyle hadi. Canını sıkan bir şey mi oldu? Normal şartlarda bu saatte aramayacağını biliyorum, Eva.”
“Anne ben... ben...” Ne diyecekti ki? “Ben seni özledim,” dedi ansızın. Buna kendisi bile şaşırsa da girdiği yolda yürümeye başladı. “Birkaç günlüğüne gelmeyi planlıyorum. Senin için sorun olur mu? Başka programın var mıydı?”
Hattın ucunda bir duraksama yaşandı. Yeniden konuştuğunda artık kadının sesi endişeliydi. “Eva. Bana sorunun ne olduğunu söyle.”
“Sadece... bunaldım. Evet. Sadece bu.”
“Daha fazlası varmış gibi görünüyor.”
“Hayır, düşündüğün gibi değil. İyiyim. H-her şey yolunda. Bu aralar işler çok yoğun ve ben aşırı yoruldum. Biraz dinlenmek istiyorum.”
“Biraz dinlenmek istediğin için beni gecenin bir yarısı aradığına inanmıyorum, anlıyor musun?”
Balkon kapısına yenice sırtını dönüp bu saçma girişimi daha fazla devam ettiremeyecekmiş gibi birden durdu. Boştaki eliyle ense kökünü ovalarken, “Anne neden her gelmek istediğimde bana gel demeden önce sürekli sorguluyorsun? Sana ihtiyacım var, lütfen,” dedi kırgın şekilde konuşarak.
“Ah... öyle mi yapıyorum? Sadece iyi olduğundan emin olmak istemiştim tatlım. Tabii ki gel. Ne zaman burada olacaksın? Ablan da seninle gelecek mi?”
Telefonu kulağından uzaklaştırıp ekranına baktı. Bilet ayarlaması gerekiyordu ve hangi saatlerde bulabileceğinden emin değildi. “Bilmiyorum,” dedi telefonu yeniden kulağına dayadığı sırada. “Şimdi bilet alacağım. İlk hangi uçak kalkıyorsa ona, tamam mı?”
“Tamam, bana mesaj göndermeyi unutma.”
Eva cevap vermek için dudaklarını aralamıştı ki ansının ağzının üzerine kapanan elle birlikte inme inmiş gibi donakaldı. Sırtına yaslanan o sert göğsün kimse ait olduğunu biliyordu. Burnuna dolan parfümün sahibini çok iyi tanıyordu. Oydu. Arkasındaki adam Akın’dı ve bunca zamandır zaten içerideydi. Muhtemelen balkonda duruyor olmalıydı. Çok daha önce odasına gelmiş ve balkonda onu mu beklemişti?
“Eva?” dedi annesi telefonun ucundan. Karşılık alamayınca kadın garipsemişti. Ona cevap veremeyecek hâldeydi, çünkü ağzının üzerindeki el tüm kontrolü kendisinde toplamıştı. Ayrıca kan kokuyordu. Adamın teninden kan kokusunu alabiliyordu.
“Eva? Tatlım?”
Akın’ın asla acele etmeyen, aheste hareketlerle elindeki telefonu almasını takip ederken nefesini tutmuş hâldeydi. Ne yapacağını düşündüğü sırada yanında olmasa bile telefonun ucunda birinin olduğunu bilmek hiç değilse içini rahatlatıyordu.
“Eva?”
Akın ekranda bir noktaya dokunup sesin karşıya gitmesine engel oldu. Ardından da kadının ağzının üzerine örttüğü elini tenini tehditkâr şekilde okşayarak geri çekti. “Ona vazgeçtiğini söyle,” diye buyurduğunda sesi derin ve sertti. Kadın itiraz edecek gibi olunca kelimelerdeki baskıyı arttırdı. “Sen söylemezsen ben söylerim. Annenin ne kadar endişeleneceğini düşün.”
Bu sırada kadın hâlâ hattın ucundan umutla ve endişeyle seslenmeye devam ediyordu. Eva kısaca düşündü. Seçenekleri eleyip sonuca ulaşması pek uzun sürmediğinde hızlı hızlı kafasını salladı. Akın’ın sesi açmasının ardından, “A-anne,” diye beceriksizce kekeledi. Türkçe konuştuğunu fark edip hızla bunu düzeltti. Annesi basit kelimeleri elbette anlayabiliyordu ama öyle korkuyordu ki doğru düşünemediği açıktı.
“Sanırım... ben... ani karar veriyorum. Biraz düşünsem iyi olacak.”
“Tatlım, neler olduğunu anlayamıyorum-”
“Ş-şimdi...”
Akın elini karnının üzerine, daha çok kasıklarına yakın bir noktaya yerleştirip uyarırcasına bastırdığında tüm tüyleri diken diken kesildi. Ne diyeceğini toparlamak için epey geveledi.
“Eva-”
“Arka plandan Tuna’yla yazışıyorum anne, bir dakika!” dedi nefes nefese kalmış şekilde.
“Neler oluyor? Senin için endişelenmeye başladım.”
“Endişelenmeni gerektirecek bir şey yok. Şey... ona tatil istediğimden bahsetmiştim ve şimdi bana haber gönderdi. İki gün sonra büyük bir parti verilecekmiş ve bana ihtiyaçları olduğunu söyledi. Sanırım... sanırım gelmeyi erteleyeceğim.”
“Erteleyecek misin? Tanrı aşkına!” derken kadının sesi artık bir ton sinirliydi. “Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayabiliyorum, Eva. Neler saçmaladığından haberin var mı? O bileti alıp hemen buraya gel. Seninle yüz yüze konuşmak istiyorum.”
Karnındaki elin baskısı iyice arttı. Uyarıydı. Açık ve net bir uyarıydı. Eva titrek bir soluk daha alıp, “Geleceğim ama sonra, tamam mı? Buradaki işlerimi hallettiğim zaman. Sana haber edeceğim,” diye hızlı hızlı konuştuktan sonra annesinin karşılık vermesine fırsat tanımadan veda etti. “Seni sonra ararım. Şimdi işimin başına dönmem gerekiyor. Hoşça kal anne.”
Akın beklemeden çağrıyı sonlandırıp telefonu yatağın üzerine savurduğunda Eva sertçe yutkundu. İşte şimdi gerçekten onunla yapayalnızdı ve çığlık atsa bile duyulmayacağından emindi. Kahrolası odalar ses geçirmiyordu. Özellikle kapı dinlemediği müddetçe bir şeyler duyabilmek imkânsızdı.
“Demek kaçmayı düşünüyordun.”
Eva kulağının dibinden gelen tehlikeli tonla birlikte tepeden tırnağa irkildi. “S-sakin ol lütfen,” diye sayıkladı. Adam zaten sakindi.
Hayır, sadece sakin görünüyordu.
“Benden kaçabileceğine gerçekten inandın mı?”
Kafasını hızlı hızlı iki yana salladı. Gürültülü yutkunuşu odanın içerisinde yeniden yankılandı. Adam arkasındaydı, sırtı göğsüne yaslı duruyordu. Teninden yayılan gerilimi iliklerine kadar hissediyordu. Bir kaya kadar sert ve soğuktu.
“Benden kaçabilir misin, Eva? Buna izin verir miyim?”
“Akın...”
“Hadi kaçtın diyelim,” diyerek lafını bastırdı. “Benden habersiz kulüpten çıkman bile imkânsız ama hadi kaçtın diyelim. Oraya gelemeyeceğimi mi sanıyorsun? Annen seni benden koruyabilir mi? Şu dünyada seni benden koruyabilecek bir Allah’ın kulu var mı lan?”
Sona doğru epey kabalaşan sesini duyduğunda genç kadın irkilerek ondan kaçtı. Sırtını arkasında kalan duvara dönüp yaslarken artık bakışları doğrudan Akın’ın üzerindeydi. Adamın dağınık saçlarını, karanlık ifadesini, üzerinden akan kibri ve üstünlüğü kısaca gözden geçirdi. Şu anda gözüne olduğundan daha kaba, daha iri gelen vücuduna çekinecek baktı. Onu kışkırtmıştı ve sonuçları olacağını biliyordu. Heyecan kalbini durduracak kadar şiddetliydi. Korkuyordu. Hatta titriyordu da. Ancak bu yoğun hislerin çarpık şekilde içinde bir noktaya dokunduğunu inkâr edemezdi.
“Akın...” dedi kesik kesik. “Lütfen sakin ol. K-konuşalım...”
Boynunu kütletti. “Sakinim. Konuşalım.”
Dalga geçiyor olmalıydı. “Sadece... lütfen. Beni korkutuyorsun.”
Gözleri hafifçe kısıldı. Ellerinin ikisini de pantolonunun ceplerine tıkarken tavrı sanki ellerini yerinde tutmakta zorlandığını saklamaya çalışıyordu. Buna rağmen belli belirsiz gülümsemeyi başardı. Kesinlikle kan dondurucu bir gülümsemeydi.
“Yeterince korkmuyorsun.”
“Özür dilerim,” dedi ansızın biri onu dürtmüş gibi yüksek sesle.
“Ne için?”
“Ben... üzgünüm.”
“Ne için, Eva?” diye üsteledi. Çenesi kaskatıydı. “Söyle.”
“O-onu...” Devamını getirecek gücü bile kendisinde bulamayınca vazgeçti. “Düşünmeden hareket ettim. Yaptığım yanlıştı. Bunu kabul ediyorum.”
Akın onu pek de duyuyormuş gibi görünmüyordu. Nitekim, “O herifi niye öptün?” diye her kelimeye ayrı ayrı baskı uygulayarak sorduğunda bunu açıkça belli etti. “Çok mu beğendin? Hoşuna mı gitti? Neyini sevdin?”
Kadın dehşete düşmüş şekilde kafasını şiddetle iki yana salladı. “Hayır... hayır! Öyle değil, düşündüğün gibi değil!”
Akın aralarındaki kısa mesafeyi yok ederek üzerine yürüdü. Ona değmekle değmemek arasında bir yerde durduğunda kafasını sol omzuna doğru eğerek kadını dikkatle incelerken yeniden konuştu.
“Seni gözümün önünde onunla yiyişecek kadar mı etkiledi?”
Eva çaresizlikle inler gibi bir ses çıkarttıktan sonra bağırmaktan kendisini alamadı. “Aman tanrım! HAYIR!”
Akın aynı şekilde durup aynı karanlık ifadesiyle doğrudan gözlerinin içine bakarken, “Onu neden öptün, Eva?” diye sordu. Sakin çıkan sesi kadifeye sarılmış çelikten farksızdı. Fırtına öncesi sessizlikti. Tsunami öncesi çekilen dalgaydı.
Genç kadın yeniden kafasını hızlı hızlı iki yana salladı. Ağlamak üzereymiş gibi yüzünü buruşturdu. “Senden intikam almak istemiştim, tamam mı?” dedi bir çırpıda. Adamın bakışlarının bir ton daha karardığını fark edince yine çaresizce inler gibi bir ses çıkarttı. “Bana yaşattığını yaşamanı istemiştim. Aptalcaydı, biliyorum ama... ama yaptım işte.”
Akın gerçekten çok ilginç bir şey duymuş gibi kaşlarını hafifçe kaldırdı. “Benden intikam almak için gözümün önünde başka bir adamı öptün,” dedi, kadının yeniden yutkunduğunu duydu.
“Ö-zür dilerim. Aptalcaydı. Gerçekten aptalcaydı.”
“Başka bir adamı öptün, Eva,” diye bastırdı. Bu kabul edilemez bir şeymiş gibi konuşuyordu.
Genç kadın çaresizlikten yaşların gözlerine hücum ettiğini hissetti. “Özür dilerim. Benim için... benim için hiçbir anlamı yoktu. Yemin ederim.”
“Benimdin. Bana aittin.”
Geçmiş zaman eki kadının içine tırnaklarını geçirip kanatmaya başladı.
“Akın...”
“Ben o bxku yerken sana ait miydim? İstediğin gibi senden uzak durmak için her bxktan yolu deniyordum ama sen bana aittin.”
Adama doğru atılıp ellerini sakalsız yanaklarına bastırdı. “Ben hâlâ sana aitim,” dedi hissettiği çaresizlik yüzünden hıçkırarak. “Seninim, Akın. Başkası olamaz. Başkası olmaz. Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim. Aptalca davrandım. Aptalca hareket ettim.”
Akın yanaklarındaki elleri bileklerinden tutarak yüzünden çekti. Soğuk, buzdan bakışları kadını mahvediyordu. Sakinliği kahrediciydi. Sanki aralarındaki her şey bitmiş gibi davranıyordu. Sanki son konuşmaları, son bakışmalarıydı. Eva aklından geçen bu ve benzeri düşünceler yüzünden acıyla kıvrandı.
“Akın... ben seninim,” dedi telaşla. “Yemin ederim sadece seninim. Özür dilerim. Tamamen aptallıktı kabul ediyorum. Lütfen... lütfen u-unutalım.”
“Unutalım?” Buz gibi bir gülümseme suratından akıp gitti. “Gözümü ne zaman yumsam karşımda sen ve o herif belirirken mi?”
Gözleri yaşlarla parlamaya başladı. Ne yapacağını şaşırmış hâldeydi. “Çocukluk ettim. Bağışlayamaz mısın?”
“Bu nasıl bağışlanır bilmiyorum bile!”
Eva irkildi. Titreyen dudakları yavaşça aralanırken kirpiklerin uçlarında yaşların biriktiği gözlerini çekinerek adama dikti. “Beni yeniden senin yap,” dedi ansızın. Terkedilme düşüncesi tüm kaburgaları kırılıyormuş gibi acıyla kavrulmasına neden oluyordu. Damarlarında sanki sıvı ateş dolanıyordu ve içten içe yanıyormuş gibi hissediyordu.
Akın öylece durdu. Verdiği tek elle tutulur tepki kısılan gözleriydi. Kadın reddedilmekten korkarak ona uzanıp ellerini tuttu ve göğsünün üzerine çekerek elbisesinin açıkta bıraktığı tenine bastırdı. “Beni senin yap,” dedi bir kez daha. “Dokun bana. Lütfen... Dokun. Sev.”
Adam ellerini yeniden geri çekti. “Şu anda seni sevebileceğimi hiç sanmıyorum.”
Genç kadın sertçe yutkundu. Kalbi telaşla çarpmaya başlarken, “Nasıl olmasını istersen... k-kabul ederim,” dedi güçsüz bir sesle. O heyecan yeniden belirdi ve içinde garip bir his bırakarak geldiği gibi kayboldu.
“Nasıl olmasını istersem?”
Ona kaçamak bir bakış atıp hızlı hızlı kafasını salladı.
“Kabul ediyorsun?”
Yeniden kafasını salladı.
Akın bir kalp atışı kadar zaman diliminde hareket ederek Eva’nın çenesini yakalayıp tehditkâr şekilde sıktı. “Kendini bana böyle sunma,” dedi bedenini kadının yumuşak bedenine bastırarak onu duvarla arasında sıkıştırırken. “Zaten doğru düşünemiyorum. Seni kırarım, Eva.”
“Umurumda değil. Bana bu şekilde soğuk bakmandansa kırılmayı göze alıyorum.”
Akın onu serbest bırakmadan önce biraz daha fazla baskı uygulayıp dudaklarının arasından ufak bir inilti çaldı. Ardından bir adım geri çekilip kadını tepeden tırnağa süzdü. “Elbiseni çıkar,” diye buyurduğunda Eva elektrik akımına kapılmış gibi irkilerek hızla harekete geçti. Saniyeler içerisinde elbisesi ve iç çamaşırı yerde, ayaklarının dibindeydi. Adamın karşısında çıplak şekilde kaldı. Göğsü körük gibi inip kalkıyordu. Bedeni gergin ve beklentiyle doluydu. Heyecan yeniden kaburgalarının arasına sokulmuştu. Artık adamın karanlık bakışları ona sadece korku vermiyordu, arzusunu da körüklüyordu.
Akın kemerine dokunup ağır hareketlerle onu çözerken, “Yaramazlık yapmayı seviyorsun, değil mi Eva?” diye sordu. Kısık sesi hem baştan çıkarıcı hem de tehlikeliydi. “Bana baş kaldırmaktan, kışkırtmaktan hoşlanıyorsun.”
Eva’nın tek yapabildiği gürültüyle yutkunmak ve başını sallamak oldu. Gözlerini adamın hareketlerinden alamıyordu. Kemerini çözmesini izlerken bacaklarının arasında tarifi imkânsız bir sızı oluşmaya başlamıştı. Ve korku yeniden zihnine yayılıyordu. Uyarı çanlarının çaldığını duyabiliyordu.
Akın kemerini çıkartarak ikiye katlayıp sağ elinde sabitlediğinde Eva’nın omurgasından aşağıya inen soğukluk onu ürpertti.
Adam sanki ne hissettiğini biliyormuş gibi karanlık bir gülümseme bahşetti. “Bazen seni korkuttuğumu biliyorum ama buna rağmen sınırlarımla oynamaktan çekinmiyorsun. Hoşuna gidiyor, değil mi? Beni çıldırtmak ve sana çıldırmış gibi davranmam?”
Eva nefes nefese kalmış şekilde, “E-evet,” dedi. Avuçlarını arkasındaki duvara yaslamış, sırtını tamamen yapıştırmış durumdaydı. Kemer tehditkâr şekilde yan tarafında duruyordu. Korkusunu açıkça belli ediyordu. Ancak her şeye rağmen korkunç bir heyecan hissiyle de yanıyordu.
Adamın bakışları iyice karardı. Odanın içerisinde dönüp karşıda kalan tekli koltuğa geçerek oturdu ve bacaklarını olabildiğince iki yana açtı. Kuşkusuz pantolonunun önünde beliren şişkinlik ona rahatsızlık veriyordu. Sağ eliyle kemeri hâlâ tutmaya devam ederken diğer eliyle çenesini sıvazlayıp dilini alt dişlerinin üzerinde gezdirdi. Sanki kafasının içerisinde bir kaos vardı ve işin içinden çıkamıyor gibiydi.
Eva tüm cesaretini toplayarak ileriye doğru bir adım attı. Niyeti onu, ilgisini, arzusunu, isteğini üzerine toplamak ve bu sayede reddedilmekten kurtulmayı ummaktı. Ancak Akın ona öyle sert bir bakış gönderdi ki genç kadın değil ikinci adımı atmak, hareket bile edemez oldu.
“Dizlerinin üzerine çök,” dedi adam hemen sonra. Eva kurulu bir robot gibi dediğini yaparak dizlerinin üzerine çöktü. “Ellerini yere koy.” Yine sorgulamadan dediğini yapıp ellerini de yere yasladı. “Şimdi bana gel, Eva.”
Günahkâr sesi kanını kaynatıyordu. Genç kadın ellerinin ve dizlerinin üzerinde emekleyerek ona yaklaştı. Başka zamanda, başka biri ondan bunu istese reddetmesi muhtemeldi, ancak karşısındaki kişi Akın olunca yanlışlar bile gözüne doğru şeklinde görünüyordu. Adamın tam bacaklarının arasına geldiğinde hâlâ elinde tuttuğu kemere ürkek bir bakış atıp bekledi. Bu şekildeyken belki de kendisini aşağılanmış hissetmesi gerekiyordu ama bu his yakınından bile geçmiyordu.
Akın, kadının beklentiyle parlayan ve arzuyla yanan zümrüt yeşili gözlerine bakarken çenesinin ucuyla önündeki kabarıklığı işaret etti. Eva hızla düğmeyi çözüp fermuarı aşağıya indirdiğinde onun bu sorgusuz itaati karşısında dişlerini sıkmaktan kendisini alamadı. Hiçbir zaman iyi bir adam olmamıştı. Hatta annelerin kızlarını uyarırken kullandığı uzak durulması gereken adamlar listesinin belki de başında yer alıyordu. Eva da bunu biliyordu. Hatta korkuyordu da. Farkındaydı, kemere nasıl baktığını görüyordu. Belki de bu sefer o kadar kötü olmamalıydı. Kadını kıracağını söylemişti ama o derece kırılmaya hazır olmadığı açıktı; kabul etmiş olsa bile.
[bu kısımın tamamını wattpad ve inkspired üzerinde bulabilirsiniz]
Eva tüm gece boyunca sanki hiç soluk alamamış gibi gürültüyle solurken öyle bitkindi ki kolunu kaldıracak gücü kalmamıştı. Kalçalarındaki sızlama ve en ufak hareketinde bacaklarının arasına saplanan ağrı gözlerini yaşartıyordu. Ağladığından haberi bile yoktu ama yanaklarının ıslaklığı bunu belli eden cinstendi. Kalbi delicesine atıyordu. Tüm bunlara rağmen kötü hissetmediğinin farkındaydı. Evet, fazlaydı. Hem de çok fazlaydı, ancak kötü hissetmiyordu. O, ileri gitmekten her zaman hoşlanan birisi olmuştu ve Akın’ın en çok sınırsızlığından etkileniyordu. Ne istiyorsa onun on katı bu adamda vardı.
Çıplak omzuna değen parmakları hissettiğinde istemsizce irkildi. Bunun üzerine Akın yatıştırmak istercesine parmaklarının tersini teninde gezdirdi. Ardından da boğazını temizleyip, “Benden özür bekleme,” dedi kısık sesle. Parmakları omzunu okşamaya devam etti. “İleri gittim farkındayım ama özür dilemeyeceğim.”
Genç kadın içine titrek bir soluk çekip kısaca kafasını salladı. Konuşamayacak hâldeydi. Yorgundu, duygusal olarak gelgitler yaşamıştı ve uyumak istiyordu; mümkünse Akın’ın koynunda. Ancak sadece birkaç dakika sonra Akın hareketlendi. Yataktan kalkmadan önce uzanıp omzuna kısa bir öpücük bıraktı. Ardından da kalktı. Fermuarını çekip kemerini taktı. Eva tüm bunları hareketsiz şekilde dinliyordu ve geçen her saniye daha çok üşüdüğünü hissediyordu. O tatlı uyku hâli artık kalmamıştı. Yeniden ağlama isteğiyle doluydu ve tüm gecenin çarpıklığına rağmen işte şimdi kötü hissetmeye başlamıştı.
Dudaklarını ısırmayı bırakıp, “Gidiyor musun?” diye sordu pürüzlü çıkan sesiyle.
“Evet,” dedi adam. Öyle rahat, öyle sıradan şekilde cevap verdi ki Eva öfkeyle dişlerini sıktı. İşini bitirmişti ve şimdi de gidiyordu. Yine.
Gözlerinin yeniden yaşlarla dolduğunu hissederken, “Bir daha gelme,” dedi buzdan farksız bir sesle. Akın’ın donakaldığını hissetti.
“Ne?”
Sert birlikteliklerinden sonra acı hissetmekten çekinerek yavaşça ayaklanıp Akın’a hiç bakmadan yerde elbisesini gidip aldı. Onu çabucak giydiği sırada, “Bir daha gelme. Bitti,” derken yanaklarından dökülen yaşları adamdan saklamaya çalıştı. “Aramızdaki şey her neyse... bitti.”
“Sen akıllanmadın galiba Eva,” dedi Akın sinirle gülerken. “Kaşınma.”
“Ciddiyim. Bu kez seni kışkırtmak umurumda bile değil. Git, tamam mı? Bir daha da bana yaklaşma.”
“Kızım elimde kalırsın!” derken sesi tüm odada yankılandı. “Yemin ediyorum elimde kalırsın! Ne diyorsun sen? Ne dediğini kulakların duyuyor mu?”
“Git,” dedi kadın. “Yarın Cesur abiyle konuşacağım. Buradan temelli ayrılıp İngiltere’ye döneceğim-”
Akın gözü dönmüş şekilde hızla kadını yakalayıp yeniden yatağa savurdu. Kalçasının üzerine düşmüş olmak yüzünü buruşturduğunda ona aldırmayacak kadar öfke doluydu. Üzerine adeta bir ölüm meleği misali eğilirken, “Abimin sana izin vermesi hiçbir şeyi değiştirmeyecek güzelim,” dedi sıkılı dişlerinin arasından. “Ben izin vermediğim müddetçe hiçbir yere gidemezsin. Bir daha bunu duymayacağım bile. Anladın mı?”
“Sen artık umurunda değilsin. Gideceğim. Bitti. Onur sahibi biri gibi önümden çekil. Bana zorluk çıkartmayacağını söylemiştin.”
“S×keyim, Eva! Ne bu şimdi?” diye patladı. “Fazla mı geldim sana bu gece? Ondan mı? S×keyim! Özür dilerim. Tamam mı? Özür dilerim, kendimi tutamadım. Gözümün önünde başka birini öperken seni gördüm kızım aklım başımdan uçtu. Ne yaptığımdan haberim bile yok-”
“Özür dilenecek bir şey yok. Sınırlarını zorladığımı biliyordum,” derken omuzları dik şekilde adamın karşısında durmakta zorlanıyordu. Akın’ın iki dakika öncesine kadar hiçbir pişmanlık görünmeyen gözleri şu anda pişmanlık doluydu. Asıp kesen hâli bir anda kaybolmuştu. Anlamaya çalışıyordu, anlayamadıkça öfkeleniyordu ama bu kez bunu bastırıyordu.
“O zaman sorun ne?”
Eva artık içinde tutmakta zorlanıyormuş gibi birden, “Beni becerip çekip gitmenden bıktım çünkü!” diye bağırdı. “Şu hâlime bak. Ben senin fahişen miydim?”
“EVA!”
“ÖYLEYSE BANA NİYE FAHİŞE GİBİ DAVRANIYORSUN?”
“Lan! Delireceğim am×na koyayım!” diye bağırarak kadını bırakıp ondan biraz geri çekildi. Sabır çekercesine dudaklarını birbirine bastırırken birkaç kez elini saçlarından geçirdi ama ne yaparsa yapsın sakinleşemiyordu. “Kızım bunu sen istemedin mi? Beraber uyumak yok demedin mi? Ben çok mu mutluyum bu boktan durumdan?”
“Dedim! Ama yine de kalabilirdin, tamam mı? Kalsan ne olurdu? Böyle kendimi kötü hissediyorum, neden ben söylemeden bunu anlayamıyorsun? O adamı öptüm çünkü sana siniriydim. Çünkü beni yine yatakta bırakıp gitmiştin! Sadece sana sarılmak istemiştim. Beni tüketene kadar hırpaladıktan sonra işin bitmiş gibi çekip gitmek yerine yanımda kalıp beni göğsünde uyutmanı beklemiştim. Tamam, tamam sert olmanı seviyorum ama sonrasında şefkate ihtiyacım var, tamam mı? Bir fahişeden farkım olduğunu anlamak için-”
“Şu kelimeyi söyleyip durma!” diye gürledi. “Eva, sen kör müsün? Benimle yaptığın o s×kten anlaşma bile umurumda değil, görmüyor musun? Çizdiğin sınırları bozmamaya çalışıyorum, sırf gözün korkmasın diye sana ayak uydurmaya çalışıyorum. Yoksa s×kmişim anlaşmasını. Ben seni istiyorum. Sen sadece yatağımda istiyorum sanıyorsun ama ben seni kendime istiyorum, tamamen.”
Eva afalladı. “Ne? Ne dediğinin farkında mısın sen?”
“Ben hep farkındaydım da anlamak istemeyen sendin güzelim. Ne sanıyordun seninle birkaç kez yatarım ve sonra da başkalarına dönerim falan mı? Ya da gitmene izin veririm?” Kafasını kısaca iki yana salladı. “Seni şimdiden uyarayım bunlar senin için ancak hayal olabilir. Ne başkası ne de gitmek Eva, anladın mı?”
“Ama... ama...”
“Ne ama? Artık umudumda değil. Anlaşma falan yok. Seninle ben normal insanlar gibi birlikte olacağız. Herkes de bunu bilecek. Gizli kaçak sevgilicilik oynayacak yaşı çoktan geçtim.”
“O-olmaz,” derken dirseklerinin üzerinde doğruldu. “Olmaz, Akın, olmaz. Bizim ciddi bir ilişkimiz olamaz.”
Adam burnundan gürültülü, sinirli bir soluk verdi. “Neden istemiyorsun? Ciddi olması mı seni korkutuyor? Delireceğim, Eva! Böyle olması tamam da ciddi olması nasıl dert olabilir sana?”
“S-sana uygun değilim,” dedi çabucak. “Annen de istemez beni... Peri’yi istemedi-”
“Sen Peri’yle bir misin kızım? Ayrıca anneme kalmadı benim kiminle olacağım. Ulan asıl ben sana uygun değilim de neyse! Sen kalkıp bunu nasıl diyebiliyorsun aklım almıyor.”
“Ama...”
“Sen neden korkuyorsun söylesene bana? Bu korkunun altında yatan ne? Ulan her kadın ilişkisi ciddiyet kazansın ister sense bu olmasın diye neredeyse bana yalvaracaksın.”
“Çünkü... çünkü beni bırakacaksın biliyorum.”
“Öyle mi?” derken kafasını sol omzuna doğru eğmişti. “Benim bilmediğim şeyi sen nerden biliyorsun?”
“S-sen ciddi ilişki insanı değilsin. Uzun zamandır buradayım. Kadınlarla ilişkin hiç uzun süreli olmadı. Hatta ciddiyete bindirmeye çalışanları anında gönderdin.”
“Çünkü onları ciddi şekilde istememiştim ama seni istiyorum. Bunu anlaman niye bu kadar zor?”
Eva çıkış yolu ararcasına sağa sola bakındı. “Bilemiyorum,” dedi kafa karışıklığıyla. “Korkuyorum.”
Akın uzanıp kadının yüzünü ellerinin arasına aldı. “Korkma. Ben hep yanında olacağım. Seni gördüğüm andan beri istedim, Eva. Bu birkaç günlük heves değil.”
Genç kadın ona inanmak istercesine baktı. “Gerçekten mi?”
“Gerçekten.”
“Beni bırakmayacak mısın?”
“Bırakmayacağım.”
“Hata yaptığımda bile mi?”
“Ben senden çok hata yaparım eminim ki,” dedi iç çekerek.
“Söz ver,” dedi kadın birden.
“Söz.”
“Yemin et,” diye üsteledi.
“Yemin ederim,” derken hafifçe güldü. “Hiç mi güvenip inanmıyorsun kızım bana?”
Eva onu duymazdan geldi. “Ne olursa olsun beni bırakmayacaksın. Asla terk etmeyeceksin. Hep yanımda olacaksın. Hata yaparsam dinleyeceksin.” Kirpiklerini birkaç kez kırpıştırarak zümrüt yeşili gözlerini adama dikti. “Tamam mı?”
“Tamam. İmza da atayım mı?”
“Ne imzası?”
“Tüm bunların altına imza mı da atayım mı? Belki daha rahat hissedersin,” derken eğlendiği yüzünden okunuyordu. Sonra ciddileşti, ifadesi durgunlaştı. “Geçmişte seni kıran biri mi oldu?”
Eva sertçe yutkunup kafasını kısaca iki yana salladı. “Daha önce... ben kimseyle böyle şeyler yaşamadım. Kimse beni terk etmedi ama terk edilmekten çok korkuyorum. Yüzüstü bırakılmaktan... çünkü kendimi sana çoktan kaptırdım ve karşında durabilmek için elimden geleni yapıyorum ama sen ciddi olalım istiyorsun. Tamam... ama sonra bir sorun olur... beni istemekten vazgeçersin... o zaman ben nasıl toparlarım bilmiyorum.”
“Bir sorun olmayacak ve seni istemekten hiç vazgeçmeyeceğim. Kaç yemin duymak istersen o kadar yemin ederim. Bugüne ulaşmak için çok bekledim, Eva. Seni kaybetmemek için her şeyi yaparım.”
“Gerçekten mi?”
“Hâlâ soruyor musun? Gerçekten. Ben gözünde nasıl bir adamım? Çok mu kalpsiz görünüyorum? Neden bu kadar seni sevemeyeceğimden emin gibisin?”
“B-beni seviyor musun?” dedi Eva büyük bir şokla. Sanki her şeyi duymaya hazırdı ama buna hiç hazır değildi. “B-beni?”
“Seni,” dedi adam bastıra bastıra. “Seviyorum tabii ki aptal kadın. Aşığım sana. Şu hâlime bak. Bana kafayı yedirttin. Eğer seni umursamıyor olsaydım böyle çıldırır mıydım-”
Eva birden Akın’a doğru atılıp ona uçsuz bucaksız denizin ortasında bulduğu can simidiymiş gibi sıkı sıkı sarıldı. Adamın kısa süreli afallaması bile umurunda olmadı. Göğsünü yırtıp dışarıya çıkmak istercesine büyük bir heyecanla atan kalbinin hızlı vuruşlarını adamın hissettiğinden emindi. Tüm bedeni tepeden tırnağa titriyordu ve bunun kaynağında mutluluk yatıyordu.
Akın genişçe sırıtmaktan kendisini alamazken kadının ince bedenini kollarının arasında ezerek göğsüne bastırdı. “Bir daha duymak ister misin?” diye yavaşça sordu.
“Evet, lütfen.”
“Sana aşığım.”
“Bana, öyle mi?”
“Öyle.”
“Bir daha söyler misin?”
“Sana aşığım.”
Titrek bir iç çekti. “B-bir daha?”
“Sana aşığım, Eva,” dedi. “Bu şeye ömrüm boyunca hiç bulaşmam sanıyordum ama sonra seni gördüm ve boku yediğimi o an anladım. Ne kadar bir süre reddetmek, seni görmezden gelmek için çırpınsam da... uyumak için ne zaman gözlerimi yumsam orada senin yüzün beliriyordu. Ben de peşine düştüm.”
Genç kadın hafifçe geriye çekilerek adamın yüzüne baktı. Dudakları biraz uzağındaydı, onu öpmek istiyordu ama hâlâ çekindiği suratından açıkça okunuyordu. “Bana da soracak mısın?” dedi heyecanla dudağının kenarını kemirdiği sırada.
Adam güldü. Yanağında beliren gamze işte şimdi tehlikeli değil, ölümcül şekilde çekiciydi. “Bana aşık mısın?”
“Evet,” dedi Eva nefes nefese kalmış bir halde. “Sana aşığım.”
“Başka şansın da yok zaten,” dedikten sonra eğilip kadını öptü. Diğer adamın izlerini silmek ister gibi derin ve tutkuluydu. Tenine sadece kendisini kazırcasına sarsıcıydı. Onu sahiplenircesine şiddetliydi.
Eva adamın sakalsız yanağını parmak uçlarıyla severken, “Ne olursa olsun beni bırakmayacağına söz verdin,” diye hatırlattı. “Eğer bunu unutursan... eğer bana arkanı dönecek olursan... yemin ederim ki seni vururum.”
“Beni vurursun?” derken tek kaşı havalandı. “Sen silah tutmayı bile bilmiyorsun.”
“Elbette biliyorum.”
“Hiç gerçek bir hedefte denemeden, evet.”
Genç kadın gözlerini kıstı. “İlk gerçek hedefim sen olursun öyleyse.”
Akın kafasını geriye atarak güldü. “Kıçıma mermi girmesinden hoşlanacağımı sanmıyorum sırf bu yüzden seni hiç bırakmayacağım.”
“Söz mü?”
“Söz, Eva,” dediğinde o gülümsemenin yerini kademe kademe durgunluk aldı. “Seni bırakmayacağım. Sahip olduğum her şeyin üzerine yemin ederim. Peki sen? Sen bu yemini edebilir misin? Ne zaman sıkışsan İngiltere’ye dönmekten bahsediyorsun. Beni terk etmeye kalkar mısın?”
“Sen yanımda olduğun sürece ben asla gitmem. Söz veriyorum.”
“Hiç doyurucu bir cevap değil, biliyor musun? Sana güvenemedim şu an.”
“N-ne?”
Hızlı hızlı kafasını salladı. Onunla eğlendiğini saklamıyordu ama gözlerinde öyle bir bakış vardı ki işte Eva’yı geren oydu. “Ne yapsak? Seni kendime mi bağlasam? Zoru gördüğün anda tüyecek gibi duruyorsun.”
“Öyle bir şey yapmayacağım. Sen beni bırakmazsan ben gitmem.”
“Öyle mi? Hiç inandırıcı değil.”
“Bana inanman için ne yapmam gerekir? Yemin ederim-”
“Yemin edeceksin ama kâğıt üzerinde,” derken adamın gözlerinde şeytani bir parıltı gizliydi.
“Ne demek bu?”
Kadının burnuna ufak bir fiske vurup, “Evleniyoruz demek,” dedi. Eva donakaldı. Akın ise onu hiç umursamadan tutup omzuna atarak yataktan kalktı. “Seni hiç bırakmayacağımdan emin olmanı sağlayacağım, Eva. Asla aşık olmam diyordum sana aşık oldum. Asla evlenmem diyordum bir anda seninle evlenmeye karar verdim. Beni ne hâle getirdin böyle sen.”
“Akın... Akın! Sen delirdin mi? Ne evliliği?” dedi Eva nihâyet ilk şoku üzerinden atabildiğinde.
“Bildiğin dümdüz evlilik işte.”
“Gecenin bir yarısı mı?”
“Evet,” derken umursamazdı. “Nikâh memurunu sıcak yatağından çıkartırım onu dert ediyorsan eğer. Sorun değil.”
“Bırak beni seni deli koca ayı! Üzerimde iç çamaşırım bile yok! Tanrım!”
Akın kadının elbisesini düzeltip etek kısmını kolunun altında kıstırarak açılmasına engel oldu. Bu sırada adımları doğruca odanın çıkışına yönelmişti. “Ne güzel işte. Geri döndüğümüzde bana kolaylık,” dedi keyifli keyifli ıslık çalmaya başlamadan önce.
“Sen... sen ciddisin!” dedi kadın sanki durumu yeni yeni kavrayabiliyormuş gibi şokla.
“Evet.”
“Ama... ama...”
“Sana aşığım bana aşıksın. Daha ne? Önüne nikâh cüzdanını bıraktığımda seni tamamen kendime aldığımı ancak anlayacaksın. O zaman bir daha sormazsın bana beni bırakır mısın diye.”
“T-tamam daha sormayacağım, tamam. Lütfen beni indir. Bu delilik!”
“Ben de delilikleri severim,” derken kapıdaki kilitleri çevirip ardına kadar açtı. “Gelinlik giyemeyeceğin için mi dert ediyorsun? Düğünü sonra hallederiz merak etme.”
Genç kadın bacaklarını tüm gücüyle çırptı, adamın sırtına yumruklarını geçirdi. Karşılığında hassas kalçasına inen şaplakla dişlerini sıktığında çırpınmaya anında son vererek, “Lanet olası iç çamaşırım bile yok, sen gelinlikten bahsediyorsun!” dedi sıkılı dişlerinin arasından. “Bırak beni. Bu doğru değil Akın!”
“S×kmişim doğruları.”
“A-anneme... anneme ne diyeceğim? Ah, tanrım!”
“Hamileyim de,” dedi. Kadın anında taş kesildi. Akın ise umursamazca omuz silkti. “İkinci adımım da o zaten.”
Eva yeniden kelime kuramayacak kadar şok içerisindeyken Akın doğruca Tuna’nın odasına yürüdü ve kapısını ahlak masasından baskına gelmiş gibi tekmeledi.
“Kalk lan. Kaldır kıçını lazımsın bana.”
Tuna gözleri uyku mahmuru, suratında sersem ifadesiyle fişek gibi bir hızla kapıya çıktığında, “Ne oluyor am×na koyayım? Baskın mı var? Kim geldi lan? Barut mu? Ulan herif ne zaman ayaklandı, daha dün vurulmamış mıydı? O değilse kim? Hangi ecdadına gidip gidip geldiğim geldi? İsim verin lan bana!” diye bağırdı. Ardından da sanki tepki görmüş gibi kendi kendini cevapladı. “Yo, uyumuyordum! Ne uyuması oğlum! Kendimdeyim! Odamda oturmuş kim baskına gelir acaba diye düşünüyordum zaten! Ben her zaman hazırlıklıyım!”
Akın adamın uykudan arınamamış hâlini sakince dinledikten sonra birden uzanıp ensesine tokadı geçirdi. “Ben basacağım seni şimdi! Ayıl lan. Benim.”
“Sen misin? Hay... Saat kaç haberin var mı? Adamı uyumaya da bırakmıyorsunuz anasını satayım. LAN! Kimi kaçırıyorsun sen Allah’ın delisi? Özgür bitti sıra sende mi?”
“Aynen birader. Düş önüme. Nikâh kıyacağız.”
Tuna’nın çenesi neredeyse yere sürünecek kadar açıldı. “Sen?”
“Ben.”
“O,” derken yüzünü göremediği kadını işaret etti.
Akın sabır çekercesine dişlerini gıcırdatırken, “O,” dedi.
Bunun üzerine Tuna elleriyle yüzünü gözünü yoklamaya başlayarak, “Ulan içmedim de bu akşam. Acaba ağrı kesici diye başka bir hap mı içtim ne bok yedim ben? Bu nasıl boktan bir rüya? Tamam, sakin ol koçum. Derin bir nefes al ve uyan. Hadi, başarabilirsin. Akın ve omzundaki kadın yok. Nikâh falan yok. Lan tabii ki rüya. Akın evlenecek adam mı? Onunla ancak eğlenilir, aynen öyle,” dedi hızlı hızlı.
Akın ona bir kez daha vurdu. “Şu duvarda resmini çıkartmadan önce düş önüme.”
“Hass×ktir! Rüya değilmiş lan!”
“Tabii ki değil! Yürü yoksa diğer bacağını da ben kurşunlayacağım.”
“Hastaya saygı da kalmamış,” dediğinde Akın’dan aldığı ters bakışla birlikte şirin şirin gülümsedi. “Gecenin bir yarısı mağarandan çıkıp bulduğun ilk kadını sırtlamış gibi sırtladığın bu bahtsız- pardon! Şanslı kızımız kim?”
Eva öfkeli bir soluk bırakarak tısladı. “Benim!”
Tuna duyduğu tanıdık ses üzerine irkilerek elini kalbinin üzerine koydu ve gözlerini kısa bir anlığına tavana dikerken, “Cesur abi bu kez kesin ağzıma sıçacak,” diye sayıkladı.
“Kes zırlamayı. Sallan hadi.”
“Sen önden git güzel kardeşim, canım kardeşim. Ben kendim için üç kulhu bir elham okuyacağım.” Birden gözlerini irileştirdi. “Önce bir gusül alayım.”
“TUNA!”
“Tamam almayayım,” diyerek seke seke Akın’ın peşinden gitti.
♧
Parmağımdaki yüzüğe odaklı bakışlarım dalgındı. Suratımda aptal bir gülümsemeyle, sanki ilk kez yüzük görmüşüm gibi onu inceliyordum. Safir mavisi rengi büyüleyiciydi. Ona baktıkça bir zaman sonra sanki geleceğimi bana gösteren bir ekrana dönüştüğünü düşünüyordum ve yüzüğümün safir mavisi taşında düğünümüzü izliyordum. Daha doğrusu hayalini kurduğum şeyi orada canlandırıyordum.
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Oturduğum koltuğa sığamıyor, kıpır kıpır kıpırdanıp duruyordum. On dokuz gün kalmıştı ve nasıl geçeceğini hiç bilmiyordum. Şimdiden çok heyecanlıydım. Cesur’a bakmak artık karnıma tatlı sancıların yayılmasına neden oluyordu. Daha önce hiç evlilik hayali bile kurmamışken dünden beridir düşündüğüm tek şey oluvermişti. Kendimi gelinlik içerisinde, onuysa damatlık içerisinde düşleyip imzalarımızı attığımız anı kafamda tekrar tekrar canlandırmaktan kendimi alamıyordum.
“Ta da! İşte senin için özel bir gelinlik kataloğu getirdim.”
Ansızın Eva’nın sesini duyduğumda yerimde sıçramaktan kendimi alamadım. Gözünde bir görmemiş gibi görünmek istemediğim için yüzüğün olduğu elimi hızla saklarken ona doğru döndüm. O ise bana bakmıyordu bile, getirdiği kataloğun sayfalarını karıştırmakla meşguldü.
“Gelinliğini seçmen için birkaç günden fazla vaktin yok, o yüzden hemen başlamalısın. Fransa’dan gelen iki özel tasarımcıya diktireceğiz ve süremiz çok kısıtlı. Yemediğin ve uyumadığın her anı bu kataloğu incelemekle geçirmen gerekiyor. Gülme, ciddiyim.”
“Tasarımcıların Fransa’dan gelmesi şart mı?”
“Kesinlikle! Bu sıradan bir düğün değil. Çok güzel olmalısın. Günlerce, aylarca magazin bunu konuşmalı.”
“Gelinliği dikmek için Fransa’dan insanları buraya getirteceksen... düğün nerede olacak? Lütfen bana yurtdışında bir yerde olacağını söyleme.”
Canı sıkılmış şekilde kataloğu kapatıp yanıma kadar gelerek onu bana uzattı. Ardından da oturmak yerine etraftaki askılarda bulunan kıyafetleri üstünkörü incelemeye başladı. “Yurtdışında olmasını istemiştim. Mesela Paris, ah, aşkılar şehri... ya da İtalya, hmm, bayılırım... ama Cesur abi burada olmasını istedi. Elimde birkaç seçenek var. Duymak ister misin? The Marmara Esma Sultan, Çırağan Sarayı ya da Sait Halim Paşa Yalısı. Sence hangisi?”
Panikledim. Heyecan yeniden kalbimi tekletti. Bu isimleri rastgele önüme düşen magazin kanalları dışında pek duymamıştım. Hatta İstanbul’da yaşamama rağmen gidip görmeye fırsatım bile olmamıştı. Emindim ki hepsi birbirinden güzel ve bir o kadar da tuzluydu. Adım attığım şeyin büyüklüğü şimdiden gözümü korkutmaya başlarken, “Sen seçsen daha iyi,” dedim çabucak. “Eminim benden daha çok fikrin vardır.”
“Ah, elbette ben hallederim. Her şeyin kusursuz olması için elimden geleni yapacağıma emin olabilirsin ama bu düğünün gelini sensin, Deniz. Sen ne istersen o olur, lütfen bunu unutma.”
Kısaca kafamı sallamakla yetindim ve kuruyan boğazımı ıslatmak için önümdeki sehpada duran suya uzandım. Yine ünlü olduğuna ve sadece özel üretim yaptığına emin olduğum bir butikteydik. Daha önceki tatsız olay yüzünden hafif gergin olsam da bunu yansıtmamaya çalışıyordum ama gözüm sürekli etraftaydı ve herhangi bir düşman kapıdan içeriye girecekmiş tetikte beklerken kendimi buluyordum. Saçmaydı ama bu lanet histen sıyrılamıyordum.
Sessizce iç çekip Eva’yı incelemeye koyuldum. O da garipti. Gerçekten garip davranıyordu ve bu hâli beni daha çok geriyordu. Askıların arasında bakımlı parmaklarını kaydırırken bir şeyden rahatsızmış gibi kıpırdanıp duruyordu. Giydiği elbisenin özellikle etek kısmını sık sık çekiştirerek düzeltiyordu. Halbuki elbise zaten üzerinde mükemmel duruyordu. Beline kadar tam oturuyor, kalçasından aşağıya daha rahat ve bollaşarak dökülüyordu.
Onun tuhaf hâlinin verdiği gerginlikle istemsizce yeniden etrafı kolaçan ettim. Epey büyük bir mağazaydı ama bizim için kapatılmıştı. Etrafta birden fazla görevli vardı ve hepsi hazır şekilde onlardan bir şey istememizi beklercesine duruyordu. Bizimle gelen korumalar butiğin etrafındaydı. Her şey kontrol altında gibi duruyordu. Bir öncesinde olduğu şekilde... uğursuz his iyice beni ele geçirdiğinde oturduğum yerde rahatsızca kıpırdanarak başka şeylere odaklanmak istercesine mağazanın içerisinde ilgimi çekecek bir şeyler aramaya başladım. Askılarda birkaç parça kıyafet, birkaç tane ayakkabı, yine sadece birkaç tane çanta inci gibi dizilmişti. Her birinin özel bölümleri vardı. Altın detaylı askılara geçirilmiş kıyafetlerin kalitesi tartışılmazdı. Aralarından birini Peri için seçmiştik ve şu anda üst kattaki bölümde onu hazırlıyorlardı.
“Bu elbise nasıl?”
Eva eline aldığını saten elbiseyle tekrar yanıma geldi. Gül kurusu rengindeydi. İnce askılı ve sırt kısmı iplerle birbirine bağlanmıştı. Vücudu sımsıkı saracak bir parçaydı. Suyu yeniden sehpaya bırakırken, “Güzel,” dedim yavaşça.
“Öyleyse bunu giymeye ne dersin?”
Kaşlarım havalandı. “Onu kendin için seçtiğini sanmıştım. Ayrıca ben hâlimden memnumum. Bu şekilde kalmayı planlıyorum.”
“Biraz karamsar görünmediğinden emin misin? Tepeden tırnağa siyah giydin, sanki matemmiş gibi.”
Kafamı eğip üzerimi kontrol etmekten kendimi alamadım. Kumaş pantolon ve gömlek tercih etmiştim. Gömleğimi pantolonun içerisinde sokup üstten birkaç düğmesini açık bırakmıştım. Saçlarım da açıktı ve bence gayet yeterliydi.
“Eminim, Eva. Böyle çok rahatım. Onu sen giymelisin.”
“Ben katılmayacağım ki,” dediğinde yüzünden garip bir ifade geçip gitti. Elbiseyi aldığı yere geri astı. “Birinin kalıp kulübü idare etmesi gerekir.”
Bu gece aile yemeği verilecekti ve sanırım kendisini çekirdek aileden görmediği için geri planda tutuyordu. O masada hangi sıfatla oturacaktı ki? Kulübün yöneticisi olarak mı? Oraya birinin eşi, kızı ya da oğlu olmayan oturmazdı. Bu yüzden üstelemedim, ancak gerginliği ve elini kolunu nereye koyacağını bilememesi onu sorgulamam gerektiğini bana düşündürüyordu.
Yanımdaki boşluğa elimle vurup, “Biraz otursana, Eva. Geldiğinden beridir etrafta koşturuyorsun,” diyerek onu davet ettiğimde sanki kaçındığı şey başına gelmiş gibi iç çekti ve ayaklarını sürüye sürüye yanıma geldi. Koltuğa çok garip şekilde oturduğunda ona tuhaf tuhaf baktım, gözlerini kaçırdı.
“D-dün gece yataktan düştüm,” dedi güçlükle konuşuyormuş gibi. Benden başka her yere bakıyordu. “Şey... bu yüzden biraz ağrım var. Sanırım doğruca popomun üzerine düşmüşüm.”
Ah, demek derdi buydu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım. Gerçekten de ağrısı olmalıydı, çünkü olabildiğince kalçasına yük bindirmeden oturuyordu. “Anladım, pekâlâ. Doktora mı görünseydin?”
Panikledi. “Hayır! Yani... hayır, bunun için doktora gitmek istemem. Çok gülünç,” derken burnunu kırıştırdı.
“Anladım,” dedim. Gülmemeye çalışsam da pek engel olabildiğim söylenemezdi.
Omuzlarını düşürerek inler gibi bir ses çıkarttı. “Gülme, lütfen.”
Boğazımı temizledim. “Gülmüyorum,” desem de dudaklarım hâlâ kıvrık duruyordu.
“Ah, tanrım.” İç geçirdi. “Rahat hareket edememek çok kötü.”
“Eminim öyledir.”
“Deniz!”
“Tamam, tamam,” derken ondan başka tarafa dönerek başka şeyler düşünmeye çalıştım. Çünkü ona baktıkça ve garip oturuşunu gördükçe gülmemek çok zordu. “Sabah bu yüzden mi bizimle gelemedin?”
“Sabah... evet. Şey, biraz daha rahat hareket edeceğim ana gelene kadar bekledim. Bir kez daha üzgünüm, sizi beklettiğim için.”
Kuaför için sözleştiğimiz saatte Eva bize daha sonra katılacağını mesaj atmıştı, ancak beklemiştik ve buna rağmen saat öğlen 1’i bulduğu halde hâlâ aşağıya inmediğinde kuaföre Peri’yle birlikte gitmiştim. Oradaki işimizin bitmesi saatler sürmüştü ve işte, şimdi de buradaydık. Eva bize buradayken katılmıştı. Geldiğinden beridir kalıp gibi yürümesinin nedenini şimdi anlayabiliyordum. Ah, işte yine gülesim geliyordu ve gülmemek için kendime düşünecek başka şeyler bulmalıydım. Aklıma dün geceki olay geldiğinde gülüşüm hızla kayboldu. Telaşla Eva’ya dönerken, “Akın sana bir şey yapmadı, değil mi?” diye sordum.
“N-ne yapabilir ki?”
“Dün geceden sonra? Gidip başka bir adamla öpüştün, Eva. Akın’ın manyağın teki olduğunu biliyorsun.”
“Evet, evet. Biraz tartıştık,” dedi kaçamak bakışlarla.
“Biraz mı? Emin misin? Çünkü onun birazı olduğunu hiç sanmıyorum.”
Bir kez daha omuzlarını düşürdü ve sertçe yutkundu. “Haklısın. Bayağı kavga ettik ama... şimdi sorun yok.”
Sorun vardı, çünkü olduğu yerde kıvranıyordu. Hafifçe gözlerimi kısarken, “Bana anlatabileceğini biliyorsun değil mi?” diye sordum.
“Elbette biliyorum, Deniz. Ben... şey, sana bir şey söyleyeceğim ama bu ikimizin arasında kalacak, en azından şimdilik. Tamam mı?”
Kaşlarım hafifçe çatılsa da tereddüt etmeden, “Tamam,” dedim. “Tabii ki.”
“Biz... yani Akın ile ben... şey, bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Umarım seni kızdırmam ya da kırmam. Biz dün bir şey yaptık.”
Gerildim. Bu sesime de yansıdı. “Ne yaptınız?”
“Daha doğrusu o yaptı. Beni şoka soktu. Hâlâ şoktayım, tanrım. Bu inanılmaz bir şey. Tanrım! Ben bunu nasıl yapabildim hâlâ inanamıyorum.”
Kaşlarım daha çok çatılırken, “Ne yaptınız, Eva?” diye bastırdım. Aklım hâlâ beni kızdıracağı ya da kıracağı noktadaydı.
Derin bir soluk alıp bana döndü. “Biz-” demişti ki butiğin iki yana açılan kapısıyla sözü kesildi. Bakışları kapıya doğru döndüğünde her kimi gördüyse oturduğu yerden ayağa fırlayıp duruşunu düzeltti. Kalbim birden panikle çarptığında daha kimin geldiğine bile bakmadan ben de ayağa fırladım. O an hasta yatağından çıkıp Barut’un geleceğinden bile emindim ya da uzun zamandır sesi soluğu çıkmayan Yiğit’i karşımda bulacağımı düşünüyordum ama ikisi de değildi. Gelen Cesur’du. Arkasında Akın, Özgür ve Tuna bulunuyordu. Akın’ı ve Tuna’yı dünden beridir ilk kez görüyordum. İkisi de garipti. Akın dün geceki olaydan sonra sinir küpü şekilde etrafta dolanması gerekirken gayet keyifliydi. Tuna ise kıpkırmızı gözlerle duruyordu. Öyle yorgun ve uykusuz görünüyordu ki onun için üzülmüştüm. Sürekli sağa sola koşuşturmaktan kendine ayırdığı vakit birkaç saatten fazlası olmuyordu.
Eva boğazını temizleyip, “Sonra konuşuruz, tamam mı?” dedi kısık sesle. Kısaca kafamı sallayarak onu onayladım. Bana minnetle gülümseyip Cesur’a döndüğünde sertçe yutkundu. Sanki ondan çekiniyor gibiydi. Tuhaftı, çünkü bunu genelde Cesur sinirlendiği anlarda yapıyordu. Ancak şu anda Cesur sinirli bile değildi. Hatta keyifliydi. En azından bana baktığı anlarda öyleydi. Sadece sanırım panikleyen hâlimden ötürü hafif kaşlarını çatmıştı.
Yanıma geldiğinde beni belimden tutarak kendisine doğru çekerken, “Bir sorun mu var?” diye sordu. Yüzümün her karesini inceliyordu. Gerginliğimin farkındaydı.
Elimden geldiği şekilde inandırıcı olacağını düşündüğüm gülümsememle, “Tabii ki yok,” dedim. “Sadece geleceğinizden haberim yoktu. Kulüpte buluşacağımızı konuşmuştuk.”
Kuşku hâlâ gözlerindeydi. “Saat neredeyse 7 oldu. Buradan birlikte çıkmak daha az vakit kaybı olacağı için plan değiştirdik. Bir yemek için hazırlanmak neden bu kadar uzun sürer?”
“Bugün bakım günüydü. Ondan gereğinden fazla sürmüş olabilir.”
“Günün yarısı kadar?”
Kısaca kafamı sallarken uzanıp gömleğinin yakasını düzelttim. Takım elbise giymişti ve üzerine öyle güzel yakışıyordu ki bunun ona yasaklatılması lazımdı. Kravat takmadığı gibi açık bıraktığı birkaç düğmenin sunduğu aralıktan görünen tenine bakıp iç geçirdim. O da tıpkı benim gibi simsiyah giyinmişti. Hatta Özgür ve Akın da aynı şekilde simsiyah giyiniyordu ve onlar da takım elbise giymişlerdi. Aile meselelerine verdikleri önemi takdir ettim. Hele de Akın’ı, çünkü gelmeyeceğini bağıra bağıra söylemişti. Şimdiyse jilet gibi takım elbisesini çekmiş buradaydı. Somurtmak yerine keyifliydi. Bazen bu adamın dengesizliğini çözemiyordum. Beklediğim anlarda beklediğim tepkileri vermiyordu.
“Peri nerede?” diye sordu Özgür. Gergindi.
Eva omzunun üzerinden üst kata çıkan merdivenleri gösterdi. “Hazırlanıyor. Ben ona bir bakayım. Hemen döneriz.”
Cesur beni kalktığım koltuğa yönlendirerek yeniden oturmamı sağladı ve kendisi de yanıma oturdu. Hâlâ bir sorun arayan gözleri üzerimde gezinirken, “Saçlarını düzeltmemişsin,” dedi hâlâ siyah olmalarından memnun kalmadığını hissedeceğim şekilde.
Omuz silktim. “Sadece kırıklarını aldırdım.”
“İyi bakalım.”
Özgür sabırsızca, “Peri’nin saçları eskisi gibi oldu mu?” diye sordu. Sanki görüp emin olmak için can atıyor gibiydi.
“Eskisi kadar uzun değil. Sırtına kadar uzanıyor sanırım.”
“Neden?” dedi şaşkın şaşkın. “Aynaya bakıp bakıp ağlıyordu. Niye yaptırmadı eskisi gibi?”
“Bilmiyorum, kendisi öyle olmasını istedi. O ne istediyse onu yaptılar.”
Etrafımızda fır dönen çalışanlardan biri Cesur’a doğru yaklaşıp saygıyla kafasını eğdikten sonra, “Efendim, ne içmek istersiniz?” diye sordu.
“Kahve.”
Kadın bana baktı. “Ben de kahve alırım,” dedim ve sonra onun diğerlerine aynı soruyu sormasını göz ucuyla takip ettim. Bu sırada Akın çantalardan birine uzanıp onu ilginç bir şeymiş gibi incelemeye başladığında butiğe girdiğimizde bizi karşılamış olan adam tüm kibarlığıyla ona yaklaşıp çanta hakkında bilgi vermeye başladı.
Cesur’un bana doğru eğildiğini hissederek ona döndüm. Kısık sesle, “Benimle evlenecek misin, Deniz?” diye sordu.
Gülerek, “Evet,” dedim.
“Hmm... gelinliğini bakmaya başlamışsın,” diyerek ayağa fırladığımda koltuğa düşmüş olan kalan kataloğu gösterdiğinde onu ancak hatırlamışım gibi elime alıp kurcalamaya başladım.
“Eva Fransa’dan tasarımcı getirtmeyi düşünüyor. Bundan haberin var mıydı?”
Ağır ağır kafasını salladı. “Her şeyin en iyisi neyse o olacak.”
“Bir servet harcayacaksın-”
“Para buradaki en önemsiz detay, fırtına,” dedikten sonra Akın’a döndü ve onun ilgisini çekecek vurguyla konuştu. “Düğüne kadar onu kafese çıkartırım, bizim için kazanır.”
Akın peşinde dolanarak sürekli konuşan adamdan bunalmış tavrıyla karşımızda kalan koltuklardan birine yayvanca otururken, “Bana payımı verin yeter,” diye takıldı. “Kalacak yer ve birkaç içki de.”
“Kadın demedi farkındasınız, değil mi?” dedi Tuna. Zoraki şekilde gülümsedi. “Ondan beklenmeyecek şekilde kadın demedi. Aman ya rabbi şoklardayım. Yoksa bilmediğimiz bir şeyler mi var? Hmm? Varsa şimdi konuş bence.”
Akın ona öldürücü bir bakış attı. “Bela mısın lan? Kes sesini benim sinirlerimi bozma.”
“Bela mı? Daha çok acil durum hattı gibiyim, 112’nin size özel şubesiyim falan ama yine de sen bilirsin tabii.”
Özgür, Tuna’ya gözlerini kısarak bakarken, “Ben bu gerekli gereksiz konuşmayı ve saçma sapan yorumları biliyorum,” dedi düşünceli düşünceli. Ardından kaşlarını çattı. “Ne bok karıştırıyorsun lan sen?”
Tuna’nın resmen etekleri tutuştu. “Nerden biliyorsun birader? İyi ki seninle birkaç şey karıştırdık, boka girip çıktık, ev bastık birilerini doğra- okşadık! Evet okşadık, sevdik falan... bu sana özeldi. Kurban olayım sana lan. En azından keyifliydi.”
Cesur, “Ne oluyor?” diye sorduğunda Tuna’nın terlemeye başladığını gördüm. Hâli hem komikti hem de düşündürücüydü.
“Bu gece hiç uyuyamadım abi, kötü kötü kâbuslar gördüm. Uykusuzluktan kafamı kullanamıyorum, kurban olayım sen beni görmezden gel. Hepsi Akın’ın yüzünden. Kâbuslarımın başrolü oydu. Sıçan suratıyla sabahlara kadar yakamdaydı. Arada bir de hırlayıp dişlerini gösteriyordu.” Yüzünü buruşturdu. “Bir süre onu benden uzak tutabilir misin?”
Özgür her ne yakaladıysa şeytani şekilde sırıttı. Ardından Cesur’a doğru döndüğünde, “Bu ikisi bir bok yemiş haberin olsun abi,” dedi.
“Şerefsiz- Şerefli kardeşim! Canım kardeşim!” dedi Tuna bastıra bastıra. “Bok boku kenefte bulurmuş, değil mi? Ondan bu bilmişliğin.”
Cesur kaşlarını çattığında ve sorgulayan gözleri doğruca Akın’ı bulduğunda Akın’ın yaptığı tek şey bir saniye sonra Tuna’yı boğacakmış gibi bakmaktı. Bu sırada üst kattan duyulan ayak sesleri gerginleşen havayı bölünce hepimizin kafası o tarafa doğru döndü. Eva gerçekten ağrı çekiyor olmalıydı, çünkü topuklu ayakkabı giymediğini fark etmiştim. O, bir voleybol müsabakasına katılacak bile olsa topuklu giymekten geri durmayacak bir kadındı.
“Peri hazır sayılır, birazdan aşağıya inecek,” dediği sırada herkesin ona baktığını fark edince sertçe yutkundu. Her zamanki rahat ve özgüvenli hâlinden eser dahi yoktu.
Kahvelerimiz ikram edilmeye başlanırken, “Orada olduğundan eminsin, değil mi?” dedi Özgür. Alaylıydı ama bu bir maskeydi. Maskenin altında ciddi ve hafif endişeli bir adam vardı. “Çıkıp kendim kontrol etmeliymişim gibi hissediyorum.”
“Orada tabii ki. Kaçacak değil ya,” dedi Eva. Özgür’ün ona takıldığını bile anlamamış, duruma ciddiyetle karşılık vermişti. “Hem... sanırım ayrı ev olayından memnun kaldı. Kulüpte rahat değildi. Eminim evinde daha rahat edecektir.”
Özgür’ün yüzündeki ifade dümdüz bir hâl alırken homurdandı. “Ben de odamı geri alacağım için mutluyum. Eşyalarını da oradan çıkartırsınız. En kısa sürede.”
“Çıkarttırdım bile. Bunun için üç kişiyi görevlendirdim. Eşyaları yeni eve taşınıp yerleştirildi. Orayı gerçek bir ev gibi gösterebilmek için tüm gerekli ayarlamaları yapmalarını söyledim. Etrafta birkaç düğün fotoğrafınız da olacak. Sana kalan ailesi geldiğinde güzel rol yapmak, hepsi bu.”
“İyi,” dedi Özgür. “Bu gece bitse gitse de kurtulsam,” dediği sırada merdivenin başındaki hareketlenmeyi yakaladım. Peri oradaydı. Özgür’ün söylediğini duymuştu ve bu yüzden kısa bir an donakalmış gibi olduğu yerde durmuştu. Onun için üzülürken dişlerimi sıkarak Özgür’e döndüm.
“Kurtulan sadece sen değilsin. O da senden kurtulacak.”
Bana kafası karışmış şekilde baktı. Ardından da omuz silkip, “Neyse ne işte,” diye homurdandı.
Yukarıdan, “Buyurun lütfen,” diyen görevlinin sesini duyduk ve sonra merdivenlere düşen adım seslerini. Peri peşinden gelen kadının yönlendirmesiyle birlikte açıkça kadrajımıza girdiğinde yüzünde çekinik ifadesi vardı. Hiçbirimize bakmıyordu, kafası yerdeydi ve garip şekilde kırgın gibi görünüyordu. Öte yandan kusursuzdu. Vişne çürüğü rengi, halter yakalı midi elbise vücuduna öyle güzel yakışmıştı ki gözlerimi ondan alamadım. Su gibiydi. Gerçek anlamda saf ve güzeldi. Makyajla yanağındaki kesik gizlenmişti. Perçemleri yüzünün iki yanına düşüyordu ve saçlarının geri kalanı ensesinin üzerinde toplanmıştı. Henüz görmemiş olsam da elbisesinin sırtının açık olduğunu biliyordum, çünkü onu birlikte seçmiştik.
Tuna’nın dirseğiyle Özgür’ü dürttüğünü göz ucuyla gördüm. Eğilip ona bir şeyler söyledi, muhtemelen hayranlığını belirtiyordu. Özgür ise tepkisizdi. Kadına şöyle bir bakıp geçmişti. Sanki tepkisizliğini koruyabilmek için ona bakmaktan kaçınıyor gibiydi.
“Tahminimden daha güzel olmuşsun, Peri. Rahat ol lütfen. Yüzün pürüzsüz görünüyor. Ne kadar baksam da izleri göremiyorum,” dedim samimiyetle. Kafasını yerden kaldırıp bana minnetle gülümserken, “Teşekkür ederim,” dedi. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu ve heyecanını okuyabiliyordum.
Cesur kahvesinden yudumladıktan sonra, “Her şey tamam mı?” diye sordu.
Eva hızlı hızlı kafasını salladı ve Peri de ona katıldı. Onu hazırlayan çalışanlardan biri tüm hazırlığı detaylı şekilde anlatmaya başlarken aslında kimse onu dinliyor gibi görünmüyordu. Nitekim çok geçmeden Özgür, “Hadi gidelim de bitsin bu gece,” diye söylendi.
Ona ters ters baktım. Bu sırada Cesur kahveden bir yudum daha aldıktan sonra ayaklandı. Onunla birlikte kalkarken gelinlik kataloğunu da almayı ihmal etmedim. “Tuna sen bizimle gel,” dedi. Ardından Eva’ya döndü. “Kulüp bu akşam sende.” Bunu hiçbir ima barındırmadan söylemişti. Eva da hızlı hızlı kafasını sallayıp, “Tamam, abi,” diye karşılık vermişti ki Akın da ayaklandı ve birden, “O da bizimle gelecek,” dedi. Eva dehşetle ona doğru baktı ve uyarırcasına gözlerini irileştirdi.
“N-ne diyorsun? Cesur abinin dediğini duymadın mı?”
Akın, kadın hiç konuşmamış gibi davranarak Cesur’a doğru yaklaştı. Ona diklenir gibi bakmıyordu, başka bir şey vardı. “Abi,” dedi soluğunu gürültüyle dışarıya vermeden önce. Kaşlarım havalandı. Gerilmiş miydi? Bu sırada Tuna’nın, “Şimdi sıçtık,” dediğini işittim. Ellerini çaktırmadan havaya kaldırıp dua etmeye başladı.
Cesur, “Söyle,” derken katı duruyordu. “Neler oluyor?”
Eva telaşla atıldı. “B-bir şey olduğu yok abi. Lütfen onu umursama-”
Cesur ona doğru dönüp yandan bir bakış attığında Eva anında suspus kesildi. Havadaki elektriklenme gittikçe artarken, “Açıkla,” diyerek yeniden Akın’a bakmasını nefesimi tutarak izledim. Bana karşı daima sıcak davranmasından ötürü sanırım başkalarına sert davrandığında onu garipsiyordum.
Akın omuzlarını iyice dikleştirip, “Ben evlendim,” dedi birden. Ağzım yere değecek kadar açıldı. Uzanıp Eva’yı kolundan tuttuğu gibi yanına çektiğindeyse ağzım gerçekten yere değiyordu.
“Biz evlendik abi.”
“Hadi canım,” dedi Özgür. “Şaka mı lan bu?”
Tuna, “He şaka, burada keyfimden ecel terleri döküyorum, değil mi?” diye homurdandı.
“S×ktir, senin de bunda parmağın var.”
“Tabii ki! Bensiz ne yapabilirsiniz ki?”
Cesur, “Evlendiniz?” dedi emin olmak istercesine. Gergin ve sert duruyordu. Onun böyle durması herkesi ürkütüyordu.
Akın’ın terlediğini görmek bile tuhaftı. Yine de tüm özgüveniyle göğsünü şişirip, “Evet,” diye onayladı. “Bu sabah. Haber veremedim, çünkü plansızdı. Senden rol çalmak niyetinde değilim. Sizin düğününüz olana kadar kimsenin bilmeyeceğinden emin olurum.”
Cesur onlara doğru bir adım attığında Eva korkuyla Akın’a sokulurken, “Özür dilerim. Deniz senden de özür dilerim. Birden oldu. Gerçekten plansızdı. Sizin önünüze geçmeyi asla istemezdim,” dedi, her an ağlayacakmış gibi duruyordu.
Akın hızla müdahale etti. “Onun bir suçu bile yok. Ben zorladım.”
“Zorladın?” dedi Cesur tek kaşını kaldırarak. Ellerini ceplerine tıkarken Eva’ya baktı. “Onunla zorla mı evlendin?”
“H-hayır. Yani... hayır,” derken omuzlarını düşürdü ve gözlerini kaçırdı. “Sadece bir anda oldu. Üzgünüm.”
“Onu seviyor musun, Eva?”
Genç kadın kimseye bakmadan kafasını salladı. Öyle kısa bir hareketti ki izlemiyor olsam kaçırırdım. Cesur aynı soruyu Akın’a yönelttiğini belli edercesine çenesinin ucuyla onu işaret etti.
“Sen?”
“Evet,” dedi Akın netçe. “Onu uzun zamandır istiyordum.”
Bunun üzerine Cesur kısaca kafasını salladı. Bakışlarını hâlâ Akın’da sabit tutarken, “Tuna,” diye seslendi.
Tuna tırnaklarını kemirmeyi bırakarak, “Efendim abi,” dedi hazır ola geçer gibi vücudunu dikleştirirken.
“Bir daha benden habersiz iş çevirirsen o senin son günün olur.”
“Anladım abi,” dediğinde sert yutkunuşunu hepimiz duyduk.
“Onun da kabahati yok. Ben istedim nikâhı ayarlamasını,” dedi Akın.
Cesur onu açıkça duymazdan gelerek odağını yeniden Eva’ya çevirdi. “Senin de hazırlanmanı bekleyecek miyiz?”
“Ne?” dedi kadın şokla. “Ne hazırlanması abi? Affedersin, anlayamadım.”
“Yemek için, hazırlanacak mısın?”
“B-ben... yemeğe katılacak mıyım?”
“Evet.”
Eva’nın yüzünden bir aydınlanma gelip geçti. Ağzını birkaç kez açıp kapattı, ne diyeceğine karar veremedi sanki. Zümrüt yeşili gözlerinde çaresizlik vardı ve biraz da umut saklıydı. Yine her an ağlayacakmış gibi dolu gözlerle dururken, “Kızdın mı bize?” diye sordu.
“Evet,” dedi Cesur. Uzanıp koluna elimi sardım ve sakin olmasını istercesine tenini okşadım. Çok aniydi ama güzel bir şey yaptıklarına inanıyordum. Tepki görmeyi hak etmiyorlardı.
Eva’nın yanakları birden ıslandı. “Özür dilerim. Sizi kırdım, değil mi? Böyle olmasını hiç istemezdim. Ben kendimi size uygun göremedim abi,” derken sesi titriyordu. “Bu yüzden... başından beri kendimi geri çekmeye çalıştım. Uzak durmak için elimden geleni yaptım ama olmadı işte. Özür dilerim. Bunu kimsenin duymaması için elimden geleni yaparım söz veriyorum.”
“Kendini bize uygun göremedin ne demek, Eva?” dedi Cesur kızarak. “Bir daha bunu duymayacağım. İşin gerçeği asıl Akın sana uygun değil ama bizden bunu hiç duymayacaksın.”
Akın homurdandı. “Sağ ol abi. Hiç duymamış oldu.”
Temkinli şekilde gülümsedim. “Doğruya doğru. Senin gibi asabi, huysuz, nemrut bir adam için Eva çiçek gibi bir kadın. Umarım kıymetini bilirsin.”
“Bilirim,” dedi Akın, Eva’ya içi gidiyormuş gibi kısa bir bakış atarken. Sonra yine homurdandı. “Sana da sağ ol. Bana giydirdin resmen.”
Daha belirgin gülümsedim. “Seni ancak bu şekilde tebrik edebilirim. Zorlasam da daha fazla bir şey çıkmaz.”
Eyvallah dercesine kafasını sallayıp Cesur’a baktı. Tepki görmek istemediğini anlıyordum. Bir çılgınlığa kalkışmıştı ve belli ki önünü ardını pek düşünmeden hareket etmişti. Nitekim, “Nikahı basamasaydım elimden kaçacaktı abi,” diye açıklamaya çalıştı. “Sabah sana gelip işi bıraktığını söyleyecekti. İngiltere’ye dönecekmiş hatta,” derken bunun ancak bir hayal olabileceğini belli edercesine hafif alaylıydı.
“Ben de ona izin vermeyecektim,” dedi Cesur.
Eva şaşkınlıkla kalakaldı. Akın ise, “Yine de eşeğimi sağlam kazığa bağlayayım dedim,” dedi.
“Bana haber verip bağla, Akın. Tamam mı koçum? Arkamdan iş çevirmeyin. Bir şey olduğunda, bir şey yapacağınızda bana haber vereceksiniz, ben halledeceğim. Anladınız mı?”
Bu söz herkeseydi ve Peri de dâhil oradaki herkes kafasını sallayarak onu onaylamıştı. Akın’ın mahcup olduğu anlara fazla tanık olmadığım için onun mahcupça abisine bakması bin yılda bir olan mucizevi bir durummuş gibi iri gözlerle onu izlerken, “Önüne geçmek niyetinde değildim. Daha planlı olması gerekiyordu biliyorum ama birden oluverdi. Onu elde etmem öyle zor oldu ki sağını solunu düşünmeden nikâhı basıverdim,” deyişi gerçekten samimiydi. “Sizin düğün olana kadar bizimki gizli kalacak. Özür dilerim abi.”
Cesur uzanıp elini Akın’ın ensesine koyarak onu sertçe kendisine doğru çekerken birkaç kez sarstı da. “Hiçbir şey gizli kalmayacak. Adam gibi yaptığının arkasında duracaksın, Akın. Göğsünü gere gere söyle hatta bunu. Çünkü uzun zaman sonra ilk kez doğru bir şey yaptın.”
Akın ancak rahat bir soluk vererek abisini kucakladı. Yüzünde sersem bir sırıtış asılıydı. Onları izlerken Eva’nın bana koştuğunu gördüm. Ellerimi tutup, “Özür dilerim. Sana bunu anlatmaya çalışıyordum. Umarım seni kırmamışımdır, Deniz. Söz veriyorum seni en güzel gelin yapacağım. Önüne geçtiğimi unutman için her şeyi yapacağım,” diye nefes bile almadan konuştu.
Gülerek ona sarıldım. “Önüme geçtiğin falan yok. Senin adına çok sevindim. Umarım çok mutlu olursun Eva. Lütfen artık ağlama. Bu çok güzel bir şey. Nihâyet adım atabilmeniz gerçekten güzel bir şey. Gerçi siz adım atmaktan çok uçtunuz ama olsun.”
Kahkaham alanda yankılanırken merdivenin tırabzanına yaslanarak bizi izleyen Peri’yi fark ettim. Olanları yüreği ağzında izliyormuş ve sonu güzel sonuçlanınca da sevinmiş gibi kocaman gülümsüyordu. Yanaklarında beliren iki çukur öyle güzel duruyordu ki güldüğünde saatlerce izlenecek kadınlardan biriydi. İstemsizce Özgür’ü kontrol ettiğimde onun açıkça yutkunarak Peri’ye dalıp gitmiş olduğunu yakaladım. Gülüşüm arttı.
Tuna köşesinden, “Hikâyenin yananı yine ben oldum iyi mi?” dediğinde ona hepimiz güldük. Sadece Cesur gülmedi ama elbette bu bir maskeydi. Dönüp ona işaret parmağını savururken, “Bir daha sakın!” diye hatırlatmayı da ihmal etmedi.
“Canımı seviyorum elhamdülillah,” dedi Tuna ve o da gülmeye başladı.
♧
Peri ve Özgür için ayarlanmış olan ev Sarıyer’in tepe noktalarından birindeydi. Şehrin merkezinden uzak, tamamen deniz manzaralı ve oldukça sakindi. Ortamına bayılmıştım. Kafa dinlemek için ideal bir evdi. Güvenliği sıkı şekilde sağlanıyordu ve içerisi de gerçekten de uzun zamandır içinde yaşam varmış gibi hazırlanmıştı. Eva bahsettiği gibi Peri ve Özgür’ün nikah çekimlerinden bazılarını evin belirli köşelerine yerleştirmişti. Sıcak bir yuva hissiyatı veriyordu. Ancak Peri’ye baktığımda o sıcaklığı alamıyordum. Eve adımını attığı andan itibaren yüzü daha çok solmuştu sanki. Diken üstündeydi. Burayı hiç ama hiç benimsememiş gibiydi.
“Beğendin mi Peri?” dedi Eva evi dolaşmamız bittiğinde ve salona doğru yöneldiğimiz sırada. Dört görevli büyük yemek masasına çeşit çeşit yiyecek taşıyıp duruyordu.
“Beğendim, her şey çok güzel.”
“Özellikle istediğin bir şey varsa lütfen söyle. Eşyalarını odana yerleştirdiler. Bu ev senin ve dilediğin gibi kullanmalısın. Sorun neyse bana söylemen yeterli.”
“Teşekkürler, her şey kusursuz.”
Salondaki koltuklarda karşılıklı şekilde oturan adamlara yaklaşırken kısık sesle, “İyi misin?” diye sordum. Hızlı hızlı kafasını salladı.
“Sadece... biraz gerginim. Uzun zaman sonra annemi göreceğim. Onu çok özledim.”
Sertçe yutkunurken kafamı salladım. Bu sırada Eva, “Ah, anneme evlendiğimi nasıl söyleyeceğimi bile bilmiyorum. Eminim çıldıracaktır ve onu çağırmadığım için bana çok kızacak,” dedi telaşlı telaşlı. Bir kez daha sertçe yutkundum ve o an haber vereceğim kimsenin olmadığını fark ettim. Düğünüme çağırabileceğim kimsem yoktu. Evleniyorum diyebileceğim ve buna sevinecek kimseye sahip değildim. Bunun farkındalığı tokatlarcasına yüzüme çarptığında birden boğulduğumu hissettim. Güçlükle boğazımı temizleyip, “Lavaboyu kullanacağım, birazdan gelirim,” diyerek bir çırpıda yanlarından ayrılarak hava alma ihtiyacıyla kendimi arkadaki kış bahçesine attım. Pencerenin birkaç kanadını açarak içeriye hava girmesini sağlarken göğsüme ağır bir his çökmüştü.
On dokuz gün sonra düğünüm vardı ve katılacak kimsem yoktu.
Kimsesizliğim boğazımı sızlattı. Kollarımı kendime sararak bu boşluğu doldurmaya çalıştım. Gözlerim usulca ıslandı. Hümeyra’nın burnumda tüttüğü andan birindeydim. Yavuz’u deli gibi özlediğim kısımdaydım. Etrafıma baktığımda Yonca’yı aradığım saniyedeydim. Hiçbiri yoktu. Annem de yoktu, zaten hiç olmamıştı. Babam da öyle. Abim... tam bir muammaydı. Evliliğimizi gelenekselliğe dönecek olsak Cesur’un gelip beni isteyebileceği kimsem yoktu.
Gerçek anlamda yapayalnızdım.
Ardımdan, “Fırtına,” diye seslenen içime işlemiş olan o sesi işittiğimde yelkeni birden düşürdüm. Yaşlar yanaklarımdan kaymaya başlarken ona doğru dönerek hızla sarıldım. Şaşkınlıkla durdu. Hıçkırdığımdaysa irkildi. Elleri hızla yüzümü bulup kafamı göğsünden kaldırırken, “Ne oldu?” dedi endişeyle. “Ne oldu Deniz? Neden ağlıyorsun?”
Tutuşundan kurtulup kafamı yeniden göğsüne bastırdım ve ağlamaya devam ettim. Bu adamdan başka kimsem yoktu. Ne annem ne babam ne kardeşim ne de arkadaşım... hepsi oydu. Sadece ona sahiptim. Sadece o vardı.
“Deniz...” dedi çaresizce. “Ben kafayı yemeden önce konuş benimle. Ne oldu?”
“Çok yalnızım,” derken hıçkırdım. “Çok yalnızım ben Cesur.”
“Ne demek şimdi bu? Ben varım ya.”
“Sadece sen varsın,” dedim. “Başka hiç kimsem yok.”
“Şşş... bak bana hadi. Kaldır kafanı,” diyerek çenemi bulup ona bakmam için hafifçe yukarıya itti. Islak gözlerimi ona diktiğimde baş parmağıyla yanağımdaki yaşları usulca kurulamaya başladı. Bana ham bir şefkatle bakarken ona sahip olduğum için bir kez daha şükrettim.
“Birisi mi üzdü seni?” dedi yavaşça.
Kafamı kısaca iki yana salladım. “Sadece biraz... hayal kurdum.”
“Hmm... anlat bana.”
“On dokuz gün sonra evleneceğiz,” derken burnumu çektim. Konuşurken dudaklarım titriyordu. “Düğünüme çağırabileceğim kimsenin olmadığını fark ettim. Kimse yok, Cesur. Ailem yok. Arkadaşım bile yok.” Gözyaşlarım akmaya devam etti. O da onları kurulamayı bırakmadı. “Beni isteyebileceğin bir babam yok. Bana nasihat verecek annem yok. Destek olacak kardeşim yok. Düğün günü koluna girebileceğim biri bile yok. Beni sana kim getirecek? Kimse yok.” O da buruklaştı ve bu beni mahvetti. “Yapmayalım düğün falan,” dedim hıçkırarak. “Gidelim sessizce kıyalım nikâhı biz de. Olsun bitsin.”
Kafasını çok hafifçe iki yana sallayarak, “Oldu bittiye getirmeyeceğim, hayır,” dedi. Ağlamama kıyamadığı için hayır derken zorlanmıştı. “Bu düğün tam da olması gerektiği gibi olacak Deniz. Hiç eksik hissetmeyeceksin, sana söz veriyorum.” Beni göğsüne bastırıp sıkıca sarıldı. Dudaklarının saçlarımda gezindiğini hissettim. “Arkadaşlarını geri getiremem, onların yerine kimseyi de koyamam ama düğünümüz öyle kalabalık olacak ki bir an bile yalnızlık hissetmeyeceksin.”
Beni yatıştırmak istercesine sırtımı sıvazlaması hıçkırıklarımın azalmasında etkili olurken, “Annem hiçbir zaman yanımda olmadı ama şu anda onun yanımda olmasını öyle çok istiyorum ki,” dedim iç çekerek. “Eğer büyüdüğümü görebilseydi... belki beni severdi.” Sızlayan gözlerimi yavaşça yumdum. “Sever miydi?” Cesur kasıldı, sessiz kaldı. Bunun üzerine, “Sevmezdi,” diye fısıldadım. “Annem beni hiç sevmedi, Cesur.”
“Bazı anneler... sevemiyor.”
“Bir babanın olması nasıl bir his?” diye sordum sonra. “Ben onu da bilmiyorum.” Sessiz kaldı. “Ne olursa olsun arkanda durur muydu? Hata yaptığında cezalandırmak yerine doğruyu gösterir miydi? Hiç seni sadece dediğini anlamadın diye bodruma kilitler miydi?”
Kaskatı kesildi. “Deniz...”
“Hiç... hiç sana sarıldı mı?”
“Ben sana onun yerine de sarılırım, fırtına,” diye fısıldarken beni sıkı sıkıya sardı.
“Benim babam saçlarımı ilk ören adam olması gerekirken ilk örgümü bozan adam oldu.”
Ellerini saçlarıma çıkartıp acısını almak istercesine usulca okşadı. “Ben örerim saçlarını.”
Ona iyice sokulup burnumla göğsünü eşeledim. Kokusu yatıştırıcıydı. “Düğün yapmayalım,” dedim yeniden.
Çenesini kafamın tepesine dayarken, “Yapacağız,” dedi.
“Çağıracak kimsem yok.”
“Ben o kadar çok kişi çağıracağım ki şaşıracaksın.”
“Beni sana getirecek kimse de yok. Yalnız başıma mı yürüyeceğim orada?”
“Ne demek kimse yok? Ben varım ya,” dedi başka bir ses. İrkildim. Çünkü konuşan Akın’dan başkası değildi. Kafamı Cesur’un sert göğsünden kaldırdığımda onu kış bahçesinin girişinde dikilirken buldum. Yalnız da değildi. Diğer herkes buradaydı.
Özgür, “Ben varken sen kimsin ki oğlum,” dedi ona takılarak. Sonra bana göz kırptı. “Beni seç, kızlar bana bayılır.”
“Sana karın bayılsın,” dedi Akın.
“Sana karın bayılsın lan.”
“Bayılsın lan.”
İstemsizce güldüm. Yanaklarımda kuruyan yaşlar yüzünden etim çekiliyormuş gibi olsa da bunu başardım. “Sizin burada ne işiniz var?” dedim bu hâlde yakalandığım için inler gibi çıkan bir sesle.
Akın çenesinin ucuyla çaprazımı işaret etti. Oraya baktığımda bulunduğumuz kış bahçesinin salondan açıkça görüldüğünü fark ettim. Muhtemelen ağlarken beni görmüş olmalıydılar. Kızaran yanaklarımı onlardan saklamak istercesine alnımı yeniden Cesur’un göğsüne vururken Eva’nın tatlı sesini işittim.
“Beni ne kadar kız kardeşin olarak görürsün bilmiyorum ama sen benim için kız kardeş gibisin, Deniz. Lütfen kimsem yok deme. Ben varım.”
Gözlerim yeniden ıslandı. Onun hemen ardından Peri’nin boğazını temizlediğini duydum. “Henüz birbirimiz pek tanımıyoruz ama ne zaman ihtiyacın olursa yanında olurum,” dedi her zamanki çekinik tavrıyla. “Aranızda dışarıdan biriyim ve size baktığımda tek gördüğüm güzel bir aile. Gerçekten. Buradakiler için kıymetli birisisin.”
Yeniden ağlamaya başladım. Bunun üzerine Cesur güler gibi bir ses çıkartarak kafasını iki yana salladı. Ona yapışık olduğum için her hareketini hissedebiliyordum. “Kaybolun,” dedi daha sonra.
“Dediğimi düşün Deniz,” diye seslendi Özgür. “Benimle yürürsen havan olur.”
Akın’ın ona vurduğunu işittim. “Senin tüm havan benim tek kol kasım lan. Havasını yediğim.”
İtişip kakışma sesleri gittikçe uzaklaştığında kış bahçesinden çıktıklarına emin oldum. Cesur sırtımı sıvazlamaya devam ederken, “Gördün mü? Yalnız değilsin,” diye fısıldadı. “Benim ailem artık senin ailen.”
“İyi ki varsın,” dedim burnumu çekerek. “İyi ki sen.”
“İyi ki sen, Deniz.”
O sırada zilin çaldığını duyunca yerimde sıçrayarak saçımı başımı düzeltmeye çalıştım. “Ah, geldiler! Geldiler ve ben berbat hâldeyim. Yüzüm gözüm şişti mi? Ağladığım belli oluyor mu?”
Güldüğünü bastırmaya çalışarak iç çekti. “Hâlâ ağlıyorsun zaten fırtına.”
Sersem hâlime söylenerek yanaklarımdaki yaşları kuruladım. Saçlarımı düzelttim ve gözlerimin altını defalarca sildim. “İyi miyim?”
“Her zaman iyisin.”
“Cesur!” dedim ikazla. “Ağladığımı anlarlar mı? Ayıp olacak-”
“Kendini iyi hissetmiyorsan üstteki odalardan birine çıkıp dinlen. Katılmaya mecbur değilsin. Senin iyi olman daha önemli.”
“İyiyim ve Peri’nin yanında olmak istiyorum. Gerçek bir aile gibi. Hadi,” diyerek koluna girdim. “Eğer hâlimi anlarlarsa onlara bir hikâye uydur tamam mı?”
Sadece dudaklarını birbirine bastırarak güldü ve benimle birlikte kış bahçesinden çıktı. Koridora ulaşıp sola döndüğümüzde kapı tam karşımızdaydı ve görevlilerden birisi onu açmıştı. Diğerleri kapının etrafında dizilmiş dururken Peri’nin ailesinin içeriye girmesini bekledim. Ancak kapıda görünen bambaşka biriydi.
Halide Çağlayan gelmişti.
♧
Eva ve Akın'a ne diyorsunuz?
Deniz... yalnız değilsin senin büyüüük bir ailen var burada 🥺
Tatliş kaynanamız Halide'ciğimizin gelmesine ne demeli? Acaba neden geldi?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 65.92k Okunma |
4.22k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |