@yazarimssii
|
"Nasılmış bakalım benim küçük meleğim." Annesinin kucağındaki küçük kız kocaman gülümsedi. Babası yanlarında meyve soyuyor annesi de kendisini kucağına almış bal yanaklarından öpüyordu. Küçücük ellerini dudaklarına götürüp kıkırdadı küçük kız.
"Anne ben melek deyilim kii. Melek olan sensin." Dedi küçük kız kıkırdarken. Babası bu hallerini görüp daha da aşık oluyordu bu manzaraya. Annesi küçük kızın burnunu işaret ve orta parmağı arasına alarak hafifçe sıkıp başını sağa sola salladı.
"Seni küçük bilmiş. Sen büyüdükçe daha da mı bilmiş hale geliyorsun bakim. Görüyorsun dimi babası annesine nasıl cevaplar veriyor. Ben şimdi bu kızı ne yapayım." Babası işaret parmağını dudaklarına götürüp düşünür gibi yaptı.
"Hmm. Bence güzelim, gıdıklayabilirsin. Hatta sen gıdıkla ben bu kızı ısırıp tatlı yerine yiyeyim." Annesi küçük kızı gıdıklarken babası da meyve tabağını bırakmış küçük kızının kollarını kemirmeye, ısırmaya başlamıştı. Küçük kız kahkahalarıyla boğulurken yüzü gülmekten kıpkırmızı olmuştu.
"T-tamam duyun artık karnım ağrıdı. Anney babaa yeteyyyy." Kızlarının isyanına karşı annesi ve babası biraz durulmuş, gıdıklamayı bırakmışlardı. Küçük kız kendisine geldiğinde annesine biraz daha sokulmuş annesinin göğsüne sinmişti.
"Anney. Benim de senin gibi kanatlarım olur muyy?" Bu soru karşısında küçük kızın annesi sıkıntılı bir nefes verip kızının saçlarına öpücük bıraktı. Babası ise bu soruya anında sinirlenmiş kaşlarını çatmıştı. Kocasının bu halini görsede sesini çıkaramıyordu. Aslında bu sorunun cevabı doğduğu ilk günden itibaren belliydi ama kocası ısrarla kızına yaptığı iğnenin işe yaradığını böyle bir şeyin olmayacağını tekrarlayıp duruyordu.
"Asla öyle bir şey olamayacak! Çıkar bu düşünceyi aklından küçük hanım." Babasının çıkan sert sesiyle yerine sindi küçük kız. Ne zaman bu tarz bir şey dese sert çıkıyordu sesi. Bu yüzden babasından çok çekinirdi.
İlerleyen saatlerde küçük kız hiç konuşmamış annesinin göğsünde huzurla oturup daha sonrasında uyuyakalmıştı. Babası sert çıkıştığı için pişman olmuş ama sesini çıkaramamıştı. Annesi ise gelecek kaygısıyla düşüncelerinde boğulmuştu. 🪽
Karanlığa hapsolmak kolaydı. Ama o karanlıktan çıkmak bir hayli zordu. Zihnim zifiri karanlığa gömülmüş aydınlatacak bir ışık arıyordu kendisine. Beynim uyuşmuş göz kapaklarım ağrıyordu. Uyuyor muydum yoksa bayılmış mıydım emin olamıyordum. Bilincim yeni yeni kendine geliyor gibiydi. Gözlerimi ne kadar aralamaya çalışsam da sanki üzerine tonlarca ağırlık konulmuş gibi açılmıyordu. Etrafımda uğuldayan sesler duyuyor tepki veremiyordum.
Kadir amca şimdi ne yapacağız. Diyordu kalın bir o kadar da boğuk gelen ses.
Dinlensin Duru. Şu karmaşa bir bitsin sen bir süre gözüme gözükme sarı kafa. Dedi sesini bile özlediğim babam. Babam mı gelmişti ama ne zaman. Ve ben niye dinleniyordum.
Sende serumunu taktıysan çıkalım Kaya. Odada başkalarının olduğunu babamın konuşmasıyla anlamıştım. Yine damar yolu açmışlardı. Hissetmememin sebebi ya alışmış olmamdı ya da bilincim yokken açılmış olmasıydı. Sesler iyice boğuklaşırken saçlarımı okşayan bir el hissettim. Büyük bir eldi. Avucu baba şefkatiyle doluydu. Alnıma bir kaç öpücük koyarken sadece bir kaç kelimeyi seçebilmişti beynim.
Özür dilerim babam. Yaptıklarım ve yapacaklarım için.
Kapının kapanma sesini duymuştum en son. Sonrası ise yine zifiri karanlıktı. Ben gözlerimi açmaya çalıştıkça zihnim kara deliğe çekiliyor, bilincim tekrar kapanıyordu. En son zihnimde dönen şey ise iki beyaz kanatlı bedenlerdi. 🪽
Başım çatlıyor, gözlerim acıyordu. Ne kadar süre hareketsiz yatıyordum bilmiyordum. Tüm vücudum uyuşmuştu. Dinlenmem gereken yerde daha da yorulmuştum sanki. En sonunda gözlerimi aralayabildiğimde bir süre ışığa alışmak için uğraşmıştım. Batan güneşin kızılları duvara vuruyordu. Tepemde ise serum askısı vardı. Bakışlarım bir süre damla damla akan ve damarlarıma işleyen sıvıda oyalandı. Bitmesine çok az kalmıştı. Bu sefer bakışlarımı odanın duvarlarına çevirdim.
Duvarlar ve yattığım yatak çok tanıdıktı. Kendi odamda kendi yatağımdaydım. Buraya nasıl geldiğimle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Zihnimi o kadar uyuşuk hissediyordum ki anıları canlandırmakta zorlanıyordum. Yavaşça yataktan doğrulup ayaklarımı aşağı sarkıttım. Kolumdaki serum bitmesede söker atar gibi kolumdan çıkarmıştım.
Telefonumu alarak odamda ki küçük balkona ilerledim. Geçen bölüm odamı anlatırken sanırım bu detayı kaçırdım. Odam da ön bahçeye bakan küçük, yani bana göre küçük, bir balkonum vardı. Balkon salıncağı, onun yanında küçük bir kitaplık, kaktüs çiçekleri, yapay yaprak ve led ışıklarla dekore etmiştim kendimce.
Ne zamandır uyuyorum ya da uyutuluyorum bilmiyordum. Ama anlaşılan bayadır bu haldeydim. Çünkü üzerimde üniversiteye giderken giydiğim kıyafetler yerine kedicikli pijama takımım vardı. Çıplak ayaklarımla balkona çıktım. Balkon salıncağına oturacağım sıra ön bahçede dikkatimi çeken bir şey olmuştu.
Kapının önünde dört kişi ayakta sohbet ediyorlardı. Üç kişi tanıdık biri ise yabancıydı. Yabancının arkasında son model motor vardı ve o motora yaslanmış kollarını da önünde bağlamış bir şekilde karşısındakilere dikkat kesilmişti. Birisi ise sadece konuşmuyor sürekli motorun etrafında dönüyordu. Hiç şaşırmayın çünkü bu kişi Doruk dan başkası değildi. Diğer iki kişi den biri babam bir diğeri ise Kaya amcamdı.
Ellerimi balkon tırabzanlarına yaslayıp yabancıyı incelemeye başladım. Üzerinde vücuduna yapışan beyaz bir tişört vardı. Göğüs kasları dahil pazuları buradan bile aşırı derecede göze çarpıyordu. Kolları tam açıklayamadığım dövmelerle doluydu. Altında ise siyah kot pantolon, ayakkabı olarak da beyaz spor ayakkabı vardı. Motorun üstünde ona ait olduğunu belli eden siyah deri ceketi de fark etmiştim.
Bu sıcakta deri ceketi nasıl giyiyorlardı anlamış değilim.
Kıvırcık saçları dağılmış alnına düşmüş vaziyetteydi. Bir kaşında önceden atılmış çizik vardı. Buradan bile hafif dolgun düz çizgi halini almış dudakları belli oluyorurdu. Boyuna gelirsekte resmen kendisinin iki metreye yakın boyu vardı. Doruk da ne kadar uzun olsada yanında bir kaç santim kısa kalmıştı. Kısaca maşallahı vardı. Hem İstanbul beyefendisi hemde serseri tipin vücud bulmuş haliydi.
Bir insan nasıl hem İstanbul beyefendisi hemde serseri tip olabilir. Bilmiyorum. Bir dakika.. yine mi sen. Ben senden kurtulamayacak mıyım. Nesin sen be.
Bakışlarımı hissetmiş olacak ki hızla bakışları balkondaki beni buldu. Gözlerinin rengi beynimde şimşekler çaktırmıştı. Bu tonlar benim, geçmişin tozlu raflarınının tozunu kaldırmış bana el sallıyordu. Geçmişimle ilgili tek hatırladığım kahvelere çok benziyordu onun tonları. Ben onu ne kadar dikkatli inceliyorsam o da beni baştan aşağı süzüp dikkatle inceledi. Oha bir dakika. Of şaka gibi ya. Yaz Duru rezilliklerine bir madde daha eklendi. Kızım üzerinde kedili pijama var. Saç baş birbirine girmiş. Çocuk ne kadar karizmatikse sen bir o kadar rezil rüsvan paçoz haldesin.
Gözlerimiz tekrar buluştuğunda bir süre ne o çekti ne de ben. Yanındakilerden kopmuş tek odak noktasına beni almıştı. Bu uzaklıktan onun göz rengine kadar nasıl inceleyebilmitim.
Böyle bakmaya devam edersek yanacağız ikimizde ateşte Duru. Uyarımızı yapıyoruz sonradan beni kimse uyarmadı deme. Merak etme yanmayız. Gözümüz var ki bakıyoruz. Ya olmasa. O zaman ne yapacağız. Hoppala iyice deliriyorsun Duru. Daha yeni kurtuldun o soğuk köşlereden. Harbi kırıcı oluyorsun artık. Seninle daha yenice tanıştık. Nasıl bilmiyorsun. Tanışmak? Nesin sen. İç sesim olmadığın kesin ama.
Sesi kesildiğinde bende bakışlarımı zorda olsa ondan çekmiştim. Çekmemin bir sebebi de telefonumun melodili zil sesiydi.
Gelen çağrı, Nur..
Bu saatte niye arıyordu acaba. Kapanmasına yakınken aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüm. Anında endişe karışık sesi kulağımı doldurdu.
"Kızım sonunda açabildin şu siktiğimin telefonunu. Duru neredesin sen kaç gündür. "
"Oba sakin ol Nur. Kaç gün derken. Kaç gündür bana ulaşmaya çalışıyorsun ki."
"Üç gün oldu şekerim Üç. Hem iyi misin sen bir şeyin var mı?" Şaşkınlıktan gözlerim açılmıltı. Üç gündür uyuyor muydum yani ben. Dilim tutulmuş nefesim kesilmişti.
"Duru orada mısın. Duru gözünü seveyim ses ver. En son üninin bahçesinde Cihan iti yüzünden bayılmıştın." Cihan mı? Beni aldatan şerefsiz. Ama ben niye böyle bir şeyi hatırlamıyordum. En son Nur ile bahçede kahve içtiyorduk.
"Nur emin misin? Biz en son seninle bahçede kahve içmemiş miydik?"
"Duru şekerim sen neler diyorsun. Hatırlamıyor musun yoksa. Bu iş garip bir hal almaya başladı. Her neyse ben seni hem merak ettiğim için hemde üniversite kaydını neden aldırdığını sormak için aramıştım. Kızım bu dönem zaten bitmek üzere. Sadece bir senemiz kaldı neden aldırdın ki." Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı önce. Bakışlarım aşağıdaki şahıslara kaydı. Daha sonra ise yoğun bir sinirle kaşlarım çatıldı. Bu saçmalığı babamdan başka kimse yapamazdı. Motora yaslı olanın beni görüp doğrulmuş olduğunu fark etmiştim. Dudaklarını oynatıp bir şeyler dedi. Buradan bile ne dediğini okumuştum. "Bir şey oldu. Sanırım öğrendi." Demişti. Hayır dudaklarını okumadım direkt sesini duydum..
"Nur beni bilgilendirdiğin için teşekkür ederim. Ben seni daha sonra arayacağım." Bir şey demesine fırsat vermeden telefonu kapatıp yere fırlatmıştım. Daha sonrasında pişman olacağımı bilsem de umursamadan odamın çıkışına ilerledim. Dışarıdan duyduğum son ses gaza basıp uzaklaşan motorun sesi olmuştu.
Ne zaman merdivenlerden inip giriş kapsını açtığımı anlamadım. Sanki şuan için tüm zaman kavramı durmuştu benim için. Arkadan Leyla teyzenin sesini duysamda cevap vermedim. Ve kapının önünde üç iri bedenle karşılaştım. Hatta öndekine alnımı bile çarpmıştım. Bu kişi tabi ki babamdı. Kendisinin 1,93 buyu ve iri vücudu olduğu için duvara çarpma hissi vermişti bana. Yanındakiler de aynı boya yakın oldukları için kapıda üç silahşör gibi durmuşlardı kapıda. Ben çarptığım için arkaya doğru yalpalasamda babamın refleksleri hızlı davranmış ve ben götümün üzerine düşmeden dengemi sağlamıştı.
"Hayırdır prenses noluyor. Ne bu şiddet bu celal. Kim dedi sana yatağından kalk diye acaba küçük hanım sorabilir miyim size?" Başımı kaldırıp bal rengi gözlerimi babamın kehribar gözlerine diktim. Öfke soluyordum resmen.
Şerefsizim çok özledim baba seni ama kusura bakma şuan özlemim öfkemi dindirmeye yetmiyor maalesef.
"İstanbul'dan bu yüzden mi döndün baba. Benim kaydımı aldırmak için mi?" Kelimeler adeta dişlerimin arasından tıslar gibi çıkmıştı. Koluma dolanan elle bu sefer bakışlarım Kaya amcamı buldu.
"Duru kızım. Kapının önünde konuşulacak konular değil bunlar. Hadi gel içeri girelim. Hem daha yeni yataktan kalktın senin çok fazla ayakta kalmaman, dinlenmen gerekiyor." Kaya amcamın öyle bir aurası vardı ki ne derse tamam diyesim geliyordu.
O yüzden usulca kafamı sallayıp kapının önünden geri çekildim. Öfkem dinmemişti. Aynı yerinde duruyordu. Ama dinlemeden etmeden kimseye öfkemi kusamazdım. Bu hayatta bir diğer korkum sevdiklerimi istemeden de olsa kırmaktı. Sadece Doruk yanımdan geçerken tebessüm etmiş ve yanağımdan makas almıştı. Ama ben bu gülüşü nerede olsam tanırdım. Ters giden bir şeyler vardı. Kaşlarım olabilecekmiş gibi daha da çatılmıştı. Kapıyı kapatıp arkalarından ilerledim. Salonun girişine geldiğimde kollarımı göğsümün altında birleştirip girişte durmuştum.
"Evet baba seni dinliyorum. Umarım güzel bir açıklaman vardır bu konu hakkında." Kesik bir nefes vererek alnını kaşıdı.
"Sen bunu nereden öğrendin?"
"Ya baba cidden konumuz bu mu?"
"Haklısın konumuz bu değil. Sen beni hiç özlememişsin anlaşılan. Yoksa ilk işin kollarıma atlamak olurdu." Asıl sen özlememişsin baba be. Yoksa buraya gelir gelmez kaydımı almazdın. Neyse.
Haklılık payın mevcut ama babana da hak vermen gerekiyor. Sesini çıkarması gerekenlerden sonuncusu bile değilsin o yüzden kes sesini!
"Özledim. Özledim ama özlemim öfkemin önüne geçemiyor maalesef Kadir bey. Şuan kızın senden açıklama bekliyor." Yavaş adımlarla tam önümde durduğunda ellerini omuzuma koydu. Gözlerinin en derinliklerinde bile anlamlandıramadığım bir üzüntü vardı. Artı daha bir çok içini burkucak duygu.
"Bak güzel kızım. Bunu sana nasıl açıklayabilirim bilmiyorum ama artık o okul senin için hiç güvenli bir yer değil." Dudaklarımdan durduramadığım bir gülüş kaçtı. Anlamsız bakışlar atsalarda yüzümdeki o gülüşü hiç bozmadım. Deli sanabilirlerdi hiç sorun değil. Deli damgasına alışmıştım artık.
"Buna sen mi karar veriyorsun baba. Peki tamam bunu geçtim. Üç gündür neden uyutuluyorum ben baba. Yine ne yaptım da uyuyorum. He bunu da söyler misin bana."
"Sen bir şey yapmadın. Onlar yaptı. Bizde sadece seni koruma amaçlı uyuttuk."
"Böyle mi koruyacaksın beni baba. Sürekli uyutarak mı?" Derin bir nefes aldım ciğerlerime. Gerçi o nefes bile ciğerlerime batmıştı. Sanki hava puslanmış ve benim nefes almama izin vermiyordu. "Tamam anladığım kadarıyla anlatamadığın ya da anlatmak istemediğin şeyler var. Okey. Buna da tamam. Ama eğitim hayatımdan ne istedin." Sona doğru sesim benden bağımsız hafif yükselmişti.
"Eğer o sesin biraz daha yükselmeye devam ederse hiç iyi şeyler olmayacak Duru. Ses tonuna hakim ol. Kalbini kırmak istemiyorum."
"Baba sence ben, benim hayatımla ilgili kararları tek başına alırken kırılmıyor muyum hiç?"
"Doğru kararları alacağını bilsem sence ben mi karar veririm hayatına küçük hanım bir düşün. Ayrıca unutmadan söyleyeyim. Yarın Doruk ile birlikte İstanbul'a gidiyorsun. Bundan sonra orada devam edeceksin eğitim hayatına." Kan beynime sıçradı. Şuan sinirden angry birdse dönüşebilirdim. Babam salon çıkışına ilerlerken hızla kolundan tutup onu durdurdum.
"B-bu da ne demek oluyor baba."
"Lafımı ikiletme Duru. Gayet açık konuştum."
"BABA! Bu mu açık konuşmuş halin. Ya. Ya siz benim hayatımı robotmuşum gibi yönetin diye mi doğdum ben."
"Hii. Kızım o nasıl laf öyle. Hem biraz sakin ol."
"Haksız mıyım Leyla teyze. Sen gördün benim her halimi. Ben yalvarmadım mı babama İstanbul daki üniversite için. Ne kadar yalvarsamda dinlemedi beni buradaki üniversiteye yolladı ya. Şimdi de gelmiş bana yarın Doruk ile birlikte İstanbula gidiyorsun diyor. Nasıl sakin olmamı bekliyorsunuz acaba."
"Haddini bil Duru. Bak bu konuşma hiç iyi yerlere gitmeyecek. O yüzden git odana dinlen."
"Hiç bir yere gitmiyorum baba. Odama da gitmiyorum İstanbul'a da. Eğitim hayatımı da burada bitirip buradan mezun olacağım." Artık kimse benimle ilgili kararları veremeyecekti. Buna babamda dahil.
Sakin ol Duru. Unutma kimseyi kırmayacaksın. Kırmayacağım diye kendim mi kırılayım.
"Hem benim yüzümden Doruk'un eğitim hayatının mahvolmasını da istemiyorum baba!" Bakışlarım saniyelik Doruk'a değmişti.
"Benlik sorun yok fındık kurdu. Hem aksine daha da seviniyorum ben. Biraz da sen mi sevinsen. Hayalindeki üniversiteye gideceksin." Umutsuz bakışlar attım Doruk'a.
"İstemiyorum. İS-TE-Mİ-YO-RUM. Anladınız mı beni istemiyorum nokta. Sizin karşınızda üç yaşında bir kız çocuğu yok. Kendi kararlarımı alabilirim."
"SANA FİKRİNİ SORAN OLMADI DURU. GİDECEKSİN DİYORSAM GİDECEKSİN. YOKSA-" İlk defa babamın sesini bu kadar gür duyuyordum ama bu sesimi çıkartmamam için bir neden değildi.
"YOKSA NE BABA YOKSA NE? YİNE O CEHENNEMEMİ GÖNDERİRSİN BENİ."
"Sus. Sakın devam etme!"
"YA DA SENDE Mİ O KADIN GİBİ TERK EDERSİN BENİ."
"Kes sesini."
"EĞER ÖYLE BİR ŞEY YAPACAKSAN SÖYLE Kİ BİLEYİM. O KADIN GİBİ VİCDANSIZ BİRİ OLABİLECEKSEN SENDE TERK ET BE-" Daha ben cümlemi tamamlayamadan sağ yanağımda sert bir acı hissetmiş ve yere düşmüştüm Ortamda duyulan sert bir sesle herkesten hi nidaları yükselirken, ben sağ yanağımı tutup dolu gözlerle babama baktım. O sertlikle atılan tokatla tabi ki ayakta kalamazdım. Beni yerden kaldıran güçlü kollara daha çok sarıldım.
"SANA O SESİNİ KES DEDİM. BİR SÜRE GÖZÜME GÖZÜKME DURU!" Babam bana tokat atmıştı. Eğer doğru algıladıysam yapmıştı bunu. İlk defa el kaldırmıştı. Ve bunu sadece bu söylediklerim yüzünden yapmıştı. Gözümden düşen tek damla yaşı seri hareketle yanağıma süzülmeden sildim. Ağlamayacaktım. Sarıldığım kişi yani Kaya amcam da sesini yükseltmiş onu salondan kovmuştu.
"KADİR! ÇABUK SALONDAN ÇIK VE KENDİNİ SAKİNLEŞTİRDİĞİNDE KIZINDAN ÖZÜR DİLE." Babam salondan çıkar çıkmaz Kadir amca sıkıca bana sarılmıştı. Amcalığını çok iyi yapıyordu. "İyi misin güzel kızım. Canın çok yanıyor mı?"
"İyiyim amca. Bir şeyim yok."
"Fındık kurdu.."
"İyiyim Doruk. Sakın bana acımayın da olan oldu." Yine kırılan ben olmam dışında bir şeyim yoktu. Tabi birde Leyla teyzenin suçluyumuşum bakışları dışında..
"Yani şimdi sende hakettin Duru. Yapabileceğim bir şey yok."
"Leyla!"
"Ne Leyla. Sakin olmasını söylemiştim." Sanırım Kaya amcamın ve oğlunun ters bakışlarından dolayı salondan çıkmıştı. Kesik bir nefes kaçtı dudaklarımdan. Deli damgası yediğim zamanda suçlu gözlerle bakılmıştı bana. Ama bilin bakalım ne var. Neden Deli damgası yediğimi de hatırlamıyordum. Kaya amcamın kollarından çıktım.
"Temiz hava almak istiyorum amca. Biraz evden uzaklaşsam iyi olacak."
"Ama fındık kur-"
"Doruk biraz dolaşsın Duru kızım. Bir şey olacağını sanmıyorum. Hem temiz hava iyi gelir ona." İşaret parmağıyla sağ yanağımı okşadı. "Hadi git kızım. Ben o babanlada konuşacağım. Sana tokat atmak neymiş göstereceğim ona." Belli belirsiz tebessüm oluştu dudaklarımda.
"Teşekkür ederim amca." Alnıma küçük öpücük kondurdu. Yavaş adımlarla salondan çıkıp odama yöneldim.
🪽
Kaç saattir mahalle parkının bankında oturuyordum bilmiyorum. Bugün zaman kavramı benim için hiç aktif değildi. Ama hava kararmaya başlamış herkes evinin yolunu tututuyordu.
Bense kulaklığımı takmış sarı kurdaleler dinliyordum..
Üzerimde kedili pijamam yerine siyah eşefman takımı vardı. Evden çıkarken kimsenin sesi soluğu çıkmıyordu. Tabi ben evden çıkarken sadece Atlas ile karşılaşmıştım. Muhtemelen arkadaş grubuyla eğlenmeye gitmişti. Evde kıyamet koparken onun evde olmaması iyi bir şeydi. Her ne kadar on sekiz olsada benim kavgalarımı görmesini istemiyordum. Beni gördüğünde ısrarla ne olduğunu sorsada cevapsız bırakmıştım onu.
Odamda telefonumu fırlattığım yerden aldığımda sadece koruma ekranının çatlamış olmasına baya bir şükretmiştim. Eğer bir sinir yüzünden telefonumu kırmış olsaydım bir postada bunun için sinir krizi geçirebilirdim.
Kırgındım. Tüm her şeye. Hayata, annesiz kalıp bu yaşa geldiğime, beni bir robot yerine koymalarına, kararlarımı saygı duyulmamasına çok kırgındım. Sanki bir kuklaydım ve beni iplerime göre hareket ettiriyorlardı. Siyah renk içinin kararmışlığını gösterse de bazende en büyük kamuflaj oluyordu sana. Dışarıda ki insanlar her ne kadar beni depresyondaymışım ya da cenazeden çıkmışım gibi görebilirdi siyahlar içinde. Ama ben ne cenazeden çıkmıştım ne de depresyondaydım. Siyah renk her zaman güç olarak gelmişti benim gözüme.
Cenazesi olanlar hep siyah giyer benim kaybım var. Sevdiğimi kaybettim manasında. Ama bana hiçbir zaman öyle gelmemişti. Evet sevdiğimi kaybettim ama güçlüyüm ayaklarımın üzerindeyim manasında geliyordu. Eğer cenazesi olan birisi renkli giyerse işte o zaman ben kaybettim, güçlü değilim, ayaklarımın üzerinde duramıyorum manasına geliyordu bence.
Kulağımdaki kulaklığın çıkmasıyla korkuyla yerimde sıçradım. Bu yüzden istemsizce dudaklarımdan hi nidası çıkmıştı.
"Eyvah. Kusura bakma seni korkutmak istememiştim." Cevap vermeden önce yanımdaki erkeği süzdüm.
Süzdüm değilde inceledim mi deseydin. Okuyanlar seni çapkın biri sanacak. Sus sen.
Koyu kumral, simsiyah harisleri olan, uzun boylu, geniş omuzlu, kalıplı, yaklaşık ben yaşlarında yada benden biraz daha büyük bir genç oturmuştu yanıma. Ve ben hissetmemiştim bile geldiğini.
"Hey. Beni incelemeği kes ufaklık. Bu şarkıyı dinleyene kadar aşk acısı çekiyorsun sanmıştım yanılmışım."
"Şey.. tanışıyor muyuz acaba."
"Yoo. Tanışmıyoruz."
"O zaman yanımda ne işiniz var. Lütfen kalkar mısınız?"
"Merak etme ufaklık sana zarar vermem. Gelmesine de izin vermem. Sen bu vatanın evladısın benim görevim ise bu vatanı ve vatandaşları korumak."
"Sen askersin."
"Hemde Türk olanından. Her neyse eveet ufaklık. Saatlerdir burada boş ama dolu oturuyorsun. Anlatmak ister misin?" Olumsuz bir şekilde kafa salladım. Anlatmak istemiyordum kimseye.
"Ailevi mesele. Boşverin. Hem anlatmakta istemiyorum."
"Hmm. Ama en azından ailen var ki ailevi meselelerin olabiliyor ufaklık. Ya ben gibi yapayalnız olsaydın. O zaman ne yapacaktın."
"Şey nasıl yani. Anlamadım. Siz yalnız mısınız?"
"Ben yetimhanede büyüdüm ufaklık. Ebeveynlerimi tanımıyorum. Bebekken bırakmışlar beni. Küçükken çok araştırırdım onları. Ve de umutla beklerdim. Belki gelir alırlar beni diye. Küçüklük aklım işte. Şimdi ise kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğrendim. Öğrenmekle kalmayıp bu vatanı ve kimsesiz çocukları koruyabilmek için asker oldum." İçim burkulmuştu. Böyle olan daha nice insanlar vardı. Karşımdaki de onlardan biriydi. Böyle hikayeleri duydukça daha da üzülüyordum istemeden. Başımı eğip önüme baktım.
"Ufaklık. Sen üzül diye anlatmamıştım bunu."
"Lütfen keser misiniz şunu." Gülmesi bile otoriterdi.
"Neyi ufaklık." Kaşlarımı çatıp karşımdakine baktım.
"Bana ufaklık demeyi. Ya çok sinir oldum şuan size. Ben ufaklık falan değilim."
"Sakin ol şampiyon." Alaylı ifadesi ciddi ifadeye büründü. Tırsmadım değil.
"Az önce anlattıklarım üzülmen için değil ders alıp ailenle aranı düzelt diyeydi. Kırdıysan özür dile. Kırıldıysanda kırılmamış gibi yapıp konuşmaya devam et. Hayatı kısa. Ne zaman ne olacağını bilemezsin. Eminim ki ailen ne yapıyorsa iyiliğin için yapıyorlardır."
"Seni benimle konuşman için biri mi gönderdi acaba." Alaylı ifadesi geri gelmişti. Muhtemelen bir şeyler çaktırmamak içindi. Çünkü ikide bir arka tarafımda bir yerlere bakıyordu. Ama yinede sessiz kaldı. Üstelemek istemediğim için bende sessizliğime gömüldüm. Ta ki dövmesi dikkatimi çekene kadar.
Beyinin, ağaçlar gibi gövdesi ve kökleri olduğunu düşünün. Ve bu kökler kalp ve kardelen çiçeğini kendine hapsetmiş durumda. Acaba anlamı neydi. Koluna baktığımı fark etmiş olacak ki tekrar konuşmaya başladı.
"Kalp aşk beyin mantık. Kardelen çiçeği ise aşkın sahibi. Biz aşkı kaybettik. Mantık kazandı. O yüzden kalbimizide çiçeğide mantığın toprağına gömüp üzerine kök bağlamasına izin verdik. Şuan benim için tek aşk vatan." Gözlerimin yuvalarından çıkacağını hissediyordum. Muhtemelen şuan gözlerimin içi parıldıyordu. Hikayesi büyüleyiciydi. Bu halim hoşuna gitmiş olacak ki dudakları iki yana kıvrıldı.
"Ne o çok mu hoşuna gitti ufaklık. Hadi kalk seni evine bırakayım."
"Büyüleyici. Bu kadar anlamlı bir dövme görmemiştim." İkimizde ayaklandığımızda evin yolunu tutmuştuk.
"Büyüleyici olduğu kadar acısı da var ama."
"Niye nerede ki şimdi. Yoksa o da mı sizi aldattı. Benim gibi aldatıldınız mı?"
"Bilmem. Kendisini hatırlamıyorum bile. Sekiz dokuz yaşlarında mı neydim. Aldatılmadım yani. Ama ondan sonra başka hiçbir kıza da bakmadım."
"Ay. Çocukluk aşkı. Keşke benimde öyle çocukluk aşkım olsaydı da aldatılmak zorunda kalmasaydım."
"Sen çocukluğunu hatırlıyor musun ufaklık?" Düşündüm. Hatırlamıyordum. Nedeni bilmiyorum ama sadece kahve tonları hatırlıyordum. Beni doğuran kadını bile hatırlamıyordum. Olumsuzca başımı salladım.
"Hayır."
"O zaman niye öyle diyorsun. Belki seninde vardır."
"Eğer varsa elime geçmesin. Eğer geçerse onu sopa manyağı yaparım. Onun yüzünden aldatıldım. Gururum yıkıldı." Yine gülmüştü. Ona daha çok soru sormak istiyordum ama sık boğazda etmek istemiyordum. O yüzden evin önüne kadar ikimizde hiç konuşmadık. Evin kapısına geldiğimizde ise asker selamı konumunda durup ona döndüm.
"Evime kadar beni bıraktığınız için size çok teşekkür ederim komutanım." Elimi uzattım. "Bu arada Duru ben. Duru Sağlam. Kafamın dağılmasını sağladığınız için de çok teşekkür ederim. Ayrıca sizi tanımak benim için bir şerefti. Sizin gibilerine çok ihtiyacımız var." Sıcak gülümsemeyle elimi tutup sıktı.
"Memnun oldum ufaklık. Ne zaman ihtiyacın olursa nerede bulacağını biliyorsun."
"Kaç yaşınızdasınız bilmiyorum ama ufaklık falan değilim ben. Bu arada isminizi bahşeder misiniz?"
"Barçın Vural." 🪽
Yatağıma uzanmış beyaz tavanımı seyrediyordum. Akşam yemeğini yemiş direkt odama çekilmiştim. Yemekte de pek konuşmamış sadece Atlas ve Doruk'un atışmalarını izlemiştim. Kapımın çalmasıyla yattığım yerden doğruldım.
"Gel." Kapı aralığından babamın kafası gözüktüğünde her ne kadar kırgında olsam gülümsedim.
"Kızının odasına girmek için neyi bekliyorsunuz Kadir bey."
"Geleyim mi?"
"Soruyor musun babaa. Gelsene. Kızın seni özledi" Bu sözlerimin kesinlikle parkta gördüğüm kişiyle alakası yok.
Hıhı kesin kesin. Sus sen. Bak sana ne diyeceğim sana alışmaya başladım.Ne mutlu bize.
Yanıma gelip yatağın kenarına oturdu. Yüzünde mahçup bir ifade vardı. Muhtemelen vurduğu için pişmandı.
"Anlaşılan sen beni hiç özlememişsin baba. Yoksa kızına sarılırdın." Kehribar gözlerine parıltılar düşmüştü anında. Beni kendisine çekip sıkıca kolları arasına aldı. Banada kafamı göğsüne yaslamak kaldı.
"Özlemez olur muyum? Hemde çok özledim küçük hanımımı. Angry birds kızım benim."
"Ya baba. Sende anla beni. Üç günlük uykudan uyanmışım ve kaydımın alındığını öğreniyorum. Haksız mıyım sinirlenmekte."
"Haksızsın demedim ki sana küçük kızım. Ama bende o sıra çok sinirliydim. Sende öyle kendini garip bir şekilde tarif edince sinirlendim. Ayrıca sana tokat attığım için çok ama çok özür dilerim. Kendimi tutmam gerekirdi." Gözlerim dolsa da yaşları geri gönderdim. Benim babamdan başka kimim vardı ki. Zaten en çok sevdiklerimize sinirlenip, sevdiklemize kırılmaz mıydık?
"Hangi tokat. Şehir olan mı?" Yüzünü buruşturduğunu anlamak zor değildi. Kusura bakmayın benim de birden ağzımdan çıkıverdi böyle bir şey.
Iy harbi yaptın mı bu espriyi. Maalesef.
"Bunu ne sen söyledin ne de ben duydum tamam mı güzel kızım."
"Neden sen sağır mısın ki? Duymuyorsun."
"Senin uyku vaktin gelmişte geçiyor küçük hanım. Hadi uykuya."
"Ya baba ben küçük müyüm Allah aşkına. Hem benim soracaklarım var. Şimdi birincisi yarın İstanbul'a gittiğimizde nerede kalacağız. İkincisi üniversiteyi nasıl nakil ettireceğiz. Üçüncüsü de Doruk, Kaya amcam ve senin konuştuğun motorcu çocuk kimdi."
"Şimdi kalacak yeri ve nakil işini düşünme. Hepsini hallettim. Buradan eşya da götürmene gerek yok. Oradan alırsın yenilerini. Yani bu odanı bozmuyorsun. Ayrıca sanane motorcu çocuktan. Kimse kim."
"Ama harbi çok yakışıklıydı. Adı ne. Bari adını söyle. Motor plakası AK ydi. İsmiyle bir alakası var mı acaba."
"Duruu. Bak güzel kızım miniğim prensesim bak bana sağdan soldan geliyorlar. O it oğlu iti zar zor atlattım. Benim başıma yeni şeyler çıkartma." Kıkırdadım.
"Tamam babam tamam. Sustum. Uyuyorum." Harbi uyuyordum. Babamın kolları arasında daha hızlı uykuyakalma gibi problemim vardı. Büyük elini saçlarımın arasında hissettim. Bu beni daha da mayıştırırken dudaklarımdan mırıltılar döküldü.
"Annem bizi hiç mi sevmedi baba." Derin içli bir nefes aldığında göğsü şişip inmişti.
"Sevmez olur mu güzel kızım benim. Canından çok seviyordu bizi." Beynim uyuşmuştu. Babamın söylediklerini zar zor algılıyordum.
"O zaman niye terk etti bizi." Sesim duyulmuş muydu ben bile anlayamamıştım. Sessiz kaldığında tekrar konuşmaya çalıştım.
"Peki bana ne diye seslenirdi." Sadece ipeksi saçlarımı okşamaya devam etti. Cevaplamayacağını anladığımda kendimi uykunun beni içine çekmesine izin verdim.
"Dupdurum, küçük meleğim diye seslenirdi. Sende ben melek değilim ki melek olan sensin derdin bilmiş bilmiş. Sonra benimde senin gibi kanatlarım olsun mu derdin. Ben buna çok kızardım güzel kızım. Ama boşunaymış sende annen kadar güzel, annenin dediği gibi küçük melek oldun.. bunları sen ayıkken söyleyebilecek cesarette değilim prensesim bu yüzden özür dilerim senden.."
🪽
|
0% |