63. Bölüm

63. BÖLÜM

Yazarimsibirileri
yazarimsibirileri

Çok beklediniz biliyoruz, bunun için olabildiğince uzun tuttuk 🤩

Satır arası yorumlarınız ❤️ biz...

Bölüm sonu yorumlarınız ❤️ biz...

Yorumlarınız ❤️ biz...

Yani... bizi yorumsuz bırakmayın 🥺🥺

DJ, repertuvarındaki oryantal müzikleri mükemmel şekilde mix yapmıştı. Kusursuzdu. Alanda oynamayan, kendisini müziğe kaptırmamış olan kişi sayısı yok denecek kadar azdı. Yerleştirilen kare platformlardaki dansözler ise geceye renk katıyordu. Dans şovları, şuh bakışlar, kıvrak vücutlar havaya deste deste paraların saçılmasını sağlamıştı. Öyle ki zemin neredeyse görünmeyecek hâldeydi. İçki servisindeki bargirl ekibinin bile sağına soluna dövizler sıkıştırılmıştı. Bu gece paralar havada uçuşuyor, eğlence zirveden hiç düşmüyordu.

“Bence haftada bir böyle bir organizasyon yapalım,” dedi Tuna keyifli şekilde dans eden kadınları izlerken. “Millet kurtlarını ve paralarını dökecek yer arıyormuş. Hem zevkli hem kârlı iş. Ne dersiniz?”

Cesur yorumda bulunmadı. Akın da öyle. İkisi de gözlerini bile kırpmadan kalabalığın ortasında eğlenen kadınlarını takip ediyordu. Özgür ise bardağındaki içkinin tamamını bitirdikten sonra homurdandı.

“Unut onu derim.”

Tuna sanki fikri kabul edilmiş gibi sırıtıp omzunu Özgür’ün omzuna vurdu. “Şu suratını düzelt lan. Kötü kaynanalar gibisin.”

“Siktir git.”

“Ben gidersem senin sirke satan yüzünü kim güldürür hiç düşünüyor musun?”

“Tuna!”

“Efendim canım kardeşim. Gül yüzlü, tatlı sözlü kardeşim.”

“Zevzek.”

“Bu akşam seninle konuşulmuyor bile sirke surat,” derken hınzır şekilde gözleri parlıyordu. “Hayır, asıl endişelenmesi gereken, gergin olması gereken, diken üstünde durması gereken ve surat asması gereken benim ama sen benden rol çalıyorsun resmen.”

Özgür sabır dilenircesine gözlerini havaya dikip homurdandı. Ancak bu Tuna’yı durdurmaya yetecek etkide bir tepki değildi. Yeniden omzuyla Özgür’ü dürttü. “Neden diye sormayacak mısın?”

Özgür bıkkın bir şekilde soluğunu verirken sırf ondan yakasını kurtarabilme umuduyla sordu. “Neden?”

“Karın yüzünden!” dedi sinsi sinsi sırıtarak. “Eva ne yaptı ne etti ona içki içirmeyi başardı. Gördün, değil mi?”

Ağır ağır kafasını sallarken, “Gördüm,” dedi, görmez olaydım der gibi bir edayla.

“Adamlarım tedirgin birader. Her an elli kiloluk bir kadın tepelerine tüneyecekmiş gibi diken üstündeler. Elli kiloluk bir kadından dayak yemekten korkuyorlar. Hepsi huzursuz. Şunların suratlarına bak,” derken bir köşedeki dört kişilik grubu gösterdi. Dördü de rahatça takılıyordu, ancak durumu dramatikleştirmede Tuna’dan ustası yoktu. “Yüzlerinde nur kalmamış. Gözlerinin feri kaçmış. Elleri titriyor, bak. Kadehlerindeki içkilerin nasıl oynadığına bak. Karın neredeyse adamlarımı altına işetecek. Geriliyorum.”

“Tuna...”

“Efendim güzel kardeşim?”

“Siktir git ulan.”

Cesur bıyık altı gülüşünü dudaklarına götürdüğü içki bardağının ardında saklarken Akın kahkaha patlattı. Belirginleşen gamzeleri serseri havasını anında dağıtıp ona tatlı esintiler sunduğunda yakınlardaki birkaç kadından iç çekişler duyuldu. “O adamın yolunmuş hâlini görünce ben de bir korkmadığım değil,” diyerek Tuna’ya katıldığında Özgür yeniden homurdandı.

“İçkiye karşı çok zayıf ve senin karın ona dördüncü bardağı içirdi. Çenesini tutup bardağı ağzına dayayarak!” derken resmen tıslamıştı. “Eğer bir sorun çıkartırsa asla uğraşmam. Karının sorumluluğunda.”

Akın sırıtmaya devam etti. “Karım ne yaparsa doğruyu yapar.”

“Piç,” diye homurdandı. “Eva bana inat yapıyor. Salak değilim. Onu kıskanacağımı falan sanıyor sanırım. Karını bu saçmalıktan uzaklaştırsan iyi edersin. Canım sıkılmaya başladı.”

Akın’ın yüzündeki gülümseme yavaş yavaş kaybolurken tepki vermeden kardeşini izlemekle yetindi. Gecenin başından beri süregelen gerginliği, oturduğu yerde asla rahat olamaması artık iyice gözüne batar olmuştu. Bu aşırı tepkilerinin altında yatan neydi? Yoksa Eva haklı olabilir miydi? Kafasını belli belirsiz iki yana salladı. Eva yüzünden onun da aklı karışmaya başlamıştı.

Özgür sinirlerini bastırmaya çabaladı. Aslında neden sinirli olduğunu bile bilmiyordu. Gözleri yeniden alana kayıp Eva’yla sırt sırta vererek dans eden Peri’yi bulduğunda içinden sabır çekmeye başladı. Elbisesinin eteği her sağa sola salındığında gerginliği zirveyi buluyordu. Kendisini yatıştırmak istercesine çenesini ovaladığı sırada, “Onu böyle giydirip süsleyerek ne yapmaya çalışıyorsa vazgeçmesini söyle,” diye homurdanmadan edemedi. Kahrolası kadın o kısacık elbisenin içerisinde öyle güzeldi ki büyülenmiş gibi ona bakmamak için gecenin başından beri kendisini milyon kez uyarmak zorunda kalmıştı.

“Ne giydiği umurumda da değil!” diye eklemeden de edemedi. Ancak içinden geçenlerle dilinden dökülenler epey farklıydı. Bu farktan nefret ediyordu. “Ama başka bir adam yanlış bir harekette bulunursa...” Çenesi kasıldı. O adamın Peri’ye değen her uzvunu yerinden sökerdi.

“Sakin ol şampiyon,” dedi Tuna yavaşça. “Kimsenin yanlış bir harekette bulunmasına izin vermeyiz. Kimse de yanlış bir harekette bulunacak kadar salak değil. Buradaki adamların ellerini bilekleriyle bütünken sevdiklerine eminim.”

Özgür’ün verdiği cevap yenilenmiş içki bardağını kafasına dikmek oldu. O da bu gece ipin ucunu kaçırmıştı ve tutmaya hiç niyeti yoktu. Kahrolası kına gecesi fikrinden nefret etmişti ama kimse onu umursamamıştı bile. Eva bir şekilde Deniz’i ikna edip kabul ettirmişti. Işık hızıyla her şeyi ayarlamış, planlamış ve hayata geçirmişti. Şimdiyse dibine kadar keyfini çıkartıyordu. Üçü de kan kırmızısı elbiselerinin içerisinde, alanın tam ortasındalardı. Tüm ilgi onların etrafında dönüyordu.

Abisi rahatsızmış gibi görünmüyordu. Sadece biraz gergindi ve en ufak bir yanlış hareket ararcasına gözlerini Deniz’in üzerinden ayırmıyordu. Akın bile başta karşı çıkmışken şu anda sakince olduğu yerde durabiliyordu. Peki ona ne oluyordu? Neden bir köşeden izlemek bu kadar canını sıkıyordu? Neden başka adamların olmasından aşırı rahatsızdı? Ki eşi olmayan hiçbir adamın bu gece içeriye girmesine izin vermemişlerdi. Neden kimse ona bakmasın istiyordu? Kahrolası kadın neden bu kadar güzeldi?

Özgür bu düşüncelerden sıyrılmak istercesine kafasını silkeler gibi iki yana sallayıp yeniden içki bardağına sarıldı. “Ne zaman bitecek bu şey?” dedi saat ilerledikçe artan gerginliğini bastırmakta zorlanarak. Yüzünü buruşturdu. İçki bile onu rahatlatmaya yetmiyordu.

“Daha başlayalı iki saat bile olmadı,” dedi Tuna.

Ona ters bir bakış attı. “Yani?”

“Yanisi...” Çenesini kaşıdı. Durumdan eğlendiğini gizlemek için elinden geleni yapıyordu. “Gece yeni başlıyor birader.”

“Size yeni başlasın. Ben Peri’yi eve geri götüreceğim,” diyerek ayaklanmaya niyetlenmişti ki Cesur müdahale etti.

“Kimse bir yere gitmiyor. Otur oturduğun yerde.”

“Abi içtiğinde ne yaptığının farkında bile olmuyor. Bela açacak başımıza-”

“Kız eğleniyor. Kendi ayrılmak istediği ana kadar eğlenmeye devam edecek, Özgür.”

“Ya magazin bir şekilde onun bu sapıttığı hâllerini çekip basına sızdırırsa. Yeniden ailesiyle uğraşmak zorunda kalacağız-”

“Ben uğraşırım koçum. Sen dert etme.”

Dişlerini sıktı. Yerinde zor duruyor gibiydi. “Neden onun için zahmete giresin ki?”

Cesur kolunu Tuna’nın koltuğunun arkasına atarken bedenini tamamen kardeşine doğru çevirdi. “Çünkü yapabilirim,” dediğinde arzu ettiği her şeyi o saniyede elde edebilecek bir adam gibi duruyordu. Gözlerini hafifçe kısıp, “Ne bu gerginliğin senin? Bilmediğim bir şey mi var?” diye sorguladı.

“Yok abi. Sorun yok.”

“Emin misin?” diye son kez sorduğunu belli etti.

Özgür omuzlarını dikleştirirken bu sancılı anın son bulması umuduyla ansızın, “Onu burada istemiyorum,” deyiverdi. Sonra da altını doldurmaya başladı. Amacı Peri’yi buradan, ilgili bakışlardan ve diğer tüm adamlardan uzaklaştırmak için göze batmayacak bahane bulmaktı. “Sürekli onu kontrol etmek bunaltıcı. Keyfimi kaçırıyor.”

Cesur bunu duyduktan sonra kısa bir an duraksadı. Kaşları çatıldı. “Neden getirdin o zaman?”

“Eva ısrar ettiği için.”

Yalnız ve dışlanmış hissetmemesi için.

Onu yeniden görebilmek, yakınında olabilmek için.

“Sadece bu mu?”

“Sadece bu.”

“İyi öyleyse. Tuna,” diyerek sağındaki adama seslendi ama gözleri hâlâ Özgür’ün üzerindeydi. “Yarın düğünden sonra kız İtalya’ya gidecek. Gereken her şeyi ayarla. Bu gece onun buradaki son gecesi.”

“Oldu bil abi,” dedi Tuna sorgulamadan. Artık gülmüyordu.

Özgür, “Onu burada istememiştim,” dedi bastırdığı öfke duygusu yüzünden boğukça. “Ülkeden gitmesine gerek yoktu.”

“Memnun değil misin? Hani keyfini kaçırıyordu?”

“Öyle ama...”

“Ama?”

İçki bardağının etrafındaki parmakları sıkılaştı. “Ailesi bundan hoşlanmaz. Henüz gitmesi için erken olduğunu biliyorsun,” dedi aklına gelen ilk fikri ortaya atarak.

Cesur’un umurundaymış gibi görünmüyordu. “Artık halledilmeyecek bir konu değil.”

“Düğün arifende böyle şeylerle uğraşmanı istememem abi,” derken boğulacak gibiydi. Umursamaz görünmeye çalışırken içten içe ateşin üzerindeki kazan gibi fokurduyordu.

“Sen bana bırak.”

Özgür diyecek başka bir şey bulamadı. Kafasının içerisinde çanlar çalıyordu ve bundan nasıl sıyrılacağını bilmiyordu. İki dakika içerisinde her şeyi batırmıştı. Kimseye belli etmeden nasıl toparlayacağını da hiç bilmiyordu. Kadının sadece buradan gitmesini istemişti. Ülkeden değil. Tamamen değil. Kahrolası kısa elbisesini sağa sola sallamasını başka kimse izlemesin istemişti. Belli belirsiz gülümsemelerini görmesinler, gamzelerinin ona ne kadar yakıştığını onlar da düşünmesin diyeydi tüm derdi.

Kulağına dolan çatlama sesi onu kendisine getirdiğinde acıyı ancak hissedebildi. Olayı fark eden bir kadının çığlığını belli belirsiz duyarken gözlerini kanlanan avucuna düşürdü. İçki bardağını nasıl bir güçle sıkmışsa onu avucunda parçalamıştı. Akın ve Tuna’nın telaşını duymazken gözleri doğruca abisini bulduğunda çenesini kastı. Ona dik, geri adım atmayacak bir bakış gönderdi. Boyun eğmeyeceğini açıkça belli etti. Karşı koydu. Hatta meydan okudu. Buna rağmen ondan alabildiği tek karşılık koyu kahve harelerine sinen eğlenmeydi. Abisi ona eğlenceli bir şeye bakar gibi bakıyordu. Bu durum daha çok sinirlerini bozdu.

“Ah, gel buraya. Seninle ilgilenmeme izin ver,” diyen bir kadın ansızın yanında belirip kanın akmaya devam ettiği elini avucuna alarak boynundan çözdüğü fularını etrafına doladı. Fırsatını bulduğunu saklamıyordu. İşveli, çekici ve güzel bir kadındı. Bundan bir zaman önce karşısına çıksaydı gecenin sonunu onunla noktalardı, ancak artık işler eskisi gibi yürümüyordu. Elini geri çekmeye niyetlendiği sırada alana kısa bir kontrol bakışı attı. Peri öylece durmuştu, doğrudan ona bakıyordu. Sonra midesindeki her şey ağzına yükselmiş gibi elini ağzına bastırmış ve açık bir iğrenmeyle yüzünü çevirip kalabalığa karışmıştı.

Özgür hâlâ eliyle ilgilenmeye çalışan kadını farkında olmadan iterek önünden çekip ayaklandı. Diğerlerinin söylediği hiçbir şeyi duymuyordu. Kalabalığın içerisinde Peri’yi arıyordu. Neredeydi? Nereye kaybolmuştu? Sonra onu gördü. Asansörlerin oradaydı. Hızla ona doğru yönelerek masadan ayrıldı.

Avucundaki kesik umurunda bile değildi. Derin değildi, hafif sızlıyordu ve kan akıtmaya devam ediyordu. Ancak buna rağmen yumruğunu sıkmaktan kendisini alamadı. Yanlış anlaşılmayı dert etmemesi gerekiyordu. Umurunda olmamalıydı ama kadının yüzüne sinen iğrenmeden nefret etmişti. Mide bulandıran bir adam olmak istemiyordu. Diğerleri hiç önemli değildi ama Peri böyle düşünmemeliydi.

İki yana açılan asansör kapısından geçmeye hazırlanan kadını fark ettiğinde, “Peri!” diye bağırdı. Dönüp bakmadı bile. Asansöre bindi ve kapılar kapandı. Nereye gidiyordu? Kulüpten çıkmayı düşünmemesini umarak diğer asansörün düğmesine bastı. Üst kata çıktı. Onu lobideki adamlara derdini anlatmaya çalışırken bulduğunda bir an için durup ne istediğini anlamaya çalıştı. Öyle güzel kafayı bulmuş hâldeydi ki kelimelerinin hepsi yarım yamalaktı.

“Araba! Araba diyorum! Gitmem gerek. Biriniz... biriniz beni götürebilir mi?”

“Abi,” diyerek selam verdi oradakilerden biri. Adı Emir’di. “Yenge eve mi gidecekti?”

Peri arkasını dönüp orada adamı gördüğünde elektrik akımına kapılmış gibi irkildi. Yine yüzü düştü. Burnunu çekerek sırf oradan kaçmak için asansöre geri yöneldiğinde Özgür onu kolundan tutarak durdurdu. “Gitmeyecek,” dedi kadına ters ters baktığı sırada. “Siz işinize bakın.”

“Bırak beni!”

“Yürü.”

“Gelmeyeceğim!”

“Geleceksin.”

Çırpınıp tırnaklarını kolunu tutan ele geçirdi. “Bırak beni dedim!”

“Bağırmayı kes, Peri. Bana sormadan nereye gittiğini sanıyorsun?”

“Sana sormak zorunda değilim!”

Merdivenleri geride bırakıp üst katın koridoruna ulaşmışlardı. Kadın çırpınmaya devam ediyordu. Özgür ise onu bırakmaya tövbe etmiş gibiydi.

“Atacağın her adımı bana sormak zorundasın.”

“Pislik!”

“Peri!”

“Sen tanıdığım en pislik adamsın!”

Hırçınlığı katlandıkça katlanan kadını ulaştığı odanın kapısından içeriye itti. Peşlerinden kapıyı büyük bir gürültüyle üzerine vururken, “Hayatında bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar adam tanıdın. En kötüsü benim, öyle mi?” dedi hiddetle. “Ne yaptım sana? Nişanlın gibi mi davrandım? Tek arkadaşınla yatıp, seni kullanıp, aradan çekilmen için ölmeni mi istedim?” Durdu ve devamında daha hiddetli şekilde bağırdı. “Ondan daha kötü olacak ne yaptım sana ben?”

Peri dumanlı kafasının verdiği cesaretle Özgür’ü sertçe itti ve ona zehrini kusmaya devam etti. “Nefret ediyorum senden! Tiksiniyorum! İğrençsin! İğrenç birisin sen!”

“Ben mi iğrencim?” dedi Özgür çıktığı yüksek seviyelerde kalmaya devam ederek. Çıldırmış gibiydi. “Nişanlın olacak o piç değil de ben mi?”

“Sen,” dedi genç kadın. Yumruk yaptığı elini adamın göğsüne indirdi. “Sen,” dedi bir kez daha. “Nişanlım değil... sen... kocam...” Damlalar usulca kızarık yanaklarına döküldü. Göğsü körük gibi inip kalkıyordu ve bedeni titriyordu. “Benim onurum hiç önemli değil senin için. Herkesin içinde... herkesin içinde...” Devamını getiremeyip hırçın hareketlerle yanaklarını ıslatan yaşları sildi. Özgür’den uzaklaşmak istedi, ancak adam peşinden ayrılmayarak odanın içerisine doğru onu takip etmeyi bırakmadı. Bu durum yeniden sinirlerinin gerilmesine neden oldu. “İnsanlar bana ne gözle bakıyor haberin var mı?” dedi ağlama isteğiyle güçbela savaşırken. “Herkesin içerisinde başka kadınlarla... yakınlaştığında... beni nasıl küçük düşürdüğünü biliyor musun? Biliyorsundur! Eminim hoşuna da gidiyordur! İnsanların bana gülmesi seni mutlu eder. Umurunda olmadığımın farkındayım. Benden nefret ettiğini biliyorum-”

Özgür yüzünü buruşturdu. “Hiçbir şey bildiğin yok.”

“Benden nefret ediyorsun!” dedi genç kadın tek gerçeğin bu olduğundan eminmiş gibi. “Üstelik bunu herkese göstermeyi de seviyorsun! Bana hiç değer vermediğini herkes biliyor. Beni ayaklarının altına almaktan hoşlanıyorsun. Onurum ya da gururum umurunda bile değil. Oradaki... oradaki her kadın benimle dalga geçiyor. Duydun mu sen de? Söylesene... duydun mu? Beğendin mi rezilliğimi?”

Özgür bu saçmalığa son vermek istercesine kadını kolundan yakalayıp kendisine çekmek istediğinde ummadığı bir tepkiyle karşılaştı. Peri ele avuca sığmayan bir ateş parçasıymış gibi ona saldırmaya başladı. Göğsüne defalarca vurup tırnaklarını gömleğine bastırdı.

“Senin yüzünden herkes benimle alay ediyor,” diye bağırarak ona yeniden vurmaya kalktığında bu kez Özgür onu yakaladı. Ellerini bileklerinden tutup arkasında, kalçasının üzerinde birleştirerek tek eliyle sabitledi. Avucundaki kesik sızlasa da onu umursamayıp kadını etkisiz kılmayı önceliğinde tuttu. Buna rağmen Peri gözleriyle ateş saçmaya devam ediyordu.

“Beni küçük görüp aşağılıyorlar. İstenmeyen eş. Zoraki evlilik. Hepsi bunu bilmek zorunda değildi.” Güçlükle yutkundu. “Herkes benim istenmeyen gelin olduğumla ilgili konuşurken kocam da onlara çanak tutar gibi başka kadınlarla yakınlaşıyor. Herkesin gözü önünde!” Yaşlar yeniden gözlerine hücum ettiğinde görüşü buğulandı. “Benden bu kadar mı nefret ediyorsun? Etrafta başkaları varken rol yapamayacak kadar mı? Canımı yakıyorsun. Çok canım acıyor. Yetmez mi sana bu kadar? Alamadın mı öcünü hâlâ benden?”

“Peri...”

“Gönder beni,” diye yakardı. “Seni başka kadınlarla görmek beni mahvediyor. Çok... çok rezil hissediyorum.” Kafasını şiddetle iki yana salladığında kirpiklerinin arasında birikmiş olan yaşlar yanaklarına dökülecek fırsatı buldu. “Bana verdiğin bu ceza çok ağır. Daha ne kadar ileriye gideceksin? Kaldıramıyorum. K-kaldıramıyorum artık.”

“Peri!”

Onu dinlemedi. Duymuyordu bile. “Niyetin ne? Bana daha fazlasını mı izlettireceksin? Onlara dokunmanı... ö-öpmeni...” Sanki aklına gelenler ona çok ağır gelmiş gibi titredi. “İzledim. Onları... ö-öpmeni izledim... daha fazlasını kaldıramam-”

Özgür doğruyu yanlışı düşünmeyi bıraktı. Zaten doğru düşünebildiği de söylenemezdi. Kadını arkasındaki yatağa doğru itip onunla birlikte üzerine düştü. Yeniden çırpınmaya başlamasına izin vermedi, ellerini bileklerinden yakalayıp yüzünün iki yanına bastırdı. Ardından da sıkılı dişlerinin arasından, “Birini gözünün önünde koynuma almışım gibi konuşmayı bırak artık,” dedi buna katlanamıyormuş gibi.

Genç kadın gürültüyle burnunu çekti. “Y-yapacaksın. Böyle giderse onu da...”

“Saçmalamayı kes!”

“Onu öptün ama!”

“Senden sonra başka bir kadını öpmedim!”

“Öptün!”

“Peri!” dedi adını uzata uzata uyarıyla.

Genç kadın, “Gördüm!” dedi yanan bakışlarla ona bakarken. “Bana hep bağırıyorsun, sürekli kızıyorsun. Yanında istemiyorsun. A-ama... ama başka kadınlara izin veriyorsun... gözümün önünde... bu kadar mı iğreniyorsun benden?” Boğazının derinliklerinden boğuluyormuş gibi bir ses çıktı. “Tıpkı... tıpkı... onun gibi... n-nişanlım olacak-”

Özgür cümlenin tamamlanmasına izin vermedi. Eğilerek alnını kadının alnına vurur gibi bastırıp, “Senden iğrenmiyorum. Hiçbir zaman iğrenmedim. Hiçbir zaman... nefret de etmedim,” dedi söyledikleri onun için fazlaymış gibi nefes nefese kalmış şekilde. Gürültüyle iç çekti. “Senden nasıl iğrenilir ki Peri?”

“O yüzden mi başka kadınlar-”

“Başka kadın falan yok,” dedi hafif kızgın tavırla. “Evlendikten sonra başka kadınla olmadım. Kimseye dokunmadım. Kimseyi öpmedim.”

“Y-yalancı.”

“İster inan ister inanma ama bu boktan evliliğe sadığım. Bitene kadar da öyle olacağım. Benim kitabımda biri varken başkası olamaz.”

“A-ama... ama...”

“Ne gördüysen yanlış gördün. Evlendikten sonra sadece sana dokundum. Sadece sen.”

Genç kadın doğru düşünemediğinin farkında bile değildi. Buna rağmen bulanık zihnini zorlayıp çalıştırmak için her yolu denedi. “Yani... benden nefret etmiyor musun?”

“Etmiyorum.”

“H-hiç mi?”

“Hiç.”

“G-gerçekten mi?”

Özgür iradesini kaybetmiş biri gibi usulca eğilerek dudaklarını kadının dudaklarına sürttü. “Gerçekten,” diye fısıldarken aklında olan tek şey onu öpmekti.

Peri kaskatı kesilmekten kendini alamadı. Adama iri iri açtığı gözlerinin ardından dehşetle bakarken, “B-benden,” dedi sonra yutkundu. “Benden... iğrenmiyor muydun?”

“Sana öyle bir şey olmadığını daha kaç kez söyleyeceğim?”

“Ama...”

“İğrenmiyorum.”

“Ben...”

“İğrenmiyorum, Peri.”

Genç kadının yanaklarından yeni damlalar kaydı. Adamın doğruyu söyleyip söylemediğinden emin olmak istercesine ona baktı, ona yaklaştı, sonra yine baktı ve biraz daha yaklaştı. Ürkek tavrıyla dudaklarını çok ama çok hafifçe adamın dudaklarına değdirdi ve yüzünü buruşturmasını bekledi. Ancak beklediği gibi olmadı. Özgür bu hamleye okyanusun ortasında bulduğu can simidiymiş gibi tutunarak onu içinden geldiği gibi ele geçirmek istercesine öptü. Bir süre kopamadı. Nefessiz kalan ciğerlerini son damlasına kadar yorduktan sonra ancak güçlükle geri çekilebildi.

“Neden bu kadar güzelsin ki?”

Peri kesik kesik solumaya başladı. “B-ben mi?”

“Sen,” dedi. Yanağına yerleştirdiği elinin baş parmağıyla kadının belirgin gamzesinin izini okşadı. “Çok güzelsin. Çok... mahvedicisin.”

“B-ben mi?”

“Neden karşıma çıktın ki?” dedi daha sonra. Kadının gözlerine kaybolmuş şekilde bakıyordu ve dalgın dalgın konuşuyordu. “Sen bana ceza mısın, Peri?”

Genç kadın gürültüyle yutkunup kafasını hafifçe iki yana salladı. “Ben sana kötü olan hiçbir şey olmak istemezdim.”

“Bence Allah seni bana utanayım diye gönderdi.”

“N-ne?”

“O kadar temizsin ki... ve ben o kadar kirliyim ki...” Baş parmağıyla kadının gamzesinde daire çizmeye başladı. “Yanına yakışmadığımı biliyorum, sana haksızlık olduğunu biliyorum ama yine de... bırakacak kadar güçlü değilim.”

“Özgür...”

“Çok güzelsin. Adın gibi. Gerçek bir peri gibisin. Ağlama,” diyerek kadının yanaklarından akan damlaları kuruladı. “Ağlama Peri. İçimde bir şey beni boğuyor sen ağlayınca.”

“Sen... b-bana iltifat mı ediyorsun?”

“İltifat ettiğim için mi ağlıyorsun?”

Ufak bir hıçkırık dudaklarından kaçtı. “Beni hep aşağılamıştın...”

“Özür dilerim,” diye fısıldadı. Sesinde acı vardı. “Seninle nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum.”

“Seninle hiç savaşmadım ki.”

Usulca kafasını salladı. “Aptal gibi seninle savaşan benim,” dediğinde itirafı içinin titremesine neden oldu. “Özür dilerim,” dedi yeniden. Dayanamayıp yine kadının üzerine eğildi. Hırsız gibi dudaklarından bir öpücük çaldı. “Sen çok güzelsin.” Bir öpücük daha. “Aptal olan benim.” Bir öpücük daha. “Kendimi nasıl durduracağımı bilmiyorum.” Bir öpücük daha. “Durma desene bana.” Ve bir öpücük daha.

Peri titrek bir soluk aldı. “D-durma,” diye fısıldayarak çekinik şekilde adamın gömleğinin yakalarına tutundu.

Özgür tüm benliğini içine çeken bu andan sıyrılabilmek için son bir gayretle kafasını silkeler gibi hızlı hızlı sallarken, “Dur demen lazım,” dedi. Ancak bunu hiç istemediğini belli edercesine sesi sertti.

“Durma...”

Bir detayın ancak farkına varmış gibi, “Siktir!” dedi kabaca. “Dur desen bile duramam ki zaten,” derken yeniden kadını öptü. Bu kez daha uzun tuttu. “Mahvettin beni. Kendimi tanıyamıyorum. Sen bana ne yaptın böyle?”

“Ö-özür dilerim-”

“Özür dileme. Bundan sonra benden özür dileme. Bunun yerine bana gülümse. Gülümsesen yeter. Gülümser misin?”

Peri kafa karışıklığına rağmen belli belirsiz gülümsemeyi başardı. Karşılığındaysa Özgür günlerce aç kalmış gibi büyük bir iştahla dudaklarına kapandı. Bu onu cesaretlendirdi. Adam geri çekilmeyi başardığında daha geniş gülümsedi. Özgür inleyerek yeniden onu öptü. Her öpüşü bir öncekinden daha yoğun daha talepkârdı.

“Gül bana. Sadece bana gül,” diye sayıklayarak kadının belirgin gamzelerinde dudaklarını gezdirdi. “Sadece bana, Peri. Çünkü sen sadece benimsim. Sadece benim olan tek şeysin.”

Kıyafetler birer birer vücutlarından kayıp yere serildi. Aheste dokunuşlar, acelesiz tavırlar, ağır ağır öpücüklerle kadın kendisini adama açtı. Tatlı iniltiler dudaklarından dökülürken kalan aklı da kafasından uçup gitmiş gibiydi. Zevkin doruklarındaydı. Kafası gibi bedeni de bulutların üzerindeydi. Sıcak ve yoğun hissediyordu. Adam ona öyle güzel davranıyordu ki bu an bitsin hiç istemiyordu. Onun koyuna sokularak sızarken bile aklında olan buydu. Bitmemeliydi.

Ama bitmişti.

Gün ışığı koyu perdelerin aralarından odaya dolduğu anlardan birinde genç kadın yeniden gözlerini açtığında başına saplanan ağrıyla önce yüzünü buruşturdu. Ardından da doğrulmaya çalıştığında yapışık olduğu bedenden yükselen memnuniyetsiz mırıltıları duyunca irkilerek kasıldı. Başındaki amansız ağrıyı bile unuttu. Kafasını yasladığı göğüsten kaldırıp yukarıya baktı ve tıpkı kendisi gibi yeni ayılmış olduğu belli olan Özgür’le göz göze gelince nefesi kesildi. Birbirlerine sarılmış vaziyettelerdi. Çırılçıplak olduklarını anlaması için aşağıya bakmasına gerek yoktu. Örtünün altında onun sıcak tenini netçe hissedebiliyordu.

Yutkundu. Hâlâ adama bakıyordu. Gözlerinin bağı mühürlenmiş gibiydi. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Belli ki Özgür de anlamaya çalışıyordu. Kaşları hafif çatılmıştı. Peri bir kez daha yutkundu. Başının içerisinde büyük bir uğultu vardı. Dün gecenin bazı anıları bölük pörçük hafızasındaydı. Deniz ve Eva biraz içip eğlenmeyi sorun etmezken o, locada kalmayı tercih etmişti. Gecenin sonuna kadar da orada kalacağına dair kendisine söz vermişti. Ancak sonra arkasında konuşan kadınları duymuş ve tüm dengesi bozulmuştu.

“Özgür gibi bir adam bunun neresini beğenmiş de onunla evlenmiş?”

“Mecburi evlilikmiş galiba. İş anlaşması gibi bir şey olduğunu duydum. Kız iyi kâr getirmiş olmalı.”

“Getireceği başka bir şey de yok zaten baksana. Özgür’ün umurunda bile değil. Ortada karısı diye geziyor işte.”

“Sizce Özgür’ü yine yatağa atabilir miyim? Birlikte epey eğlenmiştik. Bununla keyif alamadığından eminim. Kız çocuğundan farksız. Bir şansım olduğuna bahse var mısınız?”

Sonra aralarında iğrenç bir bahisleşme geçmişti. Peri o anlarda yok olmak, kaybolmak isteyecek kadar berbat hissetmişti. Masadaki içki dolu bardağa uzandığını hatırlıyordu. Gerisini Eva getirmişti ve ona engel olmamıştı. Çünkü düşünmemeye ihtiyacı vardı. Sahneye çıkıp dans ettiğini hayal meyal hatırlıyordu. Aslında dans da denmezdi. Öncesindeki gibi değildi. Üçü de tedbirli şekilde hareket etmiş, fazla rahat davranmamıştı. Sonra nasıl oldu da Özgür’le aynı yatağa girerdi peki? Sadece girmekle de kalmamışlardı. Bacaklarının arasında tatlı sızılar vardı, farkındaydı.

Geçirdikleri gecenin bölük pörçük anılarına ulaştığında yanaklarına ve boynuna yayılan sıcaklığı hissetti. Aynı sıcaklık dört bir yanını sarmaya başladı. Yumuşak dokunuşunu hatırlıyordu. Her saniyesinden zevk aldığını... hayal meyal hatırlıyordu. Zihnine yansıyan görüntülerde adam sürekli bir şeyler söylüyordu ama ne dediğini duyamıyordu. Sözler yoktu. Sadece hisler vardı. Gecesinin mükemmel geçtiğinden emindi. Nasıl bu raddeye geldiklerini hatırlamıyor olsa da rahatsız olmasına neden olacak hiçbir his yoktu. Aksine utançtan kulaklarına kadar kızaracak kadar yoğun hisler vardı.

“Peri,” dedi Özgür kısık, uyku mahuru bir sesle.

“E-efendim?”

“Gerçek misin?”

Genç kadın bu soruyla birlikte irkildi. Demek ki adam da en az onun kadar sarhoştu. Kim olduğunu bile hatırlamıyor muydu? Geceyi kiminle geçirdiğinden bile haberi yok muydu? Telaşlandı. Belki de fark ederse kızacaktı. Bunu düşünerek çabucak kalkmak için hareketlendi ama henüz adamın teninden yeni ayrılmıştı ki Özgür onu hızla yakalayıp geri çekti. Artık kaşları çatıktı.

“Nereye gidiyorsun?”

“Şey... ben... sadece arkamı dönecektim. K-kolum ağrımıştı.”

“Böyle kal. Böyle daha iyi.”

“Ama...”

“Utanıyor musun?”

Yanakları daha çok kızardı ve elinde olmadan gözlerini kaçırdı. Nasıl bu duruma gelebilirlerdi? Banyoya kaçıp kapıyı kilitlemek ve günlerce ortaya çıkmamak istiyordu. Sıcaklığın iyice yayıldığı yanağına değen minik dokunuşu hissettiğinde gerildi. Adam parmaklarının tersiyle yanağını okşuyordu.

“Kesinlikle utanıyorsun,” dedi Özgür. Sesindeki keyif miydi?

Peri bir kez daha kalkmak için kıpırdandı, ancak yine engellendi. “İzin verir misin?”

“Hayır.”

Şokla dudakları aralandı. “Hayır mı?”

“Biraz daha uyuyacağım,” dedi pişkince. Gözlerini yumup kafasını yastığa bastırdı. “Sarılmak için ideal bir şeysin. Kıpırdanma. Uyuyacağım.”

Kadının sessiz kalmasıyla tek gözünü açarak ona bakma gereği duydu. Kaşları çatılmış, dudakları bükülmüştü. Tepki vermek istiyordu ama çekiniyordu. Özgür onunla biraz uğraşmaktan zarar gelmeyeceğini düşündü.

“Üzerime nasıl atladığını hatırlıyor musun?”

Genç kadın afalladı. “B-ben mi?”

“Beni yatağa attın.”

“Ah... g-gerçekten mi?”

Yamuk şekilde güldü. “Gerçekten.”

“Şey... Allah’ım... özür dilerim-”

“Özür dileme artık,” diye homurdandı. “Dün gece sana ne demiştim?” Yumduğu gözlerini açıp kadının ifadesini taradığında tenine bir soğukluk yayılmaya başladı. “Hatırlamıyor musun?” diye sormaktan kendisini alamadı. Kadın kafasını ağır ağır iki yana salladı. İçinden küfretti. “Hiçbir şey hatırlamıyor musun?”

“Yarım yamalak... Başım ağrıyor. Bir şey düşünmek çok zor.”

“Örnek ver.”

Kafasını yeniden iki yana salladı. “Lütfen,” dedi inler gibi bir sesle. Utanç dört bir yanındaydı.

Özgür o an anladı. Kadın birlikte olduklarını hatırlıyordu ama çoğu detay onda yoktu. Peki kendisinde neden vardı ki? Evrenin onu cezalandırma şekli bu muydu? Neden tüm detayları hatırlıyordu? Kadeh kadeh içmişti. Aynı baş ağrısı onda da vardı. Ancak anılar oldukları gibi duruyordu. Bir tanesi bile silinmiş değildi.

O sırada cep telefonu çalmaya başladı. Ağzının içerisinde bir şeyler homurdanarak doğrulup kadından ayrıldı ve yataktan çıktı. Çıplaklığını umursamadan pantolonuna doğru yürüdü. Arka cebindeki telefonu çıkartıp aramayı hoparlöre aldıktan sonra onu yatağın üzerine attı. Pantolonunu giymeye başladığı sırada hattın diğer ucundaki Tuna’nın söylenmeleri odayı dolduruyordu.

“Lan camış mısın oğlum? Saat kaç haberin var mı? Yok! Bu seni kaçıncı aramam haberin var mı? Yok! Kapına kaç kez geldim haberin var mı? Yok! Odaya girip kafandan aşağıya buzlu su dökmem lazımdı da sen Peri’ye dua et.”

Peri örtünün altında yok olmak istedi.

“Alo! Beni duyuyor musun lan? Kalk hadi. Bugün düğün var, düğün. Öğlen olmuş hâlâ yatıyorsun. Peri’yi geçen gittikleri butiğe bırakacaksın, Eva öyle buyurdu. Kıza söyledin mi gideceğini? Düğünden sonraya biletini ayarladım. Eşyalarını toparlaması için pek vakti yok. Gaye’yle haberleşsin, ona toplatsın artık. Lan! Kendi kendime mi konuşuyorum? Alo! Yarım saate oradayım eğer hâlâ kalkmamışsan bu kez o odayı basarım. Hiçbir şey umurumda olmaz, sonra uyarmadı deme.”

Tuna telefonu kapattı. Özgür dişlerini sıkarak sabır dilenircesine kafasını geriye yatırdı. Onu boğacaktı. Onu bulduğu yerde boğacaktı.

“Gidiyor muyum?” dedi Peri şaşkınlıkla. Sesi kısık ve düşüktü. Yanaklarındaki tatlı kızıllıktan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Ten rengi sadece birkaç saniye içerisinde iki ton açılmış gibiydi.

“Özgür?”

Özgür sadece kafasını aşağıya eğerek onu onayladı. Bunun üzerine Peri elektrik akımına kapılmış gibi irkilerek yattığı yatakta doğruldu. Örtüyü vücuduna sararken ayaklarını aşağıya doğru sarkıttı.

“Bu akşam mı?”

Özgür yine aynı şekilde kafasını salladı. Sanki konuşmak onun için zordu.

“Tamam,” diye fısıldadı. Ağlamak istiyordu, ancak kendisini öyle çok kastı ki buna engel olmayı başardı. “Gaye’yi zahmete sokmaya gerek yok. Kendim hazırlanırım. Zaten yanıma alacağım pek bir eşyam da yok. Bana beş dakika izin verseniz yeter. Sizi bekletmem.”

Özgür yumruklarını sıktı. Buz gibiydi. Kadın buz gibiydi ve bundan nefret etmişti. “Peri...”

“Sadece tek bir şey bilmek istiyorum,” diyerek adamın cümlesine devam etmesine izin vermedi. “Bana dokunmadan önce... gideceğimi biliyor muydun?”

Aslında cevap belliydi. Sadece aptal bir umutla farklı bir cevap almayı ummuştu ve adamın gerilmesinden bile her şey anlaşılıyordu. Sessiz kalmasından belliydi. Sertçe yutkunup örtüyü iyice bedenine bastırdı. “Anlıyorum,” dedi canının yandığını belli etmemeye çalışarak. “Tahsilatını almak için bana dokundun. Sorun değil.”

Özgür küfretti. Gidip kadını kolundan tutarak ayağa kaldırırken, “Ne tahsilatından bahsediyorsun sen?” dedi elinde olmadan sesini yükselterek.

Genç kadın hiç önemi yokmuş gibi omuz silkti. Elleri göğüslerinin üzerindeydi, örtüyü sıkı sıkı tutuyordu. “İzin verirsen giyineyim.”

“Peri!”

“Sorun değil. Gerçekten. Lütfen bırak beni.” Biri dokunsa ağlayacak durumdaydı ama dışarıdan inandırıcı duruyordu.

Özgür, “Sikeyim! Sen gitmek istiyor musun?” diye sordu diğer tüm detaylar şu anda önemsizmiş gibi.

Buruk bir ifade gözlerine kondu. “Biletim alındıktan sonra mı bana bunu soruyorsun?”

“Biletin hiçbir önemi yok. Kalmak istersen onu yırtarım olur biter. Kalmak istiyorsun biliyorum. Söyle,” diye bastırdı. “Sadece söyle. Kalmanı sağlarım.”

“Neden?” diye sordu hafif merakla. Özgür cevap veremedi. Ağzını birkaç kez açıp kapatmaktan öteye gidemedi. Bunun üzerine Peri, “Benimle daha çok mu eğlenmek istiyorsun?” dedi bu kez acısını saklayamadan. “Daha çok canımı yakman için mi kalayım? Beni hor gördüğün, küçük düşürdüğün yetmedi mi? Neden kalayım? Aşağılamaya devam etmen için mi?” Kafasını ağır ağır iki yana sallayarak Özgür’e baktı. “Gideceğim ve sende hayatına geri kavuşacaksın. Ben senin için sadece bir yüküm. Hırpalanmaktan yoruldum. Gideceğim. Orada öleceğimi bilsem de gideceğim. Çünkü burada ölemiyorum bile.”

×××

Görevli kadın gelinliğimin eteğini düzeltip kuyruk kısmının daha kusursuz görünmesini sağladı. Ardından da önümde birleştirmiş olduğum ellerimdeki çiçeğin duruşunu düzeltti. Makyöz elindeki fırçayla yanaklarımın üzerinden son kez geçti ve sonra karşımda yeniden fotoğrafçıyı buldum.

“Gülümseyin, Deniz Hanım. Evet, işte böyle. Bu tarafa bakın, parmağımı takip edin, evet. Şimdi pencereden dışarıya bakın. Güzel. Hafif yan dönün.”

Beni şekilden şekle sokmasını sessizce takip ettim, ancak bir şeyler yanlıştı. Kaskatı duruyordum ve fotoğrafçının istediği kareleri elde etmesine pek yardımcı olamıyordum. Elimde değildi. Öyle gergindim ki saat ilerledikçe bu gerginlik azalmak yerine artıyordu. Odaklanamıyordum. İçimde uğursuz bir ses vardı ve sürekli kötü şeyler olacağını fısıldıyordu.

Geçenlerde gördüğüm kâbus gözümün önünden gitmiyordu.

Fotoğrafçı hâlimdeki garipliği düğün heyecanına yorduğunu belli edercesine anlayışla gülümseyip, “Biraz dinlenin. Devamını aşağıya indiğimizde yapacağız,” diyerek kamerayı benden uzaklaştırdı. Ekip arkadaşlarıyla birlikte odadan çıkmak için hazırlandıkları sırada gürültüyle iç geçirmekten kendimi alamadım.

Eva hızla yanıma yaklaşıp elimdeki çiçeği alırken, “Çok gergin duruyorsun,” dedi hafif azarlarcasına. “Sen bir elektrik kablosu değilsin tatlım, bu kadar elektrik taşımamalısın.”

Tüm endişelerime rağmen gülümsemekten kendimi alamadım. Peri de hafifçe tebessüm ederken kapağını açtığı suyu bana doğru uzattı. Onunla göz göze geldiğimde bir an için aklımdaki her şey uçup gitti. Çok güzeldi. Su gibi, kuğu gibiydi. Hele güldüğünde adeta ışık saçıyordu. Toz pembe rengindeki abiyenin içerisinde göz kamaştırıcı duruyordu. Abiye askısızdı, göğüslerini ve karnını sıkıca sarmış, aşağıya doğru dökülerek iniyordu. Açık bıraktığı saçları özenle yapılmış, biraz makyajla yüzü olduğundan daha güzel hâle getirilmişti. İnsanın ona bakınca içi gidiyordu. Saf, tertemiz ve çok masum duruyordu.

Bana anlayışlı ifadesiyle bakıp, “Her şey yolunda,” diye hatırlattı. İçimi rahatlatmaya çalıştığını biliyordum ama bir sorun vardı. Tüm o can yakıcı güzelliğinin ardında saklanan hüzün ara sıra kendisini belli ediyordu. Özelikle de bir şeyle ilgilenmediği ve biriyle konuşmadığı anlarda çehresine sinen durgunluğu, üzüntüyü yakaladığım olmuştu. Soracak fırsatım olmasa bile bir sorununun olduğunun farkındaydım.

Eva, “Her şey yolunda ve kontrol altında. Aşağıda misafirlerden çok koruma olduğuna bahse girebilirim,” diye destekledi. “Endişelendirmeni gerektirecek hiçbir şey yok.”

Eva da çok güzeldi. Zümrüt yeşili gözlerini vurgulayan aynı renkteki abiyesi şahaneydi. İnce askılar, dar üst kısım ve epey derin bacak yırtmacıyla mükemmel görünüyordu. Zarafetin ve şıklığın vücut bulmuş hâliydi. Aramızda bir elbiseyi nasıl taşıyacağını bilen, ona hak ettiği gösterişi ustaca verebilen tek kişiydi. Bir çuval bile giyecek olsa onu son çıkan ünlü kreasyonun bir parçasıymış gibi taşıyabilirdi. Bu konuda hayran olunası becerilere sahipti.

Onları gerginliğimle boğmamak adına ağır ağır kafamı sallarken Peri’nin uzattığı suyu alıp iki yudum içtim. Midem kaskatıydı. Boğazımdaki kuruluk beni rahatsız etse de daha fazlasını içemeyip şişeyi geri verdim. Oda çok kalabalıktı. Makyözler, diğer görevliler ve hâlâ ekipmanlarını toplamakla uğraşan fotoğrafçılar... her şey benim için epey fazlaydı. Yine de hâlimi pek çaktırmamaya çalışıyordum. Odanın kapısı her açıldığında irkilip gerildiğimi, korkuyla içeriye girene baktığımı kimsenin fark etmemesini ummaktan başka çarem yoktu.

Tıpkı kâbusumdaki gibi Barut’un odaya gireceği anı bekleyen tedirgin bir yanım vardı. Ondan nefret ediyordum ve ne yazık ki kafamın içerisine kuruntu yayıp durmasından kurtulamıyordum. Kendimi yatıştırmak istercesine parmağımdaki yüzükle oynarken, “Başlamasına ne kadar daha kaldı?” diye sabırsızca sordum. Acaba sakin şekilde yerimde bile duramadığım dışarıdan anlaşılıyor muydu?

Eva telefonundan saati kontrol etti. “Sadece yarım saat kaldı. Nasıl hissediyorsun?”

Korkuyordum.

“Heyecanlı,” dedim gülümsemeye çalışarak. “Cesur nerede?”

“Hazırlanıyor. Diğerleriyle birlikte.”

“Yanıma gelecek mi?”

“Birazdan sen ona gideceksin.” Bana bilmiş şekilde bakıp göz kırptı. “Kavuşmak için heyecanlı olduğunun farkındayım. İkiniz ayrılalı henüz iki saat bile olmadı ama şimdiden özlem dolusun, değil mi?” Kocaman gülümsedi. “Ah, sanırım bu hissi biliyorum.”

Peri sessizliğini koruyarak gözlerini kaçırdı ve işte yine hüzünle doldu. Ne olduğunu sormaktan kendimi son anda geri alabildim. Sanırım bunu konuşmak için daha uygun bir ana ihtiyacımız vardı. Durum canımı sıktığı için iç çekmekten kendimi alamayıp, “Onu görmem lazım,” diye mırıldandım. Cesur’u kontrol etme isteği bir dürtü gibiydi. İyi olduğundan emin olmam gerekliymiş gibi hissediyordum. Bu yüzden her fırsatta ona mesaj atmıştım. Hatta diğerlerine de. Hepsi anında cevap vermişti.

Eva güzel kaşlarını çatarak, “Katiyen olmaz,” dedi hiçbir itirazı kabul etmeyeceğini belli eden bir tonla.

“Nedenmiş?”

Telefonumu bulup avucuma tutuşturdu. “İşte. Ona mesaj atabilirsin ama şu anda yan yana gelmek yok.”

Peri gülümseyişini bastırmaya çalışarak Eva’nın ısrarını açıkladı. “Aşağıya inerken sizi filme alacaklar ve Cesur abinin tepkisini en uç noktada yakalamak istiyor. Seni ilk gördüğü anı kaydetmeleri gerekliymiş.” Samimiyet yüzüne sindi. “Seni ne zaman görse aynı tepkiyi vereceğine eminim ama Eva daha doğrusunu bilir.”

Göğüs kafesimin içerisinde bir şeyler kıpırdandı. Dudaklarım nihâyet içten bir gülümsemeyle kıvrılırken, “Abartıyorsun,” diye mırıldandım. Yüzümde bu kadar makyaj olmasaydı yanaklarımın hafif kızardığını anlayabilirlerdi.

Eva beni tutup sol tarafımdaki aynaya doğru çevirdi. “Abartıyor mu? Sen kendine düzgünce baktığından emin misin? Kusursuzsun. Çok güzelsin. Büyüleyicisin. Göz kamaştırıcısın.”

“Öyle miyim?” diye sorarken güldüm.

“Öylesin. Gördüğüm en güzel gelinsin. Senden ve bu düğünden günlerce bahsedecekler. Gelinliğin bir anda satış rekorları kıracak. Saçın diğer gelinlerin kuaförlerinden isteyeceği ilk örnek olacak. Makyajın da öyle. Ah, sanırım duygusallaşıyorum. Bugünü günler boyunca planlamıştım ve gerçekten her detayıyla kusursuz ilerliyor. Sen bu kadar güzel olmasaydın tüm bunların hiçbir önemi kalmazdı. Çok güzelsin, Deniz.”

Gülümsemem resmen yüzüme yapıştı. Başından beri düğünün akışına kapılıp gerçekten tadını çıkarttığım belki de ilk andı. Heyecan korkumu yenip beni tümüyle ele geçirmiş durumdaydı. Aynadaki aksime bakarken nabzım hızlanmaya başlamıştı.

Gelinliğim düzdü. İlk bakıldığında dümdüz görünüyordu ancak sonra şıklığı kendisini belli ediyordu. Göğüs dekoltesi bulunmuyordu ama göğüslerimi öyle güzel sarmıştı ki göz alıcı duruyordu. Kalın askıları omuzlarımın en köşe noktalarından yukarıya çıkıyordu. Küçük bir V şeklinde karnıma doğru inen kesimine kadar sımsıkı, devamında prenses modele dönüyordu. Yine de çok kabarık değildi. Yere doğru indikçe genişleyen eteği ve çok da uzun sayılmayacak kuyruğu vardı. Üzerinde hiçbir dantel, boncuk, payet ya da gipür bulunmuyordu. Su gibiydi. Tertemiz, kusursuz ve pürüzsüz şekilde tasarlanmıştı.

Peri sol yanımdaki boşluğa gelip o da benimle birlikte aynaya bakarken, “Gerçekten de çok güzel oldun,” dedi hayranlıkla. “Saçlarını iyi ki toplamışsın. Açık kalmasını söylediğim için ne kadar hata ettiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Eva iyi ki bu işten anlıyor.”

Saçlarım ensemin üzerinde güzel bir topuz yapılmış ve zarif saç aksesuarlarıyla süslenmişti. Yüzümün iki yanından dökülen perçemlerse hoş bir hava katmıştı. Düğün için taktığım pırlanta takı seti mükemmel uyumluydu. Cesur’un kolyesini bugünlük çıkartmıştım ve güvenli bir yerde saklandığından emin olmuştum. İsteyeceğim son şey onu da kaybetmekti.

“Bu övgülerden sonra kendi moda markamı çıkartmalı mıyım?” dedi Eva neşeyle.

Peri, “İlk hayranın ben olacağım,” diye karşılık verdi.

“İkincisi de ben,” dedim kocaman gülümsememle. Bu sırada odanın kapısı yeniden açıldı. Ayna aracılığıyla kimin içeriye gireceğini görmeyi beklerken korku yeniden kendisini bana hatırlattı. Gülümsemem soldu, omuzlarım dikleşti ve nefesimi tuttum. Gelen Eva’nın ayarladığı organizasyon şefiydi. Odadaki kalabalığın boşalmasını istediği için ona minnettardım. Sonra Eva’yla son durum hakkında konuşmaya başladılar. Onları dinlerken telefonumun ekranını açıp Cesur’a mesaj yazmaya başladım.

“Orada nasıl gidiyor?”

Cevabı beklerken sabırsızlığım yüzümden okunuyordu. Birkaç saniye geçti ama hâlâ cevap yoktu. Sanki saatler boyunca beklemişim gibi tepki verdiğimin farkındaydım ama elimde değildi. Endişem katlandıkça katlanıyordu. Aklımı dağıtma ihtiyacıyla Akın’a yazdım.

“Ne yapıyorsun?”

Ve sonra da Özgür’e mesaj gönderdim. “Neredesin?”

Tam Tuna’ya yazmayı planladığım sırada Akın cevap verdi. “Sigara içiyorum ve her şey yolunda,” diye bilgi verdi. Alay etmeden bana uyum sağlamasına şaşırsam da hiç sorun çıkartmamıştı. Sanırım o kâbusun beni nasıl etkilediğini görmek onun için yeterliydi.

Sonraki mesaj Özgür’den geldi. “Tuna’yı boğmakla meşgulüm. Sonra yaz.”

“Dur! Bunu yapamazsın.”

“Yapamaz mıyım?”

Mesajın sonunda şeytani gülümseme ifadesi vardı. Çok geçmeden bana bir fotoğraf gönderdi. Tuna’yı boğazlarken çektiği bir fotoğraftı. Kıkırdadım.

“Bekle, en azından bana aşağıya kadar eşlik ettikten sonra onu boğ.”

“Ben sana eşlik ederim bunun için yaşamasına gerek yok.”

“Olmaz. O zaman Peri’ye kim eşlik edecek?”

“İyi.”

Sonra Tuna’dan bir mesaj aldım. “Beni bu kadar düşünme vallahi kendimi özel falan hissedeceğim!”

Sırıtmam iyice büyüdü. “Yine ne yaptın?”

“Yine ne yaptın mı? Püü, yazıklar olsun sana. Ben şimdiye kadar kime ne yapmışım? Tavuk boğazlar gibi boğazımı sıktı hayvan herif ama suçlu ben mi oldum? Eyvallah. Sana da eyvallah be. Püüü!”

Ona bir şeyler yazmak için hazırlandığım sırada ekranda Cesur’dan gelen mesajın bildirimi görününce tüm aklım dağıldı. Çabucak mesajı açtım.

“Seni bekliyorum.”

İçime yayılmaya başlayan sıcaklık beni usul usul ele geçirirken dişlerimi alt dudağıma geçirerek mesajı tekrar tekrar okudum. Sadece iki kelimeydi ama beni kolayca etkisi altına almıştı. Bu adam basit bir mesajla bile beni alaşağı edebiliyordu.

Eva’nın tatlı kıkırtısını işittiğimde iş üzerinde yakalanmışım gibi telaşla telefonun ekranını kapatıp onu göğsüme bastırdım.

“Tanrım, neden müstehcen şeyler konuşuyormuşsunuz gibi hissediyorum?”

Gözlerim irileşti. “Eva!”

“Ne? Suratının hâlinden bile belli.”

“Tabii ki öyle şeyler konuşmuyoruz.”

“Tamam.”

“Eva!”

Sırıttı. “Tamam, Deniz. Sakin ol. Bir şey demedim ki.”

İstemsizce Peri’yi kontrol ettim o da kocaman gülümsüyordu. İnler gibi bir ses çıkartarak telefonu bir köşeye attıktan sonra pencereye doğru yürüyüp kolunu çevirdim. Bir an için ne yaptığımı fark etmemiştim. O kâbustan sonra bu odadaki pencerelerden özellikle uzak durmuştum. Şimdiyse vücudumu saran sıcaklığa çare olmasını istercesine serin havayı içeriye davet etmek için bilinçsizce ona yaklaşmıştım. Korkunun beni ele geçirmesine izin vermemeye çalıştım. Kâbusumdaki gibi değildi. Aşağıdaki bahçe yine kalabalıktı ama asıl kalabalığın iç mekânda olduğunu biliyordum. Hava hâlâ serin olduğu için iç mekân düğünü olarak planlanmıştı. Ayrıca geceydi. Boğaz ışıl ışıl parlıyordu. Mekânın aydınlatmalarıysa göz alıcıydı.

Derin bir soluk alarak pencereyi açıp aşağıya çekinik bir bakış attım. Boğazdan esen rüzgâr epey sertti. Bedenim ilk etkiye karşılık tepeden tırnağa titrediğinde bundan emin olmuştum.

“Hava ne kadar serinmiş,” diye mırıldandı Peri arkamdan. Elleriyle kollarını ovuşturdu.

Eva anında yakınmaya başladı. “Ve inanabiliyor musun? Maldivler, Bora Bora, Hawaii, Bahamalar, Gustavia, İbiza, St. Bartz, gibi yerler yerine Deniz St. Moritz’i seçti. Sıcak güneşin altında keyifle uzanıp bol bol yüzmek varken neden kış tatili hâlâ anlamış değilim.”

Hafifçe omuz silktim. “Kışı severim.”

“Umarım ellerin soğuktan kıpkırmızı olduğunda keşke sıcak denizlerde olsaydım ve ellerim donmak yerine buruşsaydı demezsin.”

Yine omuz silktim. Cesur’un üşümeme izin vereceğini hiç sanmıyordum. Sadece yanımda durması bile benim sıcacık hissetmemi sağlayabilirdi. İçime kıpır kıpır bir his yayıldı. Resmen evleniyordum. Hayatımın hiçbir bölümünde aklımdan geçirmediğim, hayalini bile kurmadığım şekilde şaşaalı bir düğünün içerisiydim. Şehrin en lüks mekânlarından biri bizim için tutulmuş ve hayal edemeyeceğim şekilde süslenmişti. Her yer çiçeklerle, ışıklarla ve hoş kokularla doluydu. Pencereyi açtığım için aşağıda çalan ruhu besleyen rahatlatıcı müziği duyabiliyordum. Her yönüyle muhteşemdi. Gözümü korkutacak kadar muhteşemdi.

Eva’nın ellerini çırpmasıyla irkilerek sırtımı pencereye doğru döndüm. “Artık aşağıya inme vakti,” diyerek bana bir kız kardeşin vereceği duygularla baktı. Aynı anda hem hüzün hem mutluluk ve sevinç doluydu. Kendimi evlenip evinden, yuvasından ve doğup büyüdüğü şehirden ayrılmak üzere olan kadınlar gibi hissetmeme neden oldu. Üzerine de bana doğru atılıp sıkıca sarıldığında neredeyse ağlayacaktım.

“Ah, Deniz... Cesur abi seni çok uzun zamandır bekliyordu. Bu anın küçük bir kısmına tanık oldum ve içerisinde nasıl bir acı taşıdığını pek çok kez gördüm. Nihâyet kavuştuğunuz için çok mutluyum. Umarım hep mutlu olursunuz. Sizin adınıza sevinç doluyum. Birbirinizi hep sevin ve hiç ayrılmayın. Tanrıdan tüm iyiliklerin ve güzelliklerin seninle olmasını diliyorum.”

Gözlerime tırmanan yaşları geriye itmek için büyük bir çaba sarf etmek zorunda kaldım. Düğünümde kimsesiz ve yapayalnız hissedeceğimi sanmıştım ama Eva’nın ne kadar içime işlediğini hesaba katamamıştım. Hümeyra’dan sonra başka kimsenin bana kız kardeşimmiş gibi hissettiremeyeceğini düşünmüştüm ama sanırım yanılmıştım. Eva’nın yeri de benim için epey derinleşmiş ve büyümüştü. Bana daima koşulsuz şekilde kollarını açarak yaklaşması, her zaman yanımda durması, elinden geldiğince destek olması, benim onu ittiğim anlarda bile yanımda kalmaya devam etmesi, arkadaş olabilmemiz için gözümün içine içine bakması... Sızlayan burnumu gürültüyle çektim. Arkadaştan daha fazlasıydık.

“Ah, sakın bana ağladığını söyleme,” diye yakınırken benden ayrılıp çaktırmadan gözlerini sildi. “Makyajın bozulursa benimle başın derde girer, tamam mı? Sakın ağlama.”

Ama o ağlamıştı. Gözyaşlarım hâlâ kirpiklerimi zorluyor olsa da beceriksizce gülümsemeyi başardım. Bu sırada Peri çekinik tavrıyla, “Ben de sarılabilir miyim?” diye sordu. Kollarımı iki yana açarak onu davet ettiğimde hızla atıldı. Bana elindeki son can simidiymişim gibi sıkı sıkıya sarıldı.

“Her şey için teşekkür ederim. Bana hep iyi davrandın ve destek oldun. Minnettarım. Ailemden çok siz arkamda durdunuz. Bunu hiç unutmayacağım.”

Yavaşça kaşlarım çatıldı. “Sadece bir haftalığına yokum. Temelli St. Moritz’e yerleşmek gibi bir niyetim yok. Bu yüzden veda eder gibi konuşmayı bırak lütfen,” dedim şakacı bir tavırla. Ancak gerildiğim açıktı. Bana sanki bir şey olacakmış gibi hissettirmişti. Sanki ayrılacaktık. Acaba kâbusum gerçeğe döner miydi?

“Şey... üzgünüm. Sadece bilmeni istedim,” dedi geriye çekildiği sırada. Gözleri kızarmıştı ama ağlamıyordu. “Umarım çok mutlu olursun.”

Gergin bir tebessümle kafamı sallarken odanın kapısı tıklatıldı. Eva gelin çiçeğimi yeniden elime tutuşturdu. Gala çiçeğinden bir buket yapılmıştı. Oldukça zarif ve hoş duruyordu. Organizasyon şefi odanın kapısını açıp geleni içeriye davet etti. Yine nefesimi tutarak bekledim. Barut’un yüzünü görmeye öyle odaklıydım ki Tuna’yı görmek beni ancak birkaç uzun saniye sonra rahatlatabildi.

Takım elbisesinin içerisinde epey iyi görünüyordu. Ancak ifadesi memnuniyetsizdi. Neden böyle olduğunu ancak bir zaman sonra anlayabildim. Az önceki mesajlaşmamızdan dolayı hâlâ bozuktu. Dudaklarım yavaşça kıvrıldı. Bana göz ucuyla bakıyordu. Beğendiğini belli etmemeye çalışsa da saklayamıyordu.

“Hâlâ yaşıyor olmana sevindim.”

Homurdandı. “Sağ ol. Sayende birkaç saatim daha var.”

“Neler oluyor?” diye sordu Eva merakla.

“Ne olacak? Bunun kocası,” derken işaret parmağıyla Peri’yi gösterdiğinde Peri irkildi. “Beni sebepsiz yere boğazlamaya kalktı. Bu mükemmel bedenim az kalsın tahtalı köyü boyluyordu.”

“Özgür mü? Ah... Akın olmadığına emin misin?”

Tuna’nın gözleri büyüdü. “Ulan senin kocanın benimle derdi ne?”

“Ne bileyim? Genelde bunu o yapardı,” dedi Eva kafa karışıklığıyla. Sırıttım. Tuna homurdanarak yeniden Peri’ye döndü.

“Peki seninkinin benimle derdi ne? Boğazlanırken soramadım da!”

Peri gerginlikle, “B-bilmiyorum,” dedi bir adım geriye kaçtığı sırada. Ürkmüş görünüyordu.

“Ya sabır. Düşmanlarım beni bu kadar ölüme yaklaştırmamıştı. Nedir benim çektiğim bu çile?”

Abartılı yakınması karşısında gülerken, “Biraz daha oyalanırsak bu kez Cesur da seni boğazlamak isteyenler listesine girebilir,” diye ona hatırlattım. Dehşetle bana doğru koşturup kolumu tutup koluna geçirdi.

“Yürü, hadi, yürü. O hiç acımaz beni oracıkta gerçekten boğar.”

Ufak bir kahkaha atarak onunla birlikte yürümeye başladım. Tuna da sırıtıyordu. Odadan çıkarken bana yandan bir bakış atıp, “Mükemmel görünüyorsun,” diyerek göz kırptı.

“Teşekkür ederim. Sen de epey yakışıklı görünüyorsun.”

“Her zamanki gibi.”

Umutsuz bir vakayla karşı karşıyaymışım gibi güldüm. Ancak odadan çıktığımızda gülümsemem yüzümden yavaşça silinip yerini endişeye bıraktı. Çıktığımız koridorun her beş metre aralığına bir adam yerleştirilmişti. Hepsi takım elbiseliydi ve hepsinin belinin dolu olduğuna emindim. Fotoğrafçı ve ekibi hazır şekilde beni bekliyordu. Çıktığımız gibi flaşlar yüzümde patlamaya başladı. Havada uçuşan drone çoktan kayda başlamıştı. Organizasyon şefi bizi yönlendirip nasıl ve nereden yürüyeceğimizi göstererek öncülük etti. Merdivenlerin başına geldiğimizde aşağıda beni Cesur’un ve büyük bir kalabalığın karşılayacağını bilmek kalbimin kulaklarımı delmesine neden oluyordu.

Korkuyordum. Heyecanlıydım. Sabahtan beridir beni kavuran en net iki his bunlardı. Birisi mahvedici diğeriyse hayatta tutuyordu.

Merdivenlere doğru ilk adımımı atmadan önce Tuna’nın, “Hazır mısın?” dediğini işittim. Cevap veremeyecek kadar dilim tutulduğu için tek yaptığım kafa sallamak oldu. Bunun üzerine gülümsedi.

“Şimdiden uyarayım. Aşağısı çok kalabalık. Sakın korkma. Her şey benim kontrolüm altında.”

“T-tamam...”

“Derin bir nefes al.”

Dediğini yaptım.

“Şimdi ilk adımını at.”

İlk basamağa ayağımı yerleştirdim. Tuna’nın bana eşlik etme serüveni buraya kadardı. Fotoğraf çekimi yüzünden merdivenden yalnız inmem istenmişti. Drone etrafımda dönerek dolaşıp benimle birlikte merdivenden inmeye başladı. Birkaç basamak aşağıda benimle eş zamanlı gerisin geri inen ve her adımımda fotoğrafımı çeken bir fotoğrafçı vardı ama benim gözlerim onda değil onun arkasında kalan Cesur’daydı. Bembeyaz takımın içerisinde öyle göz alıcıydı ki bir an için dengemi şaşırmış tırabzana tutunmak zorunda kalmıştım. Nefes kesiciydi. Kravat ya da papyon takmamıştı ama buna rağmen dağınık görünmüyordu. Yakasında gelin çiçeğimden bir parça vardı. Omuzları dik, duruşu sağlamdı.

Beni gördüğünde yutkunduğunu öyle net belli etti ki nabzım biraz daha hızlandı. Ona yaklaştıkça adımlarım birbirine dolanacak gibi oldu. Nefes kesiciydi. Ne kadar endişe ve korku taşıyorsam onları benden o kadar uzağa gönderecek kadar üzerimde etkiliydi. Ona bakıyordum ve ondan başka bir şey düşünemiyordum. Ne Barut ne kâbus ne kana bulanan düğünüm aklımın ucundan bile geçmiyordu. Sadece o vardı.

Son adımı atıp yanına ulaştığımda beni kendine çekmesini bekledim ama bunu yapmadı. Sanki bir hayale bakar gibi bana bakarken elini yavaşça, kaybolmamdan korkarcasına bana doğru uzatıp parmaklarının tersiyle belli belirsiz yanağıma dokundu. O an sanki herkes susmuş, çalan müzik bile durmuştu. Bir kez daha yutkundu.

“Benim güzel gelinim,” dedi kısık, derinden bir sesle. Sesi içime işledi. “Eşsizsin,” derken parmakları daha belirgin şekilde yanağıma dokundu. Sonra bana doğru biraz sokuldu. “Gerçeksin,” diye fısıldadı. Ağlamak istedim. Gözyaşları yine gözlerime hücum etti. Olduğum yerde tir tir titriyordum ve bu tamamen heyecandandı. Sabit tutamadığım çenemi baş parmağıyla ağır ağır okşayıp titremesini yatıştırmaya çalıştı.

“Hayatımın kayıp parçası,” dediğinde kendimi daha fazla dizginleyemedim. Bir damla kirpiklerimin arasından sızıp kaçmayı başardı. Cesur ise acelesiz hareketlerle onu kurularken, “Sana çok geç kaldım ben,” diye devam etti. “Kırıldın, ağladın, bin bir türlü zorluklar çektin, yaşamaya çalıştın, çabaladın, hep çabaladın... hiçbirinde yanında yoktum.” Bir damla daha düştü. Onu da usulca kuruladı. “Sana geç kaldığım her günün telafisini benden alacaksın. Daima yanında olacağım. Güldüğünde sebebin, ağladığında yaslandığın... tüm zorluklarla ben ilgileneceğim. Çabalanacaksa ben çabalayacağım. Seni yaşatacağım. Yaşayamadığın her günün acısını birlikte çıkartacağız.”

Titreyen dudaklarımdan sert bir soluk çektim. Gözlerim artık tamamen ıslaktı ve dökülen her yaşı nazikçe kurulamaya devam ediyordu. Onun da gözlerinin kızarık olduğunu görmek beni hazırlıksız yakalamıştı. Bu duygu yüklü an hem fazla ağır hem de fazla içtendi.

Büyük avucu yanağımın tamamını sardığında yeniden yutkunduğunu duydum. “Gözyaşlarının değil, gülümsemelerinin sebebi olmak istiyorum, Deniz.”

Hâlâ gözlerim ıslakken ve dudaklarım titrerken bir şekilde gülümsemeyi başardım. “Cesur... hâlâ var olmamın sebebi sensin.”

Elini yüzümden çekip belime yerleştirdi. Beni iyice kendisine yaslarken eğilip alnını alnıma bastırdı. “Benim güzel kadınım,” diye fısıldadı. “Kalan aklımı götürecek kadar gerçeksin.”

Tıpkı kâbusumdakine benzer şekilde konuşması beni korkutmalıydı, ancak gözlerimi ondan ayırıp da etrafa çeviremiyordum. Kontrol etmek istiyordum ama ondan kopamıyordum.

Ciğerlerime titrek bir soluk çekip, “Bayılacak gibi hissediyorum,” diye itiraf ettim.

Belimi daha sıkı kavradı. Dudağının kenarında içimi eritecek bir kıvrım oluştu. “Ben seni tutarım.”

“Seni... çok seviyorum, Sarp.”

Gülüşü biraz daha belirginleşti. “Seni çok seviyorum az kalır, Deniz.”

Bunu aklıma kazımak istercesine ezberlerken usulca gözlerimi yumdum. Damarlarımda dolaşan kıpır kıpır his yüzünden asla yerimde duramayacakmış gibi hissediyordum.

“Cesur... Birazdan evleneceğiz. Çok... çok değişik şeyler hissediyorum. Sanki uçma yetisi kazanmışım gibi heyecan doluyum. S-sanki yüzme bilmeden suyun dibini boylamışım gibi endişeliyim. Anlatmak bile zor.”

Güldüğünü duyunca gözlerimi açmaktan kendimi alamadım. Etkileyici bir gülüşe sahipti. Bu yüzden onu hiçbir zaman kaçırmak istemiyordum.

“Deniz,” dedi yavaşça. “Her anlamda benim yuvam olmaya hazır mısın?”

“Seninim. Yıllar öncesinden beri... seninim.”

“Sen benim için doğmuşsun. Benim için gönderilmiş, benim için yaşamışsın.” Bir kez daha yutkunduğunu duydum. “Senin için varım. Senin için yaşarım. Sadece senin için, Deniz.”

Geri çekilip alnımdan öptüğünde yeniden gözlerimi yumup bu anın tadını çıkarttım. Etraftan alkışlar ve bizimkilerden yükselen ıslıklar geliyordu. Cesur’un biraz geriye çekilmesiyle üzerimdeki sonsuz etkisi nihâyet hafif aralandığında ancak çevreme bakabildim. Akın, Özgür, Tuna, Furkan ve birkaç tanımadığım adam ıslık çalarak kulaklarımızı uğuldatıyordu. Eva, Peri ve organizasyon ekibindekilerin alkışları da onlara eşlik ediyordu. Kameraman ekibiyse işlerinin başındaydı, hiç ara vermeden devam ediyorlardı.

“Tebrik ederim kardeşlerim,” dedi Furkan kocaman gülümsemesiyle bize doğru yaklaşırken. Onun bir adım ardından gelen kadınla göz göze geldim. Kucağında en az altı aylık bir erkek bebek vardı ve aynı zamanda hemen yanında onunla birlikte yürüyen dört ya da beş yaşlarında bir kız çocuğu bulunuyordu. Kadın bana sıcak bir gülümsemeyle bakıyordu. Sanırım Furkan’ın eşiydi.

Cesur ve Furkan’ın kucaklaşmasını tebessüm ederek izledim. Birbirlerine, “Kardeşim,” diyerek birbirlerinin sırtlarına vurdular. Aralarında bambaşka bir iletişim ve dostluk vardı. Tıpkı Hümeyra’yla benim aramdaki gibi... kandan değil candan kardeşlerdi.

Furkan Cesur’dan ayrılıp bana döndüğünde gülümseyişi büyüdü. Sadece elimi sıkacağını düşündüm ama uzanıp beni kendisine çekti ve sarıldı. “Neredeydin sen bunca zamandır?” dediğini duyduğumda iç çekmekten kendimi alamadım. “Geri döndüğün için, sen olduğun için çok mutluyum. Bir daha hiç kaybolma, Deniz.”

Hızlı hızlı kafamı sallayıp gülümsedim. Beni çevirip arkasında kalan kadını göreceğim şekilde kenara çekildi. “Eşim, Petek. Tanışmanız bugüne kısmetmiş,” dedikten sonra karısına döndü. “İşte sana bahsettiğim Deniz.”

“Merhaba,” diye karşılık verdim. Kadın, “Ah, artık konuşuyorsun,” derken ifadesi sıcacıktı. “Bana senin kimseyle konuşmadığını anlatıyordu. Bu arada merhaba, tanıştığıma çok memnun oldum. Mutluluklar dilerim.”

Kadın uzanıp bana sarıldığında kucağındaki ufaklık kolyemi gözüne kestirmiş olacak ki birden ona yapıştı ve annesinin geri çekilmesine engel oldu. İkimiz de buna güldük. Sonra Petek oğlunu kucağıma bırakmakta çareyi buldu. Gelin çiçeğimle bebeği değiş tokuş yaptık. Bir an için ne yapacağımı bilemeyip afallasam da bebeği sıkı sıkı tuttum. İçimde bir nokta sızladı. Eğer bebeğimi kaybetmeseydim şu anda karnımda belirgin bir şişlik oluşturmuş olacaktı. Gözlerim Cesur’u bulduğunda onu kucağında kız çocuğunu tutarken yakaladım. Bana bakıyordu. Bana ve kucağımdaki oğlana. Ona bakıyordum. Ona ve kucağındaki kıza.

“Hadi bu şekilde bir fotoğraf çekilelim.”

Furkan’ın isteğiyle dördümüz kameramana poz verdik. İlk flaş patladı. İkincisi patladı ve üçüncüne sıra geldiğinde istemsizce başım Cesur’a doğru döndü. Kucağımdaki minik oğlanla birlikte ona baktım. Flaş patladı. Sonra o kafasını çevirip bana doğru döndü. Kucağındaki kız çocuğunu hâlâ tutuyordu. Flaş yeniden patladı.

O an bu anın ileride gerçek olmasını tüm kalbimle diledim.

Fotoğraf çekimi bittikten sonra bebeğin tombul yanaklarını okşayıp onu annesine geri teslim edip çiçeğimi aldım. Tüm bu anlarda içimdeki sızı yerini korumuştu. Bebeğimin yokluğunu böyle bir anda hatırlamayı hiç istemezdim ama engel olabileceğim bir şey değildi. İstemsizce artık boş olan karnıma ellerimi bastırırken makyöz ekibinden biri yanıma gelip az önce ağladığım için makyajımın üzerinden yeniden geçmeye başladı. Son rötuşlar yapıldı. Her şey hızla gözden geçirildi ve Cesur elimi tutarak beni salona geçeceğimiz kapının önüne yöneltti. Diğerleri çoktan yerlerine geçmişlerdi.

Heyecan ve korku geri geldi. İki kanatlı devasa kapı iki yana açılırken nefesimi tuttum. Cesur’un elini kuvvetle sıkıp ondan güç aldım. Yanımda dimdik durmaya devam ediyordu. Kapının ardındaki kalabalıktan hiç etkilenmiş görünmüyordu. Benimse dizlerim titriyordu. Çift taraflı çiçeklerle süslenmiş, davetlilerin tam ortasından geçen yoldan yürümeye başladığımızda alkış sesleri orkestranın sesini bastıracak kadar güçlüydü. Kimsenin yüzüne bakamıyordum. Öyle gergindim ki herhangi biriyle göz göze gelmeye çekiniyordum.

Epey yüksek tavandan sarkan gösterişli avizelerin, beyaz perde parçalarının, binlerce çiçeğin ve aydınlatmaların altında ağır adımlarla yürürken sadece bize odaklı olan spot ışıkları da vardı. Her adımımızda bizimle birlikte hareket ediyorlardı. Tüm gözlerin üzerimde olması kaçma dürtümü tetikliyordu, ancak Cesur elimi öyle güçlü tutuyordu ki kaçmam mümkün değildi.

Boş alana çıkmak üzereyken tepemizden aşağıya dökülen ve havada uçuşarak yere süzülen tüyler ve kar taneleri, peşimden yerde sürünerek gelen kuyruğumun üzerinde birikti. Omuzlarımda kalanlar her adım atışımda kayarak yere düştü. Karşımızda bizi bekleyen nikâh memuruna doğru yürürken kalbim tabiri caizse yerinden çıkacak gibi atıyordu. Deniz Çağlayan olmama çok az kalmıştı. Sadece birkaç adım daha.

Gaipten bir dürtü göğüs kafesimin içerisine yerleşti. Barut burada olabilir miydi?

Önce bembeyaz gelinliğimi kontrol ettim. Üzerinde kırmızı bir nokta aradım; yoktu. Sonra Cesur’u kontrol ettim. Onu da hedef alan keskin nişancının bariz işareti bulunmuyordu. Nikâhımızın kıyılacağı masanın ardına geçip ayakta dururken gözlerim Eva ve Akın’ı buldu. İkisi de en öndelerdi ve o kırmızı noktayı taşımıyorlardı. Sonra Peri ve Özgür’e baktım. Kırmızı nokta yoktu. Tuna’da da yoktu. Tuna’nın kız kardeşi Didem’de de, Furkan ve ailesinde de yoktu. Rahatlamaya çalıştım ama işe yaramadı. Tetikteydim. Kulağım orkestranın sakinleştirici müziğinden ya da nikâh memurunun sözlerinden çok bir silahın çıkartacağı sesi arıyordu.

İstemsizce davetlilerin arasında gözlerimi dolaştırmaya başladım ve uğursuz bir başka his beni ele geçirdi. Ailemden birileri burada olabilir miydi? Cesur gelmeyeceklerini söylemişti ama Sergei tüm sınırsızlıkları yapabilecek birine benziyordu. Belki de kalabalığın arasında bir yerdeydi. O şeytani gözlerini bana, avına dikmiş bekliyordu.

Onu bulma umuduyla telaşla gözlerimi kalabalığın arasında gezdirirken Bulut’u görünce afalladım. Yanında Yavuz’un ailesi oturuyordu. Annesi ve kız kardeşlerinin hepsi oradaydı. Beni ele geçirmiş olan tüm uğursuz hisler kaybolup gitti. Cesur’un onları davet etmiş olması karşısında ne düşüneceğimi bilemedim. Ona beslediğim sevgi o an bir kat daha katlandı. Benim düşünemediğimi düşünmüştü. Benim için onları çağırmıştı ve hiçbiri bana düşmanmışım gibi bakmıyordu. Yüzlerinde mutluluğumu uman tebessümleri asılıydı.

Yanımdaki adama sırılsıklam aşık olduğumu herkesin anlayacağı şekilde baktım. Tam da bu sırada, “Siz Ali kızı Deniz Sözeri,” dedi nikâh memuru bana odaklanarak. Yutkundum. Babamın adı kayıtlarımdaki uydurulmuş isimdi. Öte yandan Nehir’den hiç bahsetmemişti. Bunun tamamen planlı olduğunu biliyordum. Bir an için nikâh memurunun Deniz Seymen dediğini hayal ettim. Acaba salonda nasıl bir kaos çıkardı?

“...Sarp oğlu Cesur Çağlayan’ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?”

Mikrofona doğru eğilip tüm gücümle, “Evet!” dedim. Alkışlar yükseldi, ıslıklar çalındı. Kocaman gülümsemem ve heyecandan titreyerek Cesur’a baktım. Işıldayan gözlerle beni izliyordu. Nikâh memuru aynı soruyu ona yöneltirken bile bakışlarını benden kopartmadı.

“Siz Sarp oğlu Cesur Çağlayan, Ali kızı Deniz Sözeri’yi eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?”

Mikrofona dönüp, “Evet!” dedi. Sonra yeniden bana döndü. Gülümsedi. Benim gibi kocaman gülümsedi.

Nikâh memuru iki şahide de benzer soruları yöneltti. Şahitlerimizin kimler olduğunu bilmiyordum. Sadece Cesur’un babasının yakın dostları olduklarından haberim vardı. İkisi de şahitliklerini beyan ettikten sonra imzalar atıldı. Nikâh memuru yeniden mikrofona doğru konuştu.

“Bende bana verilen yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum. Gelini öpebilirsiniz-”

Cesur, kadın henüz lafını bile bitirmeden dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Etraftan alkışlar ve gülüşmeler yükseldi. Onca insanın önünde elimde olmadan gerilirken yanaklarımın ısındığını hissettim. Cesur ise hafifçe geriye çekilip yüzüme düşen perçemi kulağımın arkasına doğru iterken, “Benim güzel karım,” diye fısıldadı. Derin bir nefes aldı. “Benim karım.”

Bu sözün beni ele geçirmesine izin verdim. İçimde bir şey eriyip kanıma karıştı. Tamamlanmış hissetmeye başladım. Biz... tamamlanmıştık.

×××

Şaşaalı düğün gece yarısına doğru ancak bittiğinde ve yeni evli çift araçlarına binip onları bekleyen özel uçaklarına doğru yol almaya başladığı sırada geride kalanlar arasında sessizce durup sırasını bekleyen Peri, yanına yaklaşan Tuna’yı fark edince sertçe yutkundu. Suratındaki ifadeyi sabit tutmaya özen gösterirken güç almak istercesine önünde tuttuğu çantayı sıkıyordu.

Tuna yanına gelip durumdan rahatsız olduğunu belli edercesine ensesini kaşırken, “Gitme vakti Peri,” diye hatırlattı.

Bunu duyan Eva’nın keskin bakışları hızla üzerine döndüğünde genç kadın çantayı daha sıkı tuttu. Gece boyunca gitmeyecekmiş gibi davranmak ve ağlamamaya çalışmak onun için yeterince zorlayıcıydı. Şimdiyse sıra vedalaşmaya gelmişti. Deniz’den ayrılırken ona yeniden sarılmış ve aynı şeyleri tekrarlamaktan kendini alamamıştı. Kadının haberi bile yoktu. Balayından geri döndüğünde bir daha karşılaşamayacaklarını bilmiyordu. Bir yandan düzgünce vedalaşamadıkları için üzülse bile diğer yandan bu durumdan memnundu. Deniz’in keyfini bozmak isteyeceği son şey bile değildi.

“Gitme vakti de ne demek? Kulüpte partiye devam edeceğiz?” dedi Eva sorarcasına. “Peri’nin dil derslerini ertelemiştim. Yarın için bir planı yok ki.”

Peri burukça gülümsemeye çalıştı. “İtalya’ya gidiyorum,” dedi kısık sesle. Eva’nın kocaman açılan gözlerine bakarken dik durabilmek için elinden geleni yaptı.

“Bu şaka mı? Neden benim böyle bir şeyden hiç haberim olmadı?”

“Abim karar verdi,” dedi Tuna, sessizliğini bozmayan ve birkaç adım ötede put gibi duran Özgür’e kısa bir bakış atarken.

Eva daha fazla onaya ihtiyaç duyuyormuş gibi yanındaki Akın’a döndü. “Bu doğru mu gerçekten?” Adam kısaca kafasını salladığındaysa ağzından şaşkınlık dolu bir nida döküldü. “Biliyordun ve bana söylemedin mi?”

“Dün gece öğrendim zaten.”

“Yine de bana söylemeliydin!”

“Seni göremedim bile. Düğün için sağa sola koşuşturmakla meşguldün.”

“Siz delirdiniz mi? Yangından mal kaçırır gibi olacak iş mi bu? Ben bilmiyorsam Deniz de bilmiyordur. Hiç değilse o dönene kadar-”

Akın karısının çabalamasını kısa kesti. “Abim böyle dedi, Eva.”

“Ama neden?”

Akın’ın gözleri Özgür’e kaydı. Dolayısıyla Eva da ona döndü. Kazık yutmuş gibi öylece duruyordu ve az önce Deniz ile Cesur’un binip gittiği aracın artık boş olan yerine doğru bakıyordu.

Peri, “Böylesi en doğrusu, lütfen kimseye kızma,” diyerek müdahale etti. Boğazı düğüm düğümdü. “Bir an önce gidip bir yerden başlamam gerekiyor. Olması gerektiği gibi. Eşyalarımı buraya gelmeden önce topladım. Her şey için teşekkür ederim-”

“Ah, lütfen! Bu yüzden mi Deniz’e teşekkür edip duruyordun?” dedi Eva aynı şaşkınlıkla. “Ona sessizce veda mı ediyordun yani? Tüm gece boyunca gideceğini bilip gitmeyecekmiş gibi yanımızda mı durdun?”

Peri yavaşça, önemsizmiş gibi omuz silkti ama o anlarda içi paramparçaydı. Gözlerine dolan yaşları akıtmamak için bedenini olabildiğince kastı. Ağlamayacaktı. En azından buradayken bunu yapmayacaktı.

“Bana çok yardımcı oldun, Eva. Hakkını asla ödeyemem. Benim için elinden gelenin en iyisini yaptın. Teşekkür ederim. Yeterince başınızı ağrıttım, artık gitsem iyi olacak.”

“Saçmalık. Saçmalıyorsun!” diye kızarak kollarını iki yana açıp Peri’ye sıkı sıkı sarıldı. “Gitmeni istemiyorum. Seni gerçekten çok sevdim, yanımızda olmana alıştım ve... ve... gitmesen olmaz mı?”

Peri burnunun sızladığını hissetti. “Böylesi herkes için iyi olacak. Ben sadece baş belasıyım,” diye fısıldadı. O an onu sadece Eva duyuyordu. “Yeterince sorun çıkarttım. Artık huzur istiyorum ve sizin de huzur bulmanızı.”

“Bunlar tamamen saçmalık, Peri. Sen bizim için asla öyle değilsin. Tanrım! Bu gece böyle bitmemeliydi. Ah... ayrılıklardan nefret ediyorum.”

Tuna yavaşça boğazını temizledi. “Eva... hadi,” dedi uyarır gibi. Kadının geri çekilip öfkeyle parlayan gözlerini gördüğünde onun söylenmeye başlamasına izin vermeden konuştu. “Uçağa geç kalacağız.”

“Ona doğru dürüst veda etmeme bile izin vermiyorsunuz,” diye isyan etti. Yanaklarını ıslatan gözyaşlarını ellerinin tersiyle kurulayıp burnunu çekti. “En azından bir sonraki uçağa erteleyemez miyiz? Lütfen? Bu kadar ani olmasını sindiremiyorum.”

Tuna’nın tek yaptığı kafasını hafifçe iki yana sallamak oldu. Bunun üzerine Peri boğazındaki düğümlere ve kirpiklerini zorlayan yaşlara rağmen burukça gülümsedi. “Seni arada sırada ararım, eğer istersen?”

“Ah, beni ne zaman istersen arayabilirsin. Her gün ara ya da mesaj yaz, tamam mı?”

Genç kadın yavaşça kafasını salladı ve yeniden kucaklaşmak için kollarını açmaya niyetlendiğinde Eva geriye doğru kaçtı. “Ah, hayır, hayır. Bu vedalaşma burada olmayacak, tamam mı? Sizinle havalimanına kadar geleceğim.” Sonra kocasına döndü. “En azından bunu yapabilirim, değil mi?” dedi sesinin kızgın çıkmasına engel olamayarak.

Akın zaten bunu duymayı bekliyormuş gibi, “Arabaya geçelim,” demekle yetindi. Sesi sıkkın falan değildi, düzdü. İfadesizdi.

Peri çantasını yeniden önüne getirip iki eliyle tutarak ondan güç alırken, “Size de teşekkür ederim,” dedi kısık sesle. Ondan hâlâ çekindiği gün gibi ortadaydı. Akın kısaca kafasını sallayıp elini Eva’nın beline yerleştirdi ve onu kendi arabasına doğru yönlendirdi. Tuna ise bir süre birbirlerinden uzakta duran ikili arasında bakışlarını gezdirdikten sonra, “Ben arabadayım, Peri,” diyerek kaldırımın kenarındaki aracın sürücü koltuğuna geçip kapısını kapattı.

Peri derin bir solukla omuzlarını kaldırıp indirdi. Giydiği kalın paltoya daha çok sokulurken tüm cesaretini toplayıp harekete geçti. Topuklu ayakkabılarına rağmen sessiz adımlarla Özgür’ün karşısına geçtiğinde adamın dişlerini sıktığını gördü. Bu onun bir adım geriye çekilmesine neden oldu. Sertçe yutkunup çantadan güç alıyormuş gibi onu sıktı. Adam asla konuşmayacakmış gibi duruyordu. Bu yüzden kendisini cesaretlendirmek istercesine boğazını temizleyip kısık sesle, sakin şekilde konuşmaya başladı. Sabah yaşananlara ve aralarında geçen diğer her şeye perde çekmişti.

“Sana sürekli teşekkür etmeme kızıyorsun ama şu anda başka ne söyleyebileceğimi bilmiyorum. Teşekkür ederim. İsteyerek ya da istemeyerek yaptığın her şey için. Şu an yaşıyorsam bu senin sayende ve...” Adama kaçamak bir bakış attı. Sessizliği can sıkıcıydı. “Bana yeni bir hayat sunduğun için minnettarım. Koruduğun ve koruyacağın için... beni ailemin gazabından aldığın için... Ufuk’un elinden kurtardığın için... ev açtığın ve arkamda durduğun için... teşekkür ederim, Özgür.”

Adamın yüzünden buz gibi bir gülüş geçip gitti. “Hayallerinin kurtarıcısı olmadığımı herkes biliyor. Öyleymişim gibi bahsetmeyi bırak,” dedi ters ters.

“Önemli değil. Gerçekten... hiçbir şey önemli değil. Dediğim gibi hâlâ yaşıyorsam bu senin sayende. Evime gelip beni almasaydın çoktan toprağa karışmıştım. Başıma ne geleceği belliydi. Buna sen engel oldun.”

Özgür ellerini ceplerine tıkıp yumruk yaparak sıktı. “Geldiğime pişmanımdır belki. Beni güzellemeye son ver, Peri,” dedi ona göz ucuyla bakarken. Çünkü bunu hak etmediğini biliyordu.

“Belki,” dedi genç kadın. Dudaklarını birbirine bastırıp belli belirsiz gülümsemeye çalıştı. “Ama benden nefret etmiyorsun.”

Özgür hızla kafasını ona doğru çevirip gözlerini araştırdı. “Bu kadar emin olma,” dedi nefesini tutarak. Sesinin ters çıkmasını sağlasa da derinlerdeki merak işte oradaydı. Yoksa dün geceyi hatırlıyor muydu?

“Sen söyledin,” dedi Peri geri adım atmazken. “Dün... söyledin. Eminim. Yalan söylemediğini biliyorum ve... artık bana neden böyle davrandığını da anladım. Senin tavrın hiçbir zaman doğrudan bana değildi. Yerimde başka bir kadın olsaydı ona da böyle davranacaktın. Anladım.” Usulca kafasını salladı. “Senin problemin evliliğin kendisiyle. Sıkıştırılmış, kapana kısılmış hissettiğin için seni buna mecbur eden şeye yani bana çattın. Yaşadığın hayatı göz önüne alınca böyle hissetmeni normal karşılıyorum. Adınla yaşantın çok uyumlu, Özgür. Sana zincir vurulamaz, anladım.”

Akmak için an kollayan gözyaşlarını yerinde tutabilmek adına tüm gücüyle çırpındı. Boğazındaki düğümler onu ayrıca zorluyordu. Yine de adamın karşısında sanki her şeyi sindirmiş, kimseyle hiçbir derdi kalmamış gibi durmaya devam etti.

“Umarım hayatında mutlu olursun. Belki... doğru kişiye...” Boğazını temizledi. “Doğru kişiye denk gelirsen günün birinde evlilik sana bu kadar korkunç gelmez. Belki... Neyse... Ben artık gideyim.” Geriye doğru bir adım attı. “Tekrardan her şey için teşekkür ederim.”

Adam buna katlanamıyormuş gibi gözlerini yumdu. “Bana teşekkür etme,” dedi dilini dişlerinin üzerinde gezdirdikten sonra. Gülümse... Umutsuzca kadının bunu hatırlamasını bekledi ama hatırladığını belli eden hiçbir emareye rastlamadı.

“Peki... Hoşça kal,” diye fısıldadı yavaşça. Ardından bir adım daha geriye çekildi. “Kendine iyi bak.” Yutkundu ve arkasını dönüp kendisini bekleyen araca doğru yürürken adımlarını durduracak bir söz duymayı bekledi. Bir adım ve bir adım daha... Aracın koluna uzanırken yaşlar yanaklarını ıslattı.

Adam tek kelime etmedi.

Özgür ise istemsizce kadının peşinden bir adım attı. Sonra durdu, dişlerini öyle çok sıktı ki yanağında bir kas seğirmeye başladı. Geri dönüp bakmasını bekledi. Bir kez baksa onu durdurmak için tereddüt etmeyeceğinden emindi.

Kadın hiç bakmadı.

×××

Zürih’teki havalimanında bizi bekleyen helikopterle St. Moritz’in merkezine yolculuğumuzdan sonra karla kaplı arazide bizi kolayca ilerletecek devasa paletli araca geçiş yapmamızın üzerinden neredeyse bir saat geçmişti. Hava gerçekten soğuktu ve sürekli uykum bölündüğü için hayalet gibiydim. Yine de yağan karı izleyebilmek için gözlerimi açık tutuyordum.

Cesur’un eli elimdeydi, neredeyse hiç bırakmamıştı. Bizim için sakin bir yerde dağ evi seçtiğini biliyordum. Yalnızca ikimiz olacaktık. Bir hafta boyunca birbirimizden başka hiçbir şeyle ilgilenmeyecektik. Bunun verdiği yoğunluk şimdiden boğazımı kurutuyordu.

Evlenmiştik.

Biz... evlenmiştik.

Bir şekilde geriye doğru saydığım günler öne çekilmişti ve işte oluvermişti. Çoktan üzerinden saatler geçmiş olması beni şoka sokuyordu. Oysa ki nikâh saatini beklerken zaman hiç geçmiyor gibiydi. Şimdiyse evli olarak ilk gecemizi neredeyse bitirmek üzereydik. Saat sabahın altısını gösteriyordu. Hava henüz aydınlanmamıştı. Aracın yola dökülen farları sayesinde izlediğim kar yağışı mükemmeldi. Kendimi dışarıya atıp ellerim soğuktan kıpkırmızı kesilene kadar yağan karın altında kalmayı planlıyordum.

Sonunda kalacağımız dağ evi göründüğünde etrafındaki ışıklandırma nutkumun tutulmasına neden oldu. Kar kümelerinin arasında ışıl ışıl parıldıyordu. Muhteşem bir görüntüydü. Kartpostallardan fırlamış gibiydi.

Araç durduğunda önce Cesur indi ve ardından da benim inmeme yardımcı oldu. Eldivenli ellerimi birbirine sürterek hevesle eve doğru baktım. Aracımızın yanında bir araç daha vardı ve gelmemizle birlikte bizi karşılamaya çıkan genç bir çift kapıda belirmişti. Cesur onlarla İngilizce konuşarak bir şeyler söylerken bense kollarımı iki yana açarak yağan karın altında kendi etrafımda dönmeye başladım. Mutluydum. Çocuk gibi neşeliydim. İstanbul da pek kar yağmazdı. Yağsa bile yerde tutmazdı. En azından göz dolduracak kadar tutmazdı. Orada sadece karın soğuğunu bilirdim. Şimdiyse karların içerisindeydim ve bu bana karı ilk kez gören bir çocuğun sevincini veriyordu.

Kendi etrafımda dönerek kıkırdarken birden belime dolanan elleri hissettim. Kıkırdamalarım kahkahalara döndü. Araçlardan biri evde bizi bekleyen çifti de alarak oradan ayrılırken biz yağan karın altında sarmaş dolaş durmaya devam ettik. Cesur beni belimden yakalayarak kaldırıp döndürmeye başladı. Çoğalan kahkahalarım etrafımızdaki ormanda yankılandı.

“Cesur! Bu çok güzel!”

Güldüm. Daha çok güldüm. Ağız dolusu güldüm. Gülmediğim her günün acısını çıkartmak istercesine güldüm.

Cesur beni döndürmeyi dozunda tutarak yavaşça durdu. Bir tur daha atsaydık mide bulantısını hissedebilirdim ama bunun olacağını bilirmiş gibi yavaşladı. Ayaklarımı yerden kesmişti. Kalçalarımın altına dolanmış olan elleri beni yukarıda tutmaya devam ederken kollarımı boynuna dolayarak ona sarıldım.

“Seni seviyorum,” dedim nefes nefese kalmış bir hâlde. Yeniden güldüm ve etrafımızda bizden başka kimsenin olmamasının verdiği rahatlıkla avazım çıktığı kadar bağırdım.

“Seni çok seviyorum!”

Cesur ağır adımlarla eve doğru yürümeye başladığı sırada, “Şimdiden bu kadar çok bağırma. Bağıracağın daha çok günlerimiz olacak ve sesinin kısılmasını istemiyorum,” dedi içimde bacaklarımı birbirine sürtme isteği oluşmasına neden olacak şekilde.

“Bu vaat beni korkutmalı mı?”

Dudaklarında karanlık, serseri bir gülüş yer edindi. “Aslan ceylanı yakaladı ve inine götürüyor. Sen söyle, ceylan korkuyor mu?”

Kıkırdadım. “Ceylan sadece çok heyecanlı.”

Cesur verandayı tırmanıp aralık bırakılmış olan kapıyı ayağıyla iterek içeriye girdi. Bavullarımız çoktan içeriye bırakıldığı için ardımızdan kapıyı üzerine vurdu. Evin içi sıcacıktı. Şöminedeki ateşten yükselen tatlı çıtırdamalar kulağa oldukça hoş geliyordu. Ceviz ağacı yemek masasının üzeri çeşit çeşit yiyecekle hazırlanmıştı. Uzun masanın bir başına yerleştirilmiş kırmızı örtünün üzerindeki şamdanlar yanıyordu. Genel olarak ışıkların çoğu kapalıydı. Mumlarla aydınlatma sağlanmış, ortamın havası daha cezbedici kılınmıştı.

Cesur beni yatak odası olduğunu düşündüğüm odaya doğru taşıyıp usulca yere indirdiğinde odanın aydınlatmalarını açmak için benden ayrıldı. Ellerimdeki eldivenleri çıkartırken nerede ne olduğunu anlamak istercesine geriye doğru adım atınca diz kapağımın arkasına değen yatağı hissettiğimde yavaşça ona doğru döndüm. Aynı sırada Cesur tüm ışıkları açtı. Karşımdaki devasa yatağın yaslandığı duvarın tamamen camdan oluştuğunu gördüm. Dışarıda yağan karı izlemek için mükemmel bir yerdi. Yutkundum. Her şey için mükemmel bir yere benziyordu.

Omuzlarıma konan ellerle birlikte içime titrek bir soluk çektim. Karşımızda kalan camdan duvarda belli belirsiz yansımalarımız anlaşılıyordu. Arkamdaydı. Tüm kudretiyle arkamda durup üzerimdeki montu çıkartmama yardım ediyordu. Heyecandan yine dizlerimin titrediği bir ana hapsolmuştum. Sanki bana ilk kez dokunacaktı. Elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırmış hâldeydim. Benim aksime Cesur sakin görünüyordu. Montumun fermuarını açıp onu omuzlarımdan indirdikten sonra yere düşmesine izin verdi. Uçaktayken gelinliğimi çıkartmış yerine epey kalın eşofman takımını giymiştim. Onu da üzerimden sıyırmasını bekledim ama bunun yerine ellerini yeniden omuzlarıma koyup üzerime doğru eğildi. Burnunu saçlarıma gömerek kokumu içerisine çekerken, “Acıktın mı?” diye derinden gelen bir sesle sordu.

Her yöne çekilebilecek bu soru dilimin damağımın kurumasına neden oldu. “E-vet,” diye fısıldadım ve kelimeyi düzgün çıkartamayacak kadar aklımı toparlayamamış olmak beni utandırdı. Hele de üzerine Cesur’un kısık gülüşünü duyduğumda sıcaklık boynuma doğru yayılmaya başladı.

Elleri belimin iki yanına yerleşip karnıma doğru kayarken, “Rahatlamaya ihtiyacın var gibi fırtına,” dedi usulca.

Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum ve yine de yetmiyordu. Yeniden, “E-vet,” dedim bölük pörçük.

Parmakları karnımın üzerinde ufak okşamalarla hareket ediyordu. “Girip duş al. Sonra bir şeyler yeriz,” dediğinde karşı çıkmamak için dilimi ısırmak zorunda kaldım. Kısaca kafamı sallayıp onu onaylarken hoşnutsuzluğumu saklamaya çalışıyordum. Benden ayrıldığındaysa üşüdüğümü belli etmemek için kollarımı kendime sarıp kaçarcasına odanın içerisindeki diğer kapıya yöneldim. Arkamdan bavullarımızı odaya taşıdığını duymuştum. Aynanın karşısına geçip musluğu açarak soğuk suyu yanaklarıma vururken, “Sakin ol,” diye kendi kendimi uyardım. “Bu ilk değil, bu kadar heyecanlanmana gerek yok. Aptal gibi görünüyorsun.”

Kendimi azarlamam bittiğinde makyajımı temizleyip, soyunup duşun altına girdim. Saçlarımı ıslatmamaya özen göstererek çabucak yıkandım. Bir kenara bırakılmış havlulardan biriyle bedenimi sararak banyodan çıkmaya hazırlanıyordum ki sol tarafa uzanan dar yolu ancak fark edebildim. Takip ettiğimde oradaki yuvarlak ve epey büyük jakuziyle göz göze geldim. Üstelik etrafı tamamen camdan duvarlarla çevriliydi. Orada keyif yaparken dışarıyı izlemek için bakmak dışında hiçbir zahmete girmeye gerek yoktu.

Banyodan çıkıp bavula doğru yürürken içeriden Cesur’un telefonla konuştuğunu duyabiliyordum. Sağ salim adrese vardığımızdan bahsediyordu. Bir kulağım ondayken tamamen Eva’nın insafına bırakmak zorunda kaldığım bavulu açmak için eğildim. Önüme serilenler beni bir an için duraksattı. Çeşit çeşit iç çamaşırı ve gecelikten başka hiçbir şeyin bulunmaması karşısında gürültüyle yutkunmaktan kendimi alamadım. Koca bavulun tamamı bunlarla doluydu.

“Eva!” diye çaresizce tıslamadım. Bavulu hazırlamak için neden ısrar ettiğini şimdi daha iyi anlayabiliyordum. Umutsuzca dantellerle dolu iç çamaşırlarını kurcalayıp normal bir şeyler aradım ama bulamadım. Sonra durup bir süre burnumdan soluyarak ne giyebileceğimi düşündüm. Ancak o sıra gözüme diğer bavul ilişti. Onu uçakta açmış ve içinden eşofman takımını almıştım. Ah, benim için iki bavul hazırlamıştı ve birisi yalnızca iç çamaşırlarıyla doluydu. Eva’ya olan söylenmelerimi bir kenara bırakarak giyebilecek normal şeylerimin de olduğunu bilmenin rahatlığıyla iç çamaşırı bavuluna geri döndüm. Hepsinin kırmızı ve tonların olması sanırım bilerek yapılmıştı. Yine de aralarında bir tanesi beyazdı ve inci gibi parlıyordu. Ona uzanmakta tereddüt etmedim. Çabucak havludan kurtulup geceliği giydim. Göğüs kısmı dantele süslenmiş, derin dekolteliydi. Boyu yere kadar uzanıyordu ve sağ bacağımı ortaya çıkartacak yırtmacı vardı. Sırtı da epey açıktı. Saçlarımdaki tokaları çıkartıp onları serbest bırakmayı tercih ettim. Duş alıp giyinme kısmı işte bu kadardı ama kendimi hiç de rahatlamış hissetmiyordum. Aksine beklentim daha çok arttığı için kasıklarıma doğru yayılan tatlı sancılar ara sıra beni yoklayıp duruyordu.

Derin bir solukla omuzlarımı dikleştirip kendine güvenen adımlarla yatak odasından çıktım. Ne kadar cesaretli görünmeye çalışsam da yere basarken ses çıkartmamaya özen gösteriyor olmam her şeyi belli ediyordu. Yine de Cesur arkası dönük olmasına rağmen bir şekilde beni duydu. Bana doğru dönerken telefon hâlâ kulağındaydı. Nefesimi tutarak gözlerine yayılan arzuyu takip ettim. Yutkunuşu bu kez sessizdi ama ademelmasının hareketinden bunu anlamıştım.

“Orası size emanet,” diyerek konuşmanın sonuna geldiğini belli etti. “Eyvallah. Dikkat edin.”

Sonra telefonu kapatıp koltuğun yanındaki sehpaya bıraktı. O sehpanın üzerinde dışarıdaki arabanın anahtarı, cüzdanı, sigara paketi ve silahı da bulunuyordu. Ürperdim. Gözlerimi silahtan kopartıp oturduğu yerden ayaklanan Cesur’a çevirdim. Montundan o da kurtulmuştu. Pantolonu ve çoğu düğmesini açtığı, kollarını kıvırdığı gömleğiyle duruyordu. Bu dağınık görüntüsüne bayılıyordum.

Yanıma gelip belimi kavradığında yine çok hızlı nefes alıp vermeye başladım. Pek engel olabileceğim bir şey değildi. Cesur ne zaman bana yaklaşsa heyecandan tüm dengem şaşıyordu.

“Niyetin kalan aklımı da almak, değil mi?”

Kısık sesi tenimi okşar gibi kulaklarıma ulaştığında irkildim. “Ne yaptım ki?” dedim onun gibi kısık sesle.

Kafasını çok hafifçe iki yana salladı. “Yemek yemeni ve dinlenmeni istiyorum. Uzun ve yorucu bir yolculuktu. Önce daima sen, Deniz,” dedi bu konuda anlaşmamızı istercesine. “Aklımı dağıtacak şeyler giyip, aklımı kaybedecek şeyler yapmamı ister gibi bana bakma.” Ellerinden biri enseme ulaşarak saçlarımı kavradı ve boynumu tehditkâr şekilde geriye doğru yatırdı. “Çünkü sana karşı koyacak kadar güçlü değilim.”

Ellerim gömleğine yapışırken, “Karşı koymak zorunda değilsin,” dedim güçlükle.

“İhtiyaçların var,” derken dayanma sınırları zorlanıyormuş gibi gözlerini yumup dişlerini sıktı. “Tüm gece boyu toplam bir saat bile uyumadın.”

“Güzel bir uyku çekmek istiyorum, doğru,” diye mırıldandım. Ardından bacaklarının arasında duran bacağımla ona hafifçe sürtündüm. “Ama sonra.”

“Deniz-”

“İhtiyacım olan tek şey sensin,”

[BU KISMI WATTPAD YA DA INKSPİRED ÜZERİNDE BULABİLİRSİNİZ]

×××

Bir hafta çok hızlı geçti. Kendimi uyumuş uyanmış ve birden son günde bulmuş gibi hissederek güne başladım. Bu yüzden yüzüm biraz asıktı. Burada geçirdiğim her an paha biçilemezdi. Tüm her şeyden kilometrelerce uzakta olmak ve Cesur’la baş başa olmak bana çok iyi gelmişti. Tazelenmiş, yeniden doğmuş gibi hissediyordum.

Önüme doğru uzatılan reçel sürülmüş ekmeği görünce dudaklarıma tatlı bir gülümsemenin yayılmasına engel olamadım. Cesur hoparlörü açmış Tuna’yla konuşuyordu ve aynı zamanda kahvaltı ediyorduk. Yemek masasındaydık. Bu masanın üzerinde onunla yaptığımız şeyden sonra yemek yemeye odaklanabilmem ilk birkaç günümü almıştı. Yine de her oturduğumuzda gözlerim beni tükettiği kısma kaymadan edemiyordu.

Cesur ekranda bir yere dokunduktan sonra, “Ne düşünüyorsun, Deniz?” diye sordu. Sanırım reçelli ekmeği hâlâ havada tutuyor olmak onu sorgulamaya itmişti. Hızla boğazımı temizleyip reçelli ekmeği kaptığım gibi ondan kocaman bir ısırık aldım.

“Hiç. Hiçbir şey.”

“Yirminci katın betonu dökülüyor abi,” dedi Tuna hattın ucundan. Sessize alındığının farkında bile değildi. “Hiçbir sıkıntı yok şu anda. Kat çıkma işimiz iki haftaya bitecek. Sonra ilk olarak senin daireye başlanacak, konuştuğumuz gibi.”

İç geçirdim. “Bugünün son günümüz olmasına üzülüyorum,” dedim ağzımdaki lokma çiğnedikçe büyürken. Yarın öğlene doğru yola çıkacaktık ve şimdiden Cesur kaldığı yerden devam etmeye geri dönmüştü. En azından geçirdiğimiz bir haftada gerekli olmadıkça telefonu eline almamış olması iyiydi.

Tuna bir şeyler anlatmaya devam ederken, “İstersen uzatalım ama öyle ya da böyle geri döneceğimizi biliyorsun, değil mi?” dedi Cesur. Sesi hafif sıkkındı.

Omuzlarımın düşmesine engel olamadım. Usul usul kafamı sallarken bu durumdan nefret ettiğimi ona yansıtmamaya çalıştım. Ömrümün sonuna kadar onunla burada kalabilirdim. Güvende, huzurlu ve hiçbir dert tasam yokmuş gibi bir hafta geçirdikten sonra geri dönüp beni bekleyen olası belalarla uğraşmak istememem normaldi.

“Yarın dönüyorsunuz, değil mi abi?”

Tuna’nın çaresiz, olumsuz cevap gelmemesi için neredeyse yalvarırcasına çıkan sesi beni güldürecek gibi oldu. Cesur’a duyduğu ihtiyaç göğüs kabartıcıydı, ancak bizi buradan koparmaya hevesli olduğu için engelleyemediğim bir yanım ona kızmaya başlamıştı.

Cesur yeniden ekrana dokundu. “Döneceğiz. Bir sorun mu çıktı?” diye sordu sanki yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu hissetmiş gibi.

“Özgür dağıttı biraz.”

Kaşlarım hafifçe havalandı. “Neden? Ne oldu ki?”

Tuna bir an için duraksadıktan sonra, “Bir şey olduğu yok her zamanki Özgür işte. İçkiye vurdu kendini,” dedi hızlı hızlı.

“Peri’yle problemi mi var?” diye sordum bunun üzerine. Düğün günümde Peri’nin solgun hâli hâlâ gözümün önündeydi.

“Evet, sanırım öyle.”

İç geçirdim. “Geri döndüğüm zaman o içki şişelerini Özgür’ün kafasında kıracağım. Bunu ona ilet, tamam mı?”

“Kır anasını satayım. Birinin bunu yapması lazım. Ben yaparsam öteki tarafı boylar diye korkuyorum.”

Cesur, “Onu gözünün önünden ayırma. Başka sıkıntı var mı?” diye sorarak konuşmayı yeniden eline aldı. Tüm iştahım kaçmış şekilde arkama yaslandım. Geldiğimizden beri telefonlarla ilgilenmememizin nedeni işte buydu. Her ne kadar burada kalma seçeneğim olsa gözüm kapalı atlayacak olsam da kulübü merak ediyordum. Eminim ki Cesur benden daha çok merak ediyordu. Ayrıca oradaki herkesi özlemiştim. Bunlara rağmen balayımı kusursuz geçirmek isteyen yanım bencilce davranıyordu. Bu yüzden Cesur telefonu kapattığında onu alıp yeniden benimkinin yanına saklayacaktım ama önce Peri’ye nasıl olduğunu sormam gerekiyordu. Günlerdir aklımın bir köşesindeydi ve artık erteleyemeyeceğim kadar onu merak etmeye başlamıştım.

Sandalyemi geriye iterek ayaklandım. Üzerimde siyah sabahlığım vardı. Kuşağını sıkı sıkıya bağlamıştım ve içinden sadece askılı bir gecelik giyiyordum. İç çamaşırı yoktu. Burada geçirdiğim süre zarfınca hiç iç çamaşırı giymemiştim. Bunu hatırlamak kasıklarıma minik uyarıcı sancılar gönderdi. Onunla bu evin her alanını işgal etmiş olsak da doyamıyordum. Dün geceyi önünde geçirdiğimiz şömineye doğru yürürken göğsüme titrek bir soluk çektim. Tenimi saran dokunuşlarını hâlâ hissedebiliyormuş gibi gözlerim kısılırken şöminenin yanındaki komodine uzanıp telefonumu aldım.

“Odaklan,” diye fısıldadım kendi kendime. Aklımı toparlayıp Peri’yi düşünmeye geri döndüm. Belki de çoktan bana mesaj göndermişti, ancak telefonuma hiç bakmamıştım. İstanbul’dayken uçağa bindiğim esnada kapatmıştım ve hâlâ da kapalıydı. Beni arayıp soracak ekstra birisi olmadığı için rahattım. İsteyen zaten Cesur aracılığıyla bana ulaşabilirdi ve kimse de bunu denememişti.

Telefonumu oradaki şarja takıp açılması için yanındaki tuşa dokundum. Biraz bekledikten sonra ekran nihâyet canlandı. Tamamen kendine gelmesini beklerken bana gönderilmiş olan mesajların bildirimleri ekranıma düşmeye başladı. Merakla uygulamaya girdim. Eva’dan onlarca mesaj ve birkaç arama vardı. Peri de mesaj göndermişti ama onun mesajına odaklanamadan en altta başka bir mesaj daha görmüştüm. Kayıtlı olmayan bir numaradandı. İçgüdülerim alarma geçerek kapattığım tüm savunma mekanizmamı yeniden devreye sokarken parmağım ekranda kayarak mesaja dokundu. Bir fotoğraf gönderilmişti. Düğünümüzden çekilen bir fotoğraftı. Tam olarak nikâhımızın kıyıldığı esnanın bir hatırasıydı. Fotoğrafta şapşal gibi gülüyordum. Ağzım kulaklarımdaydı. Yutkundum. Gözlerim yavaşça kayarak altındaki mesajı okudu.

“O gelinliği ilk ben gördüm. Seni onun içerisinde ilk ben hayal ettim. Onunla evlenmiş olsan bile bu hiç değişmeyecek. Seni geri alacağım, Nehir. Sadece biraz daha sabret. Her şeyi düzelteceğim.”

Numara kayıtlı değildi, isim falan yazmıyordu ama düğün gecemde, takriben benim özel uçağa bindiğim sıralarda gönderilmiş olan bu mesajı kimin attığını anlamam pek de uzun sürmedi. Unutulmuş anılar hızla hafızama doluştu. Telefonu ateşe değmişim gibi bıraktım. Elim boynumu bulup sertçe ovalarken boğulma hissi işte oradaydı.

Yiğit’ti.

Mesajı atan Yiğit’ti. Unuttuğum, silip bir köşeye attığım ve uzun zamandır adını bile anmadığım adamdı. Hâlâ peşimde miydi? Hâlâ aynı hastalıklı hisleri mi taşıyordu? Durdum ve daha dehşet verici sorunun zihnimde dolaşmasına izin verdim.

Düğünüme mi gelmişti?

Kalbim patlayacak gibi oldu. Telefonu alıp fotoğrafı yeniden gözlerimin önüne getirdim. Profesyonel çekimlerden biriydi. Emindim, çünkü o pozu verdiğim anı hatırlıyordum. Bu biraz da olsa içimi rahatlatsa da hava alma ihtiyacıyla çift kanatlı pencereye doğru yürümekten kendimi alamadım. Cesur hâlâ Tuna’yla konuşmaya devam ediyordu ama bakışlarının beni takip ettiğini biliyordum. Bir şeylerin ters gittiğini hissettiğini de biliyordum.

Pencerenin iki kanadını da açıp soğuk havanın yüzüme çarpmasına izin verdim. Burada kalma fikri yeniden kendisini belli etti. Dönmek istemiyordum. Unuttuğum Yiğit bile hâlâ peşimdeyken diğerleri ne âlemdeydi düşünmek beni korkutuyordu.

Cesur’un oturduğu sandalyeyi geriye doğru ittiğini duydum. Konuşmayı bir anda keserek, “Deniz,” dedi hafif sorgular şekilde. Tepeden tırnağa ürpererek ellerimle kollarımı ovaladım. Mükemmel geçen bir haftanın sonunda böyle dertlerle yüz yüze gelmek beni afallatmışı. Kim olduğumu ve peşimde nelerin olduğunu hiçbir zaman unutamayacak mıydım?

Cesur ayaklandı. Çıkan seslerden bunu anladım. Sadece birkaç saniye sonra güçlü kolları beni kucakladı. Arkamdan sarılarak bedenimi çıplak göğsüne yaslayıp, “Ne oldu?” diye sordu. Sanki ne derdim olursa olsun halletmeye hazır gibi beni iyice kendisine çekti.

Yutkundum. “Buradan ayrılmayı hiç istemiyorum.”

Belli belirsiz iç çekti. “Seninle olmak paha biçilemez. Ömrümün sonuna kadar burada seninle kalırım, Deniz.”

Cümlesinin sonunda saklı olan bir ‘ama’ vardı. Buruk şekilde kafamın arkasını göğsüne yasladım. “Ama ailemize dönmemiz gerek.”

“Evet,” dedi kısık sesle. “Ailemize dönmemiz gerek.”

“Orada bir sürü sorun, onlarca düşman bizi bekliyor.”

“Birileri yüzünden evimizden kaçarsak gittiğimiz hiçbir yerde ev edinemeyiz,” dediği sırada burnunu saçlarıma gömdü. “Telefonda ne gördün, fırtına?”

Paniklemedim. Beni sarıp sarmalamasının verdiği sakinliğine sığınarak derin bir soluk aldım. Elbette fark etmişti. Bana ait her şeyi fark edeceğinden emindim. “Sonra,” diye fısıldadım. “Lütfen.”

Saçlarımın kokusunu yeniden içine çekti. Ardından da eğilerek dudaklarını boynuma bastırdı. “Yarından sonra,” dedi tenime doğru. En azından son günümüzü huzurlu geçirecek olmamız karşısında rahat bir soluk verip usulca kafamı salladım ve onu tekrarladım.

“Yarından sonra...”

Karnımın üzerindeki elleri beni iyice sıkıp kendisine hapsederken dudakları boynumda ağır ağır dolaşmaya başladı. Tutkulu öpücükleri tenimde izlerini bıraktığı sırada gözlerimi yumup Yiğit’i kafamdan def etmeye çalıştım. Yarına kadar o mesajı hiç okumamışım gibi davranacaktım. Kendime peşimde hiçbir bela yokmuş gibi huzurla yaşayacağım bir gün daha verecektim.

Çünkü geri döndüğümüzde belaların yakamdan hiç düşmeyeceğinden emindim.

×××

Bizim bir yerlerde Yiğit'imiz vardı unutmadınız dimiii? 🤐

Peri ve Özgür... ah, Özgür, ah...

Kızıl olmayan düğünümüzü beğendiniz mi? 😍

Bol bol öpücükler, sevgiler 🩷🩷

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 15.09.2025 22:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...