
Selamlaaarrr biz geldiiiikk nasılsınızzz 🥳
Bu bölüm birazcık gerilimin yüksek olduğu bir bölüm oldu. 🤭
Yorumlarınızı bekleriz, onlar bizim hevesimizi canlandırıyor. 🤩
Keyifli okumalar 🥰
♧
Sahildeydim. Önümdeki dar ve ışıl ışıl süslenmiş patika beni davet edercesine duruyordu. İki tarafında uçları kuma gömülmüş direkler yol boyu uzanıyordu. Direklerin üzeri beyaz zambak çiçekleriyle dolu sarmaşıklarla ve esen tatlı rüzgârla sağa sola uçuşan tüllerle süslenmişti. Her adımda bir yerleştirilmiş mumların hepsi günışığında olmamıza rağmen yanıyordu. Havadaysa ciğerlerimde amazon ormanları yeşertecek derece mükemmel koku hâkimdi. Ayrıca denizdeki hafif dalgalarının kıyıya vururken çıkardıkları o iç gıdıklayıcı sesleri duyabiliyordum.
İçim huzur ve heyecan doluydu. Nerede olduğumu bilmememe rağmen tereddüt etmeden süslenmiş yoldan yürümeye başladım. Saçlarım açıktı, elbisem bembeyazdı ve uzun eteği her adımımda etrafımda uçuşuyordu. Göğsümün içerisinde kıpır kıpır bir his vardı. En son ne zaman bu kadar heyecanlı ve mutluydum?
Kısa süre önceydi. Düğünümde.
Ancak orada endişe ve korku da vardı. Şimdiyse kötü olan hiçbir hissi taşımıyordum. Yürümeye devam ettim. Dalga sesleri iyice yakından gelmeye başladı. Yol hafif sağa doğru kıvrıldı. Döndüğümde beni orada bekleyen yiyecek dolu bir masa vardı. Beyaz örtüsünün yerdeki kumlarla birleştiği kısımlarda yine birçok mum bulunuyordu ve hepsi gibi onlar da yanıyordu. Çeşit çeşit yemeklerle süslenmiş masada eksik olan hiçbir şey yoktu. Sanki benim için orada kurulmuş gibi duruyordu. Dört servis açılmış olsa da henüz kimse yemeğe oturmamıştı.
Masanın tam önüne geldiğimde birbirinden lezzetli görünen yemeklerin üzerinde ağır ağır gözlerimi dolaştırdım. Çiçek kokusu yemeklerin kokusundan hâlâ daha yoğundu. Açlık hissetmek yerine her nefes aldığımda ciğerlerim taze çiçek kokusuyla canlanıyordu. Sanki tomurcuklar ciğerlerimin içerisinde filizleniyordu.
Denizden esen hafif rüzgâr saçlarımı yüzümün etrafında havalandırırken gülümsemekten kendimi alamadım. Masada açılmış servislerden birinin, bana en yakın olanın üzerine bırakılmış olan tek dal zambağı fark ettiğimde aheste aheste ona doğru uzandım. Bembeyaz yaprakları olabildiğince açılmıştı ve sanki hâlâ köklerine bağlıymış gibi capcanlı duruyordu. Onu burnuma doğru yaklaştırıp kokladığımda ciğerlerimi ele geçiren ve beni mest eden kokunun ondan geldiğini anladım.
Gülüşme sesleri dalga seslerine karıştı.
Kapattığım gözlerimi yavaşça aralarken çiçeği yüzümden uzaklaştırdım ama elimde tutmaya devam ettim. Gülüşmeler yeniden kulağıma çalındı. Sağ tarafıma doğru bedenimi çevirdiğimde nabzımın her vuruşta daha da güçlendiğini duyabiliyordum. Biraz ötemde kumların üzerine serilmiş örtüde oturan iki kadın vardı. Yanlarındaki adamın tuttuğu ve yürütmek için alıştırma yaptığı bebeğe bakarak neşeli kıkırtılarını serbest bırakıyorlardı.
Sesleri içime işleyen ve uzun zamandır görmediğim o iki kadını tanıyordum.
Biri Hümeyra, diğeriyse Yonca’ydı.
İçimden ağlama isteği gelip geçti ama buna rağmen ağzım kulaklarıma ulaşacak şekilde güldüm ve onlara doğru iki adım atabildim. Gözlerim yeniden adama kaydığındaysa olduğum yerde kalakaldım. O, Yavuz’du. Kafasını kaldırıp bulunduğum tarafa doğru baktığında ancak anlayabilmiştim. Bana genişçe gülümsüyordu. Güneş kadar sıcaktı. Beni ele geçirip güçlendirecek kadar yoğundu.
Gözlerimden yaşların döküldüğünü hissettim ama cildim kuruydu.
Hümeyra ve Yonca alkış tutarak Yavuz’un dikkatini kendilerine çektiğinde onlara doğru bir adım daha atacak gücü bulabildim. Hâlâ aramızda üç adımlık mesafe vardı. Yanlarına gitmeyi, her birine dakikalarca sarılmayı amansızca istiyordum ama aralarında duran küçük beden yeniden dikkatimi çektiğinde bunu yapamadım.
Yavuz, minik kollarından tuttuğu bebeği yürümesi için cesaretlendirmeye çalışıyordu. Ona bir şeyler söylediğini oynayan dudaklarından görebiliyordum ama ne dediğini duyamıyordum. Bebeğin yüzü kafasındaki bucket şapkanın altında kalıyordu, ancak minik dudaklarının heyecanla kıvrıldığını az çok seçebiliyordum.
Yavuz sonunda bebeği bıraktığında onun Hümeyra’nın kollarına doğru birkaç dengesiz adım attığını gördüm. Her an düşecek gibi durması kalbimi bir elin tutup sıkmasına neden olsa da Yavuz arkasında duruyordu ve Hümeyra da kollarını açmış bekliyordu. Onların bebeğe zarar gelmesine izin vermeyeceğinden emindim.
Bebek son adımında dengesini tamamen kaybettiğinde içgüdüsel şekilde onu tutmak için atıldım ama Hümeyra onu hızla yakalayıp kucağına çekti. Yanaklarına öpücükler kondurup ona bir şeyler söyledi. Yine duyamadım ama onu sevdiğinden emindim. Sonra bebeğe sıkıca sarılıp sanki orada durduğumu bilirmiş gibi kafasını bana doğru çevirdi. Yonca da bebeğe oynaması için oyuncaklardan birini uzatırken tıpkı Hümeyra gibi bana bakıyordu. İkisinin de yüzlerinde sıcacık bir gülümseme vardı.
Tıpkı ışığa çekilen kelebek gibi onlara doğru çekildim. Tüm hislerim, tüm duyularım bebeğe dokunmak istiyordu ama nedensizce korkuyordum. Yine de yanlarına diz çökerken kendimi buldum. Ona dokunmak sanki yasaktı, ellerimi hareket ettiremiyordum ama bebek ilgisini çekmişim gibi Hümeyra’nın kucağından sarkarak elime doğru uzanmaya çalıştı. Neyi istediğini hâlâ avucumda duran zambak çiçeğini gördüğümde anladım. Çiçeği almasına izin verdiğimde sevinçli bir nida çıkardı ve ben gülümsedim.
Bebek çiçeği kollamaktan çok yemek ister gibi ağzına doğru götürdü. Çiçeğin beyaz yaprakları onun yüzünü örtecek kadar büyüktü ama bana dönen mavi gözlerini görebileceğim ufacık bir an elde etmeme yetecek kadar da bonkördü.
Bebeğin bana bakan mavi gözleri benim ona bakan mavi gözlerimle aynıydı.
Yanağımın üzerinde kayan dokunuşla birlikte kirpiklerimi araladığımda uyumadan önce gördüğüm tavanla karşılaşmak beni bir an için hüsrana uğrattı. Dudaklarım bükülüp ağzımdan acı dolu bir iniltinin kaçmasına engel olamadım. Cesur’un, “Deniz?” diye seslendiğini işittim. Sesi hâlâ uykudan arınamamış geliyordu. Dönüp göğsüne doğru atılırken ona tüm gücümle sarıldım ve ağlamaya başladım. Zaten ıslak olan yanaklarımdan kayan yeni yaşlar onun çıplak tenine yayıldı. Beni yatıştırmak istercesine sırtımı sıvazlarken, “Yine kötü bir rüya mı?” diye sordu duruma canının sıkıldığını belli ederek. Kafamı hızlı hızlı iki yana sallasam da henüz konuşabilecek kadar rahatlayamadığım için beni yatıştıracak bir şeyler söylemeye devam etti.
“Geçti, fırtınam. İyisin. Geçti. Benimlesin.” Saçlarıma dudaklarının değdiğini hissettim. “Göğsümü yumruklar gibi atan kalbini kim öyle korkuttuysa ben onun yedi sülalesini-”
Telaşla, “Onu gördüm,” dedim. Sesim titriyordu. “B-bebeğimizi...”
Yaslandığım teninin kaskatı kesildiğini hissettim. Sanki söylediğim şeyden sonra nefes almayı bile bıraktı. Birden beni üzerinden çekip yastığa ittiğinde ve doğrulup bana doğru eğildiğini odayı aydınlatan kızıl ışık yardımıyla gördüğümde inler gibi garip bir ses çıkarttım. Yaşlar yüzümü yıkamaya devam ederken elimi onun yanağına yerleştirip, “Çok güzeldi,” diye hıçkırdım. “Çok güzeldi, Cesur.”
Yutkundu. “Nasıl gördün?” diye fısıldadı. Sanki onun için bunun mümkün olma ihtimali yoktu. “Nasıl gördün? Ne gördün? Hepsini anlat bana.”
“Her yer zambaklarla doluydu. Kokusu hâlâ burnumda sanki,” derken derin bir soluk aldım. Bir nebze olsun rahatlamamı sağladı. “Benim için bir masa hazırlanmıştı. Benim için olduğunu söylemediler ama öyle hissettim. İçimde hissettim. Güzel bir sahil kenarıydı. Her şey öyle güzeldi ki...” Oradan ayrıldığım için hüzünlü hissettiğimi saklayamadım. “Yonca’yı, Hümeyra’yı ve Yavuz’u gördüm,” derken dudaklarımdan beceriksiz bir gülümseme gelip geçti. “İyi görünüyorlardı. Keyifleri yerinde ve mutluydular. Gülüyorlardı. Sadece güldüklerini duyabildim. Keşke onlarla konuşabilseydim.”
Seslerini unutmak kadar kötüsü yoktu. Kafamın içerisinde bir yerdeydiler ama öyle derinde kalmışlardı ki ulaşmak zordu. Onlarla konuşmak ve binlerce soru sormak istiyordum. Eğer konuşabilseydim sürekli aynı soruyu soracağımdan da emindim.
İyi misiniz?
“Yavuz bebeği tutuyordu. Ona yürümeyi öğretiyordu. Ayakları çıplaktı. Beyaz elbisesi ve şapkasıyla-”
Cesur, “Kız mıydı?” diye fısıldadı birden. Yetersiz ışığa rağmen gözlerine yayılan hüznü ve yıkımı ayırt edebildim. Yaşlar yanaklarımdan daha hızlı boşalırken kafamı salladım.
“Kızmış... B-bizim bebeğimiz kızmış... Saçma belki ama... gördüm işte. Belki hepsi bilinçaltımın uydurması, bilmiyorum ama öyleymiş gibi hissediyorum. Onun bize ait olduğunu buramda hissettim. Ona bakarken buram çok sızladı,” derken elim kalbimin üzerindeydi. “Yüzünü göremedim doğru dürüst. Sanki sakladı benden ama gözlerini gördüm. Benimkiler gibiydi, masmavi. Beyaz elbiseli, bucket şapkalı, mavi gözlü minik bir kızdı.”
Cesur alnını alnıma bastırdığı sırada, “Cenneti kaybetmişim ben,” diye acıyla mırıldandı.
“Ona dokunamadım hiç,” dedim anlatmaya programlanmış bir robot gibi devam ederken. “Elimdeki zambak çiçeğine uzandı ama dokunamadım. Sıcak mıydı? Yoksa üşüyor muydu? Hümeyra ona öyle güzel sarılmıştı ki... Keşke ben de sarılabileydim. Keşke ona yürümeyi öğreten sen olsaydın. İlk adımlarını bana doğru atsaydı. Benim kollarıma düşseydi.”
Onun sert yutkunuşunu yeniden duydum. “Ben delirmeseydim... böyle bir adam olmasaydım... hepsi olacaktı.”
Suçluluğunu kalbimin derinliklerinde hissettim. İstemeden onu yaraladığımı fark ettiğimde kollarımı yeniden bedenine doladım. Cesur koynuma sokuldu. Genelde ona sokulan ve medet arayan hep ben olurdum ama şimdi kafasını göğsüme yaslayan o oldu.
“O iyi,” dedim bu kez ben onu yatıştırmaya çalışarak. Tek sorun sesimin titriyor olmasıydı. “Yavuz ona göz kulak olacak ve Hümeyra ile Yonca ona çok iyi bakacak. Güvende olduğundan ve artık zarar görmeyeceğinden emin olmak iyi bir şey. Orada sevileceğini bilmek... çok güzel.” Kendimi rahatlatma şeklim acınası olabilirdi ama aksi şekilde düşünürsem aklımı kaybederdim. “Onları ziyarete gittiğim için belki de... Ben mezarlığa gittim ve onlar da rüyama gelip iyi olduklarını gösterdiler.”
“Bir daha gittiğinde ben de seninle geleceğim.”
İri vücudunu kollarımın arasında tutmaya devam ederken daha güçlü kavradım. Boğazımda sanki dikenler vardı. Batma hissi yüzünden yutkunmak bile acı vericiydi.
“Gözleri maviydi, öyle mi?” diye sordu kalbimi sızlatan bir ağırlıkla. “Onu öğrendiğim zaman ilk hayal ettiğim şey buydu.”
Parmaklarım saçlarına kayıp onlarla usulca oynarken, “Onu geri istemekten sen de korkuyor musun?” dedim dalgınca.
“Benden düzgün bir baba çıkmaz, Deniz.”
İtirafı bana sertçe çarptı. Umutlanmamamı ister gibiydi. “Buna inanmıyorum,” dedim, tavrım kabullenmeyiş doluydu.
Üzerimden doğrulup kalktı. Ayaklarını yataktan aşağıya sarkıtarak bana sırtını dönerken, “Sana yaşattığım acı hâlâ içinde bir köşede duruyorken kendini ya da beni kandırmaya çalışma,” dedi kaskatı bir sesle.
İrkilerek doğrulduğum esnada, “Sadece korkuyorsun,” diye fısıldadım durumu anlıyormuşum gibi. Aksini iddia edecek hiçbir şey söylemedi. “Ben de korkuyorum, Cesur. Sanırım bu bizim için henüz konuşmak için bile erken bir konu.”
Yatağın iki yanına bastırdığı ellerinin zavallı yatağa uyguladığı güç dalgasını hissettim. “Yeniden isteyecek misin? Benim gibi bir adamdan bir bebek daha? Aynı şeyleri yaşamayacağının garantisi olmadan?”
“Kendinden dünyadaki en berbat adammış gibi bahsetme. Elinde olan bir durum değildi ve seni kışkırtan bendim. Tek suçlu sen değilsin. Evet her şey tazeyken seni suçladım ama kendimi de suçladım. Hatalarımız oldu. Tekrarlamayacağız.”
Ağır ağır kafasını sallarken, “Tekrarlamayacağız,” dedi. Ama bunu deyiş tarzı beni irkiltmeye yetti, çünkü hata olarak gördüğünün bebek yapmanın kendisi olduğunu ayırt etmekte zorlanmamıştım.
“Cesur-”
Odanın kapısı gürültüyle çarpıldığında ne diyeceksem aklımdan uçup gitti. Olduğum yerde sıçrarken, “Ne oluyor?” diye sayıkladım. Saatin kaç olduğunu kontrol etmemiştim ve hâlâ gece mi yoksa gündüz mü anlayabilmek için dışarıya açılan bir pencere olmadığından dolayı tahmin yürütmek zordu. Ancak doğru bir an olmadığından neredeyse emindim.
Kapı bir kez daha tıklatıldı ve bu kez Tuna’nın sesini de duyduk. “Abi? Bakman lazım.” Yeniden tıkladı. “Deniz? Acil bakmanız gerek.”
Cesur küfrederek ayaklandı. Kapıya doğru yürürken ben de uzanıp komodinin kenarında duran telefonunu aldım. Kapalıydı. Gece benimle rahatsız edilmeden ilgilenebilmek ve mezarlık ziyaretinin omuzlarıma bıraktığı yükü doğru şekilde hafifletebilmek için telefonunu kapatmıştı. Kenardaki tuşa dokunarak açılmasını sağladığım sırada Cesur da kapıyı açıp Tuna’nın telaşlı ve gergin olduğuna bahse gireceğim yüzünü görmemi engelleyecek şekilde kapı aralığında durdu. Üzerinde sadece eşofman altı vardı ve çıplak sırtı koca bir dağ gibi genişti.
“Abi önemli olmasa rahatsız etmezdim biliyorsun-”
“Ne oldu Tuna?”
Telefon nihayet açıldı. Ekranda beliren saat sabahın yedisini gösteriyordu.
“Talat, Peri’yi alması için Orhun’u İtalya’ya göndermiş.”
Cesur yeniden küfretti. “Almış mı?”
“Almış abi.”
“Ulan! Oraya koyduğun adamlar ne bok yiyordu?”
“Susturucuyla vurmuş onları şerefsiz. Cesetlerini de saklamış bir köşeye. Vardiya değişimine gelen ekip fark etmiş. Eve bakmışlar kız yok. Sonra bana ulaştılar hemen. Kamera kayıtlarını kontrol ettirdim ilk olarak. Kıza zarar vermemiş, almış çıkmış evden.”
“Ne zaman oldu bu?”
“Dün akşam üzeri,” derken sesi epey mahcup geliyordu. Neden böyle olduğunu anlayabiliyordum, çünkü sorumluluk her zaman ondaydı ve Cesur şu anda burnundan soluyordu.
“Neredeyse yarım gün geçmiş Tuna! Dua et o kızın başına bir şey gelmemiş olsun!”
“Abi-”
Cesur onu dinlemeden kapıyı gürültüyle yüzüne vurdu. Hızla yataktan fırladım. “Ona bir şey yapmışlar mıdır?” diye telaşla sorarken ne yapacağımı bilemeyerek odanın içerisinde dönüp duruyordum.
Sesi hafif bezgin çıktı. “Bilmiyorum, Deniz, bilmiyorum. Ailesini de dostluğunu da sikeceğim o olacak! Talat aklınca Peri aracılığıyla bizi kullanabileceğini sanıyor. Şimdi gidip soyunu sopunu kurutsam yeridir. Yapamam sanıyor, sırf babamın onlarla olan hukuku bana engel olur sanıyor!”
Dolabın kapaklarını kıracakmış gibi kuvvetle açıp giyecek bir şeyler aramasını izlerken yüreğim ağzımdaydı. “Ne yapacaksın peki?”
“Eğer kıza zarar verme hatasına düşmüşlerse babamın hatırının onları kurtarmaya yetmeyeceğini öğrenecekler.”
Ben de üzerimdeki gecelikten kurtulup bir pantolon ve kazak giyerken, “Onu göndermemeliydin. Çok erkendi,” diye söylenmekten kendimi alamadım. “Umarım iyidir. Zaten çok hassas biri. Umarım onu kıracak bir şey yapmamışlardır.”
“Aptal kardeşimi silkelemek için!” dedi öfkeli bir homurtuyla.
“Özgür inatçı. Bundan anlamayıp inat edeceğini ben bile anlayabilirdim.”
“Doğru. Bir dahakine aklı başına gelsin diye kızı göndermeyeceğim. Onun ağzını yüzünü kıracağım!” derken silahını da alıp beline yerleştirdi. Ardından yeri döven adımlarla odadan çıkmak için kapıya yöneldi.
Peşinden telaşla koşuşturdum. “Ben de geleyim mi? Peri’nin yanında olmak istiyorum.”
“Aramızda çatışma çıkabilir.”
“Arabada beklerim-”
“Burada kalacaksın, Deniz. Orada bir de seni düşünemem.”
İtiraz etmek istesem de işe yaramayacağını biliyordum. Zaten daha ağzımı bile açamadan Özgür’ün öfkeli bağırışıyla sarsıldım. Tablolu gizli kapıdan çıktığımız anda sesi bize ulaşmıştı.
“NEREDE O, TUNA? NEREDE OLDUĞUNU ÖĞRENMEK İÇİN ÜÇ DAKİKAN VAR! BANA PERİ’Yİ BULACAKSIN! EĞER ONA BİR ŞEY OLMUŞSA KENDİNE SAKLANACAK BİR DELİK BUL ÇÜNKÜ KAFANI ÇIKARDIĞIN ANDA BEYNİNE KURŞUNU YİYECEKSİN!”
Kulüp kısmına geçtiğimizde Özgür’ü Tuna’nın yakalarına yapışmış hâlde bulduk. Akın yanlarındaydı ve onları ayırmaya çalışıyordu. Eva da asansörden yenice çıkıp onlara doğru geliyordu. Yüzünde dehşet vardı. Sanırım Özgür’ü ilk kez bu şekilde çığırından çıkmış görüyordu.
“Yakamı bırakırsan işe koyulacağım. Sakin ol birader,” dedi Tuna sakinliğini korumaya çabalayarak. Kaşları çatık, yüzü kaskatıydı. Ortamı dengede tutmaya çalışıyordu ama gözlerine yerleşen öfkeyi seçebiliyordum.
Özgür onu hiç duymamış gibi davrandı. Şu anda gözü hiçbir şeyi görmüyor gibiydi. “NEREDE PERİ? KARIM NEREDE LAN? SEN NE BOK YAPIYORDUN ONU ORADAN ALDIKLARINDA?”
Tuna bu baskıya daha fazla dayanamayıp ona açıkça diklendi. “Karını bana mı soruyorsun? Başında olması gereken sen değil misin?”
Özgür’ün öfkeden çıldırıp bağırmaya devam etmesini, küfürler savurmasını beklemiştim ama Tuna’ya yumruk atmasını asla beklememiştim. Ellerim hayretle ağzıma kapanıp kaçan çığlığı bastırırken Özgür’ü geriye savuran Akın oldu. Artık o da öfkelenmişler listesindeydi ve onun normal zamanda bile bir ayarı olmadığını herkes biliyordu.
“Adam doğruyu diyor lan,” diyerek kardeşini tersledi. “Kendine gel siktirme bana belanı. Kızı istemiyorum diye dolanıyordun ortalıkta şimdi niye eteklerin tutuştu? İyi oldu, ailesi alsın sıksın kafasına bir köşede! Geberip gitsin! Yakanı kurtarmak tek amacın değil miydi lan senin?”
Özgür şu anda durup bu sözleri düşünecek ve anlamını bulmaya çalışacak kadar bilinçli değildi. Bu yüzden beklediğim gibi tepkisi Akın’a saldırmak oldu. Korkarak gerçekleşecek olan kavgayı beklerken Cesur ikisinin arasına girerek onları birbirinden uzağa itti. Özgür anında tüm öfkesini ona yöneltmekten çekinmedi.
“BUNU ÇÖZECEKSİN ABİ! ONU NASIL GÖNDERDİYSEN BUNU HEMEN ÇÖZECEKSİN!”
Akın homurdandı. “Gitmesini isteyen sendin lan!”
Kardeşini duymazdan gelip, “BUNU ÇÖZECEKSİN!” diye yineledi. Çehresi sinirden kıpkırmızıydı. Alnındaki ve boynundaki damarlar kabarmıştı. Gözleri delirmiş gibi bakıyordu. O an bir kez daha emin oldum. Aynı delilik üçünde de vardı.
“BANA KARIMI GETİRECEKSİN! EĞER ONUN KILINA ZARAR GELMİŞSE BUNUN HESABINI SİZDEN SORARIM!”
Cesur kardeşinin seviyesiz konuşmasına takılmadı. Aksine onu anladığını açıkça belli ediyordu. Belki de kendisini suçladığı içindi, emin olamamıştım. “Onu geri alacağız. Sakin ol koçum. Halledeceğim.”
Özgür yerinde durmakta zorluk çekiyormuş gibi kendi etrafında dönerek saçlarını hoyratça karıştırdı. “Amına koyayım böyle işin! Aklımı sikeyim! İZİN VEREN AKLIMI SİKEYİM!”
Boğazımı temizleyip, “Burada tartışmayı bırakın,” diyerek söze karıştım. “Harcadığınız her an geç kalıyor olabiliriz. Ailesi onu bize diz çökmediklerini göstermek için almıştır. Zarar vereceklerini düşünmüyorum, Özgür. Onu geri almanız için sizinle pazarlığa gireceklerdir-”
“Daha en başında babası bile bizimle pazarlığa girmedi, Deniz! Gitti kızını öldürmeye niyetlendi. Babası öyle yapmışken amcası farklı mı davranır sanıyorsun?” dedi ters ters. “Orhun zaten onu öldürmek için yer arıyor!” Elini kafasına vurdu. “Aklımı sikeyim!”
İçime uğursuz bir his yayılırken Tuna bir köşeye çekilip konuştuğu telefonu kulağından ayırarak yeniden bize doğru döndü. Aslında tek odağı Cesur’du. “Ailenin önde gelenleri evde toplanmışlar ve Orhun’u bekliyorlar abi. Onlar da eve doğru yoldalar. Peri, Orhun’la birlikte.”
Cesur hemen emretti. “Tüm adamları topla. Bugün orayı cehenneme çevireceğiz!”
×××
Dışarıda gök gürüldüyordu. Bulutlar sık sık birbirine dokunuyor, bazen ufak bazense yeri titreten kıvılcımlar çıkartıyorlardı. Henüz yağmur yağmaya başlamamıştı, ancak her an damlalar özgürlüklerini ilan edebilirdi.
Peri böyle havalarda kendine büyük bir fincan kahve yapıp pencerenin önüne çektiği koltuğa tüneyerek dışarıyı izlemeye bayılırdı. Ayaklarına uzun çoraplar geçirerek omuzlarına örttüğü pelüş battaniyeye sarılırken yağmura karşı hayaller kurarak saatlerini harcardı.
Şimdiyse hayal kurmaktan çok uzaktaydı.
Evinin yatak odasına girdiklerinde ne koltuğu pencerenin önündeydi ne de odada kendisine ait bir düzen kalmıştı. Tıpkı değersiz bir eşyaymış gibi rastgele bir köşeye savrulduğunda alacağı darbeyi hafifletebilmek için elinden geleni yaptı. Kalçası ve dizleri halısız zemine çarpıp sürtündü. Kafasını komodinin kenarına vurmaktan kendisini kurtaramadı. İnleyerek elini sol şakağına bastırırken abisi Orhun’un buz gibi bakışlarını çekerek odadan çıkıp gitmesini izledi. Öyle soğuk, öyle uzaktı ki bir yabancı bile ondan daha samimi hissettirebilirdi.
Tutmak için bin bir güç sarf ettiği gözyaşlarını serbest bırakırken peşinden koşar adımlarla odaya girip yanına gelen annesinin açtığı kollarına can havliyle sığınıp hıçkırıklarını serbest bıraktı. “Şşş, ağlama kızım, ağlama, tamam, tamam bir şeyin yok. Çok şükür rabbime bir şeyin yok,” diye sayıkladı annesi. Sanki öleceğinden emindi de onu canlı bulabildiği için şükreder gibiydi.
Peri de öleceğini düşünmüştü. Kapıda abisini gördüğünde öleceğinden emindi. Ancak kolundan tutmuş ve dışarı çekmişti. Doğruca havalimanına gitmişlerdi. İlk uçakla da İstanbul’dalardı. Baba evine geri getirilmişti. Aşağıda amcalarını ve diğer aile büyüklerini üstünkörü görmüştü, kimse memnun değildi.
Ölmemişti ama çok da yaşayacağını sanmıyordu.
“Bırak şunu nazlamayı Züleyha!” diye köpüren halasının katı sesini işittiğinde irkilerek annesinden koptu. Kadın elinde sadece belindeki fıtıklar onu çok rahatsız ettiğinde kullandığı bastonuyla karşılarında dikiliyordu. Yengeleri hemen arkasındaydı. Yüzlerindeki ifadeler neredeyse birbirleriyle aynıydı. Kınayıcı, küçümseyici, ezici...
Halası burnundan soluyan bir tavırla, “Seni hiçbir halta yaramaz sümsük kız! Kadınlık yapmayı da mı beceremedin? Hani kocan seviyordu seni? Utanmadan öyle diyordun bize. Hani nerde o sevgi? Adam çöp gibi attı gitti seni!” diye köpürdü. Hırsını alamadığı o kadar belliydi ki önünü ardını düşünmeden bastonunu kaldırıp ucuyla Peri’yi sertçe dürttü. “Yüz karası! Sen kim bir adama kadınlık yapmak kim? Beceriksiz! Aptal! Ama sana yapacağımı biliyorum ben! Layığını yaşayacaksın!”
“Abla tamam!” diye bağırdı annesi can havliyle. Bastonu tutup geriye itti. “Tamam bırak artık. Bırak kızımı!”
“Savunma onu bana! Edepsizler! Terbiyesizler! Ama göreceksiniz! İkiniz de göreceksiniz! İkinize de soracağım bunların hesabını!”
Yengelerinden birisi, “Tamam abla, sakin ol. Değmez bunlar için. Ne zaman laftan anladılar da şimdi anlayacaklar? Gel hadi, tansiyonun çıkacak,” diyerek halasını tutup odadan götürdü. Kadın giderken bile bağırıp çağırmaya devam ediyordu. Herkesin odadan çıkmasıyla birlikte Peri yeniden annesinin kollarına atılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti.
Gökyüzünden hâlâ tek damla dökülmüyordu, çünkü bulutların yerine ağlayan Peri’ydi.
“N-ne yapacağım anne? Ne yapacağım ben?”
Züleyha kendi gözlerinden kayan yaşları umursamazken kızının yanaklarını kuruladı. “Denilenler doğru mu Peri? Seni oraya başından savmak için mi attı? Doğruyu söyle bana.”
Peri hıçkırdı. Annesinin yüzüne bile bakamıyordu. “Y-yok... ben oraya... eğitim için gitmiştim...”
“Peri! Ben görmüyor muyum kız senin hâlini?”
“A-anne...”
“Doğru mu?” Israrla kızıyla göz göze gelmeye çalıştı ama Peri ondan başka her yere bakarak yüzleşmekten kaçıyordu. Buna daha fazla sabır gösteremeyerek kızını hafifçe sarstı. “Doğru mu denilenler? Saklama benden.”
Peri düştüğü durumla tek başına savaşacak gücü kaybetti. Kalbinin derinliklerini titreten bir hıçkırıkla birlikte belli belirsiz kafasını salladı. Olduğu yerde iyice küçüldü, yok olmak istedi. Kendisini hiçbir halta yaramaz biri gibi hissediyordu. Aşağılanmış, yerin dibine sokulmuştu. Çok utanıyordu.
“Ah, benim kadersiz kızım. Ah, benim kısmetsiz kızım.”
“Ö-özür dilerim anne,” derken gürültüyle burnunu çekti. “S-sevemedi beni. İstemedi hiç. Ö-özür dilerim. B-beceremedim.”
“Kalk, kalk yüzünü gözünü yıkayalım. Kalk kızım.”
Peri bozuk bir plak gibi, “Ö-özür dilerim,” demeye devam etti. “Utanıyor musun benden? B-ben çok utanıyorum.”
Kadın sertçe yutkundu. “Kalk hadi,” dedi dalgın dalgın. Kızının koluna girmeye çalıştı ama onun bile ayaklanacak gücü yoktu.
“N-ne yapacağım ben şimdi anne? Öğrendiği zaman çok kızacak. Yine başına bela olduğum için... çok kızacak. Ne yapacağım?”
Züleyha çaresizlikle omuzlarını düşürürken kızının hafif kanlanmış olan alnını usulca sildi. Başını çarptığı yer şişkin duruyor olsa da neyse ki fazla kan yoktu. “Bulacağız bir hâl çaresini. Ağlama artık, seni böyle görmesinler,” dese de umutsuzluğu saklayamayacağı kadar ortadaydı.
“Orada ne güzel yaşayacaktım. Kimsenin başına bela olmadan yaşayacaktım. Neden? Neden karıştınız? Neden anne? Beni önemsemediğinizi herkes biliyor. B-biliyorum. Hiçbir değerim yok benim. Ölsem... ölsem senden başkası ağlamayacak. Biliyorum... biliyorum anne.”
“Öyle şey olur mu kızım hiç? Ölümlü mölümlü konuşma kurban olayım.”
Peri annesinin nemli gözlerindeki üzüntüden kaçındı. Gerçeğin farkındaydı. Kimse onun için üzülmeyecekti. Hatta sevinenler bile çıkacaktı, bunu kalbinin derinliklerinde hissediyordu.
“Beni sevmemiş olması, istememiş olması hoşunuza gitmedi mi? Neden? Bana hak ettiğim gibi davrandı işte-”
“Bunu hak etmiyordun!”
“Anne,” derken kaşları acıyla büküldü. “Babam benim ölüm fermanımı vermişti. Babam beni bu kadar değersizleştirdikten sonra elin oğlu yine de ondan daha insaflıydı.”
Züleyha’nın çehresi iyice soldu. Yüreği sızım sızım sızlarken, “Baban onların dize gelmeyeceğini, sonunun böyle olacağını biliyordu,” diye fısıldadı.
Peri ağır ağır kafasını salladı. “Bu yüzden ö-ölmem onun için en doğrusuydu. Çok bile yaşadım.”
“Öyle söyleme kurbanın olayım. Amcanın niyeti bu değil yemin olsun. Rest çekecek onlara, kopartacak tüm bağları.”
Cılız bir umut genç kadının kalbine dokundu. “Peki sonra? Bana ne olacak? Burada mı kalacağım? Burada kalmama izin verecek mi?”
Züleyha nasıl açıklayacağını bilemedi. “Halanla Mersin’e gideceksin,” dedi içine kaçmış bir sesle.
“H-halamla mı?”
“Artık onunla yaşayacaksın.”
Panikledi. “Anne... bu ne demek? Ne saklıyorsun benden? Bir şey var dilinin altında. Söyle. Söyle yalvarırım. Neden halamla yaşayacağım?”
“Oğlu var ya... Hüseyin... ona bakarsın. Halana hizmet edersin... öyle karar verdiler kızım.”
Peri vücudundaki tüm tüylerin diken diken kesildiğini hissetti. Midesi bir anda öyle sert kasıldı ki aç olduğu hâlde ağız dolusu kusacakmış gibi oldu. Öğürmeye benzer bir ses çıkartmaktan kendini alamazken elini ağzına bastırdı. Hüseyin denilen kuzeni neredeyse kırk beş yaşındaydı ve zekası beş yaşındaki bir çocuğun zekasıyla eşdeğerdi. Koltuk altı değnekleriyle yürüyor ve başkalarının bakımına muhtaç şekilde hayatını idame ettiriyordu.
Kaderini şimdi de ona mı bağlamışlardı?
Peri kusma isteğinin çoğaldığını hissetti. O an ölmeyi diledi. O an gerçekten aklından geçirdiği tek şey buydu, çünkü eğer Mersin’e giderse her Allah’ın günü kan kusacağını tahmin edebiliyordu.
“İ-istemiyorum... Asla! Olmaz anne, yalvarırım izin verme. Bu kez izin verme. Lütfen. Ölürüm orada. Engel ol ne olur?”
“Kız ben ister miyim seni halana köle yapmayı? Mecburuz,” dedi çaresiz, boğuk bir sesle. “Mecburuz Peri. Yoksa yaşamana izin vermezler kızım. Öldürürler seni. Gözlerini kırpmazlar.”
Can havliyle annesinin kollarına yapıştı. Bir umut ona yakardı. “Oraya gidersem her gün öleceğim zaten. Yapma. Bir kez olsun beni düşünemez misin? Bir kez olsun beni koruyamaz mısın?”
“Kimden nasıl koruyacağım? Baban mı var başımızda? Abin desen zaten kafası yerinde değil. Benim söz hakkım var mı sanıyorsun? Bana soruyorlar mı sanıyorsun Peri? Ben seni ateşe atmayı hiç ister miyim?”
Peri hıçkırarak annesinin göğsüne sığındı. Kadının çaresizliğini görüyordu. Ona saatlerce dil döküp yalvarsa bile sonucun değişmeyeceği ortadaydı. Yine de elinde olmadan bir süre daha ona yalvardı. Ağladı. Annesi de onunla birlikte ağladı. Çaresizliklerine, ailenin çarpık adalet sistemine ve çıkmazda olmalarına ikisi de içli içli ağladı.
Züleyha birinin koridordan homurdanarak geçip giden ayak seslerini işittiğinde hızla kendisini toparlayıp yeniden kızının yanaklarındaki yaşları kuruladı. Biliyordu ki ağlamak faydasızdı. Burada kimsenin vicdanı kalmamıştı ve hepsi Peri’ye çatmak için yer arıyordu. Onu ağlarken, sızlanırken ya da ona biçilen hayatı istemediğini söylerken görüp duymamaları daha iyiydi.
“Kalk elini yüzünü yıkayalım kızım. Kalk benim bahtsız kızım. Akşama yola düşeceksiniz. Kalk seni hazırlayayım.”
Genç kadın kafasını hızlı hızlı iki yana salladığı sırada, “K-kocam beni öylece bıraktı mı?” diye soruverdi. Bunu sormak başından beri aklında dönüp duruyordu ama dili bir türlü demeye varmamıştı. Ancak öyle bir çıkmazdaydı ki her şeyden medet umacak noktada duruyordu.
“Haberleri yok. Amcan gizliden abini gönderdi senin yanına. Ama çok geçmez haberleri olur.”
“Ya çok kızarsa?” dedi minicik bir umutla.
Züleyha, “Seni atmış yaban ellere, tek başına bırakmış. Amcan seni sahipsiz koymadı diye kızamaz,” dedi kızının kanayan yarasını deştiğini bile bilmeden. O sadece damadına olan öfkesiyle konuşuyordu. “İstememiş seni hem. Gelmez daha. Nikâhınızı da düşürecek amcan. Sonra...” Ne diyecekse vazgeçti. Ayaklanıp kızını yerden kaldırdı. “Haydi banyoya geçelim.”
“Sonra ne anne? Özgür’le nikâhımı bozup... H-Hüseyin’le mi?” dedi korkuyla. Annesi bakışlarını kaçırdığında Peri olayı anladı. Ağzına kadar çıkan safrayı bu kez geriye bastıramadı. Banyoya fırlayarak gidip lavaboya eğilerek peş peşe öğürdü. Midesi bomboş olduğu için çıkartabildiği pek fazla şey yoktu, ancak çok dolu hissediyordu. İçinde onu boğan tüm hisleri dışarıya atma ihtiyacıyla öğürdü, öğürdü ve öğürdü.
“Kız bu hâlin ne senin?” dedi o an annesi şüpheyle. “Sen kolay kolay kusmazsın Peri.” Durdu ve yeniden konuştuğunda gözleri dehşetle irileşmişti. “Gebe olmayasın kız sen?”
Genç kadın elini yüzünü yıkarken elektrik akımına kapılmış gibi irkilerek havluya uzanıp banyonun bir köşesine kaçtı. Tavrı annesini iyice kuşkulandırmış olmalıydı ki, “Yoksa gebe misin?” diye sordu yeniden. Sesi kısıktı. Kimsenin duymasını istemediğini açıkça belli ediyordu.
“B-bilmiyorum.”
“Ne demek bilmiyorum? Ne yaptığını bilmez mi insan?”
Peri bu konuyu annesiyle konuşmaktan oldukça utanıyordu. Ayrıca yeniden aklına düşen bu düşünce yüzünden damarlarında dolaşan kan bile buz tutmuştu. Sanki çare olacakmış gibi annesinden kaçmayı sürdürerek yatak odasına geçti. Odanın içerisinde anlamsız şekilde dört dönmeye başladı. Asla onaylamak istemiyordu ama içinde bir ses vardı ve o onaylıyordu. İnsan gerçekten de bilebilir miydi? Yoksa onunki tamamen korkudan kaynaklı bir yanıltmaca mıydı?
Züleyha kızını kolundan tutarak kendisine çevirdi. Hatta bunu yaparken biraz sert davrandı. Çatık kaşlarıyla kızının rengi kaçmış yüzünü tararken, “Kız yoksa zorla mı?” dedi göğsünün sıkıştığını hissederek. “Vurdu mu sana? Zorladı mı?”
Peri yanaklarının yandığını göz ardı etmeye çalışırken kafasını hızlı hızlı iki yana sallamakla yetindi.
“Hani seni istememişti bu adam? O zaman bu hâlin ne senin?”
“B-bilmiyorum anne. Hava değişiminden belki. H-hasta olacağım belki...” dedi bir umutla. Emin olamamak berbattı. Şüpheleri kuvvetli olsa bile doğrulanmasına ihtiyacı vardı. Ancak bir doktora görünmek mümkün değildi. Bu yüzden içgüdülerine güvenmekten başka çaresi yoktu ve içgüdüleri onu dehşete düşürecek şekilde çoktan durumu kabullenmişti.
“Ben senin nasıl hasta olduğunu bilmez miyim?” dedi kendinden emin tavrıyla. Ardından Peri’yi bırakıp yatağın kenarına yığılır gibi oturdu ve dizlerini dövmeye başladı. “Ah, yüce rabbim ben şimdi ne yapacağım? Nasıl diyeceğim? Nedir bu başımıza gelenler? Neydi benim çilem? Bir yol göster rabbim. Bir yol göster bana.”
Peş peşe sıkılan kurşun sesleri duyuldu.
Peri pencereye doğru korkulu bir bakış attı. Aşağıdan gelen gürültüler geçen her saniye kademe kademe artıyordu. Yaklaşan ve ani frenle duran motor seslerini duyunca yüzündeki kan iyice çekildi. Sonra bağrışmalar gelmeye başladı. Tüm o uğultunun arasında Özgür’ün, “PERİ!” diye kükrediğini duydu. Yemin edebilirdi ki altındaki zemin sallanmıştı. Kalbine hem bir umut hem de yüklü bir panik doluştu. Korku onu ele geçirdi. Pencereden gerisin geri kaçıp odanın en uç köşesine kadar giderek sırtını yasladı.
“G-geldi işte,” dedi dehşetle. Donuk tavrı ürütücüydü. Biraz öncesine kadar gelmesi için gizli umutlarla doluyken artık tüm umutları bile buz tutmuş hâldeydi. “Beni almaya geldi anne. Bırakmaz burada. Bak gör bırakmaz.”
Züleyha kafasının karıştığını saklamadı. “İyi ya işte kızım. Çok şükür rabbime-”
“Bana bayıldığı için gelmedi anne,” dedi elinde olmadan sesini yükselterek. “Beni sevmiyor. Geldi diye mutlu olma, beni istemiyor o! Sırf onuru için geldi. Beni alacak, biraz yanında tutacak sonra yine gönderecek. Yine aynı şeyler olacak. Yine yalnız kalacağım. Yine çöp gibi atacak beni.”
“Bebeği öğrenirse-”
“Asla!” dedi Peri, işte bu kez bağırmıştı. Annesine karşı belki de ilk kez bu kadar sesini yükseltmişti. Ellerini sahiplenircesine karnına sarıp, “Eğer burada bir bebek varsa o bunu asla bilmeyecek,” dedi bu uğurda savaşmaya hazır gibi omuzlarını dikleştirirken. “Beni istemeyen adam b-bebeğimi...” Yutkundu. “B-bebeğimi ister mi?” Bir kez daha yutkundu. “Zorla kopartır alır onu içimden. Ne yaparım?”
Züleyha yine çaresizlikle doluydu. “İster belki kızım. Bilemezsin. Herkes soyu yürüsün ister-”
“Ya alırsa benden?” dedi Peri bu seçenek aklına yeni düşmüş gibi panikle. “Ya doğurmama izin verip onu benden alırsa ve sonra da beni yine başından atarsa?” Korkuyla kafasını hızlı hızlı iki yana salladı. “Öldürürüm kendimi-”
“Sus! Sus, ağzından yel alsın, sus!” dedi Züleyha kızgınca.
“Yardım et bana anne yalvarırım. Kurtar beni. Bir şey yap. Ne olur bir şeyler yap.”
Züleyha kısaca düşündü. Aşağıda tam bir kaos hakimdi, pencereden bakmasa bile seslerden anlayabiliyordu. Açık duran odanın kapısına kısa bir bakış atıp kararını verdi. Titreyen dizlerine rağmen odanın içerisindeki gardıroba yürümeyi başardı. Askıların arasında duran kalın kapüşonlu hırkalardan birini alıp kızının yanına döndü. “Giy şunu hemen,” derken cansız konu mankeni gibi orada duran kızını giydirdi. Fermuarını çekip şapkasını kafasına örttü.
“N-ne yapıyorsun?”
“Sus,” dedi yeniden kızgınca. Uzanıp kolundaki dört altın bileziği ve boynundaki altın zinciri çıkarttı. Hepsini Peri’ye giydirdiği hırkanın yan cebine yerleştirdi ve düşmemeleri için oranın da fermuarını çekti. Ardından kızının solgun yüzünü avuçlarının arasına aldı.
“Şimdi beni iyi dinle. Arka kapıdan kaçacaksın. Arkana asla bakmayacaksın. Git kendini kurtar kızım. Git kendini ve bebeğini kurtar.”
×××
“Sen hangi cüretle bizim aile işlerimize burnunu sokarsın?”
Cesur’un sorusu ölümcül etkiyle havada yayılıp Talat’ın suratına çarptı. Adam gür kaşlarını çatarken öfkeden adeta bir çaydanlık misali fokurduyordu.
“Aile işleriniz, öyle mi? Ben ortada aile falan görmüyorum. Siz kızımızı kirli bir mendil gibi bir kenara attınız. Karışmayacağımızı, bunu yutacağımızı mı sandın? Bizi iyice ayaklarınızın altına almanıza izin verir miyim ben? Bu ailenin de bir onuru gururu var!”
Cesur dişlerini birbirine kenetledi. Bahçenin giriş kısmı tamamen onun adamlarıyla doluydu. Öyle kalabalıklardı ki Özkaya ailesinin her bir ferdine karşılık üç adam düşüyordu. Hepsi silahlarını çekmişti. Hepsi Cesur’dan ufak bir işaret bekliyordu. Bir yanında Tuna, diğer yanındaysa Akın ve Özgür vardı. Akın daha çok Özgür’ü olduğu yerde sabit tutmaya çalışıyordu ve cüssesine rağmen bu konuda zorluk çekiyordu.
“Hepinize söylüyorum,” diye sesini yükseltti Cesur. Bakışları korkusuz, duruşu oradaki herkesin son nefesini elinde tutan kişiymiş gibi güçlüydü. “Kızı bize getirmeniz için sadece beş dakikanız var. Eğer beş dakika içerisinde burada olmazsa ömrünüzün son beş dakikasını yaşıyorsunuz demektir.”
Havada buz gibi bir elektrik yayıldı.
Özgür, “Eğer saçının teline zarar gelmişse ona dokunan ellerinizi kopartacağım,” diye gürledi. Etrafta Orhun’u göremiyor olmak onu geriyordu ve aklına bin bir türlü farklı senaryoların gelmesine neden oluyordu.
Peri’nin dayılarından biri olan Ayhan, “Onu gavur elinde bırakırken iyiydi ama? O zaman umurunda değildi de şimdi mi kıymete bindi?” dedi tükürürcesine.
“Hanemizden derhâl ayrılın, Cesur,” dedi Talat Özkaya geri adım atmayacağını belli edercesine. “Al işe yaramaz kardeşini çek git buradan. Bundan sonra hiçbir hukukumuz yoktur bunu da böyle bil.”
“Aramızda bundan sonra hiçbir hukuk olmayacak zaten. Sen o şansı kaybettin. Kendinle birlikte aileni felakete sürüklemeden önce son kez düşün derim. Sizi bu zamana kadar alttan almışsam bu sadece babamın hatırınaydı.”
“Ulan senin bu it kardeşin bizim kızımızı kirletti! Bir de utanmadan bizi alttan aldığını söylüyorsun! Asıl biz sizi alttan aldık, biz! Hepinizi kurşuna dizmemiz gerekirken kalktık size kızımızı verdik, onun da değerini bilmediniz!”
Akın komik bir şey duymuş gibi gülmekten kendisini alamadı. Kesinlikle öfkeli bir gülüştü. “Sizde bize sallayacak göt yok. Kimseyi kandırmayalım şimdi,” diye alay ettiğinde abisinden aldığı ters bakışa karşılık hafifçe omzunu kaldırdı ve daha fazla konuşmadı.
Talat duyduklarından sonra öfkeden boynuna kadar kızarırken, “Ulan... ulan öyle babadan böyle arsız evlatlar!” diye hiddetlendi. “Def olun kapımdan! Size verilecek kız mız yok burada!”
Özgür adamın üzerine fırlamak istercesine atıldığında Akın onu yakalayan kişi oldu. Kardeşini zapt etmek için tüm gücünü kullanırken Özgür çıldırmış gibiydi. “Karımı alırken sana mı soracağım lan? Bu evi başına yıkarım! Eğer ona bir şey yapmışsanız hepinizi gebertirim!”
“Karını çöp gibi atmadan önce düşünseydin,” diye tersledi. “Biz sana onu hizmetçi niyetine kullan diye vermedik. Evine hanım olsun diye verdik ama sen kıymetini bilemedin.”
Akın yine kendini tutamadı. “Ne anlatıyorsun dayı sen?” dedi kabaca. Özgür’ü bırakıp bu kez o Talat’ın üzerine yürüdü. Kendisine çevrilen silahlar umurunda bile değildi. “Kızın bir köşede kafasına sıkacaktınız biz almasaydık. Bana ne boklar yediğinizi anlattırma yeniden. Sanki telli duvaklı gelin aldık lan sizden! Yeter babalandığınız bende sabır falan kalmadı haberiniz olsun.”
Talat’ın çevresini kollayan adamlardan biri Akın’ın önünü kesmek istedi. Ancak öne çıkmasıyla birlikte Akın ona gelişine bir tane geçirdi. Demir yumruğu yiyen genç adamın ağzından kanlar fışkırdı, gözleri tersine döndü ve kırılma sesini oradaki herkes duydu. Adam iki seksen Talat’ın önüne serilip inleyerek orada kalırken havadaki gerilim iyice zirveyi bulmuştu. Bu ise Akın’ın hiç umurunda değilmiş gibi bir de yere serdiği adamın tarafına doğru tükürüp, “Abimin verdiği süre doluyor, haberiniz olsun,” diye hatırlatmayı da ihmal etmedi.
“Cesur!” diye kükredi Talat. Gözleri neredeyse yerinden çıkacaktı. “Geri çekilin yoksa bu iş kan davasına döner!”
Cesur'un tek yaptığı ellerini ceplerine tıkmak oldu. Gerilmek bir yana dursun sanki eğlenceli bir sahneye tanık oluyor gibi davranıyordu. “Tüm kanı burada dökerim, biliyorsun. Cesaretin varsa namlunu bana doğrult.”
Tuna tetikteydi. İki elinde de silah vardı ama henüz nişan almamıştı, ancak Cesur’a dönecek ya da meyil edecek bir namluyu fark ederse tetiğe asılması için emir almayı beklemeyecekti.
Talat belindeki silaha davrandı, kabzasını avucunda tüm gücüyle sıktı ama onu doğrultamadı. Sinirden köpürerek öylece kalırken yüzünün rengi artık kıpkırmızıydı.
Cesur gözlerini hafifçe kısarak adamın kendisiyle verdiği savaşı kısa bir süre sadece izledi. Göze alamıyordu. Canını ortaya koyacak kadar davasının peşinde değildi. Zaten bunu beklediğini belli etmekten çekinmezken, “Kızı getir,” diye buyurdu. “Kıza karşılık tüm ailenin canı. Sizinle tüm işimiz burada bitecek. Kızı vereceksiniz ve bir daha sesinizi bile duymayacağım.”
Peri’nin diğer amcası Turan, “Sen ne akıllı çıktın öyle? Hem namusumuzu kirletin hem de bizi tamamen bir kenara atmaya çalışın! Bu iş bu kadar kolay değil,” dedi duyduklarını sineye çekemediğini netçe ortaya sererek.
Cesur kafasını omzuna doğru eğerek konuşan adama döndü. Kır saçlarının önleri epey açılmıştı. Gözlüklerini sürekli düzeltip duruyordu. Belli ki epey sinirli ve stresliydi. “Kızı bizden habersiz gidip aldınız. Karşılığında hâlâ konuşmanıza izin verdiğim için bile şükretmeniz gerekir,” dedi aralarındaki çizgiyi bir kez daha çekerken.
Talat köpürdü. “O kız sahipsiz değil! Ona çöp gibi muamele edemezsiniz!”
“Ona istediğimi yaparım,” dedi Cesur geri adım atmayarak. “Kızın soyadı Çağlayan. Artık sizden biri değil. Sizin kızınız değil, bizim kızımız. İster yanımda tutarım, ister bir köşeye atarım, istersem de gider kafasına sıkarım. Karışamazsınız. Babamın sizinle ahbaplığından ötürü olabildiğince durumu toparlamaya çalıştım. Kız aracılığıyla kendinizi bize bağlamayı denediğinizi fark etmiyorum mu sanıyorsunuz? Onu, onu düşündüğünüz için gidip almadınız. Bizi yönetebileceğinizi düşünerek hareket ettiniz. Siz bizi yönetemezsiniz,” dedi sahip olduğu üstünlüğün verdiği özgüvenle.
Talat silahın kabzasını saran parmaklarını açıp kapatarak kendisini kontrol altına tutmaya çalışırken, “O kızı size yar etmeyeceğim!” diye haykırdı. “Aramızdaki her anlaşma bitecekse eğer bu şekilde bitecek. Boşanacaklar! Sizinle hiçbir bağımız kalmayacak.”
“Size hizmetçilik edeceğine yeğenime eder daha iyi!” diye destekledi Turan da.
Bir anda Özgür’ün gözü döndü. “NE DİYORSUN LAN SEN?”
“Git kendine gönül eğlendireceğin başka birini bul. Hevesini aldın attın bir kenara daha neyin peşindesin piç kurusu seni!”
“SİZİN ECDADINIZI SİKERİM! ONU BANA GETİRECEKSİNİZ!”
“Al burada,” diyen ses duyulduğunda tüm bakışlar bahçenin arka tarafına doğru kaydı. Orhun kız kardeşini saçlarından tutmuş sürüklercesine peşinden getiriyordu. Yüzünde buz gibi bir alay vardı. “Kaçıyordu karın senden. Sana olan sevgisi gözlerimi yaşarttı cidden.” Sonra Peri’yi bir bez bebekmiş gibi yere savurdu. Genç kadın dizlerinin üzerine düştü, ellerini yere bastırarak kendisini betona yapışmaktan korudu. Kafasını yerden kaldırıp da kimseye bakamadı. Omuzları sarsıla sarsıla sessizce ağlamakla yetindi.
Özgür kadının perişan hâlini gördüğünde dudaklarından onun adı döküldü. Öyle kısık, öyle kayıp bir sesti ki kendisi bile duymamıştı, sadece dudakları oynamıştı. Gözü hiçbir şeyi görmezken etraftaki eli silahlı adamları umursamayarak aralarına daldı. Neredeyse koşar adım Peri’ye doğru giderken Akın peşinde adeta bir kalkan gibiydi. Eğilip kadının yüzünü yerden kaldırdı. Dokunmaya bile korkarak çenesinden tutup çehresindeki tahribatı taradı. Kafasında belirgin bir şişlik ve kan izleri vardı. Ayrıca yanağında beş parmağın izi duruyordu. Gözleri dehşetle, korkuyla bakıyor, yanaklarından sürekli yeni damlalar kayıyordu.
İçinin derinliklerinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. Kadının kızarık yanağını parmaklarının tersiyle okşarken onun irkilmesi karşısında çenesi kasıldı. “Korkma,” dedi kısık sesle. “Seni buradan çıkartacağım. Bir daha asla böyle bir şey olmayacak. Sadece gözlerini kapat, tamam mı? İzlemeni istemiyorum.”
Peri korkuyla kendisini geri çekmek dışında başka bir tepki vermedi. Özgür bundan hoşlanmamış olsa da şimdilik onun genel olarak iyi olduğunu bilmekle yetinerek ayaklandı. Ona karşı ne kadar merhametliyse diğer herkese karşı bir o kadar gaddardı. Anında değişen çehresi bunu açıkça belli ediyordu. İki adım atıp aralarındaki mesafeyi kapattığı gibi Orhun’un çenesine yumruğunu geçirdi. Adam pişkin pişkin sırıtıyordu. Hâlâ sırıtabiliyordu. Onu yakasından yakalayıp kendisine çekerken, “Ona vurduğun gibi vursana bana da!” diye bağırdı. Ardından adama kafa attı. Orhun burnunu tutarak geriye doğru sendeledi.
“Beni de itip kalksana lan şerefsiz piç!”
Orhun karşı atakta bulundu. Hırsla saldırıp Özgür’ü yumrukladı. “Siktir git lan kapımızdan. Sana verilecek kız yok burada. Peri artık kuzenimin sözlüsü!”
Özgür kırmızıyı gördü. Kırmızıyı gören bir boğa gibi körlemesine saldırdı. Orhun’u defalarca yumruklayıp yere düşürdü. Yetmedi üstüne çullandı. Onu çıplak elleriyle boğazlarken, “Hepinizin nefesini keserim lan! SİZ HANGİ CESARETLE BENİM KARIMI BAŞKA BİRİNE YAKIŞTIRIRSINIZ! HANGİ CESARETLE BUNU BANA SÖYLEYEBİLİRSİNİZ!” diye kükredi.
“Karınmış!” dedi Orhun alayla. Boğazındaki eller yüzünden zar zor konuşuyordu. Yine de çenesini tutmaya niyeti yoktu. “Kaçıyordu lan sen geldin diye! Sor bakalım gelmek isteyecek mi seninle? Sor lan!”
Peri sanki birisi onu dürtmüş gibi, “İ-istemiyorum,” diye can havliyle bağırdı. Ardından ellerini yüzüne kapatıp hıçkırarak ağlamaya devam etti.
Özgür onun korkulu sesini işittiğinde Orhun’u boğan elleri istemsizce gevşemişti. Şaşkındı. Kesinlikle bunu duymayı beklememişti. Orhun ise onunla alay etmeyi sürdürdü.
“Ne oldu? Seni seçer mi sanıyordun? Sen seçilecek biri misin lan? Okumakmış, eğitimmiş, hah! Başından savdın onu şimdi de eteklerin tutuştu onuruna laf söz gelecek diye! Herkes biliyor onunla mecburiyetten evlendiğini, kimseyi aksine inandıramazsın. Şimdi geç bu karımı almaya geldim ayaklarını! O senin karın falan değil. Hiçbir zaman da olmadı. Bize bu şekilde sus payı verdiniz ama yeter artık. Sikerim anlaşmalarını da her şeyini de. Siktirin gidin. Size kız mız yok. Bundan sonra ezeli düşmanız!”
Özgür normal şartlarda Orhun’u orada boğardı. Gözünü kırpmaz, son nefesini verene kadar onu izlerdi. Ancak aklı hâlâ Peri’nin verdiği tepkideydi. Bu yüzden Orhun’u sağ bırakmayı umursamadı. Onu öylece bırakıp Peri’ye doğru döndü. Kadın dizlerinin üzerinde doğrulmuştu. Kafası öne eğikti ve ellerini yüzüne kapatmıştı. Omuzları şiddetle sarsılıyordu ama buna rağmen hıçkırıkları boğuk ve kısıktı. Her zamanki gibi sesini çıkartmaya korkuyordu.
“Gidiyoruz, Peri,” dedi aksini duymayı istemeyen otoriter bir sesle. “Kalk ayağa,” derken uzanıp kadının kolunu tutmak istedi. Peri irkilip geriye kaçtığında havada kalan eline bir süre boş boş baktı.
“G-gelmeyeceğim seninle. Burada... ailemle kalacağım.”
Özgür elini geriye çekerken çenesi kaskatıydı. “Senin.ailen.yok.”
Bu net hatırlatma genç kadının tüylerini diken diken etti. Evlerinin alt katındaki her pencereye doluşmuş, olayı endişeyle takip eden kadınların arasında annesiyle göz göze geldiğinde o taraftan da bakışlarını kaçırıp yere kilitledi. “Benim arkamda duran ailem var. Sen beni istemedin,” dedi güçlükle. “Beni gönderdin... Başından attın...”
“Peri...”
“D-doğru bu. Herkes farkında.”
“Bana baksana,” dedi sıkılı dişlerinin arasından. “Bana bakarak konuşsana!”
Peri bunu yapamadı. “Zorlamayla olmuyor, gördük. Kimse de inanmadı zaten evliliğimize... G-gerçek olmadığını buradaki herkes biliyor.”
Özgür boğuk, garip bir ses çıkarttı. “Gerçek olmadığından emin misin?” diye terslediğinde etraftan yükselen homurtular umurunda bile olmadı. Genç kadının yaprak gibi titreyen hâlinden gözlerini ayırmıyordu.
Peri utançla olduğu yerde küçülürken, “Israr etmen anlamsız. Hiçbir şey düzelemeyecek kadar bozuldu. Lütfen bırak beni,” dedi yakarışla.
“Seni şimdiden başka birine peşkeş çekmiş bu insanların yanında kalmak istiyor olamazsın!”
Genç kadın çenesindeki titremeyi zapt etmeye çalıştığı sırada bir cesaretle kafasını kaldırıp biraz ötesinde duran adamın gözlerine bakabildi. Öfkeden köpürüyordu. Gözlerinde bir kıyamet saklıydı. Bunu görmek omurgasından aşağıya soğuk bir hissin kaymasına neden olduğunda yutkundu. “Başka birinin başına bela olacağım için sevinmelisin,” dedi yaşlar yanaklarını boydan boya yıkamaya devam ederken. “B-benden kurtulmak istiyordun... şimdi bunu yapabilirsin. Beni boşa... bitsin... kafan rahatlasın...”
Özgür yumruklarını sıktı. Duyduğu her söz yüzüne tokat gibi çarpıyordu. Daha ne kadar sinirlenebilirdi bilmiyordu ama zirvede olduğundan emindi. Şu an buradaki herkesin eceli olmak istiyordu, ancak Peri’nin ağzından dökülen her kelime göğsüne saplanan bıçak gibi canını yaktığı için hareket kabiliyetini yitirmişti.
“Bu mu Peri? Gerçekten bu mu?”
“Evet,” dedi kadın güçsüzce. Kafası yeniden önüne düştü. Dizlerinin üzerinde birleştirdiği ellerini sıkıp onlarla oynadı.
Orhun, “Daha ne duyman lazım? Siktir git şimdi,” diye çıkıştı. Bunun üzerine Akın köpürdü. Ona doğru tehlikeli, uyarıcı bir adım atarken, “Kapat çeneni yoksa kırarım onu,” dedi bunu tek yumrukla halledebileceğini belli edercesine yumruğunu diğer avucunun içerisine vurduğu esnada.
Talat yeniden Cesur’a döndü. “Duydun, gördün. Terk edin evimi derhâl.”
Cesur öylece bırakmazdı. Asla bırakmazdı, ancak burada kararı verecek olan kardeşiydi. Bu yüzden gözleri onu buldu ve Talat’a cevap vermeden önce Özgür’ün vereceği tepkiyi bekledi. Özgür ise duyduklarını hâlâ hazmedememişti. Nasıl hazmedilir onu da bilmiyordu.
“Peri-”
Genç kadın, “Git lütfen,” diye fısıldadı. Güçsüz sesi saklı bir yakarışla doluydu. “A-ailemi huzursuz ediyorsun. Git artık.”
Özgür irkildi. Bir adım geriye çekilirken, “Son sözün bu mu?” diye sordu hayretle.
Peri yeniden konuşacak gücü bile bulamadı. Sadece kafasını sallamakla yetindi.
Bunun üzerine, “Eyvallah,” dedi Özgür sinirle. Kadına arkasını dönüp gitmek için hazırlandı. O sırada abisiyle göz göze geldi. Onunla kulüpteyken yaşadığı gerilimi hatırladı. Kimin için endişelenmişti? Peri için. Kimin için korkmuştu? Peri için. Kimin için abisine diklenmişti? Peri için.
“Sikerim lan son sözünü!” diye hırlayıp birden Peri’ye doğru döndü. Onu kolundan tutup ayağa kaldırdığı gibi kendisine çekti. Kadın çırpınmadan öylece durdu. Hareket bile etmedi, belki de nefes bile almıyordu.
“Ne yapıyorsun lan?” diye haykırdı Orhun.
“Karımı alıyorum,” dedi oradaki kimse ve üzerine dönen silahlar umurunda değilmiş gibi arkasını dönüp yürümeye başlarken.
Orhun, “Ne karısı lan-” diye başlamıştı ki Akın yumruğunu çenesine indirdi. Kırılma sesi bir kez daha herkesin kulağına doldu.
“Seni uyarmıştım koyduğumun yavşağı!”
“Bırak kızı!” diye bağırdı Talat. Silahını kaldırıp Özgür’e doğrulttu. Aynı esnada Cesur silahını çekip Talat’ın kafasını hedef aldı ve onun gibi tereddütte kalmadı. Tetiği çekti. Adamın koca bedeni boş bir çuval gibi ayaklarının dibine yığıldığında herkes silahına davrandı. Cesur’un diğer hedefi Talat’ın kardeşi Turan oldu. Tetiğe yeniden asıldı ve onun bedeni de Talat’ın yanına düştü. Bu sırada Tuna’nın emrindeki adamlar diğer herkesi etkisiz hâle getirmiş durumdaydı.
Akın ise yeterince eğlendikten sonra Orhun’un arkasına geçip çenesini ve boynunu kavradı. Ardından da tek bir hamleyle kafasını çevirdi. Kırılması sesi üçüncü kez duyuldu. Adamın bedeni de yere yığılanlar arasına karışırken evin içerisindeki kadınlardan yükselen feryatlar kulaklarına ulaşamıyordu.
Cesur silahın namlusunu bu kez Peri’nin en büyük dayısı Ayhan’a doğrultu. Her an tetiği çekecekmiş gibi dururken, “Kardeşim karısını geri aldı, olması gerektiği gibi. Bu durumla probleminiz varsa şimdi söyleyin ve ölün,” dedi onlara sunacağı tek seçeneğin bu olduğunu belli edercesine. Sesi sert, duruşu güçlüydü.
Ayhan sadece bir saniye düşündü. İkinci saniyede silahı elinden atarak kafasını hızlı hızlı iki yana salladı. “Kız sizindir.”
“Bu iş burada bitti,” dedi Cesur da silahını indirirken. “Bizimle bir kumar oynadınız ve kaybettiniz. Akşama kalmadan bu şehirden gideceksiniz. Bir daha ne isminizi duyacağım ne cisminizi göreceğim. Yürüttüğünüz tüm işler bundan sonra bize ait. Mal varlığınız bize ait. Aile işlerime burnunuzu sokmaya cüret ettiğiniz için ve kız hâlâ bizim gelinimizken onu başkasına düşündüğünüz için hepinizin canınızı almalıydım ama sizin Özkayalardan daha akıllı davranacağınızdan eminim,” dedi tek kaşını kaldırarak. Sanki birinin karşı çıkmasını bekliyordu ama artık hiçbirinin buna cesaret edemeyeceğinden emindi. Bunun verdiği güvenceyle daha fazla uzatmadan yanındaki Tuna’ya döndü.
“Hepsiyle ilgilen.”
Özgür kendisiyle birlikte yürüttüğü kadını arka kapısını açtığı Vito araca bindirip yanındaki yerini aldı. Peri uysal bir bebek gibiydi. Sesini çıkartmıyordu, karşı koymuyordu. Sadece şoktaydı ve duyduğu her kurşun sesiyle yerinde zıplamıştı. İri iri açtığı gözlerle sadece önüne bakıyor, bir şeyler söylemek istese de kelimeleri bulamıyordu. Çoğunlukla çığlık atmak istiyor gibi duruyor ama sanki sesini bile kaybetmiş gibi ürkek davranıyordu.
Çok geçmeden Cesur da yanlarına bindi. Akın ise ön yolcu koltuğuna oturmayı seçti. Birisi arka kapıyı kapattı. Diğeri şoför koltuğuna geçerek motoru çalıştırdı. Evin etrafına park etmiş onlarca aracın içerisinden ayrılıp yola çıktıklarında havada gergin bir sessizlik hâkimdi. Peri yanındaki iki adama da bakmaktan kaçınıyordu. Ellerini karnına sarmış, iki büklüm duruyordu. Hırkanın cebindeki altınlar tenine batıyordu. Bir umutla evden kaçarken aklında olan tek şey uzaklaşmak ve tüm sorunları arkada bırakmaktı. Birkaç altınla ömür boyu rahat edemeyeceğini biliyordu, uzak bir şehre kaçabilecek kadar şansı yaver gitse ona yeterdi. Bir işe girip çalışır ve kendisine bakabilirdi. Kendisine ve... eğer şüpheleri doğruysa karnındaki cana...
Ama yakalanmıştı.
Kafasının içerisinde hayatının devamı için kurduğu hızlı planları birden yerle bir olmuştu ve işte yeniden bu adamın yanındaydı. Kendisini fazlalık gibi hissediyordu. İstenmediğini bilmek ona artık çok daha ağır geliyordu. Bu yüzden olduğu yere öyle çok sinmişti ki sadece duruşuyla bile yok olup gitmek istediğini ona bakan herkes anlayabilirdi. Ayrıca dehşet içerisindeydi. O kurşunların sıkıldığını duymuştu. Kimlere isabet ettiğini içten içe biliyor olsa da düşünmeyi reddediyordu.
Uzun süren sessizliğin ardından Cesur, “Ailenle kalmayı gerçekten istedin mi, Peri?” diye sordu bir şeyleri netleştirme ihtiyacıyla. Sanki alacağı cevap önündeki yolu şekillendirmesine yardımcı olacaktı.
Genç kadın sanki yine kurşun sesini duymuş gibi irkildi. Ardından da kendisine sakin olmayı emretti. Bunu doğrularsa adamın belki bir yerlerde bulunan vicdanına ulaşabilir ve belki de serbest kalabilirdi. Çok düşük bir ihtimal olsa da detayları düşünerek anlık bir hayale kapılırken Özgür, “Onlar artık onun ailesi değil,” dedi buzdan tavrıyla. Homurtusu ters ve sertti. Peri’nin içi titredi. Omuzları biraz daha düşerken cevap olarak kafasını kısaca iki yana salladı. Cesur’a bakmasa bile onun tarafından göz hapsinde olduğunun farkındaydı. Nitekim adam ikinci sorusuna geçmekte gecikmedi.
“Peki neden kalmak istedin?”
Peri yanağının sızladığını hissetti. Eli istemsizce yanağında gezinip saç diplerindeki şişkinliğin üzerinde dolaştı. Parmakları zangır zangır titriyordu.
Cesur kadının her hareketini takip ederken gözlerini hafifçe kıstı. “Senden bunu yapmanı abin mi istedi?” diye üstelediğinde kadının gözlerini acıyla yumması ve belli belirsiz kafasını sallaması karşısında çenesi kasıldı.
“E-eğer sizinle gelirsem... o-onu...” derken Özgür’ü işaret etmekten bile çekindiği belliydi. “Ö-öldüreceğini söyledi. Sonra da... hepinizi.”
Cesur, Özgür’ün savurduğu boğuk küfürleri duymazdan geldi. “Rahat ol, artık hiçbiri sana zarar veremeyecek,” derken sesindeki karanlık tını Peri’yi yeniden dehşete itti. Asla rahat hissetmiyordu. Hele de yanındaki adamın bir kez dönüp bakmaması, öfkesinden gram kaybetmeden öylece durması yüzünden olduğundan daha rahatsız durumdaydı. Kafasını yorgunca pencereye yaslayıp yağmaya başlayan yağmuru izlerken eli yeniden cebindeki altınları bulup sıktı.
Gerekirse aynı şeyi yeniden deneyecekti ama önce tüm cesaretini bulması gerekiyordu.
×××
Kulübün girişindeki lobide otururken zaman geçmek bilmiyordu. Sürekli telefonumdaki saate kayan gözlerim aynı rakamları görmekten bıkmıştı. Sanki akrep yerinde sayıyordu ve yelkovan ileri gitmek yerine geriye doğru gidiyordu.
“Peri çok incinmiş midir?” diye sordu Eva, yanımda oturmak yerine ortada bulunan devasa aslan heykelinin önünde sağa sola gidip geldiği esnada. Saçı başı hâlâ yataktan fırlayıp aşağıya indiği andaki gibiydi ki onu dağınık görmek neredeyse imkânsızdı. Gözaltları morarmış, yüzü keyifsizdi. Gerginlikten tüm tırnaklarını kemirmişti.
“Bilmiyorum ama sanırım onu toparlamamız gerekecek,” dedim gürültüyle iç çekerken.
“Ailesini öldürdüler, Deniz,” dedi dehşetle. Bunu öğrendiğinden beridir sindirememişti. Ben de sindirememiştim. Hak ettiklerini biliyordum ama yine de kulağa kötü geliyordu.
“Benim aileme öyle bir şey yapsalardı... onları affedebileceğimi hiç sanmıyorum.”
Sanırım ben de affedemezdim. Hem de aile ilişkilerim bu derece berbat durumdayken... “Abisi de ölmüş,” dedim beni asıl etkileyen noktaya değinmekten kendimi alamayarak. Biliyordum, beni bekleyen kader de buydu. Günün birinde abim ya da abilerim Cesur’un karşısına dikilecekti ve sonra silahlar konuşacaktı.
“Akın yapmış,” dediğinde vücudundan geçip giden soğuk hissi gidermek istercesine omuzlarını ovaladı. “Bazen sağını solunu hiç düşünmüyor olması beni korkutuyor. Benim abim yok ama kız kardeşim var ve ona zarar verdiğini düşünmek bile tüylerimi diken diken ediyor. Bu yüzden onu uzak tutmayı görev hâline getirdim. Yüz yüze tanışmalarını hiç istemiyorum. Halide Hanım annemi davet etmek istiyor. Dolayısıyla kardeşim de dâhil olacak ama ben ikisinin de gelmesini istemiyorum. Sanki uzak tutmak yetecekmiş gibi...”
“Bu kadar endişelenme. Senin ailenle ilgili bir problem yok ki, Eva. Ya ben ne yapayım? Cesur tüm ailemi yok edeceğini onlarca kez söyledi.”
Kendi gereksiz endişelerinin uçukluğunu ancak fark ederek yanıma gelip bana destek olmak istercesine sarıldı. “Umarım her şey yoluna girer ve kimseyle karşı karşıya gelmek zorunda kalmayız.”
“Umarım,” dedim ama ikimizin de buna içten inanmadığı ortadaydı.
“Şimdi ne olacak? Özgür onu yeniden gönderecek mi? Bu kez öyle bir şey yaparsa onun canına okurum!”
“Sanmıyorum,” dedim, ancak sesimde güvensiz bir ton vardı. “Ortalığı nasıl ayağa kaldırdığını sen de gördün. Bence bu olay onun kabuğunu kırdı.”
“Umarım kırmıştır. Yoksa ben kıracağım.”
İstemsizce kıkırdadım. “Akın gibi fevri ve huysuz huysuz davranıp konuşmaya başladığının farkında mısın? Onunla evlendikten sonra çok daha sivri bir kadın oldun.”
Ona takılmama karşılık yine Akın gibi homurdandı. “Sizde bir laf vardı neydi? Ah, körle yatarsan şaşı olursun! Değil mi? Tanrım, kaba birine mi dönüşüyorum gerçekten? Bunun için onun kıçını tekmeleyeceğim.”
Bu kez ufak bir kahkaha attım. Bir an için anın gerginliğinden sıyrılabilmek gerçekten iyi gelmişti. “Sadece takılıyorum, Eva. Hayatımda gördüğüm en kibar ve ince düşünceli insansın. Akın bile seni değiştiremez ama sen onu değiştirmeyi deneyebilirsin. Belki birazcık buna ihtiyacı var.”
“Kesinlikle var ve inan ki deniyorum ama bir duvarla konuşsaydım daha çok verim alacağıma eminim.” Elini alnına vurup gerçek bir baş belasıyla karşı karşıyaymış gibi yılgınca iç geçirdi. “Beni kandırıp aceleye getirmeseydi onunla asla böyle kolay evlenmezdim. Hain adam.”
“Eh, başına gelecekleri anlayıp işi hızla bitirdi. Çabasını takdir ediyorum gerçekten. En azından ne istediğini biliyor.”
Eva yeniden homurdandı. Bu kez bu homurtu Özgür’eydi. “Kesinlikle öyle. Başından beri ne istediğini belli etmekten çekinmedi. Ondan daima kaçan bendim. Hiç vazgeçmedi ve bırakmadı. İkisinin ikiz olduğuna inanmak zor, değil mi? Akın daima istediğinin peşindeyken Özgür ise kaçmak için yer arıyor.”
“Kafasında neleri büyüttüğünü bilemeyiz. Bizim için evli olmak önemsiz ama onun için yük gibi. Garip, evet. Ancak bir şekilde uyum sağlayacağına inanıyorum ve bu süreç beklediğim gibi epey çalkantılı geçiyor.”
Sıkkın bir soluk alırken ağır ağır kafasını salladı. “Peri’yi ondan korumak istememe neden oluyor. Sanki biz yanında yokken ona zarar verecekmiş gibi. Biliyorum, Özgür o kadar da pislik değil ama elimde değil.”
“Gerekirse koruruz. Zaten artık ailesi yok,” derken bunu söylemek beni rahatsız hissettirdi. Konuşmaya devam edemeden Eva sözümü kesti.
“Artık onu boşamak ve bir köşeye atmak daha kolay, değil mi?”
Evet, artık öyleydi.
“Özgür’le yan yana olmak zorunda değil. Onu yakınımızda bir yere yerleştiririz ve Özgür’ün karısı değil bizim arkadaşımız olur,” dedim elimdeki seçeneklerden birini dile dökerek. Peri’yi yeniden belirsizliğin içerisine bırakmaya pek niyetim yoktu.
“Pekâlâ, bu daha iyi. Cesur abiyle ben de konuşacağım. Özgür’ün düşünceleri artık umurumda değil. Zar zor arkadaş edinebiliyorum ve onu bir kez daha kaybetmek istemiyorum.”
Eva’nın arkadaş edinme konusunda problem yaşaması bana hâlâ garip geliyordu. Çok cana yakın ve tatlı bir kadındı ama konumu gereği çevresinden tek gördüğü kıskançlık olduğu için kimseyle fazladan samimiyet kuramamıştı. Elinde benden ve Peri’den başkası olmadığının farkındaydım. Kız kardeşiyle bile pek görüşmüyordu. Bir an için bunu sorguladım. Çünkü benim kız kardeşim olsaydı başka birine ihtiyaç duyacağımı pek sanmıyordum.
“Eva,” dedim boğazımı temizleyerek. Doğru kelimeleri ararken biraz düşündüm. “Seni hiç kız kardeşinle görüşürken görmedim. Aranız... pek iyi değil mi?”
Birden iyice sessizleşip omuzlarını düşürdü. Olduğundan daha ağır bir yorgunluk çehresine yayıldı. Belirsiz bir noktaya gözlerini dikmiş bakarken, “Onunla ben çok farklıyız diyebilirim. Ve pek anlaşamayız,” derken bana kaçamak bir bakış atıp keyifsizce güldü. “O babamın kızıdır. Bense annemin. Aramızda beş yaş var. Belki de ben küçük olduğum için daha çok ilgi gördüm ve o tüm sorumlulukları üstlenen kişi oldu.” Ağır ağır kafasını salladı. “Babamı kaybetmemizden sonra... tüm sorumluluk ondaydı. Benim için hiç bir kardeş gibi olmadı, çünkü babam gibiydi. Başına buyruk, dik, fevri, dediğim dedik. Ah... Akın’ın kadın hâli gibi düşünebilirsin. Belki de bana tamamen zıt olduğu hâlde Akın’ı sevebilmem bundandır.”
Onu anladığımı belli edercesine kafamı salladım. Bozuk aile ilişkileri demek ki onda da biraz vardı. “Peki o da burada mı?”
“Önceden burada birlikteydik ama erkek arkadaşıyla birlikte Yunanistan’a gitmeyi tercih etti. Uzun zamandır onunla yüz yüze görüşmedim. Buraya gelemeyecek kadar meşgul ve ben de yanına gitmeyi pek istemiyorum. Biraz... kopuğuz. Onu elbette seviyorum ama bilirsin işte bazen yeterli değildir.” Yüzü iyice asıldı. “Biliyor musun, ona evlendiğimi bile söyleyemedim. Benim adıma sevinmeyeceğinden neredeyse eminim. Akın’ı az çok tanıyor ve başından beri onaylamıyordu. Bana çok kızacak ve baskı uygulayacak.”
“Kendisi erkek arkadaşıyla başka bir ülkeye giderken her şey iyi ama sen birini sevince kötü mü yani?”
“Günün sonunda anneme geri döneceğiz, Deniz. Babamı bu şehirde kaybettiği için İstanbul’a asla gelmez ve o... yaşlanıyor. Yanında olmamız gerekecek. Mienla erkek arkadaşını peşinden götürebilir ama ben... Akın’ı hiçbir yere götüremem. Bu yüzden ne olacağını düşünmek beni korkutuyor.”
“Birinizin yanında olup onunla ilgilenmesi yeterli olmayacak mı?” dedim garibime gitmiş gibi.
“Bilmiyorum. Ya kız kardeşim gitmek istemeyen taraf olursa? Çünkü ailemizin yükünü daima sırtlayan o oldu. Yeniden bizim için kendisini feda etmek istemezse ona kızmaya hakkım bile yok.”
Evet, bu konuda haklıydı. Destek olmak istercesine uzanıp elini tuttum. “Takma kafana. Bir çaresini buluruz. Halledilmeyecek bir şey değil.”
Bana umutla baktı. “Akın’la bu şekilde evlenmemin doğru olmadığını biliyorum ama onu gerçekten çok seviyorum. Bir kez olsun içimden gelenin peşinden gitmiş olmam beni bencil yapar mı?”
“Elbette yapmaz. Daima kalbini dinle, Eva. Onun gösterdiği yol bir başkasının göstereceği yoldan çok daha iyidir.”
“Ah, teşekkür ederim. Vicdanım hiç rahat değildi ve bu sözü aklımdan hiç çıkarmayacağım,” diyerek o da elini benim elimin üzerine yerleştirdi. Zümrüt yeşili gözlerinde sıcacık kıvılcımlarla bana hafifçe gülümsedi. Bu sırada kapının önündeki hareketlilik dikkatimizi çektiğinde ikimiz de aynı anda ayağa fırladık. Sonunda geri dönmüşlerdi.
Kapıdan içeriye ilk giren Cesur oldu. İçeriye girdiği anda gözleri beni bulup yüzümü araştırdı. Tepkilerimi sabit tutmak için elimden geleni yaptım ve onun hemen ardından içeriye giren Peri’yi gördüğümde aklımdaki her şey dağıldı. Eva yanımda ellerini ağzına örterken, “Aman tanrım!” diye soludu. Peri’nin hâli berbattı. Ağlamaktan şişen gözleri, yanağını kaplayan kabarmış tokat izi ve saç diplerindeki küçük yarıkla epey hırpalandığını anlayabiliyordum. Orada beni gördüğü anda sanki annesine koşan dizlerini incitmiş bir çocuk gibi kollarıma atıldı. Ona sarılırken afallamış yüzümü Cesur’a döndüm. Neler olduğunu bakışlarımla sordum ve o da kafasını hafifçe sallayıp daha sonra konuşacağımı belli etti.
“Ağlama artık,” diye homurdandı Özgür kızgınca. “Hiçbiri bu gözyaşlarını hak etmiyor.”
Peri onun uyarıcı sesini duyduğunda kollarımın arasına daha çok sindi. Hıçkırıkları iyice sessizleşirken Özgür’e ters bir bakış attım. “Bırak da içini döksün.”
Beni tamamen duymazdan gelerek Peri’nin kolunu tutup onu benden kopardı. Kadını kendisine doğru çektiğinde ona dişlerini sıkarak baktı. “Ağlama dedim. Buna değmezler.”
Ona sağlam bir tokat geçirecekmişim gibi avucumu sıkarken, “Özgür-” diye uyarırcasına söze girmiştim ki konuşmama izin bile vermedi.
“Ailesi olacak şerefsizler onu çoktan başkasına vermişlerdi,” dedi tükürürcesine. “Hâlâ benimle evliyken!”
Afalladım. “Gerçekten mi?”
Eva ise, “Aşağılık pislikler!” diye tısladı.
Özgür öfkeli tavrını sürdürmeye devam etti. Peri’yi geri almak bile onu yatıştıramamış gibiydi. “Bu yüzden onlar için ağlamayacak. Tek bir gözyaşı görmeyeceğim. Duydun mu beni Peri?”
Genç kadın ona korkuyla bakıyordu ve kolunu tutan elinden kurtulma çalışıyordu. Yüzündeki acı çizgilerini görmemenin imkânı yoktu ama belli ki Özgür farkında değildi.
“Bırak onu canını yakıyorsun,” dedim sertçe. Onlara doğru yürüyerek elimi Özgür’ün omzuna bastırıp onu geriye doğru itmeye çalıştım. Bıraktığında Peri’nin ondan kaçar gibi yeniden bana sarılması karşısında kızgınlığım iyice arttı.
“Onu hırpalayıp durmaya hakkın yok. Yeter artık. Ya kendine gelirsin ya da onu senden uzak tutmak için elimden geleni yaparım.”
“Onu benden uzak tutacak kişi daha doğmadı,” diye tersledi.
“Öyle mi dersin? Bizi hiç tanımamışsın demek ki,” dedi Eva da ona ölümcül bir bakış atarken.
Özgür sinirle saçlarını karıştırıp bize arkasını dönerken ellerinin ikisini de ensesinde birleştirerek kendisini yatıştırmaya çalıştı. “Bir de bununla uğraşmayacağım. Kesin bana karşı durmayı!”
“Senin de çenen kırılmak istiyor galiba,” dedi Akın orada durup beklemeyi keserek. Sesindeki tehlikeli tını havadaki gerilimi tırmandırmaya yetmişti.
Cesur da yeterince sabretmiş gibi, “Deli dana gibi sağa sola saldırmayı bırak artık,” dedi uyarıyla. “Karını geri istiyordun. Aldık geldik. Daha ne istiyorsun?”
Akın alay edeceği anı kaçırmadı. “Şimdi de yine ondan kurtulmak istiyordur. Başka ne isteyecek?”
Özgür’ü Akın’a doğru uçarken gördüm. Gözlerim dehşetle irileşirken ağzım çığlık atacakmışım gibi açıldı. Cesur yerinden bile kıpırdamazken Akın sanki buna hazırlıklıymış gibi kardeşinden önce davrandı. Ona epey sağlam bir yumruk geçirip dengesini şaşırmasına neden oldu. Ardından da Özgür’ü yakalarından tutarak kendisine çekip her an kafa atacakmış gibi ona bakarken, “Yalansa yalan de,” diye üsteledi. “İstemiyorsun onu. İstemediğin bir kadın için ortalığı ayağa kaldırmayı kes artık. Gülesim geliyor hâline. Rezil etme kendini daha fazla.”
“SİKTİR GİT LAN BAŞIMDAN!”
Peri bana iyice yapıştı. Onları ayırması için Cesur’a baktım ama pek umurunda değil gibiydi. Bir an sonra cebinden sigarasını çıkarıp tüttürecek kadar rahat görünüyordu.
“Ulan ağzını burnunu kırmak istiyorum. Konuşma da dikkatimi çekme bari.”
“AKIN! SİKERİM SENİN BELANI!”
“Siksene,” dedi yine alay edercesine. Özgür’ün tüm çırpınmalarını kolayca bertaraf ediyordu. Sanırım şu anda Özgür onlar gibi vücut çalışmadığı için biraz pişman olabilirdi.
Eva, “Benim için de bir tane vurur musun bebeğim?” diye istekte bulundu. Bunu sanki Akın’dan çiçek almasını istiyormuş gibi tatlı tatlı rica etmesi karşısında gözlerim şaşkınlıkla büyürken Akın, “Karımın isteği benim için emirdir,” diyerek Özgür’e bir yumruk daha geçirdi. Bu kez daha orantılı olduğuna bahse girebilirdim. İlkinden daha hafifti.
Durumu resmen eğlenceye çevirmeleri karşısında Özgür mümkünmüş gibi daha çok sinirlendi. Akın’a yeniden saldırdı ve bu kez onu yumruklamayı başardı. Ardından da onunla daha fazla uğraşmak istemiyormuş gibi kardeşini sertçe geriye doğru itti. “Siktirin gidin başımdan kalbinizi kıracağım! Rahat bırakın beni! Hepiniz!”
Akın sanki çenesi yamulmuş gibi tutup onu bir süre ovaladıktan sonra deli bir adam gibi sırıttı. “Abi Peri’yi bu kez nereye gönderiyorsun? Gönder de rahatlasın bu it. Baksana kafayı yedi şimdiden.”
Cesur bir şey söyleyecekmiş gibi oldu ama Özgür köpürerek ona doğru dönüp, “Hiçbir yere gitmeyecek!” diye haykırdı. Peri yok olmak istercesine kollarımın arasında küçüldü. “Onu bu kapıdan dışarıya çıkaran olursa karşısında beni bulur! Burada kalacak!”
Cesur kafasını hafifçe sağ omzuna doğru eğdi. “Sonra ağzından onu istemiyorum diye bir laf duyarsam...”
“İSTİYORUM!”
Peri kadar ben de irkildim.
“İstiyorum tamam mı? O benim karım. Benim. Bana ait. Başkası alamaz. Başka biri için düşünülemez. BENİM!”
Eva, “Sonunda doğru konuşmayı başardın seni koca ahmak,” derken şükreder gibiydi. Akın sessiz kaldı. Sanırım Özgür’ü sıkıştırıp dursa da yine de bu tepkiyi alacağını ummamıştı. Cesur tek kaşını havaya kaldırırken biraz daha Özgür’ün üzerine gideceğini anladım ama bir şey oldu ve Peri kollarımın arasında kendisini birden bıraktı. Yere düşmemesi için onu tüm gücümle tutarken telaşla, “Bayıldı,” diye bağırdım. Özgür fişek gibi fırlayarak yanıma gelip onu kolayca kollarının arasına aldı. Kucaklayıp doğruldu.
“Ne oldu? Neden bayıldı? Ne oldu ona?”
“Yeterince şey olmadı mı sence de?” derken sesimin ters çıkmasına engel olamadım. “Yetmemiş gibi bir de burada saçma sapan kavga ediyorsunuz. Yüzüne karşı istenip istenmediğini rahatlıkla konuşabiliyorsunuz. Onu ne kadar yaraladığınızı keşke durup bir düşünseniz.” Bunun üzerine saatlerce homurdanabilirdim ama bir şekilde kendimi tutmayı başardım. “Onu odana götürüp yatırır mısın? Biraz dinlendiğinde eminim daha iyi hissedecektir. Sonra olanları daha sakin bir şekilde konuşabiliriz.”
Özgür hızlı hızlı kafasını salladı. “Benimle gelir misin?”
Öfke kusmak dışında ilk kez düzgünce bir şey istemesi karşısında sessizce iç geçirdim. Cesur’a kısa bir bakış atıp, “Gelirim tabii ki,” diyerek peşine takıldım. Üst kata çıkmamız fazla uzun sürmedi. Önlerine geçerek geçmeleri için odanın kapısını aralayıp ışıkları açtım. Sanki günlerdir hiç dokunulmamış gibi duran yatak ilk dikkatimi çeken şey oldu. Yatağın ayakucundaki koltukta bir yastık duruyordu. Sanki Özgür yatakta değil de orada yatmıştı.
Yatağa ilerleyip örtüsünü kaldırdım. Kollarındaki kadını dikkatle yastığın üzerine bıraktığında onu örtmek yerine ayakkabılarına yöneldim. İkisini de çıkarıp bir kenara bıraktıktan sonra durup üzerini inceledim. Pantolonu ve giydiği kalın hırkayla epey rahatsız uyuyacağından emindim. Özgür de bunu düşünürmüş gibi, “Üzerini çıkarmak lazım,” dedi düşük bir tonla. Sonra ensesini kaşıdı. “Bunlarla yatılmaz.”
“Ben hallederim. Giyeceği bir şeyler var mı?”
“Eva buradaki tüm eşyalarını çıkarmıştı,” diye homurdandı.
“Tamam sorun değil. Gidip Eva’dan ödünç bir şeyler alırım. Eminim çokça yedek pijama takımı vardır.”
“Gerek yok. Benim tişörtlerimden birini giysin. Elbise gibi olur ona. Zayıflamış gittiğinden beri,” derken sona doğru sesi epey kısılmıştı. Ağzının içerisinde bir küfür savurup sanki ona bakmak bile göğsünü sıkıştırıyormuş gibi dönerek gardırobunu karıştırmaya başladı. Onu Özgür’ün yanında soymanın doğru olup olmayacağını ve bunu nasıl söyleyeceğimi bilemediğim için kendimi yatağın kenarına otururken buldum. Peri’nin yüzünü düzeltip yanağındaki kabarık izin üstünde parmak uçlarımı gezdirdim. Ona kim vurmuşsa tüm gücüyle ve epey okkalı vurmuştu ve bir erkek olduğuna emindim.
“Abisi sanırım,” dedi Özgür ne düşündüğümü anlamış gibi dişlerinin arasından. “Peri kaçıyormuş yakalamış onu. Ne kadar doğru bilmiyorum ama... benden kaçıyormuş.”
Söyleyecek bir şey bulamadım. “Alnına pansuman yapmamız lazım. Burada uygun bir şeyler var mı?”
Özgür kısaca kafasını salladı. “Banyoda var. Getireyim.” Hiç ayrılmak istemiyormuş gibi geriye doğru bir adım attı. Sonra durdu. “Bir şeyi olmadığına emin misin? Doktor çağırsak mı?”
“Bir şeyi yok. Her şey üst üstte geldi ve o çok narin biri. Bırakalım uyusun dinlensin. Zaten başında beklerim, endişe etmene gerek yok.”
“Ben beklerim,” dedi çabucak. Sonra da hızla gözden kaybolup banyoya geçti. Onun gitmiş olmasını fırsat bilerek hızlı hareket ettim. Peri’nin önce hırkasının fermuarını açtım. Ardından da pantolonunu çıkardım. Giydiği üstlüğü çıkarabilmek için onu hafifçe doğrultmak zorunda kaldım, bu biraz zorlayıcı olsa da üstesinden geldim. Siyah sutyeni ve iç çamaşırıyla dururken niyetim elimden geldiğince onu yeniden giydirmekti ama sağ omzunun iç kısmındaki morarmaya dönen kızarıklık gözüme çarptığında bir an için duraksamıştım. Oraya sanki bir şey bastırılmış gibiydi. Ayrıca kolları da morluklarla, izlerle doluydu. Ne olabileceğine dair binlerce farklı teori üretirken Özgür’ün komodinin üzerine bıraktığı tişörtü alarak Peri’nin kafasından geçirdim. Acele ediyordum ama Özgür’ün bana zaman verdiğinin de farkındaydım.
Nihâyet Peri’yi son kez doğrulttuktan sonra yeniden yatağa bıraktım. Tişörtün eteklerini aşağıya doğru çekerken hiç beklemediğim şekilde birden irkilerek kendine geldi. İfadesiz yüzü hızla dehşetle kuşanırken doğrulup ne olduğunu anlamak istercesine etrafına bakındı. Çığlık atmak istiyor ama korkusundan onu bile yapamıyor gibiydi.
“Peri, benim. Sakin ol, benim bak. Odadayız, iyisin, güvendesin. Sakin ol. Beni duyuyor musun güzelim? Bayıldın hepsi bu. İyisin.”
Orada olanın ben olduğumu anladığında yine bana doğru atılıp sıkıca sarıldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sırtını sıvazladım. Onu yatıştırmak için bir şeyler söyledim. Artık güvende olduğunu idrak edebilmesi için elimden geleni yaptım.
“Bir yerin ağrıyor mu? İstersen doktor çağıralım. Ya da aç mısın? Su ister misin? Ne istiyorsan söyleyebilirsin, tamam mı? Ben yanındayım. Şşş... geçti. Hepsi geçti. Artık iyi olacaksın. Ne kadar ağlamak istiyorsan o kadar ağla. Buradayım. İstediğin kadar yanında kalacağım.”
Özgür emindim ki bizi duyuyordu ama sanki baş başa kalmamızın daha doğru olacağını bilirmiş gibi banyoda durmaya devam ediyordu.
Peri ansızın, “Y-yardım et bana,” diye konuştu. İrkildiğimi ona belli etmemeye çalıştım.
“Ne istersen? Ne yapayım senin için?”
Benden uzaklaştı. Geriye çekilerek üzerine kısa bir bakış attıktan sonra yüzüne gelen saçlarını çekiştirerek geriye doğru itti. Onun hoyrat tavrı yüzünden kendi canım yanmış gibi yüzümü buruştururken uzanıp onun yerine saçlarını geriye itmeyi ben devraldım. Bu sırada, “G-gitmek istiyorum,” dedi ağlamaklı bir sesle. “Buradan gitmek istiyorum, Deniz. Ne olur yardım et bana.”
Sakinliğimi korumaya çalıştım. İçimden bunu Özgür’ün de yapmasını umarken, “Nereye gitmek istiyorsun?” diye sordum.
“Neresi olursa. Neresi olursa olur.”
“Neden Peri? Burada seni rahatsız eden bir şey mi var?”
“Burada rahatsız eden tek şey benim,” derken acı doluydu. “Kalamam. Kalamam burada. Bu yatak bana ait değil. Bu oda bana ait değil. Hiç istenmedim.” Çaresizce ayaklanmaya çalıştığında kollarındaki morluklara dikkat ederek onu tutup yerinde kalmaya zorladım.
“Tamam. Tamam ama biraz dinlen. Her şeyden önce biraz dinlen. Kimse seni rahatsız etmeyecek, söz veriyorum,” dediğimde Özgür’ün banyoda kalmaya devam edeceğini ummaktan başka şansım yoktu.
Başını yastığa geri koysa da yatakta diken üstünde durmaya devam etti. Çenesi titrerken, “Kızacak bana,” diye yakındı. Yanaklarından kayan yaşları usulca sildim.
“Kimse sana kızmayacak.”
“G-geldim yine başına bela oldum. Kızacak. Yüzüme vuracak. Ne olur gitmeme yardım et. Yalvarırım. Lütfen. Y-yapamayacağım. Hiç canım yanmıyormuş gibi burada duramayacağım.”
Omurgamdan aşağıya soğuk bir hissin indiğini hissettim. Çok çaresiz görünüyordu ve öyle çok korkuyordu ki onun için olduğundan daha fazla üzülmeye başlamıştım.
“Özgür’den mi... korkuyorsun?”
Hıçkırdı. “Ailemden daha çok canımı yakmayı nasıl başarıyor?”
Bu dediği bana bile tokat gibi çarpmışken Özgür’e ne yaptığını düşünmekten kaçındım.
“Gitmem lazım, Deniz. Lütfen bir çaresini bul. Cesur abiyle konuş... bir şey yap lütfen. Burada kalmaktan korkuyorum. İstemiyor beni neden aldı ki? Neden yine geldi ki? Neden ölmeme bile izin vermiyor ki?”
“Seni orada bırakamazdık, Peri. Şu hâline baksana birkaç saatte morarmamış yerin kalmamış. Nasıl buna izin verebilirdik?”
“Onlarla baş etmeye... etmeye çalışmaya alışkınım. Ama... ama...”
“Özgür’le edemiyorsun,” dedim kısık sesle. Kısaca kafasını salladı. Öyle yorgun görünüyordu ki bitkin şekilde yastığa kafasını dayarken her an kendinden geçebilecek gibi duruyordu.
“Çok canımı acıtıyor. Tek istediğim... tek istediğim her şeye rağmen iyi olması. Yokmuş gibi yaşamam bile ona iyi gelmiyor.” Titrek bir soluk aldı. “B-ben ona iyi gelmiyorum. Her hareketim gözüne batıyor. Yanında... yanında nefes almadan durmaya çalışıyorum. O-olmuyor. N-nefes almadan çok duramıyorum ki...”
Ağlamak istedim. Nelerle baş ettiğini artık daha iyi anlayabiliyordum ve bu çok acıydı. Burada olduğu tüm zaman boyunca böyle hissettiğini bilmek tüylerimi ürpertiyordu. Belli ki Özgür düşündüğümden daha fazla üzerine gitmişti. Kendimi yine ona kızarken buldum. Çünkü insan Peri’ye baktığında ona kötü söz söylemekten, onu kırmaktan korkardı. Öyle nahifti ki... ona ne zaman baksam sarıp sarmalamam gerekliymiş gibi hissediyordum. Özgür nasıl öyle hissetmezdi?
Bedeni histeri krizi geçiriyormuş gibi tepki veriyordu. İçli içli iç çekiyor, ara ara tüm vücudu şiddetle sarsılacak şekilde titriyordu. Saçlarını okşarken, “Hadi biraz uyu,” diye mırıldandım. “Ben yanında olacağım. Uyu güzelim. Biraz rahatla, sonra bunları konuşuruz.”
Daha fazla direnemedi. Bir şeyler daha söylemek ister gibi dursa da kelimeleri bulamadı. Kendinden geçer gibi dalıp gidene kadar saçlarını okşamaya devam ettim. Zamanla şiddetli hıçkırıkları da azaldı. Derin, huzursuz bir uykunun kollarına kendisini bıraktığında ancak diken üstünde duran vücudu çözülebildi. Yine de yatakta ufacık yer kaplıyordu. Dikkatlice üzerini örttüm. İyice kıvrıldı ve tamamen derinlere daldığından emin oldum.
Odanın içerisine yayılan adım seslerini işittiğimde kafamı hafifçe çevirip Özgür’e baktım. Gözlerime sinmiş olan öfke onun tamamen yıkılmış hâliyle karşılaşınca çenemi sıkarak sesimi çıkarmadım. Özgür bir ruh gibi yatağa yaklaşarak getirdiği pansuman malzemelerini komodinin üzerine bıraktı. Ardından da arkasını dönüp odadan çıkıp gitti. Onu daha önce hiç böylesine enkaza dönmüş görmemiştim. Ne yaptığının, neye sebebiyet verdiğinin ancak farkına varmış ve bu ona çok ağır gelmiş gibiydi.
Bir yanım beter olmasını dilerken diğer yanım artık kendisine çekidüzen vermesini umuyordu.
×××
Oktay Seymen önüne bırakılan beyaz zarfa bir müddet sadece baktı. Sessizliği bu kez onun için gözünü kırpmadan ölecek olan sağ kolu Hamza’yı bile gerecek kadar derindi. O zarfta onu neyin beklediğini uzun süredir düşünüyordu. Sonuçlarına göre çoktan seçeneklerini belirlemişti. Yollarını çizmiş, hedefini ortaya koymuştu. Daima plan yapardı ve nefret ettiği bir şey varsa o da planlarının bozulmasıydı.
“İhtimal veriyor musunuz beyim?” dedi Hamza temkinli tavrıyla. Çok nadir anlarda olduğu gibi ona eski bir dost yakınlığıyla yaklaşıyordu.
“Yıllar önce ne gördüğünü hatırlıyor musun, Hamza?”
Elbette hatırlıyordu. O ev cayır cayır yanmaya başlarken Hamza da oradaydı ve pencerede gördüğü küçük kızın korkulu bakışları hâlâ gözlerinin önündeydi.
“Oradan canlı çıkmasına imkân olmadığını biliyorum. Ev yanana kadar bekledim. Geriye külden başka bir şey kalmayana kadar orada durdum beyim. Ateş küçük bir kız için çok büyüktü.”
Oktay zarfa uzanıp kenarını titizlikle açarken epey ağır davranıyordu. “Cesedini görmüş müydün?”
Hamza bir an için durduktan sonra kafasını ağır ağır iki yana salladı. Bunun üzerine Oktay’ın tek yaptığı güler gibi bir ses çıkarmaktan ibaret oldu. Zarfı açmayı bırakıp içerisinde bulunan katlanmış kâğıdı ortaya çıkardı.
“Sarp’ın aile meseleme karışıp beni el aleme küçük düşürmeye çalıştığına inanıyordum. Onunki bir misillemeydi. Filiz’i ondan almaya çalıştığım için. Belki de öyle değildir. Sonuç pozitif çıkarsa kızın hâlâ yaşıyor olmasından çok Sarp’ın yıllardır arkamdan benimle alay ediyor olduğunu öğrenmek kanıma dokunacak, Hamza.”
“Alay etseydi bunu şimdiye kadar anlardık. Bunca zaman hiçbir şey yapmadan bekleyecek değildir. Daima eline geçenleri kullanan biri olmuştur.”
Oktay ağır hareketlerle kafasını salladı. “Başka çıkarları yoksa tabii,” derken kâğıdı araladı. Dışarıdan bakıldığında olası sonuçlardan hiç etkilenmeyecekmiş gibi duruyor olsa da içten içe gergindi ama bunu çok iyi maskeliyordu. Sonuç negatifse rahatlayan bir soluk verdiğini Hamza bile anlamazdı. Ki Hamza kendisini bildi bileli yanında olan adamıydı.
Ancak sonuç pozitifti.
Oranlar yüksekti.
Nehir Sözeri adındaki kadın, şimdilerde Deniz Çağlayan olan kadın onun kızıydı.
×××
“Bu gece dövüşe çıkacağım.”
Masaya oturmak için sandalyemi çekerken Akın’a kısa bir bakış attım. Açlıktan ölüyormuş gibi çoktan yemeye başlamıştı.
“Ne diyorsun? Alır mısın geceyi? Ona göre servetimi sana yatıracağım,” dedi Tuna önce güvenceye ihtiyacı varmış gibi.
“Ne zaman yenildim lan ben?”
Tuna eliyle sayı hesabı yaptı. “Beş maç önce. Bir gecede iki milyoncuğum gitmişti hiç unutmam. Bak yine içime bir sızlama yayıldı. Bok yoluna giden iki milyoncuğumun sızlaması.”
Akın çatalıyla birkaç zeytini aynı anda yakalarken homurdandı. “Sana kazandırdıklarımdan hiç bahsetme ama gideni de hiç unutma, piç kurusu.”
Cesur sanki kahvaltıya yeni başlamıyormuşuz da bitirmişiz edasıyla arkasına yaslanıp dumanı tüten ince belli çay bardağını dudaklarına taşıdığı sırada kıstığı gözleri Akın ve Tuna arasında gidip geliyordu. “Ben size bahislere karışmayacaksınız demedim mi? Hatta yasaklamadım mı?”
Tuna’nın masum, sevimli bir sırıtışla Cesur'a kirpiklerini kırpıştırması ve aniden sevgi pıtırcığına dönmesi karşısında gülmekten kendimi alamadım. “Yasak mı? Ne zaman yasaklamıştın abi? Hayır, benim hiç haberim olmadı da. Olsa biliyorsun senin sözünden asla dışarı çıkmam. Sen ne dersen o canım abim.”
“Sana kızmasın diye abimi ayartmaya çalışır gibi fingirdeşiyorsun resmen lan,” dedi Akın sırıtarak. Sonra bana döndü. “Kocanı alır elinden bu, haberin olsun. Çok tehlikeli.”
“Canım kardeşim!” dedi Tuna sanki mümkün olsa Akın’a masanın altından uyarıcı ve sert bir tekme savuracakmış gibi dişlerini sıkarken. Neyse ki birbirlerinden uzakta oturuyorlardı. “Güzel kardeşim! Şurada iki lokma yiyeceğim. Boğazıma dizilsin mi istiyorsun? Geberip gideyim o mu olsun? Bu şahane varlığımın yokluğuna nasıl hüsrana uğrayacağını düşün, tart da öyle konuş biricik kardeşim!”
“Hüsran mı? Yayılır keyfime bakarım. Sessizlik ve huzur... güzel olurdu.”
Tuna şahsına büyük bir hakaret duymuş gibi elini kalbinin üzerine koydu. “Sayemde bastın nikâhı geçtin ve şimdi de bir daha bana işin düşmeyecek sanıyorsun, değil mi? Yine gecenin bir yarısı kapıma dayandığında sana bunu hatırlatacağım. Güzellik uykumdan ikinci kez senin için kalkarsam beni si...” Boğazını temizledi. “Sevin beni.”
Tavrı hepimizi güldürdü. Masada oturup da bize eşlik etmeyen, tamamen farklı bir dünyadaymış gibi takılan ikili haricinde hepimizi. Peri ve Özgür sessizdi. Tabakları boştu ve sanki masada değillermiş gibi davranıyorlardı. Peri dünkü olaylardan sonra uyandığında yeniden gitmekle ilgili hiçbir şey söylememişti. Günün yorgunluğundan ve duygusal çöküntünden kaynaklı olduğuna inanmak istesem de Özgür’den bariz şekilde çekindiği belli oluyordu. Onunla yan yana otururken rahat değildi. Diken üstündeydi ve olabildiğince ondan uzakta duruyordu. Eva’nın ısrarıyla masaya inmişti ama aklının burada olmadığını görüyordum. Boş gözlerle tabağına bakmak dışında hiçbir şey yapmıyordu. Üstelik Özgür’ün de ondan farkı yoktu.
Eva, “Su böreği öyle lezzetli ki,” dedi ağzına attığı lokmayı dünyadaki en iyi yemekmiş gibi çiğnediği sırada. Sadece çıkardığı mırıltılar bile Tuna’nın su böreği dolu tabağa yapışmasına neden oldu. Ancak Akın da aynı hamleyi yapmıştı. İkisi tıpkı çocuklar gibi tabağı bir sağa bir sola çekiştirirken Akın homurdanmaya başladı. Eva ise ikisinin arasında kaldığı için homurdanıyordu.
“Akşam maça çıkacağım sen yemesen de olur. Güçlenmem lazım.”
“Üç gün yemesen bile o vücuda bir şey olmaz. Çek patilerini tabaktan. Ayrıca maçı kazanman iki parça su böreğine bakıyorsa bu akşam yine beni batıracaksın demektir.”
“Bahislere karışmayacaksın Tuna,” dedi Cesur son kez uyarıyormuş gibi. Tuna bunun üzerine telaşla, “Yatırsaydım,” diye düzeltti. “Eğer sana para yatırsaydım beni batırırdın ama tabii ki yatırmayacağım. Paramı seviyorum. Kolay kazanmıyorum ben onu. Gecem yok gündüzüm yok. Gecelerimin olmaması daha çok senin sayende. Aaa... Eva şuradaki adam geçen akşam sana asılan adam değil miydi?”
Akın tabağı bırakıp anında omuzlarını dikleştirirken hızla Tuna’nın gösterdiği tarafa döndü. “Hangi cibiliyetini siktiğimin piçi-” diye başlamıştı ki baktığı yerde kimseyi görememek onu susturdu. Ölümcül bakışları yeniden Tuna’yı bulduğunda kahkaha atmamak için elimi ağzıma örtmek zorunda kaldım.
“Ulan Tuna sesini çıkarmadan zıkkımlan kalk git başımdan yoksa sabah sabah elimde kalacaksın.”
Tuna’nın keyfine diyecek yoktu. Çatalını geçirdiği su böreğinden epey hatırı sayılır bir ısırık kopartırken Akın’a nispet yaptığı açıktı. Ancak gözleri bir anlığına tam karşısında oturan Peri’nin boş tabağına kaydığında abartılı hareketlerine son verdi. O an anladım ki sırf biraz olsun neşemiz yerine gelsin diye çabalıyordu. Tabakta kalan böreklerden birini alıp usulca Peri’nin boş tabağına bıraktı. Hareketi hepimizin dikkatini çekti ama hepimiz aynı şeyi yaptık; görmezden geldik. Sonra dönüp yine Akın'a bulaşmaya devam etti.
“Beni kızdırma maç listesini yeniden düzenlerim. Abimle kapışmak zorunda kalırsın. Dayak yiyişini çekirdek eşliğinde izlerim. Tabii canım abim, kıymetli ve haşmetli abim de isterse. İster misin abim?”
Cesur ona bir şeyler söyledi ama tüm dikkatim yanımda oturan ikilideydi. Özgür sanki ancak aklını başına alabilmiş gibi irkilerek dalıp gittiği diyardan sıyrılabildi. Masadaki her şeye sırayla uzandı ve hepsinden azar azar Peri’nin tabağına doldurdu. Kadının ona attığı şaşkın bakışın farkındayım. Bu kadarcık şeyle bile şoka uğramıştı. İşi bittiğinde Özgür ona doğru eğilip bir şey söyledi ve Peri de ikiletmeden yemeye başladı. Bunu tepki görmekten çekindiğinden dolayı yaptığını anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Özgür de anlamıştı. Yeniden kaskatı kesilip öylece kalmasından belliydi. Kadına ne yaptığıyla yeni yeni yüzleşiyordu ve durumdan rahatsız olması sanırım iyiye işaretti.
Bu sırada Tuna’nın telefonu çalmaya başladı. Pantolonunun cebindeki telefonu çıkarmaya çalışırken, “Görüyorsunuz değil mi? Hayranlarım peşimi asla bırakmıyor. Bu kadar sevilmek için ne yaptıysam işte,” diye keyifli keyifli konuşuyordu.
Eva onu çocuk gibi azarlamaya başladı. “Gevezelik edip durduğun için şimdi de aç kalacaksın. Kim bilir ne için seni arıyorlar. İçimden bir ses masadan kalkıp gitmen gerekeceğini söylüyor.”
“Ağzını hayırlı aç kızım. Beni düşünüyor musun yoksa benim için kötüyü mü çağırıyorsun belli değil. Bakayım kim niye arıyormuş. Ya Hak!” diyerek ekranı kontrol etti. Anında ifadesindeki tüm gevşeklik silindiğinde hepimiz oturduğumuz yerde dikleştik. “Filiz annenin evindeki çocuklardan biri,” dedi doğrudan Cesur’a bakarken. Sonra hızla aramayı cevaplandırdı.
“Söyle koçum.”
Adam ona her ne söylediyse Tuna oturduğu yerden fırladı. “Ne diyorsun lan?” derken telefonu kulağından çekerek hepimizin duyabilmesi için hoparlörü açtı.
“B-baskın yedik... vurdular... herkesi vurdular,” dedi hattın ucundaki adam. Güçlükle konuşuyordu ve acı çektiği her hâlinden belliydi. Sık nefesleri, boğuk sesi bunu ortaya seriyordu.
“Kim lan? Kim?” diye bağırdı Cesur. O da delirmiş gibi yerinden fırladı.
“B-barut... Barut geldi...”
“Hassiktir,” dedi Tuna sessizce. “Sık dişini geliyoruz şimdi.”
“F-Filiz anneyi... Filiz anneyi... aldı.”
Cesur kendi servis tabağını kuvvetle bir köşeye savurdu. İrkilerek ayağa fırladım. Herkes ayaktaydı. Onun kararmış, delirmiş, ipin ucunu kaçırmış bakışlarla hareket ettiğini gördüğümde paniğe kapıldım. Bir yanım yanına gitmek, ona dokunmak ve sakinleştirmek için bir şeyler yapmak istiyordu. Daha baskın olan diğer yanımsa yapacağım hiçbir şeyin işe yaramayacağından emindi. Hepsi birlikte asansörlere doğru ilerlerken onlarla gitmeyi istesem de yine sessiz kaldım, çünkü peşlerime takılmama hiçbiri izin vermeyecekti.
Tuna iki dakika önceki neşesinin aksine sağa sola emirler yağdırarak tüm adamları topladı. Akın ve Özgür de Cesur’un peşinden gittiler. Masada üç kadın baş başa kaldığımızda üçümüz de şoktaydık.
“Tanrım,” diye inledi Eva. “Umarım ona bir şey yapmaz. Umarım ona zarar vermez. Filiz Hanım'ı şahsen hiç görmedim. Yaşadığını bile yeni öğrendim. Barut’un öğrendiği sıralarda...”
Benim Barut’a söylediğim zamandan bahsediyordu.
Eva gözlerini benden kaçırarak devam etti. “Akın onun çok zarar gördüğünü söylemişti. Yeterince canı yanmış. Yatağa bağımlıymış. Aklı yerinde değilmiş. Cesur abiyi... oğlu olarak bile bilmiyormuş. Tanrım... lütfen onu koru.”
Yığılır gibi kalktığım koltuğa oturdum. Barut, Cesur’un annesini almıştı. Barut hareket geçmişti. Sessizlik artık bitmişti.
“Sence ona bir şey yapar mı? Zaten hasta olan bir kadına zarar vermek... çok onursuzca olmaz mıydı?”
“Yapmayacak,” dedim gözlerim belirsiz bir noktaya dalıp gitmişken. Bedenim buz gibiydi. Onun adını duyduğumdan beri buz kesmiştim.
“Nasıl emin olabilirsin ki?”
“Öldürmek isteseydi onu orada öldürürdü. Başka bir planı var.”
“Onu hemen değil de sonra öldürmek gibi mi?” Aklına gelen şeyle gözleri kocaman açıldı. “Belki de bunu Cesur abiye izletir!”
Kanın yüzümden çekildiğini hissettim. Bunu yapmayacağını söyleyemiyor olmak, yapmayacağına ihtimal veremiyor olmak omurgamdan aşağıya buz gibi bir soğukluğun akmasına neden oldu. Onu yaralamıştık ve yaralı birisi her yönden saldırabilirdi.
Peri hissettiklerimi benim yerime fiziksel olarak göstererek birden öğürdü. Eva ona doğru atılırken ben kolumu kaldıracak gücü bile bulamadım. Peri’nin rengi atmıştı. Daha dünkü olaylar bu kadar tazeyken üstüne bunun olması onu aşırı etkilemişe benziyordu. Eva bana onu odasına çıkartacağıyla ilgili bir şeyler söyledi. Peri bir elini midesine bastırırken diğer elini ağzına kapatarak hızlı adımlarla asansöre yürüdü.
Benim de midem bulanıyordu. Sanki kussam rahatlayacaktım ama bunun tamamen psikolojik olduğunun farkındaydım.
Kendimi suçlu hissediyordum.
Barut’a Filiz’in yaşadığını ben söylemiştim. Sonrasında kadının tutulduğu adres değiştirilmiş olsa da belli ki yeterli değildi. Güvenlik sıkı olsa da belli ki delinebiliyordu. Onu bu zaman kadar koruyan kimsenin yaşadığını bilmemesiydi. Benim yüzümden ortaya çıkmıştı ve eğer ona bir şey olursa Cesur’un yüzüne nasıl bakardım hiç bilmiyordum. Emindim ki o yine beni suçlamazdı ama onun yerine de ben kendimi suçlardım.
Kaç dakika orada öylece tek başıma oturdum bilmiyordum. Masaya oturduğumda hepimizi yerli yerinde görünce içimin açıldığı masaya bakmak bile şu anda içimi acıtıyordu. Yine bir anda dağılmıştık.
Dirseklerimi masanın kenarına dayayıp yüzümü avuçlarıma gömdüm. Kadının zarar görmeden bulunmasını umdum. Barut’un o kadar da kötüleşmemiş olmasını diledim. Ancak bunların hayalden ibaret olduğunun farkındaydım.
Barut beni korkutuyordu.
Onu düşünmek bile beynimin uyuşmasına neden oluyordu.
Kanatmaya başlamıştı ve nereden başlayacağını iyi biliyordu. Hedefi Cesur’du. Cesur’a giden her yolu tutacaktı ve sonraki hamlesinin bana olacağından emindim. Kendimi odaya kapatmak ve hatta kilitlemek istiyordum. Onunla yüzleşmektense buradan ömrüm boyunca çıkmamayı göze almak daha kolaydı.
Telefonum çalmaya başladı.
Telaşla arka cebimdeki aleti gün yüzüne çıkardım. Cesur’dan, Akın’dan, Özgür’den ya da Tuna’dan bir arama olmalıydı. Onlardan biri olması için ve bana iyi haber vermeleri için dua ediyordum ama numara kayıtlı değildi. Açmakla açmamak arasında tereddütte kaldım. Kalbim tehlikeyi sezmiş gibi hızlanmaya başladı. Böyle bir kriz anında boş verme seçeneğimin sonradan keşkelere dönebileceğini bildiğim için soluğumu tutarak aramayı cevaplandırdım.
Hattın ucundan ses gelmedi. Bunun üzerine, “Alo?” dedim tereddütle.
Birkaç hışırtı ve kulaklarıma dolan tanıdık ses, “Nehir,” dedi. O an tüm tüylerim diken diken kesildi. Damarlarımda gezinen kan ağırlaştı. Çünkü beni arayan Barut’tu.
“Uzun zaman oldu, değil mi?”
Birkaç kez gürültüyle yutkundum. Telefonu kapatmak istedim. Sanki kapatırsam ondan kurtulabilecekmişim gibi.
“Konuşmayacak mısın? Önemi yok. Dinlesen yeter.”
Ağzım birkaç kez açıldı ama kelime çıkaramadım. Elim ayağım bağlanmış gibi hissediyordum. Benden uzaktaydı. Sadece sesini duyuyordum, o da telefon aracılığıylaydı. Buna rağmen sanki karşımdaymış ve silahını bana doğrultmuş gibi beni kilitlemeyi, ele geçirmeyi başarmıştı. Onu kafamda fazla büyüttüğüm için mi böyleydi yoksa onu kırdığımızı ve artık her şeyi yapabilecek potansiyeli olduğunu bildiğim için miydi?
“Haberi aldın mı? Filiz elimde,” dedi, boştaki elimi sıktım, tırnaklarım avucumu deşti. “Kaynanana ne kadar değer verdiğini görmek isterim, Nehir.”
Eski adımı alay edercesine dillendiriyordu.
“Ne demeye çalışıyorsun?” dedim güçlükle. Sesimi sağlam çıkarabilmek için elimden geleni yapmıştım. Korkuyordum ama bunu onun bilmesine gerek yoktu.
“Filiz’in yaşamasını istiyor musun?”
Bu konuşmanın nereye gittiğini anlamak zor değildi. Gözlerimi yumdum ve cevapladım. “Elbette.”
“Öyleyse onun yerini al.”
Mideme bir kramp saplandı. “Nasıl?”
“Kulüpten çık. Gökhan seni alacak. Biraz ortalığın karışması umarım seni rahatsız etmez,” derken yüzünde yer edinen buzdan gülüşü görür gibiydim. “Sana beş dakika veriyorum. Eğer beş dakika içerisinde Gökhan’ın arabasına binmiş olmazsan Filiz ölür. Eğer binmiş olursan onu bırakırım, sağ ve zarar görmemiş şekilde. Bence adil bir anlaşma. Hazır mısın?” Hiçbir şey diyemedim. Zaten umursamadı. “Geri sayım başladı.”
Sonra da telefonu yüzüme kapattı. Onu kulağımdan çekip masanın üzerine bırakırken kendime sakinleşmek ve zihnimi arındırmak için bir dakika verdim. Düşünecek çok şey vardı ama vakit yoktu. Cesur’u arayıp onu durumdan haberdar etmem gerektiğini biliyordum. Emindim ki bana dışarıya doğru tek bir adım bile atmamamı söyleyecekti. Ucunda annesinin öleceğini bile bile kalmam için belki de dış kapıya kalan tüm adamları yığacaktı.
Ve sonra ben ömür boyu bunun vicdan azabını çekecektim. Ona bakarken annesini ele verdiğimi ve sonra da ölümüne neden olduğunu düşünecektim. Buna rağmen beni sevmeye devam edecekti ve ben her gün kendimden iğrenecektim.
Telefonuma gelen mesaj sesi beni yerimde sıçrattı. Mesaj az önce beni arayan numaradandı. Bir fotoğraf göndermişti. Korka korka açtım. Ekranda Filiz’in korkmuş, ürkmüş hâlinin görüntüsü vardı. Üstüne örtülen battaniyeye can simidiymiş gibi sarılmıştı. Tek başındaydı. Selin onunla değildi. Belki Selin’i bile öldürmüşlerdi. Filiz’in ne denli korktuğunu düşünmek beni iyice etkiledi. Kadın ömrü boyunca her günü korkarak, kaçarak yaşamıştı. Bu muameleyi hak etmiyordu. Pamuklara sarılarak bakılması gerekirken bir araba köşesinde, gözlerini dehşetle açmış vaziyette, şok içerisinde durmamalıydı.
Aynı numaradan yeni bir mesaj geldi. “Üç dakika.”
Yutkunamadım. Çabucak Cesur’un ismine tıklayıp mesaj kısmına bastım ve parmaklarım ekranın üzerinde kaymak için bekledi, ancak hiçbir şey yazamadım. Çünkü ona veda etmek istemiyordum. Bunun düşüncesi bile beni perişan etmeye yetiyordu. Ancak beni neyin beklediğini de biliyordum. Buna rağmen tek kelime yazamadan telefonu masanın üzerinde bıraktım ve ayağa kalkıp kulüpten çıkmak için yürüdüm.
♧
Olaylar, olaylar... sizce Barut'un planı ne? 😵
Peri ve Özgür'e ne diyorsunuz? Özgür’ün bundan sonra aklı başına gelir mi dersiniz? 😔
Oktay beyefendi de dâhil oldu. Korkmalı mıyız? 🫣
Peki Deniz'in Filiz'le yer değiştirmeyi kabul etmesi? 🥺
Yeni bölümde görüşmek dileğiyle, kocaman sevgiler 🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 65.91k Okunma |
4.22k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |