
Bu bölüm önceki bölümün size hissettirdiği kötü hissin telafisidir 🫶🏻😘
♧
“Kapat gözlerini Deniz.”
“Korkuyorum.”
“Ben buradayım, yanındayım. Kapat hadi.”
“T-tamam... kapattım abi.”
“Yıldızları görüyor musun?”
“Göremiyorum. Hiçbir şey göremiyorum.”
“Şşş... ağlama. Dediğimi yapmalısın. Hadi.”
“Abi... burası çok karanlık.”
“Biliyorum.”
“K-korkuyorum.”
“Ben buradayım.”
“Beni buradan çıkart yalvarırım.”
“Ağlama artık. Dediğimi yaparsan hemen sabah olacak, dışarı çıkacaksın. Anlaştık mı?”
“T-tamam. Yine sayacak mıyım?”
“Evet. Bininci yıldıza kadar. Başla hadi boncuk.”
“Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz... Olmuyor. Olmuyor işte.”
“Şşş... saymaya devam et.”
“D-dokuz, on, on bir...”
“Durma Deniz. Say. Say ki hemen gün doğsun sabah olsun, karanlık bitsin. Say.”
“Yirmi bir, yirmi iki... kırk sekiz, kırk dokuz... doksan üç, doksan dört...”
“BİN! BİN! BİN!”
Boğazımı yırtan çığlığımla birden doğruldum. Dehşet kanımda akıyordu. Vücudum ter içerisindeydi. Kızıl ışıkla aydınlatılmış odayı tanıyordum, Cesur’un alt kattaki odasıydı; yani artık ikimizin. Üzerimdeki örtüyü tutup bir kenara fırlattığımda kıyafetimin değiştirildiğini gördüm. Uzun, bol bir tişört giydirilmiştim ve altımda sadece iç çamaşırım vardı.
Yattığım yatak sanki ateş çukuruymuş gibi hızla ayağa fırladım ve üzerimi yokladım. Dizlerime kadar dökülen tişörtü çekiştirip bacaklarıma baktım. İyiydim. Nasıl iyi olabiliyordum? Yine beni uyutmuşlar mıydı? Uyutulmuş ve her şeyden uzakta burada mı tutulmuştum? Cesur neredeydi? İyi miydi? Peki ya Özgür?
Yanaklarım zaten ıslaktı ama yeni damlalar dökülmeye devam etti. Hâlâ sersemliği üzerimden atamazken sağa sola savrularak olabildiğince hızlı şekilde odadan çıkıp kendimi koridora attım. Deli gibi nefes alıp veriyordum ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Dizlerimde derman kalmamış gibi yürümekte zorlanıyordum. Desteksiz ayakta durmamın imkânı yoktu sanki, duvarlara tutuna tutuna ilerliyordum.
Tablolu gizli kapıdan geçip hızla kulüp kısmına yürüdüm. Sesler geliyordu ama kimlerin ne konuştuğunu anlayamıyordum. Müzik çalmıyordu. Belki de kulüp kapatılmıştı. Yas mı vardı? Bunu düşünmek beni daha çok perişan etti. Gözyaşları önümü net görmeme engel olacak tülden bir perde gibi görüşümü kapattı. Yine de savsaklayarak yürümeye devam ettim ve kulüp kısmına çıktım.
Akın bar kısmında oturuyordu. Etrafında o an için tanımadığım birkaç kişi daha vardı. Sadece Tuna’yı seçebilmiştim. Biri bar kısmını temizliyor, diğerleri etrafı düzenliyordu. Akın ise yanındaki Tuna’yla sohbet hâlindeydi. Ağlamaktan ayakta bile duramayan bedenimi ilk olarak yeri paspaslayan adam fark etti. Tamamen şoka girmiş şekilde, “Yenge?” dediğinde herkesin bakışları birer birer bana doğru döndü.
Akın, “Ne oluyor lan?” diye kendi kendine haykırırken hızla ayağa fırladı. İçki bardağına çarptı, bardak yere düşüp kırıldı. Dökülen içkinin etrafa savrulan damlaları üzerine bile ulaşamadan büyük bir hızla bana doğru koşup ayakta duruş şeklime güvenmediği için beni sıkı sıkıya tuttu.
“Ne oldu? Ne oldu söyle? Ne oldu Deniz?” diye tepeleme bir telaşla beni hafifçe sarsması işe yaramadı. Onu görünce daha çok ağladım. Ağlamaktan konuşamadım bile. Hâlimin verdiği endişeyi göz ardı etmeye çalışarak, “Tamam, iyisin. Tamam, yanındayız. Sakin ol,” dedi hızlı hızlı.
“Biri mi girdi lan içeriye yoksa?” dedi Tuna. “Benden habersiz kuş giremez de... siz yine kontrol edin hemen,” diyerek temizlikle ilgilenen adamları arka tarafa yönlendirdi. Aynı saniyede birkaç içki şişesinin yere devrilmesi mekânda yankılandı. Ardından da aslında tanıdığım ama o an için tepki veremediğim adamın küfürlerini duydum.
“Hay anasını avradını... ne oluyor lan? Deniz’e bir şey mi oldu?”
Sonra onu gördüm. Özgür’ü. Bar tezgâhının arkasından doğruldu. Alnından kan akıyordu. Alnından akan kan yüzüne yayılmaya başlamıştı. Bunu hissederek yüzüne dokundu ve eline baktığında birkaç küfür daha savurdu. Kanıyordu. Özgür iyi değildi. Özgür vurulmuştu. Alnındaki koca delik gözlerimin önüne geldi ve acıyla inleyerek olduğum yere yığıldım.
Akın beni kolayca tutarak yükümü üstlendi. Dövmeli kollarıyla beni kucaklarken, “Abime haber ver Tuna,” diye kükredi. Aynı sırada arka kısmı kolaçan etmeye giden adamların geri geldiğini işittim.
“Arkası temiz. Her şey yolunda.”
“Ne oldu oğlum o zaman? Hâline bak perişan görünüyor. Gören diyecek sanki biri saldırmış ya da birinden kaçmış.”
“Yorumlarını sxkeyim Tuna, çenenin yayını sxkeyim,” dedi Akın beni en yakındaki locaya taşırken. Tüm gazabını Tuna’ya yönelttiği belliydi.
“Ne? Görmüyor musun hâlini? Bu normal mi Allah aşkına? Neyse abim birazdan burada olur. O anlar zaten.”
Bayılmamıştım. Acı yüzünden kısa bir anlığına beynim hata vermişti sanki. Akın’ın beni masaya oturtup üst bedenimi göğsüne yasladığını hissettim. Gözyaşlarım yanaklarımı yıkamaya devam ederken, “Ö-özgür,” diye kesik kesik hıçkırdım. Birkaç kez adını sayıkladım.
“Buradayım,” dedi onu sayıklamamdan dolayı şaşırdığını belli ederek. Sesinin çok yakınımdan gelmesi üzerine irkildim. Destek olmak istercesine koluma dokundu.
“Ne oldu Deniz? Bize anlatmazsan ne yapacağımızı bilemeyiz.”
Koluma değen teni sanki buz gibiydi. Tüm tüylerim diken diken olurken içgüdüsel bir dürtüyle Akın’a yapışarak Özgür’den kaçtım. Ona kaçamak, korku ve dehşet dolu bir bakış gönderdiğimde önce bunu anlayamadı. Sonraysa yüzüne akan kan çizgilerini hatırlayarak yine küfretti.
“Hengameyi duyunca içki şişelerini düşürdüm. Bir parçası yerden sekip kafama isabet etti. Önemli bir şey değil, iyiyim,” derken elinin tersiyle alnını sildi. Alnında o koca delik yoktu. Kaşlarımı çattım. Akın’dan temkinli şekilde biraz uzaklaştığım sırada emin olmak istercesine, “İyisin?” diye sordum.
“İyiyim. Ufak bir kesik hepsi bu. Kandan mı korktun? Tamam biraz uzaklaşırım-” demişti ki can havliyle uzanıp onu yakaladım ve sıkı sıkıya sarıldım. İstemsizce alnına dokundum, delik yoktu. Sadece kan vardı ve onun kaynağı da saçlarının arasıymış gibi görünüyordu. Kurşun deliği yoktu. Vurulmamıştı. Ayaktaydı, konuşuyordu, nefes alıp veriyordu. Son gördüğümdeki şekilde hareketsiz değildi.
“İyisin. Özgür... iyisin.”
Etrafımdakiler sanırım birbirlerine garip bakışlar gönderdi, çünkü bir süreliğine ortama sessizlik sindi. Ardından Özgür bana sakince sarılarak sırtımı sıvazladı.
“Elbette iyiyim.”
“Turp gibi maşallah, hiçbir şeyi yok,” diye destekledi Tuna da. “Sen iyi misin asıl?”
Sorusunu anlamamıştım bile. Sadece kafamın içerisinde fazladan gürültü gibiydi. Seslerden kurtulmak istercesine başımı iki yana salladım. “Vuruldun ama,” diye sayıkladım. “Vuruldun sen. İyi değilsin.” Başımı daha şiddetli iki yana salladım. “İyi olamazsın. Öldün sen.” Hepsi gerildi. Hıçkırdım. “Ö-öldün sen Özgür.”
Daha şiddetli bir ağlama beni yakalamak üzereydi ki Özgür çabucak yüzümü ellerinin arasına aldı. “Kâbus mu gördün?” diye sordu.
Kafam allak bullak oldu. Düşünmeye çalıştım ama başım öyle kötü ağrıyordu ki anlamsız anlamsız bakmaya devam ettim. Bu sırada Akın, “Bu nasıl kâbustu lan? Emin miyiz kâbus olduğundan?” dedi hâlâ beni bu şekilde bulmanın verdiği gerginliği atamamış gibi.
Özgür homurdandı. “Başka ne olacak oğlum? Öldüm de haberim mi yok?” Sonra yine bana odaklandı ve garip şekilde onaylanma ihtiyacı duydu. “Kâbustu değil mi Deniz?”
Belki başka bir anda buna gülerdim ama şu anda her an yeniden hıçkırıklara boğulabilecek hâldeydim. Kâbus muydu? Eğer kâbussa bir daha kolay kolay uyuyamazdım, çünkü ömrüm boyunca beni bu kadar etkileyen, böylesine sarsan başka bir kâbus görmemiştim. Durdum ve anlamaya çalıştım ama beceremedim. Kafam hâlâ bulanıktı.
“Cesur,” diye sayıkladım bu kez. “Cesur iyi mi?”
Sadece bir kalp atışı zaman sonra onun, “Deniz!” diye kükremesi kulaklarıma ulaştı. İrkildim. Sesinden saf endişe akıyordu. Asansörlerin bulunduğu kısımdan değil de arka kısma inen merdivenlerden gelmişti. Koştuğu her hâlinden belliydi. Onu gördüğümde yeniden ağlamaya başladım ve Özgür’den uzaklaşarak kollarımı ona doğru açtım. Eğer ayakta durabileceğimden emin olsaydım ona doğru koşmakta tereddüt etmezdim ama buna güvenim sıfırdı. Bu yüzden bana gelmesini bekledim. Geldiği gibi kucakladığında göğsüne burnumu bastırıp hıçkıra hıçkıra ağladım.
“Ne oldu ona?” dedi bastırmaya çalıştığı sinirle.
“Bilmiyoruz ki. Kâbus gördü galiba,” dedi Akın ama emin olmadığı belliydi.
Cesur dişlerini sıktı. “Hangi kâbus kanatır lan? Yüzünde niye kan var?”
Özgür açıkladı. “O benim kanım. Ellerimden bulaşmıştır. Ufak bir kaza abi önemli bir şey değil.”
“Kafanı mı vurdun?”
“Şişeleri alttaki raflara dizerken düşürdüm. Kırılan parçalardan biri bana doğru sekti.”
Cesur ciddi bir problem olmadığını nihâyet netleştirdiğinde yüzümü görebilmek için beni kendisinden ayırmaya yeltendi ama ona daha sıkı sarılarak bunu savuşturdum. Ellerim sırtına gitti kurşun yaralarını ararcasına yokladım. Sanki ne yaptığımı anlamış gibi, “İyiyim,” dedi yatıştırıcı bir tonla. “Hiçbir şeyim yok. Ağlama. Kaldır kafanı bana bak. Hadi Deniz.”
“Seni vurdu,” dedim dehşetle. “Sizi vurmuştu, gördüm. Hepsini gördüm.”
Yapışık olduğum teni yavaşça kasıldı. “Kim vurdu?”
“B-barut,” dedim adını hayatımdaki en büyük kâbusummuş gibi korkuyla dillendirerek.
Akın ancak rahat bir soluk verir gibi bir ses çıkarttı. Kendisini masasına oturduğum locadaki boş yerlerden birine atarken onun ne kadar çok gerildiğini yeni yeni fark edebiliyordum. “Barut bastonsuz ayağa bile kalkamıyor. Kâbus görmüşsün,” dedi.
İçimden, kaburgalarımın arasından bir ürperme geçti. Burnumu çekerek kendimi güçlükle Cesur’dan uzaklaştırdım. Emin olmak istercesine yeniden üst başını yokladığımda beni sorun olmadığına telkin eder gibi yumuşak, yatıştırıcı bakışlarını üzerimden eksik etmedi. Yine de “Düğünü yaptık mı?” diye sormaktan kendimi alamadım.
Çok hafifçe kafasını iki yana salladı. “Hâlâ 18 gün daha var.”
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Kendimi daha bilinçli şekilde sorgulamaya başlarken etraftakilerden birisinin getirdiği suyu aldığım gibi kana kana içtim. Cesur boşalan bardağı elimden alarak bir kenarına bıraktığında ellerimle yüzümü sıvazladım. Hâlâ doğru gelmiyordu. Öyle gerçekçiydi ki kâbus olduğuna inanamıyordum. Gözlerim sürekli Cesur’a ve Özgür’e kayıp duruyordu. Yaralarını arayıp bulmaya çalışıyordum ama ikisi de vurulmuş gibi görünmüyordu.
“Of, kafamı toparlayamıyorum,” diye isyan ettim. “Düğün günümüzü yaşadığımıza yemin edebilirim. Bu kadar kusursuz kâbus görebilir mi insan? Bana yalan söylemiyorsunuz değil mi?”
Cesur’un ifadesi sertleşti. Yalan söyleme konusunda her zamanki gibi hassastı. Onun bana hiçbir zaman yalan söylemeyeceğini biliyordum, sadece kafamı bir türlü netleştiremiyordum.
“Eve dönerken arabada uyudun. Kâbus görmüşsün başka bir şey değil.”
Göğsüm hâlâ acıyla doluydu. Dipten tepeye terlemiştim ve ağlamaktan yüzümün şiştiğine emindim. Nasıl böylesine gerçek hissettirebilirdi? Sonra durdum ve aklıma gelenle birlikte sertçe yutkundum. Gözlerim yine dehşeti taşıdı.
Rüyası beni bu hâle getirmişse peki gerçeğinin olması ihtimali bana ne yapardı?
“Düğün yapmayalım,” dedim can havliyle. “Düğün yapmayalım, Cesur. İstemiyorum.”
Tereddütsüz şekilde, “Yapacağız,” dedi ama biraz tepesi atmış gibiydi. “Benimle bunu tartışmayı bırak.”
“Saldıracak bize!” diye bağırdım. “İntikam doluydu. Her yeri kana buladı. Özgür’ü öldürdü. Seni vurdu! İstemiyorum.”
Çenesi kasıldı. “Kâbustu. Gerçek değil.”
“Ama gerçekleşebilir. Kuduz bir köpek gibi bize saldıracağı anı bekliyor. Düğün onun için en uygun an olacak. Yapmayalım, dinle beni.”
Tuna temkinli şekilde konuşmamıza müdahale etti. Sanırım Cesur’un sinirlendiğinin farkındaydı ve benimle sürtüşmesini azaltmak ister gibiydi. “Tüm olasılıklara göre tedbir alacağız. Güvenlik üst düzeyde olacak. Tabiri caize etrafta bizden habersiz kuş bile uçmayacak. Barut öyle elini kollunu sallayarak böyle büyük ölçüdeki savunmayı bozacak güce sahip değil. Babası gelsin o bile bir şey yapamaz, o kadar diyeyim sana.”
Akın şakaklarına masaj yaptığı sırada, “Eğer olur da karşılaşırsanız sakın ona ondan bu denli korktuğunu belli etme. Seni parça parça yer,” diye homurdandı.
“Elimde değil. İntikamın onu nasıl yakacağını biliyorum, çünkü aynısını ben de yaşamıştım. Canımızı acıtmak için elinden geleni yapacak. Sizden birine bir şey olursa kafayı yerim ben.”
Bu itiraf Akın’ı duraksattı. Dudaklarına konan yamuk bir gülüşle, “O çembere ben de dâhil miyim?” diye sorduğunda bana takıldığı ortadaydı ama şaka yaklaşımını anlayacak havada değildim.
“Elbette. Çoğu zaman kafanı patlatmak istesem de bir namlunun sana döneceğini fark etsem önüne geçerim.”
Gülüşü soldu ama gözlerine farklı bir parıltı sindi. “Sağ ol ama deneme bile. Bu konuda anlaşalım.”
“Yüce gururun sarsılır, değil mi?” dedi Tuna alayla. “Birinin arkasına saklanmaktansa kurşunların hedefi olmayı yeğlersin.”
“Öyle birader.”
“Rüyanda bu vuruluyor muydu Deniz? İnşallah mermi kıçına girmiştir.”
Yüzümü buruşturdum. “O iyiydi.”
Tuna kendisini gösterdi. “Peki ben?”
“Seni görmedim bile.”
“Bak, rüya olduğunu oradan anlamalıydın. Bensiz düğününüz olamaz.”
Yeniden Cesur’a döndüm ve ona yalvarırcasına baktım. “Düğün yapmayalım. Lütfen.”
Kafasını kısaca iki yana salladı. “Boş kuruntulara kapılıyorsun. Gördüğün şeyler seni fena etkilemiş-”
Elimle Özgür’ü işaret ederken istemsizce sesim yükseldi. “Alnında kocaman bir delik vardı. İlk kurşun ona sıkıldı. Öldüğünü gördüm. Yerde yatıyordu. Kendini savunabileceği ufacık şansı bile olmamıştı.” Özgür istemsizce alnını ovaladı. “Sonra beni öldürmek istedi neden biliyor musun? Seni tamamen delirtmek için. Adamın tek amacı seni delirtmek. Beni yok ettiğinde geriye senden yaşayan bir ölü kalacağını biliyor.”
“Bilinç altını ele geçirmiş-”
“Gerçek bu,” diye bağırdım. “Gerçek olan bu Cesur. Onun tek hedefi sensin. Seni parçalamak için elinden geleni yapacak.”
“Bu yeni bir durum değil,” dedi beni bastırırcasına sertçe. “Neleri amaçladığını biliyorum. O benim düşmanım, Deniz. Senden önce de öyleydi. Sakin ol.”
Hafifçe titreyen ellerimi şakaklarıma bastırıp saçlarımı itelercesine geriye kaydırdım. Sakinleşemiyordum çünkü hâlâ kâbusum yakamdaydı. “Anlamıyor musun? Size bir şey olmasından korkuyorum.”
Özgür, “Bir şey olmayacak. Eğer için rahat ederse düğün günü kurşun geçirmez yelek giyerim, tamam mı?” dedi bir çocuğu kandırmaya çalışır gibi.
Homurdandım. “Alnından vurulmuştun!”
“Dışarı çıkmam, oldu mu?”
Yeniden Cesur’a döndüm. “Düğün yapmayalım-”
“Yapacağız,” dedi kestirip atan tavrıyla.
Gözlerim doldu. “18 gün daha ben bu strese dayanamam.”
“Düşüneceğin şeyler gelinliğin, saç şeklin, ayakkabın, düğün yerin olsun. Normal her gelin gibi. Geri kalanı seni ilgilendirmiyor.”
“Benim normal bir yanım var mı ki?”
Tuna, Akın’ı parmağıyla dürttü. “Birader karına söyle Deniz’le daha çok ilgilensin. Normal hissetmiyormuş baksana, bence Eva onu ele geçirirse normal hissetmekten kusacak raddeye gelmesi iki gün sürer.”
Akın önce bunu onaylayacakmış gibi kafasını sallamaya hazırlandı, ancak sonra birden durdu. Bir kalp atışı kadar zaman geçti ve çehresine panik kondu. “Lan benim karım var!” diye bağırarak ayağa fırladığında herkes şaşkın şekilde birbirine baktı. Yorum yapansa yine Tuna’dan başkası değildi.
“Evet var kardeşim. Biz yok mu dedik? Ne bağırıyorsun kuyruğuna basmışlar gibi?”
Akın yeni bir durumun daha farkına varmış gibi daha büyük dehşetle bağırdı. “LAN BENİM İLK GECEMDE BURADA İŞİM NE?”
“Harbi lan senin burada işin ne?” dedi Özgür de. Sonra sırıttı. “Gerdek gecende barda Tuna'yla sohbet etmeyi tercih etmen de ne bileyim. Tuna’yla mı evlenmiştin?”
Tuna sanki çıplak kalmış gibi ellerini çaprazlayarak göğsünü kapatırken, “Tövbe haşa! Kala kala buna kalmamışımdır diye umuyorum,” derken o da pis pis sırıtıyordu.
Akın onların eğlenmelerini hiç duymuyor gibiydi. Aynı şokla asansörlere doğru koşturmaya başladığı sırada, “Eva ağzıma sıçacak,” deyişini hepimiz duymuştuk.
“Yandı bu,” dedi Tuna arkasından. Ancak çok geçmeden yüzündeki sırıtış kaybolur gibi oldu. “Ulan asıl biz yandık. Eva bunun cidden ağzına sıçar o da gün boyu asık suratıyla hepimizinkine sıçar.” Sonra Cesur’a döndü. “Ben yarın için izin istiyorum abi.”
Cesur’un tek yaptığı ona ters ters bakmak oldu. Ardından bana doğru dönüp bedenimi kucaklayarak masadan indirdi. Yeniden ayaklarımın üzerine bastığımda artık daha sağlam durabilecek kadar kendimdeydim. Ancak beni odaya götürmemesi için yalvarırcasına gözlerinin içine bakmaktan kendimi alamıyordum.
“Uykum kaçtı Cesur. Burada biraz daha takılacağım.”
“Burası artık kapanıyor,” dedikten sonra etrafındakilere uyarıcı bir bakış attı. Herkes beş dakika gibi kısa süre içerisinde etrafı toparlayıp iyi geceler dilekleriyle ortalıktan kayboldu. Özgür ve Tuna bile ortalıktan çekildiğinde çaresiz şekilde yatak odasının yolunu tuttum. Yeniden yatağa girmek istemiyordum. Uyumanın fikri bile beni geriyordu.
Yüzümde kalan kan izlerini temizledikten sonra beni yatağa yatırıp üzerimi örttü. “Uykum yok,” diye sızlandım. “Kıpırdanıp duracağım, senin rahatça uyuyabilmen için büroya geçebilirim?”
Yatağın etrafından dönerken gömleğinin düğmelerini çözerek onu omuzlarından sıyırdı. Gece lambasının kısık ışığı altında karşımda soyunuşunu izlemek gürültüyle yutkunmama neden olsa da hâlâ yataktan kaçmak istiyordum. Gözlerimin içine baka baka kemerini çözmeye koyulurken, “Uyumak için sadece birkaç saatim var Deniz. Bu sırada seni yanımda hissetmeliyim ki o birkaç saat bana yetsin,” dedi. Pantolonu da artık yerdeydi. Bir kez daha gürültüyle yutkundum.
“Peki ben uyurken neden yanımda değildin?”
“Peri’nin amcasıyla görüşüyordum. Onlara ilgilenmeleri için birkaç iş verdim.”
“Bunu yarın yapamaz mıydın? Yanımda olsaydın o kâbusu görmezdim,” dedim çenemi havaya dikip ona kızarak.
Gülerek örtüyü kaldırıp yatağa girdi ve beni koynuna çekerek kollarını etrafıma doladı. Burnunu saçlarıma gömüp kokumu içerisine çektikten sonraysa, “Kabus kovucu muyum ben?” diye takıldı.
Omuz silktim. “Sen beni kâbuslarımdan bile koruyabilirsin.”
“Buna gerçekten inanıyor musun?”
Koynuna iyice yerleşerek kafamı salladım. Yanağım tenine sürtündü. Bunun üzerine, “Öyleyse kapat gözlerini,” dedi kısık, içimi titreten sesiyle. “Uyu benimle fırtına.”
Gözlerimi kapattım ama yeniden uyuyamadım. Bana sıkı sıkı sarılsa da kokusu başımı döndürse de o gece bir daha uykuya dalamadım. Saatlerce Cesur’un koynunda durup kâbusumun dehşetiyle baş etmeye çalıştım. Hâlâ çok gerçekçiydi. Özgür’ü görmüş, Cesur’un koynunda yatmış olsam da içimi deşecek kadar gerçek geliyordu. Bazen bedenime söz geçiremediğim titremeler yayılıyordu ve Cesur bana daha sıkı sarılarak, tenimi okşayarak yatıştırmaya çalışıyordu. Ben uyuyamamıştım ve o da benimle birlikte uyumamıştı. Üstelememiş, sadece bana sarılmıştı.
Bu adam benim siyah cennetimdi.
×××
Gece günü, gün geceyi buldu. Saat neredeyse 10'u devirmişti ve ben hâlâ gözümü bile kırpmamıştım. Henüz uyumadan tam bir günü devirmemiş olsam da bu bile benim için epey uzun bir aralıktı. O kâbustan sonra etrafta ruh gibi dolanarak sürekli kendimi meşgul etmenin yollarını aramıştım. Ancak Eva duruma el koyup biraz olsun kafamı dağıtabilmem için ortam değişikliği yapmıştı.
Başka bir kulüpteydik.
Daha doğrusu Yeraltı Kulübü’ne göre oldukça düşük maliyetli, 90lar çağını hâlâ gerisinde bırakmamış, genellikle sadece bilenlerin uğradığı bir mekândı. Buna rağmen temiz ve refahtı. Ayrıca güvenliydi. Adına dikkat etmediğim ama buranın yıldızı olduğu belli olan bir kadın sahnedeydi. Söylediği şarkılar insanları kıpır kıpır hâle getirmekten çok dertlendirecek cinstendi. Öyle ki bazıları şarkılara büyük bir acıyla eşlik ederek neredeyse kendilerinden geçiyorlardı.
Evet, buraya gelmemizden önce Yeraltı Kulübü’nde biraz olay çıkmıştı. Ne Cesur ve Akın ne de Özgür bunu onaylamış olsa da işte buradaydık. Eva ağızlarından girip burunlarından çıkmıştı ve Peri bile bizimleydi. Bazen Eva’nın yaptırabileceklerine şaşırıyordum, çünkü herkesin bam teline dokunmayı iyi biliyordu. Cesur’a benim biraz özgürce eğlenebilmem ve rahatlamam için ayrı vakit geçirmeyi önermişti. Özgür’eyse Peri’nin tek kaldığı ilk gecesinde tüm gece ağladığını, yalnızlığı yadırgadığını ve bunu hak etmediğinden söz etmişti; ki hepsini ayaküstü uydurduğunu biliyordum. Akın’a söz hakkı bile tanımamıştı, sanırım bu evlendikleri günün gecesinde onun odada olmak yerine kulübe inmesinden dolayıydı. Akın ne zaman konuşmaya çalışsa onu terslemişti ve sonuncunda Akın da sessizce onaylamak durumunda kalmıştı. Sanırım bu biraz da dün gece için kendisini affettirme çabasıydı.
“İçeceksin Peri. Tüm akşam buraya gelebilmemiz için resmen bir savaş verdim ve lütfen, bunu kocanın bozmasına bile müsaade etmemişken senin bozmana da müsaade edemem,” dedi Eva masamızın yanına bırakılan servis arabasındaki içki şişelerinden birini eline alıp bardaklarımızı doldurduğu sırada. Bir servet değerinde içki siparişi vermişti ve hepsini bitirmemizin imkânı bile yoktu.
Peri omuzlarını düşürdü. Eva onu özellikle yanına oturtmuştu, daha kolay kontrol edebilmek için. Bense karşılarındaydım. Doldurulan bardağı istemeye istemeye önüne çekerken, “Eğer yanlış bir şey yapacak olursam lütfen beni durdurun,” diye tembihlediğinde gülmeden edemedim.
“Eğer durdurabilecek kafada olursak elbette. Ama Eva bu gece bizi körkütük hâle getirmek istiyor gibi.”
Eva homurdandı. “Dibine kadar eğleneceğiz. Bu konuda anlaşalım.”
İç geçirdim. “Eğlenelim ama dozunu korumamız gerekiyor. Öylece kendimizden geçecek lükse sahip değiliz. Üzgünüm ama gerçek bu.”
“Neden sahip olmayalım? Dışarıda olmak seni artık çok germeye başladı farkında mısın? Kulüpte saklandığında belalardan uzak kalmayacaksın, Deniz.”
Ona yakalanmış olmak beni gerdi. Oturduğum yerde rahatsızca kıpırdanıp etrafta göz gezdirdim. Yeraltı Kulübü’nden uzakta sayılırdık. Eva bilerek biraz uzak olmasını istemişti. Uzakta olunca daha bağımsız ve rahat olacağımızı düşündüğünü biliyordum ama kendimi güvensiz hissetmekten de alamıyordum.
Sıkıntıyla boynumu ovalayıp içki bardağımı önüme çektim. “Pervasız davranırsak ve bunun sonuçları olursa başımızın ağrıyacağını biliyorsun.”
Omuz silkti. “Çok da umurumda değil. Her şeyi detaylarıyla düşünmekten usandım, tamam mı? Biraz akışına bırakalım ve hayatı yaşayalım. Daima kontrol manyakları gibi diken üstüne duramayız. Sonuçta biz de insanız.”
“Söylediklerine katılıyorum ama bunu sizin kulüpte yapmamız daha doğru olmaz mıydı?” dedi Peri çekincelerini saklamadan.
Hâlâ kendisini bizden ayrı tuttuğu için kulübü sahiplenircesine bile konuşmuyordu. Bu sinirlerimi bozsa da yorumda bulunmadım. Yakında aramızdan ayrılacağına karar verilmişti ve o da buna göre hareket ediyordu. Kalmak için bir nedeni yoktu, ayrıca kalmasını isteyen de yoktu. Benim ya da Eva’nın bunu istemesi önemli değildi.
Eva yeniden omuz silkti. “Oradan sıkıldım ve gözleri üzerimizdeyken istediğimiz gibi dağıtamazdık. Ayrıca görmek istemediklerimin uğrak mekânı.”
Kıkırdadım. “Kocanın mı?”
“Onu boşayacağım,” dedi kızmış şekilde. “Kesinlikle boşayacağım. Yeniden bekar ve özgür olacağım. Aceleye getirerek sersemliğimden faydalanmış olmasaydı benimle evlenmeyi rüyasında bile göremezdi. Hain koca ayı.”
Peri de gülmeye başladı. “Onu seviyor musun yoksa pataklamak mı istiyorsun bazen anlayamıyorum.”
“Ah, genellikle ikincisi tatlım. Keşke onu pataklayacak güçte olsaydım,” derken kol kaslarını bize sergilemeye çalıştı, ancak kolunda kas adı altına girebilecek hiçbir kıvrım bulunmuyordu. Bunun üzerine hüzünle dudak büktü. “Adam hayvan gibi. Ona karşı hiç şansım yok.”
Peri, “Biraz korkutucu biri,” dedikten sonra bana kaçamak bir bakış attı. “İkisi de. Şey... birazcık. Dışarıdan görünüş olarak.”
“Kafes dövüşü yapıyorlar. Vücut çalışmış olmaları normal değil mi?” Gözleri dehşetle irileştiğinde kaşlarım havalandı. “Bunu bilmiyor muydun?”
“Hayır, kimse bana bundan bahsetmemişti.”
Eva ilk bardağını bitirip masaya bıraktı. “Her perşembe kulüpte kafes dövüşü düzenleriz. Bazen Cesur abi ya da adını şu anlık anmak istemediğim ama maalesef kocam olacak kişi çıkar. Şimdiye kadar yenildiklerini hiç görmedim.”
“Televizyonlardaki gibi? Birbirlerini mi dövüyorlar?”
“Birbirleriyle hiç karşılaşmadılar. Genellikle başka rakipleri oluyor ve evet, doğru kelime bu sanırım; birbirlerini dövüyorlar. Bu haftaki maça seni getirtmesini Tuna’ya söylerim.”
Peri’nin ten rengi bir ton açıldı. “Hayır, hayır, bunu istemem. Lütfen ısrar etme. Kimseyi dövülürken görmek istemiyorum.”
Hafifçe gözlerimi kıstım. Peri'nin bu çekinikliği ve ürkekliği nerden geliyordu? Ailesinin yanında şiddet mi görmüştü? İstemsizce bunları düşünürken Eva anlayışla kafasını salladı.
“Pekâlâ, sen nasıl istersen. Zaten genellikle ter ve kan kokan bir gece oluyor, boş ver.” Ardından işaret parmağını Peri’nin önünde duran bardağa yöneltti. “Onu içer misin? Lütfen.”
Peri kaçamayacağının farkında olarak istemeye istemeye içkiden yudumladı ve hemen yüzünü buruşturdu. “Bunu nasıl sevebiliyorsunuz anlayamıyorum. Çok ekşi ve acı. Yutarken boğazımı yakıyor. Neyi bu kadar zevk veriyor olabilir?”
Eva kocaman gülümsedi. “Beş dakika bekle, anlayacaksın.”
“Beş dakika sonra sarhoş mu olacağım?” diye endişeyle sorarken hem çok tatlı hem de komikti. “Ama Özgür olmuyor. Yani... saatlerce içebiliyor. Ben mi çok zayıfım?”
“Özgür on beş yaşından beri içiyor. Onun için su içmek gibi bir şey. Söz konusu o olduğunda beş dakika değil beş saat diyebiliriz.”
Peri endişeli gözlerini önündeki bardağa indirdi. “Yani beş dakika sonra işim bitecek, öyle mi? Umarım sizi beni çağırdığınıza pişman etmem.”
Eva yeniden doldurduğu bardağını Peri’nin masanın üzerinde duran bardağına tokuşturdu. “Seni çağırdık çünkü bizim kadar senin de kafanı dağıtmaya ihtiyacın vardı. Yarın sana dil öğretecek eğitmenin gelecek ve yoğun tempon başlayacak. Bu yüzden bu gece dibine kadar eğlen. Biz buradayız. Bize güvenmiyorsan kapıda bizi bekleyen adamlar olduğunu unutma. Nerede olduğumuzu bilmesi gerekenler biliyor. Ayrıca buranın sahiplerini de tanıyorlar. Bak şu köşedeki şefe sürekli bizi gözetliyor ve onlara haber uçurduğuna eminim. Telefonlarımız açık ve başımız belada değil. Buraya eğlenmek için geldik, Peri. Kendini sınırlandırmayı bırak.”
Bunu sanki bana söylemiş gibi bardağıma uzanıp neredeyse hepsini bitirdim. Peri benim de Eva’ya katıldığımı gördüğünde çekinik şekilde yeniden içkisinden yudumladı. Onu açmak istiyordum. Açıp en derinini görmek ve bastırdığı kişiliği varsa onunla tanışmak istiyordum. Gördüğümden fazlası değildi, içinde de tertemiz bir kadın taşıdığının bilincindeydim, ancak sessiz durarak sürekli etrafındakilere boyun eğmesi biraz sinirlerimi bozmaya başlamıştı. En azından hakkını savunacak kadar sivrilmeyi başarması gerekiyordu.
Bu sırada masanın üzerinde duran telefonlardan biri çalmaya başladı. Peri’nin telefonuydu ve ekranda Özgür’ün adı yazıyordu. Bunu gördüğünde panikle ayağa fırlayıp sanki basılmış gibi sağa sola bakındı. Eva’yla göz göze geldim. Tıpkı benim gibi onun da kaşları çatıldı. Peri ise açmaktan başka seçeneği yokmuş gibi çaresiz ifadesiyle aramayı cevaplandırdı.
“Efendim,” deyişi yine kısıktı. Sanki kabahat işlemiş gibi bir tavra bürünmüştü. Özgür ona muhtemelen ne yaptığını sormuş olmalıydı ki, “Oturuyoruz,” dedi. Sonra yutkundu. “Sorun yok.” Sanki Özgür onu görebilirmiş gibi kafasını salladı. “Tamam,” diyerek telefonu kapattığında ancak kalktığı yere geri oturabildi.
Kaşlarım biraz daha çatılırken, “Ne dedi sana?” diye sorguladım.
“Ne yaptığımızı sordu ve bir sorun olup olmadığını. Dikkat etmemizi söyledi.”
“Tanrım,” dedi Eva inler gibi bir ses çıkartarak. “Onun askeriymiş gibi davranıyorsun. Kendini bu şekilde kullandırmayı bırak artık.”
“Ne oldu ki? Yanlış bir şey mi yaptım?” dedi saf saf.
“Yanlış bir şey yapmadın,” diye onu yatıştırdım. “Sadece aşırı tepki veriyorsun. Hayatını ona göre yönlendirmeye başladın. Tepki vermemesi ve kızmaması için ne istiyorsa onu yapacağından eminim. Bu doğru değil. Senin düşüncelerinin ve isteklerinin hiç mi önemi yok? Hayır, Peri, seni kurtardığı için ona borçlu hissettiğinden bunu yapmıyorsun. Sanki içine işlemiş bu tavır.”
Eva sanki bir probleme bakarmış gibi Peri’yi incelerken, “Annen de böyle davranıyordu,” dedi yakaladığı noktayı masaya yatırarak. “Dünkü yemekte bunu sık sık gördüm. Amcan ne derse onayladı. Amcan konuşurken asla konuşmadı. Zaten neredeyse hiç konuşmadı.”
Peri, “Annem erkeklerin yanında sesimizi çıkartmamızın doğru olmadığını söyler hep,” dedi biraz utanmış gibi. “Bana hep bunu öğretti. Onlar ne derse o olur. Babamın ya da abimin söylediği asla ikiletilmez. Elimizde ne iş varsa bırakıp onların isteklerine koşarız.” Ona bakışlarımızdan dolayı burukça gülümsedi. “Hayır, düşündüğünüz gibi evimde şiddet görmüyordum. Çocukken annemden çok dayak yedim ama büyüdüğümde bu hiç olmadı. Son olanlar haricinde.” Omuz silkti. “Annem de beni terbiye etmeye çalışıyordu. Söz dinlemem ve ses çıkartmamam için. Ne zaman büyüklerin yanında konuşsam beni çimdikleyip sessizce azarlardı. Babaannem de aynısını yapardı. Ailemizde kadınlar sadece erkeklerden ayrı yerdeyken rahat olabiliyordu. Orada da çocuklar yine sessiz olmak zorundaydı. Genç kızlar ise hizmet etmekle vakit geçirirdi. Mesela annem bir keresinde halamın bardağına çay dökmemi istemişti ve ben de ödev yapıyordum. Matematik ödeviydi. Soruyu çözdükten sonra çay doldurmak için kalkmıştım, sadece iki dakika uzun sürdüğüne eminim ama sanki iki saat harcamışım gibi halam beni dakikalarca azarladı. Orada başkaları da vardı ve öyle çok utanmıştım ki. On iki yaşındaydım. Anneme beni düzgün yetiştiremediğiyle ilgili tonlarca laf söyledi. O günden sonra annem daha çok üstüme gelmeye başladı. İyi olmam, kabul görmem ve takdir edilen torun olabilmem için. Yine de ailemi hiçbir zaman memnun edemedim. Çok çabaladım ama hiç memnun olduklarını görmedim.”
Önümde bastırılmış, sindirilmiş bir hayat vardı. Ona hiç özgürlük sunmamışlardı. İstedikleri şekilde evrilmesi için sağa sola çekiştirilip durmuştu. En kötüsü de bunu ona ailesi yapmıştı. Üzerindeki büyük baskıyı ancak tam anlamıyla fark edebiliyordum. Ailesindekilere yaranabilmek ve takdirlerini alabilmek için sürekli kendinden ödün vermişti. Orada kalmaya devam etseydi ve tıpkı kurulu bir robot gibi her denileni yapsaydı bile istediği takdiri hiçbir zaman göremeyeceğinden emindim. Çünkü bazı aileler sadece almayı biliyordu. Karşılığını vermek gibi bir düşünceleri hiç olmuyordu.
Eva duydukları karşısında şaşkınlıkla bakmaktan kendini alamadı. Bu coğrafyada doğup büyümediği için durumu anlamakta zorluk çektiği her hâlinden belliydi. “Üzgünüm ama bu çok dehşet verici değil mi? Ailen resmen seni kullanıyor, tek yaptıkları bu ve sen de onlara izin veriyorsun. Anlayamıyorum. Gerçekten. Benim annem hayatımı istediğim gibi yaşayabilmem için elinden geleni yapıyor. Doğrusunun bu olması gerekmez mi?”
“Burada maalesef aileler çocuklarını bazı şeylere mecbur tutuyor. Sanki çocuklar doğmayı ve o aileye gelmeyi isteyen tarafmış gibi,” diye durumu açıklamaya çalıştım. Bu Peri’nin ilgisini çekti.
“Senin ailen de böyle miydi?”
Sertçe yutkundum. Konuşmadan önce bardağımı yeniden doldurup birkaç yudum aldım. Nihâyet kendimi biraz olsun hazır hissedebildiğimde, “Benim ailem de seninkine benzerdi,” diye söze girdim. Ardından da eski hatıraları hatırlamak yüzümü buruşturmama neden oldu. “Seninkilerden de beter olabilir.” Sanki bu durum hiç canımı yakmıyormuş omuz silkip burukça gülümsemeye çalıştım. “Neredeyse her gün dayak yiyordum ve sık sık bodruma kilitleniyordum. Bırak erkeklerin yanında konuşmayı, genel olarak konuşmamı istemezlerdi. Misafir geldiğinde odama gönderilirdim. Kimse benimle ilgilenmezdi. Üvey çocuk gibi diyeceğim ama üvey çocuk olsaydı benden daha kıymetli olurdu.”
Peri bunları duyduktan sonra önünde duran bardaktaki tüm içkiyi kendi isteğiyle tepeledi. Eva ise çaktırmadan bardağı yeniden doldururken yüzünde dehşet dolu ifadesi asılıydı.
“Tanrım! Bu konuları kapatabilir miyiz? Buraya kafamızı dağıtmaya gelmiştik, aile travmalarının canı cehenneme. Size böyle davrandıkları için onlardan nefret ediyorum. Umarım hepsi cehennemde yanar.”
Peri panikledi. “Bu biraz fazla değil mi?”
“Fazla mı? Asıl size davranışları fazla. Sevgileri batsın, tamam mı? Bir yandan sevip diğer yandan sizi mahvetmişler.”
Beni hiç sevmemişlerdi de. Bunu onlara söylemedim. Beceriksizce gülümseyerek kadehimi havaya kaldırıp, “Güzel günlere,” dedim ama hafif alaylıydım da. Eva tereddütsüz şekilde bardağını kaldırdı. Peri de devamını getirdi. Ardından üçümüz de aynı anda içkilerimizi yudumladık.
Eva, “Gelinliğinin değiştireceğimiz yerlerini düşündün mü?” diye sorduğunda elimde olmadan gözlerimi devirdim.
“Düğün konusunu ve ona dair her şeyi konuşmak yasak.”
O da gözlerini devirdi. “Tarihin görüp görebileceği en sıkıcı gelin olduğunun umarım farkındasındır.”
Geçiştirircesine kafamı salladım. Butikten gelinliği aldırmıştı ve kulübe getirttiğinde bir kez daha doğru karar verdiğime emin olmuştum. Şimdiye kadar satılmadığı için şanslıydım. En azından yeniden yapılmasını beklemek durumunda kalmamıştık. Öte yandan hâlâ düğün yapmayı istemediğim için tam olarak kendimi akışa veremiyordum ve bu durum çok bunaltıcıydı.
Peri koca bir bardağı mideye indirdikten sonra sanki bir nebze kendisini salmıştı. “Aramızda alelacele evlenmeyecek olan tek kişi sensin ve sen de bunu pek istiyor gibi durmuyorsun,” dedi kıkırdayarak. “Son birkaç yıldır yaptığım tek şey düğünümü planlamaktı ve her anından heyecan duyuyordum. Bir şansım olsa yine aynı heyecanla dolu olurdum. Oldu bitti şekilde evlenmek can sıkıcı.”
Eva da ona katılmakta gecikmedi. “Kesinlikle. Küçücük bir kızken bile gelinliğimin hayallerini kurardım ve tanrı aşkına ben gelinlik bile giyemedim! Gelinlikle bir tane fotoğrafım bile yok. Anneme evlendiğimi söyledim ve onu inandırana kadar resmen kendimi paraladım, çünkü benim bu şekilde evleneceğime asla ama asla inanmazdı. Polisi aramayı bile düşündü. Onu çok zor ikna edebildim ve bir ton da azar işittim.”
“Kötü ve daha kötüsü,” dedi Peri aynı tatlı kıkırtıyla. Kötü derken kendisini ve daha kötü derken de yanında oturan Eva’yı göstermişti. “Gerçi en azından sen kocanı seviyorsun ve kocan da seni seviyor. Benim kocam benden nefret ediyor. Gördüğünüz gibi beni bir köşeye atıp arkasına bakmadan gitti.” Suratını asarak bir şeyler homurdanıp içkisinden içti. Ardından omuzları iyice düştü. “Kötü de benim daha kötüsü de benim. Berbat durumdayım. Ne yapacağımı bilmiyorum. Umarım İtalya’da bana burada yaşadıklarımı unutturacak birini bulurum.”
Eva omzunu Peri’nin omzuna vurdu. “Özgür tam bir ahmak. Ben erkek olsaydım seni kesinlikle kaçırmazdım.”
Buna inanmıyormuş gibi iç çekip, “Gerçi yeniden birini sevebileceğimi de düşünmüyorum,” diye ekledikten sonra yüzünü buruşturdu. “Ufuk’tan nefret ediyorum. Onu sevmiştim ve ona dünyadaki tek erkekmiş gibi bağlanmıştım. Bana bakan başkaları oldu mu bilmiyorum ama ben ondan başkasına bakmamıştım.”
Eva kadehini kaldırdı. “Umarım cehennemdeki zebaniler ona aşık olur ve birlikte bol bol alev banyosu yapmak isterler.”
Elimde olmadan kahkaha attım. Peri daha çok yüzünü buruşturdu. Ardındansa kadehini kaldırıp, “Alev banyosuna,” diye şakıdı. Bunu öyle tatlı şekilde söylemişti ki sanki iyi düşüncelerinden bahseder gibiydi. Tavrının komikliği Eva’ya da kahkaha attırdı. Peri yanaklarının hafifçe kızarmasına engel olamazken sonradan bize katılıp geniş geniş güldü. Gamzeleri ışıl ışıl parladı. Yüzünde çok az makyaj vardı, yanağındaki kesiği maskeleyecek kadar. Pür ve saftı. Ona hayran hayran bakmamak benim için bile zordu, kaldı ki çevredeki çoğu adamın bakışları geldiğimiz andan beridir üzerindeydi.
Eva birden çığlık attı. Oturduğum yerde sıçramaktan kendimi alamazken, “Ne oldu?” dedim hızla. Bir garson telaşla bize doğru koşuştururken Eva açıklama yapmadan önce eğilerek masanın altına girdi ve yeniden oturduğunda avuçlarının arasında yavru kedi vardı.
“Tanrım, sen ne tatlı bir şeysin? Ödümü kopardın. Sessizce ayağa sürtünmek çok tehlikeli, tamam mı? Ya senin üzerine bassaydım? Ya da seni tekmeleseydim?” Kediyle konuşmayı bitirdiğinde onu bize doğru çevirdi. “Şuna bakın. Çok sevimli değil mi?”
Minik sarman kedi gerçekten de sevimliydi. Gevezeliğini saymazsak tabii. Yakalandığı andan itibaren sürekli miyavlayarak sağa sola bakınıyordu. Ön bacakları ve karnının altı beyaz, geri kalanı alacalı turuncuydu. Gözleriyse yeşildi ve Eva onu net görebilmemiz için kendi yüzüyle yan yana tuttuğunda onun zümrüt yeşili gözlerinin yanında kedinin gözleri epey açık renkte kalmıştı.
“Kusura bakmayın, kutusundan kaçmış. İzin verirseniz onu alayım,” dedi mekâna özel kıyafetini giymiş olan garson masamızda belirdiği gibi. Suratında telaşlı ve tepki görmekten çekinen bir ifade asılıydı. Tıpkı kedi yavrusu gibi sağı solu kontrol ediyor ve şefine yakalanmadığından emin olmaya çalışıyordu.
“Ah, sizin miydi?”
“Evet. Hayır. Hayır, benim değil. Annesi arkadaki depoya girip yavruladı. Diğer üç kardeşi öldü. Bir tek bu kaldı ve annesi de birkaç gündür ortalıkta yok. Sanırım o da gitti.”
Eva’nın kaşları hüzünle büküldü. “Bu küçük tatlı şey için ne kadar zor bir başlangıç. Bir adı var mı?”
“Yok. Aslına bakarsanız onu uygun bir yere bırakmayı düşünüyorum.” Boğazını temizledi. “İzninizle.”
Adam kediyi almak için uzandığı sırada minik sarman Eva’nın boynuna doğru sokularak küçücük oldu. Peri kedinin sırtını parmaklarının tersiyle okşarken, “O, seni seçti, Eva,” dedi gülümseyerek. “Bence onu sahiplenmelisin. Baksana sana resmen sarılıyor.”
Eva’nın yüzü aydınlandı. “Ah, beni mi seçti? Gerçekten mi?” Heyecanla garsona döndüğünde kediyi artık vermek istemediğini anlamak zor değildi. “İzninizle ona sahip çıkacağım.”
“Ama hanımefendi... burada hayvanların bulunması pek uygun karşılanmaz. Lütfen-”
“Onu vermek istemiyor muydun?”
“Evet ama-”
“O zaman sorun ne anlayamıyorum.”
Garson alana giren şefine kaçamak bir bakış gönderdi. Teninde ince bir ter tabakası oluşmaya başlamıştı. “Hayvanları içeriye almıyoruz. Lütfen. Kimse rahatsız olmadan onu arkaya almam gerekiyor. Eğer buradan ayrılırken hâlâ onu istiyorsanız o zaman alabilirsiniz.”
Eva garsonun tedirgin şekilde bakıp durduğu şefi fark ederek hafifçe kaşlarını çattı. “Sorun o sanırım?” diye emin olmak istercesine sorduğunda garson kısaca kafasını salladı. Bunun üzerine Eva omuzlarını dikleştirip basit bir el hareketiyle şefi masamıza çağırdı.
“Siz gidebilirsiniz teşekkürler.”
Garson yine de masadan ayrılmadı. Zaten şef olan adam da hızla yanımıza gelmişti. Katı suratında onayı dışında hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceği açıkça yatıyordu. Ancak Eva, “Kedimin burada olması size rahatsızlık veriyor mu?” diye tek kaşını kaldırarak sorduğunda adam duraksadı. Dudakları kıpırdandı. Bakışları onaylamayan ifadesiyle doluyken yapay şekilde gülümsedi.
“Öyle şey olur mu efendim? Sizinle kalabilir.”
“Teşekkürler,” dedi Eva. Açıkça başka bir şey söylemeyeceğini belli ederek önüne döndü. Ancak adam, “Başka bir arzunuz var mıydı?” diye sorma gereği duydu.
Eva kedisiyle ilgilenmekle öyle meşguldü ki adamı duymamış gibi yapıyordu. İç çekip, “Yok, her şey yeterince iyi,” dedim yavaşça. Yapay bir gülümsemeyle dudaklarım kıvrıldı. “Özeniniz için teşekkür ederiz.”
Hafifçe eğildi. “Ne demek efendim. Sizleri en iyi şekilde ağırlamak bizim vazifemiz. Bir isteğiniz olursa buradayım. İyi eğlenceler.”
Garsonla birlikte yanımızdan ayrıldığında Peri hayranlıkla Eva’ya bakıyordu. “Adam nasıl oldu da sana izin verdi? Diğeri buraya hayvanların girmesinin yasak olduğunu söylememiş miydi?”
Kıkırdadım. “Buna Çağlayan etkisi diyoruz.”
“Ah, anladım. Bu yüzden hoşnutsuz göründüğü hâlde sesini çıkarmadı.” Genişçe güldü. “Ama o el hareketin çok iyiydi, Eva.”
“Sana da öğretmemi ister misin? Onlara buranın sahibiymiş gibi bak ve elini havada savur gitsin,” derken aynı hareketi tekrarladı. Masamızdan kahkahalar yükselerek şarkı söylemeye devam eden kadının sesine karıştı. “Kendine güven Peri ve elindeki gücü kullanmaktan çekinme. Soyadım Çağlayan olmasaydı ya da buraya onların yönlendirmesiyle gelmemiş olsaydım bana zorluk çıkartacak, ilk problemde kapıya atıp kışkışlayacak insanlardan biriydi. Bunu bildiğim için bende ona tepeden bakan, şımarık ve kocasının gücünü kullanan eş rolünü oynadım. Tanrım, itiraf etmeliyim ki bu biraz eğlenceli.”
Kahkahalarımız yeniden yükseldi. Kedi Eva’nın kucağında kendisine yer edinip sanki etrafta hiç gürültü yokmuş ve kuş tüyü yataktaymış gibi kıvrılarak uyurken Eva, Peri’ye girdiği ortamlarda nasıl davranması gerektiğini anlatıyordu. Gülmekten yanaklarımdaki kasların sızladığını hissediyordum. Nihayet ancak o kâbusun etkisinden sıyrılmıştım. Gerçekten her dakikası daha çok keyifli olmaya başlamıştı ve başta ayak direttiğim için itiraf etmeliyim ki pişmandım. Bu kaçamağı daha önce denememiş olmamız büyük bir hataydı.
Bardaklarımızın biri boşalıp diğeri dolarken saat de neredeyse gece yarısına uzanmıştı. Arka plandaki müzik hâlâ devam ediyordu. Sahnede artık başka bir kadın vardı ve bu diğerine göre bir nebze daha hareketli parçaları seslendiriyordu. Öyle ki Eva yerinde duramayıp şarkıya uygun şekilde kıpırdanıp duruyordu. Mekânın karartılması da bunu etkiliyordu. Atmosfer daha çekici ve coşkulu bir hâle gelmişti.
“Kalkıp dans edeceğim ama kedim kucağımda çok tatlı kıvrılmamış mı? Kahretsin, onu kesin Akın gönderdi. Beni olduğum yerde tutabilmek için evrenle anlaşma yapacağına yemin edebilirim.”
Etrafta zaten masalarından kalkıp oynayan, yanlarındaki adamlara sarılarak vücutlarını sağa sola sallayan birçok kadın vardı.
Peri iç çekip, “Size bir şey söyleyeceğim?” dedi ciddi ifadesiyle. İkimiz de ona odaklandık ve kafasını kaldırdığında, “Ben de dans etmek istiyorum,” dedi. Sırıttım. Kesinlikle kafası bir milyondu. Eva da öyleydi ve sanırım ben de. Şu anda en büyük derdim bile benim için boş ver gitsin diyebileceğim raddedeydi. Öyle ki kapı açılsa ve karşıma abim çıksa dahi umurumda olmazdı. O derece kendimi salmıştım.
Orkestra sanki bizi duymuş gibi oryantal bir şeyler çalmaya başladı. Sahnedeki sanatçı kurtlarımızı dökmemizle ilgili bir şeyler söyledi ve herkesi ayağa kalkmaya davet etti. Kendisi de kıvırmaya başladığında etraftan ufak bir alkış tufanı koptu.
Eva kucağındaki kediyi avuçlarken, “Üzgünüm ufaklık ama daha fazla yerimde duramayacağım ve sen de bana eşlik etmek durumda kalacaksın,” diyerek ayaklandı. Kediyi iki eliyle tuttuğu sırada müziğe uygun şekilde kıvırmaya başladı. Takdir edercesine dudaklarımı büktüm. Beklediğimden çok daha iyiydi. Kalçasını öyle ahenkli sallıyordu ki birkaç gözü üzerinde kilitlemişti.
Onu izlerken bir anda üzerime düşen gölgeyle birlikte kafamı çevirdiğimde Peri’yi masamıza çıkarken buldum. Gözlerim hayretle büyürken kahkaha atıp kadehimi ona doğru kaldırdım. Dünya umurunda değilmiş gibi eğleniyordu. Bu akşam için açık bıraktığı saçlarını sağa sola savuruyor, kalçasını kışkırtıcı şekilde kıvırıyordu. Etraftan birkaç ıslık yükseldiğinde daha da kendisini kaptırarak elbisesinin eteğini tutarak onunla oynadı ve ara sıra hafifçe yukarıya çekerek tüm ilgiyi üzerinde topladı.
Adamın biri Peri’nin üzerine para saçmaya başladı.
Aklıma ansızın düşen şeytani fikirle birlikte telefonuma uzanıp bu anları videoya aldım. Peri’nin müziğe uyumlu kıvırmasını ve etrafındaki ilgiyi. Pekâlâ, özellikle etrafındaki ilgiyi çektiğim doğruydu. Daha sonra videoyu doğruca Özgür’e gönderdim ve altına mesaj eklemeyi de unutmadım.
“Sen bakmazsın ama bakanlar çıkar.”
Müzik beni de ele geçirmeye başlarken sırıttım. Özgür attığım anda videoyu görmüştü. Sanki telefonun başında bekliyor gibi hava vermiş olması beni iyice keyiflendirdi. Çok geçmeden ekranımda onun araması belirdi ama umursamadan reddettim. Bu sırada Peri eğilerek kolumu yakaladı ve beni de yanına çekmek için asıldı. Ona uydum. Tereddüt bile etmedim. Masanın üzerine çıkarak kalçamı kıvırmaya başladım. Aşağıya baktığımdaysa Eva’yı telefonu eline almış şekilde buldum. Bizi çekiyordu. Saçlarımı savurarak döndüm ve oynamaya devam ettim. Aslında oynayabildiğimden haberim bile yoktu. Bir şeyler yapıyordum ve o an en iyi oryantal benmişim gibi hissettiğim için bunu devam ettiriyordum.
Yeniden döndüğümde Eva’yı telefonun ekranına kediyi gösterirken buldum. Kedi sanırım ona geldiği için artık pişmandı. Etrafa korkutucu bakışlar atmasından ve Eva’dan kurtulabilmek için minik tırnaklarını kullanmasından belliydi. Yine de onu tutmaya ve beynini kafasının içerisinde döndürmek istercesine onunla birlikte kıvırmaya devam etti. Bazen kediye eşiymiş gibi davranıp onunla karşılıklı dans ettiği bile oluyordu.
Bu çılgın anlarda gözlerim çok kısa süreliğine bir köşeden dehşetle bizi izleyen şefi buldu. Adam gerçekten dehşet içerisindeydi. Kulağında tuttuğu telefonla birlikte bize büyük bir olaya bakar gibi bakıyordu. Ona nispet edercesine daha çok kıvırdım. Kimi isterse arayabilirdi. Hiçbir şey umurumda değildi ve ilk kez kendimi eğlencenin dibine vurmuş gibi hissediyordum. Her kıvırdığımda içimdeki dertler sağa sola fırlayarak benden uzaklaşıyordu sanki.
Derken müzik yavaşça değişmeye ve daha sakin bir tona düşmeye başladı. Sanatçı yeniden bir şeyler söyledi. Peri’yle birlikte yorulmuş şekilde durup nefeslendiğimizde birbirimize bakarak kahkahayı bastık. Ardından da savsak hareketlerle masadan inmeye çalıştık. Birileri bize yardım etti. Elimden tutan adamın, “Gel yavrum,” dediğini işittiğimde ona garip garip baktım. Parmağımdaki yüzüğü fark ederek duraksadı. Kaşları havalandı ama sırıtmaktan da geri durmadı. Orta yaşlarının sonundaydı. Tam bir barzo gibi takıp takıştırdığı takılardan, pahalı saatten ve garip renkli takımından az çok maddi durumunun iyi olduğunu anlayabiliyordum.
Peri, “Neden beni çekiştiriyorsun?” diye homurdandı. “Çek ellerini üzerimden yoksa parmaklarını kıracak birini çağırırım.”
Sanırım Eva’nın ona verdiği hızlandırılmış derslerden bir şeyler kapmıştı. Adam teslim oluyormuş gibi ellerini kaldırıp sırıttı. “Birlikte bir içkiye ne dersin güzelim?”
“S×ktir git derim.”
Kıkırdadım. “Sen iyi bir öğrencisin Peri.”
“Adın Peri mi? Gerçekten de peri gibi kızsın anam avradım olsun be.”
Peri etrafına bakınıp birini arar gibi göz gezdirdi. “Şu garson nerede? Onu çağıracağım. Hareket nasıldı... bir dakika.”
Eva’nın yaptığı hareketi tekrarlamaya çalışırken Eva’dan yeni bir çığlık duydum. “Tanrım, beni tırmaladı! Kedim! Kedim kaçtı!”
“Ben senin kedin olurum yavrum,” dedi ona arkasından sarılan bir adam. Gözlerim irileşti.
“Çek pis ellerini üzerimden yoksa beynini dağıtırım.”
Adam, “Hadi ya, beni ne kadar korkuttuğunu bilemezsin,” diye alay etti. O da sarhoştu. Etrafta sarhoş olmayan sanırım sadece garsonlar vardı ve onlar da büyük bir telaşla sağa sola koşuşturarak bize bakıp duruyorlardı.
“Seninle içki falan içmeyeceğim. Çekilir misin?” dedi Peri tüm kibarlığıyla. Konuşurken dili alıyordu.
“Kedim kaçtı! Rahat bırak beni, kedimi bulacağım,” dedi Eva hırçınca.
Benim yanımda duran adamın gözlerimin içine içine baktığını fark ederek ona sevimli olacak şekilde gülümserken, “Ecelin seni çağırıyor sanırım,” dedim. Tatlı tatlı konuşmamın aksine sözlerimin sertliği yüzüne çarptığında kaşları havalandı. Yüzünde küçümseyici bir ifade oluştu. Pekâlâ, kafam bir milyondu. Onlara sadece Cesur’dan bahsetmem belki de geri çekilip ayak altından kaybolmaları için yeterliydi, ancak ben uzun yolu tercih ettim. Masada duran şişeyi kaptığım gibi tepemde duran adamın kafasına gömdüm. Adam sarsıldı. Zaten sarhoştu. Bundan dolayı yere yığılması pek uzun sürmedi. Etrafta çığlıklar kopmaya başlarken şişenin elimde kalan parçasını Peri’yi tutan adama çevirdim.
“Kız sana çekilmeni söylüyor hayvan herif!”
Adam geri çekilmek bir yana gözlerinden alevler saçarak bana baktı. Sanırım az önce kafasında şişe kırdığım adam onun için değerliydi. Omuz silktim. Bu sırada içeriye doluşan adamlarımız gözüme ilişti. Bizi kapıda bekleyen koruma tayfamız artık buradaydı. Evet, gecemiz gerçekten de mükemmel ilerliyordu. Eva kendisine ısrar eden adama dönüp tüm gücünü toparlayarak bacaklarının arasına dizini geçirdi. Adam iki büklüm kesilerek küfretti. Aynı sırada bizimkiler Peri’yi tutanı geriye çekti. Ancak adam karşı koyarak küfürler savurduğunda işler bir anda karıştı.
Müzik sustu ve olaya karışmayanlar mekândan kaçışmaya başlarken masadan yeni bir şişe kaparak bir başkasının kafasına geçirdim. Eva aynı adamı tekmelemeye devam etti. Bu sırada kaybolan kedisinin derhâl bulunması için emirler yağdırıyordu. Peri’yi kontrol ettiğimdeyse onu sandalyenin üzerine çıkarken buldum. Bir an sonra bizimkilere saldıran bir adamın sırtına atladı ve onu resmen paraladı.
Elimde olmadan durup kahkaha attım. İpin ucunu tamamen kaçırmıştım ve her şey olabilecek en kötü şekilde berbatlaşmıştı. Buna rağmen öyle keyifliydim ki kıkır kıkır gülüyordum. Bazıları bana delirmişim gibi bakıyordu.
Mekânda kırılmadık bardak, dağılmadık masa kalmadığında ancak ortalık durulmaya başladı. Bizi korumakla görevli olan adamlar kan ter içerisindeydi. Birkaçı dayak yemişti ama genel olarak yere serili duranların çoğu bizden değildi. Üçümüzü bir araya toparlayıp sahneyi zeminden ayıran platforma oturmamızı sağladıklarında dudaklarımda hâlâ keyifli kıvrımlar vardı. Eva sağımda, Peri ise solumdaydı. Birbirimize sokulmuştuk ve bizimkilerin etraftaki yere yapışmış adamları sürükleyip durumlarını kontrol etmelerini izliyorduk. Omuzlarımıza örtülen şal epey büyüktü, üçümüzü de sarmıştı. İyiydik. Gerçekten üçümüz de iyiydik.
Eva yüzünü buruştururken, “Kedim yok!” diye yeniden hayıflandı. Dakikalardır ağzından çıkan tek cümle buydu ve sanırım susması için birisi kediyi bulup ona teslim etti.
“Ah, benim tatlı bebeğim. Bir daha anneyi tırmalamak yok, tamam mı? Bana bir özür borçlusun. Duyamadım, söyle bakayım.” Kedi kaçacak yer ararcasına miyavladığında Eva bunu özür olarak algıladı. “Aferin benim bebeğime. Sana bir isim koymalıyız. Öneriniz var mı kızlar?”
Peri topuklu ayakkabılarını çıkartıp bir köşeye savurduktan sonra kafasını omzuma dayadı. “Midem bulanıyor,” diye inledi. “Buraya kusarsam kabalık etmiş olur muyum?”
Eva telaşla atıldı. “Sakın Peri. Uluorta kusamazsın. Burayı öyle kirletemeyiz, tamam mı?”
Buranın içine etmiştik. Korumalar birbirlerine bakarak bunu sorgular oldu. Hepsi sessizdi. Tek gürültü mekânın sahibi olduğunu düşündüğüm adamdan çıkıyordu. Sanırım ortalığın darmaduman olmasından pek hoşlanmamıştı. Korumalardan birisi onu sakinleştirmek için uzaklaştırmıştı ama sesini hâlâ duyar gibiydim.
Eva, “İsim kızlar,” diye hatırlatarak o da kafasını omzuma dayadı. Sonra sertçe yutkundu. “Sanırım ben de kusacağım.”
“Üzerime kusarsanız sizi mahvederim.”
Peri kıkırdadı. “Kafama içki şişesi mi kıracaksın?”
“Olabilir. Zevkliydi.”
“Bobo olsun mu?” dedi Eva. Hâlâ aklı kedisine isim koymaktaydı. “Acaba dişi mi yoksa erkek mi? Tanrım, bunu nasıl bileceğim ki?”
“Şeyine bakacaksın,” dedi Peri elini gelişigüzel havada savurarak. Sonra hıçkırdı. “Şeyine bak işte.”
“Neyine bakacağım?” Birden gözleri büyüdü. “Bunun şeyi de mi var?”
Peri bir veteriner edasıyla, “Elbette var,” diyerek uzanıp kediyi inceledi. Ardından da yeniden kafasını omzuma yerleştirdi. Ancak cevap vermeyi unutmuştu.
“Eee?”
“Ah... şey, anlamadım ki.”
Eva gözlerini devirip, “Neyse ne işte. Güzel bir ismi hak ediyor,” diyerek iç çekti. “Bobo nasıl?”
Onu duymazdan geldim. “Başımızın belada olduğunun farkında mısınız?”
Eva karşımıza yığılan adamları ilk kez görüyormuş gibi dehşetle, “S×ktir,” dedi. “Tanrım, bizi mahvedecekler.”
Peri yeniden kıkırdadı. “Ben İtalya’ya gidiyorum. Hiçbir şey umurumda değil.”
“İtalya’ya Özgür’e yakalanmadan gitme ihtimalin olsaydı senin için sevinebilirdim.”
İnledi. “Onun da kafasında şişe kırabilir misin? Lütfen?”
“Ah, kocamın dağları devire devire buraya geldiğini hissedebiliyorum,” dedi Eva sanki bu hoş bir durummuş gibi kıkırdaya kıkırdaya. Ardından kediyi kaldırıp yüzünün hizasına getirdi. “Seni korkutursa onu tırmalamana izin veriyorum. Parçala onu, tamam mı?”
Kahkaha attım. “Adam dövüş gecelerine çıkıyor. Onun karşısına yavru kedi koyamazsın.”
“Doğru, haklısın. Kendisi bir ayı olduğu için küçük bebeğime zarar verebilir.” Kediyi yeniden göğsüne bastırdı. “Adı Bobo olsun mu?”
Homurdandım. “Berbat bir isim Eva.”
“İyi. Ben de kocama sorarım. Gerçi onun yaratıcı fikirleri olduğunu düşünmüyorum. En fazla içki isimlerinden birini söyler-”
Birden durduğunda ona doğru kafamı çevirdim. “Ne oldu?”
“Buldum. Bebeğime isim buldum.” Durdu ve bombayı patlatır gibi birden bağırdı. “Absent! Nasıl?”
Yüzümü buruşturdum. Peri’yse, “O ne demek ki?” diye sordu.
“Bir çeşit içki. Yeşil renginde ve tam da kedimin gözleri gibi değil mi?” Eğilip kediyi sevdi. “Merhaba Absent. Adını sevdin mi?” Kedi miyavladı. “Gördünüz mü? Adını sevdi.”
Sonra üzerimize kısa bir sessizlik sindi. Yorgunluktan ve uykusuzluktan gözlerim sızlıyordu. Kâbus aklımın ucundan bile geçmiyordu. Bir yere kıvrıldığım anda teslim olacağımı biliyordum. Gürültüyle iç çekip, “Uykum geldi,” diye sızlandım.
“Gerçekten mi?” dedi Eva. “Bir daha asla uyuyamayacağını söyleyip duruyordun. Uyu hadi hemen.”
“Burada mı?”
“Yatak mı istiyorsun?” Elini havada savurup buyurdu. “Yatak getirin.”
Tepemizde dikilen adamlar sadece birbirlerine bakmakla yetindi. Bunun üzerine Peri kıkırdayıp, “Sanırım o hareketin büyülü etkisi kayboldu,” dedi. Ardından hıçkırdı. “Ben sarhoş mu oldum?”
Eva’yla aynı anda, “Evet,” dedik.
“Peki doğru mu görüyorum?”
Yine aynı anda sorduk. “Neyi?”
“Şuradan bana kötü kötü bakan kişi Özgür mü yoksa hayal mi?”
“Ah, s×ktir. Eğer bu bir hayalse aynı hayali ben de görüyorum,” dedi Eva. “Peki siz kocamın burnundan çıkan dumanları görüyor musunuz?”
Yavaşça gözlerimi açtığımda üçünü de mekâna girerken gördüm. Yüzlerindeki ürkütücü ifade sertçe yutkunmama neden olurken, “Dumanları ben de görüyorum,” diye fısıldadım. “Başımız gerçekten belada. Bir planı olan şimdi söylesin.”
“Ayakkabılarım yok. Kaçamam bile,” diye sızlandı Peri.
Eva ise kedisine sarıldı. “Beni koru bebeğim. Tırnaklarına ihtiyacım var.”
Cesur’un sert bakışları karşısında bir kez daha yutkunurken ona tatlı tatlı bakarak karşılık vermeye çalıştım. Hiçbir etkisi olmadı. Yanaklarımın içini ısırarak kendimi alacağım tepkiye hazırladım. Çok geçmeden, “Burada ne s×kim olduğunu açıklayın!” diye kükredi.
Peri kulağıma doğru sokulup, “Galiba altıma işedim,” diye fısıldadı. Ansızın dudaklarımdan kaçmak üzere olan gülüşü son anda bastırabildim. Yine de Cesur’un gözünden kaçmadı. Elbette kaçmadı.
Özgür tüm gücüyle, “PERİ!” diye bağırdığında yanımdaki kadın titredi. Ben bile titredim. Kafasını masum bir ifadeyle kaldırıp, “Efendim,” dedi.
“MASANIN ÜSTÜNDE SENİN NE İŞİN VARDI?”
“B-bilmiyorum.”
“DANS EDİYORDUN!”
“Dans mı? Ben mi?”
Korumalardan biri, “Abi sadece dans olsa iyi. Adamları dövdü birde. Üstüne atladı resmen,” diye ispiyonladı. Özgür’ün öfkeli ifadesine sinen şoku gördüm. Peri hızla kendisini savunmaya çalıştı. Hızlı konuştuğu için kelimeleri hepten yarım yamalaktı.
“Beni rahat bırakmıyordu.”
“Kim?” diye kükredi Özgür. “Hangi it?”
Aynı koruma, az ötede iki seksen yatan adamı gösterdi. Bunu biraz çekinerek yapmıştı. Çünkü yerdeki adamın yüzü tırnak izleriyle doluydu. Saçı başı dağılmış, üstü parçalanmıştı. Deve kadar adamdı ama Peri’den dayak yemişti ve bu durum oldukça garipti.
Özgür adamın hâlini gördüğünde gözleri dehşetle irileşti. “Bunu sen mi yaptın?”
Peri uysal uysal kafasını salladı. “Beni kızdırmıştı.”
Tuna kocaman sırıtarak Özgür’ü dirseğiyle dürttü. Onun ne ara geldiğini bile anlamamıştım. “Aman karını kızdırayım deme yoksa seni elinden alamayız lan. Parça pinçik eder seni. Helal kız sana.”
Bu sırada Eva tepki görmek istemiyormuş gibi kucağındaki kediyi havaya kaldırıp onun arkasına saklandı. “Bak sevgili kocam, ailemizin yeni ferdi. Adı Absent.”
“AT O PİRE TORBASINI ELİNDEN EVA!”
Eva kediyi hızla kendisine çevirip beceriksizce gülümsedi ve onu sakinleştirmeye çalıştı. “Ah, ağlama, ağlama. O da seni sevdiğini söyledi bebeğim. Hayvanın teki olduğu için bunu böğürerek söylemeyi tercih etti ama olsun.”
Cesur fırtınalı bakışlarını üzerimden bir milim bile çekmemişti. Bunun verdiği ağır hisle derin bir nefes alarak göğsümü şişirdim. Öfkeli olmasını anlıyordum ya da anlamıyordum. Doğru düşünebilecek hâlde değildim. Nitekim omzumdaki örtüye iyice sığınırken, “Çok eğlenceliydi, Cesur. Bunu sık sık yapabilir miyiz? İki tane adamın kafasında şişe kırdım,” dedikten sonra elimi yumruk yapıp havada savurdum. “Birine de yumruk attım. Tıpkı senin yaptığın gibi.” Elime bakarken yüzümü buruşturdum. “Parmaklarım acıyor. Bir de... galiba uykum geldi.” Belki hayal gördüm ama bakışlarına bir yumuşama yayıldı sanki.
Derken mekânın sahibi girdiği delikten hışımla çıkarak bağırmaya başladı. “Abi hoş geldiniz demek isterdim ama şu rezalete bakın! Her yer zarar ziyan-”
“Uzatma,” dedi Cesur adamın isyanını hızla keserek. “Eğer uykusunu kaçırırsan o geveze çeneni kırarım.”
Adam suspus kesildi. Cesur bana doğru yürümeye başlarken Tuna’ya adamla ilgilenmesi için bir bakış attı. Sanırım zararının tamamının karşılanması içindi. Ona doğru kollarımı uzattım ve beni kolayca kucağına aldığında ilk yaptığım şey burnumu boynuna bastırmak oldu. Keyifle mırıldandım.
Göz ucuyla Akın’ın gidip Eva’yı omzuna attığını gördüm. “Koca ayı!” diye bağırdı Eva. “Üzerine kusacağım, indir beni!”
“Hele bir kus bak sonra neler oluyor.”
“Kedimin bile başı döndü!”
“O pire torbası bizimle gelmiyor Eva!”
“Onun adı Absent ve bizimle geliyor. Tırmala onu kızım... ya da oğlum.” Kedinin patisini tutup Akın’ın kalçasına geçirmeye çalışırken hayli komikti ve kedinin çaresizliğine üzülmüştüm. Kesinlikle Eva’ya denk geldiği için hayatının hatasına düşmüştü.
Cesur beni ağır adımlarla kapıya doğru taşımaya başlarken Özgür’ün, “Kalk ayağa,” diye homurdandığını duydum. Peri gözlerini kırpıştırarak ona baktı.
“Ayakkabılarım yok ki.”
“Ayakkabılarını bulun!”
Birisi sağa sola fırlatılmış ayakkabıları getirdi. Peri onlara garip garip baktı. “Nasıl giyeceğim?”
“S×keyim! Kalk ayağa. Onlarsız da yürüyebilirsin.”
Kadının güzel yüzünün asıldığını gördüm. “Sen neden beni kucağına almıyorsun?” diye küskün şekilde sordu. Özgür başında zebani gibi beklemeye devam ettiğindeyse homurdandı. “Ah, tamam, tamam. Benden nefret ettiğini unutmuşum,” dedikten sonra ayakkabılarını getiren adama dönerek kollarını uzattı. “Beni sen taşır mısın lütfen?”
Adam iki adım geri kaçarken yüz renginin bir ton açıldığını fark etmemek imkânsızdı. Özgür ise bir ton daha öfkelendi. Eğilip kadını hızla kucakladığında, “Bir daha içki şişesinin yanından bile geçmeyeceksin beni duydun mu?” diye söyleniyordu.
“Emirler, emirler...” dedi Peri elini gelişigüzel havada savururken. Kafasını Özgür’ün göğsüne dayamıştı ve dünyanın en rahat yatağındaymış gibi adamın kollarında kıvrılmıştı. “Ben senin askerin değilim.” Dudakları eğrildi. “Karınım,” dedi ama sonra sanki ağzından yanlış bir şey kaçırmış gibi eliyle dudaklarını örtüp güldü. “Özür dilerim. Böyle söylemem yasaktı.”
Özgür’ün tek yaptığı homurdanmak ve küfretmek oldu. Akın da aynı şekildeydi çünkü Eva kedinin minik tırnaklarını kullanabilmek için elinden geleni yapıyordu. Bense Cesur’un boynuna yeniden sokuldum ve gözlerimin kapanmasına izin verirken, “Beni bırakma,” diye mırıldandım. “Lütfen beni bırakma.”
“Asla fırtına.”
“Uykum geldi.”
“Uyu koynumda.”
“Korkuyorum,” dedim ama neden korktuğumu bile hatırlamıyordum.
“Ben yanındayım.”
“Hmm... o zaman gözlerimi kapatıyorum ve saymaya başlıyorum.” Gözlerim zaten kapalıydı. Bir baş belasıyla karşı karşıyaymış gibi kısaca kafasını iki yana salladı. Güldüğünden emindim. Görebilmek için gözlerimi aralamaya çalışsam da başaramayarak bir şeyler homurdandım.
“Bir... iki...”
Ve uyudum.
×××
Miray bir tepsiye yerleştirdiği ilaçlar ve büyük bardak suyla birlikte pencerenin önüne çekilmiş olan tekli koltuğa yerleşmiş adamın yanına gitti. Başını arkasındaki yastıklara yaslamış, yaralı bacağını önüne çektiği pufa uzatmıştı. Hâlâ takım elbisesini çıkartmamıştı, sadece ceketi omuzlarında değildi. Gömleğinin tüm düğmeleri açıktı ve karnındaki bandajın bir kısmı görünüyordu, etrafında kan izleri vardı. Bunu fark ettiğinde içine çöreklenen acıyla yutkundu. Müdahale etmeyi çok istiyordu ama izin vermeyeceğinden emindi. Bunu bildiğinden dolayı sıkkın bir solukla göğsünü şişirdi.
Barut’un gözleri kapalıydı. Uyumadığından emindi ama yine de onu rahatsız etmek istemiyordu. Ancak ilaç saati geldiği için buna biraz mecburdu. Orada olduğunu belli etmek istercesine hafifçe boğazını temizledi. Adam hareket etmedi. Bunun üzerine, “İlaçlarını getirdim abi,” dedi nahif sesiyle. Reddedilmekten korktuğu her hâlinden belliydi.
Miray’a epey uzun gelen bir süreden sonra Barut gözlerini açarak yavaşça doğrulmaya çalıştı. Onu zorlamak istemediğinden dolayı tepsiyi iyice yaklaştırdı. Hapların hepsini avucuna alıp aynı anda ağzına attı. Ardından da sudan yudumladı. İşi bittiğinde bardağı tepsiye geri bırakıp yeniden kafasını arkasındaki yastıklara dayayarak gözlerini kapattı. Sessizdi. Barut hiç olmadığı kadar sessizdi.
Miray onu anlayışla karşıladı. Bugün Mila’nın cenaze töreni düzenlenmişti. Toprağa verilen bedeni neredeyse kül hâlindeydi ve ufacık bir torbaya sığacak kadardı. Sadece onu hatırlamak bile midesinin çalkalanmasına neden oldu. Kadınla yıldızları hiçbir zaman barışmamış olsa da kimsenin o şekilde acımasızca ölmesini istemezdi.
Tepsiyi elinden bırakmadan köşedeki ada tezgâha yöneldi ve yeni ilaçları çıkartıp yeni bir bardağa su doldurduktan sonra bu kez koltukta uzanan abisinin, Gökhan’ın yanına gitti. Orta sehpanın kenarına oturarak getirdiği ilaçları ona uzattı.
“İç bakalım. Ağrın mı var? Terlemişsin biraz.”
Gökhan bir saniye bile beklemeden hapları alarak yuttu. Yeniden kendisini koltuğa bırakırken, “Yok bir şeyim,” dedi sıkılı dişlerinin arasından.
Miray onaylamıyormuş gibi kafasını ağır ağır iki yana salladı. “Bana yalan söylemeye de mi başladın abi? Hastanede biraz daha kalmalıydınız. Çok erken ayrıldınız ve sadece ilaçlar sizi yatıştırmaya yetmiyor görüyorum.”
“Uyudum mu geçer gider boş ver abicim,” dedi Gökhan önemsiz bir ayrıntıdan bahsediyormuş gibi. Evet, ölümden dönmek onun için önemsiz bir ayrıntıydı.
Miray hüzünle dudaklarını büktü. Olayları öğrendiğinde eğitimi için yerleştiği Bakü’deydi. Nasıl geldiğinden haberi bile yoktu. Zaten ellerinden gelse gizli tutacaklarından emindi ama ikisi de yaralandığı için diğerleri durumu gizlemeyi akıl edememişti. Bu iki adam onun değer verdiği en öncelikli kişilerdi. Birisi öz abisi, diğeriyse kuzeniydi. Anne ve babasını kaybettikten sonra ailesini bu iki adamdan ibaret kılmıştı, çünkü diğerlerinin kuru kalabalık olduğunu anlaması pek sürmemişti.
Gökhan kız kardeşine bakarken gözlerinde saf sevgi vardı. Belki de bu hisle baktığı tek kadındı. Yirmi üç yaşındaydı. Aralarında yedi yaş bulunuyordu ve bundan dolayı Miray onun için küçük bir sürpriz gibiydi. Hüzünle bükülmüş olan ince kaşlarını, ağlamaklı duran dudaklarını ve yorgunluktan kızarmış gözlerini uzun uzun izlediği sırada, “Git biraz dinlen güzelim. Peşimizde dolanmaktan perişan oldun. İyiyiz biz,” diye mırıldandı.
“Sorun değil. Siz uyuyana kadar bekleyeceğim.”
“Bir avuç hap içirdin bize. Yarım saate sızarız zaten.”
“Bırak durayım yanınızda. Beni hep uzak tutuyorsunuz zaten,” dedi biraz isyan edercesine.
“Öyle olmaya da devam edecek,” dedi Gökhan bu asla değişmeyecek bir kuralmış gibi. Ardından kardeşine Barut’u işaret edip onları yalnız bırakmasını bakışlarıyla vurguladı. “Git yat hadi. Bir şey olursa sesleniriz sana.”
“Söz mü?”
“Söz güzelim söz.”
Miray istemeye istemeye ayaklanıp tepsiyi topladı. Henüz akşam yeni yeni oluyordu ama gerçekten de yorgundu. Hastane köşelerinde dolanmak ve hemen üstüne gelen cenaze töreni onu epey tüketmişti. Gönlü abilerinin yanında kalmaktan yana olsa da belli ki onların kendi aralarında konuşmaları gereken şeyler vardı. Bu yüzden oradaki işlerini bitirerek aynı kattaki kendisine verilmiş odaya çekildi.
Gökhan kız kardeşinin gitmesiyle birlikte bakışlarındaki tüm sıcaklık da kayboldu. Buz gibi bir hissin sindiği gözlerini Barut’a saplayıp, “Abi?” diye seslendi. Adamın çehresi öyle yorgundu ki onu uzun zamandır ilk kez böylesine tükenmiş görüyordu. Ağzının içerisinde bir şeyler homurdandı. Kadınını kaybetmişti. Böyle olması gayet normaldi. Dişlerini sıktı. Onun böyle olmasına sebep olan herkesin sonu olacaktı. Mermiyi kafasına sıkmadıkları için hepsini buna pişman edecekti.
“Var mı istediğin bir şey?”
Barut, “Yok,” dedi dümdüz bir sesle.
Gökhan bu sorudan nefret etse de sormaktan kendini alamadı. “İyi olduğuna emin misin?”
“İyiyim,” dedi.
Sahi iyi miydi? İçinde bir kitabın kapağının kapandığını hissediyordu. İki kutbu birbirine tutan o bağ kopmuş gibiydi. Acının tadını alabiliyordu ama boşluk daha ağır basıyordu ve boşluk onu adım adım hissizliğe götürüyordu.
Gökhan gelişigüzel kafasını salladı. Bildiği bir şey varsa o da Barut’un iyi olmadığıydı. Ne kadar hasar aldığını anlamaya çalışıyordu ama şimdilik onu çözememişti. Bugünkü cenaze töreninde sanki en yakınını değil de bir yakınını kaybetmiş gibi öylece durmuş, başsağlığı dileklerini kabul etmişti. Tek damla gözyaşı dökmemişti. Gökhan bunun anlamını biliyordu.
O gözyaşlarını başkaları dökecekti.
Boğazını temizleyip konuya dümdüz şekilde girmeyi tercih etti. “Halide Çağlayan’ı aramışsın? Ona Filiz’i söyledin, değil mi?”
Barut kısaca kafasını salladı. “Evet.”
“Ne yaptı peki? Ortalığı birbirine kattı mı?”
“Hayır.”
“Nasıl hayır? Filiz yüzünden delirmemiş miydi o? Yaşadığını öğrenince ortalığın am×na koyması lazımdı.”
Barut’un karanlık bakışları odanın içerisinde belirsiz bir noktaya saplandı. “Öyle olmasını ummuştum ama hiçbir şey yapmadı.”
“Belki de doğru anı bekliyordur,” diye fikir yürüttü. “Sinsi yılanın teki olduğunu biliyoruz.”
“Belki de biraz daha çomak sokmak gerekiyordur,” dedi sakince. Ardından kenardaki sehpanın üzerinde duran telefonuna uzandı. Suratındaki ifadeden hiçbir şey anlaşılmıyordu.
“Ne yapacaksın? Onu daha çok kışkırtacak mısın?”
“Ona Filiz’in açık adresini göndereceğim.”
Gökhan’ın kaşları havalandı. “Abi, bekle,” diye uyardı. “Belli ki Halide Çağlayan edindiği bilgiyi gizli tutmayı seçmiş. İlla ki bir planı vardır eminim. Ne yapacağını beklememiz daha doğru olmaz mı?”
“Ne beklemesi Gökhan? Artık beklemeyeceğim. Kim neyi hak ediyorsa onu yaşayacak.”
“Kadın çıldırıp Filiz’in kapısına dayanırsa bu olay patlar ben sana diyeyim. Filiz’in yaşadığını herkes öğrenir. Sonra olaylar olaylar.”
“Önemi yok. Ortalık karışsın işime gelir. Çıldırsın, gidip Filiz’in kapısına dayansın. Yılan planlarını bekleyecek sabrım yok. İstediğim tepkiyi verecek, o kadar.”
Sonra da Filiz’in yeni adresini Halide Çağlayan’ın numarasına gönderdi.
♧
Deniz, Eva ve Peri üçlüsünü nasıl buldunuz? 🤭
Tiktok hesabı açtıkkk 🥳 Bizi @yazarimsibirileri olarak bulabilirsiniz desteklerinizi bekleriz ve kocaman öpücükler gönderirizz
Hikâyenin sansürsüz ve tam sahneli hâli Inkspired ve Wattpad'tedir.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 65.91k Okunma |
4.22k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |