@yazarinn.birii
|
Alya, güne her zamanki gibi erken başladı. Ezan saatinden on dakika önce yatağından kalktı ve sessizce odasından çıkıp abdest aldı. Mavi tonlarında bir eşarp seçti, bu renk ona her zaman huzur verirdi. Eşarp yüzüne o kadar yakışıyordu ki birde gözleri ile uyumu sanki deniz içinde kaybolurdu kendine aynadan bakerken,bir an duraksadı. İçinden, "İlerideki eşi ile sabah kalkıp namaz kılar mıyız " diye düşündü. Bu fikir zihninden geçerken dudaklarına hafif bir gülümseme yayıldı.
Namazını huşu içinde kıldı, ardından ellerini semaya açarak duasını etmeye başladı. Her zamanki gibi kalbindeki ağırlığı Allah’a teslim ederken, içinden geçirdi: "Keşke babam bu kadar zalim olmasaydı. Keşke bir gün bu evde huzurla nefes alabilsem."
Dualarını bitirip içini biraz olsun rahatlattıktan sonra aşağıya indi. Mutfağa girer girmez kendini işine verdi; kahvaltı hazırlamaya koyuldu. Bu, evdeki gergin atmosferden kaçmanın en iyi yollarından biriydi. Yine de, yüreğinin bir köşesinde hep o tanıdık sıkıntı vardı. Babasıyla yüzleşmekten korktuğu bir sabah daha başlamış Sabah saat yedi civarlarında Alya, mutfakta kahvaltıyı hazırlamaya koyulmuştu. Yavaşça gün ışığı mutfağı doldururken, saat yedi buçuk sekiz sularında Alya’nın en sevdiği kişi, Azat abisi, mutfağa geldi. Azat, her zamanki sıcaklığıyla Alya’nın başından öptü ve sevgi dolu bir şekilde, “Güzelim, seni çok seviyorum,” dedi. Alya’nın yüzünde bir an için huzurlu bir gülümseme belirdi. Abisine sarılarak, “Ben de seni çok seviyorum abiden,” diye karşılık verdi. Çünkü Alya’nın bu evde nefes alabildiği tek an, abisinin yanında olduğu zamanlardı.
Ancak bu huzur kısa sürdü. Üst kattan gelen Bervan abisinin sert sesi mutfağı doldurdu: “Daha kahvaltı hazır değil mi?” diye bağırmaya başladı. Bu sesi duyan baba, Kemal Karacan, Karacan aşiretinin zalim ağası, odasından çıktı. Sinirli bir ifadeyle mutfağa geldi ve Alya’ya sertçe baktı. “Sabah sabah yine huzurumuzu bozdun!” diye çıkıştı.
Kemal’in zalimce davranışları her geçen gün Alya’nın omuzlarına daha fazla yük bindiriyordu. Azat, babasına karşı koymaya çalışsa da etkili olamıyordu. Ne kadar istese de Alya’yı bu zulümden kurtaramıyordu. Alya, gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Babasına döndü ve içinde biriken acıyı kelimelere döktü: “Neden beni sevmiyorsun, baba? Her sabah kalktığımda senin yüzünü görmekten neden korkuyorum? Neden beni sevmiyorsun?”
Kemal, bu sözlere karşılık, Alya’nın yüzüne bir tokat indirdi. İkinci tokadını vurmak üzereyken Azat, aniden araya girdi. “Sen kimsin de vuruyorsun?” diye babasına sertçe çıkıştı. O sırada Bervan araya girdi ve meseleyi kapatmaya çalıştı. “Yeter artık, kahvaltımızı yapalım,” dedi.
Bu yaşananların ardından Alya, kahvaltı yapmadan sofradan kalktı. Ancak diğer aile üyeleri kahvaltıya devam etti. Herkes evden çıkarken Azat, Alya’nın yanına geldi. Kız kardeşinin başını okşadı ve “Sakın canını sıkma, tamam mı güzelim?” dedi. Alya, abisinin bu sözleriyle biraz olsun teselli buldu.
Evde yalnız kalan Alya, temizlik yapmaya başladı. İki saat içinde işini bitirdi ve kendini biraz olsun mutlu etmek için resim yapmaya koyuldu. Eline bir kağıt ve kalem aldı; karakalemle annesini çizmeye başladı. Hayalinde annesi beyazlar içinde, bir derenin kenarında duruyordu. Bu görüntüyü özenle kağıda aktardı. Resmi bitirdiğinde, kağıda bir kez daha baktı ve kendi kendine, “Bu gerçekten çok güzel olmuş,” dedi. Alya, bu resmi diğer çalışmaları arasına yerleştirirken, içinde bir kıvılcım hissetti.
Alya, çocukluğundan beri resim yapıyordu ve bu konuda kendini oldukça geliştirmişti. Eğer fırsat verilse, çok iyi yerlere gelebilirdi. Ama Karacan aşiretinin ağası olan babası, buna asla izin vermezdi. Alya’nın bu sırrını sadece Azat biliyordu. Resim yapmanın yanında, Alya’nın çok güzel bir sesi de vardı. Şarkı söylediğinde herkes hayranlıkla dinlerdi. Ama babasının baskısı, Alya’nın yeteneklerini gizlemek zorunda bırakıyordu
---
Alya’nın Evin Sessizliği
Alya, resim çalışmalarını tamamladıktan sonra mutfağa dönüp kendine bir bardak su aldı. Evdeki sessizlik, zaman zaman onu rahatlatırken bazen de üzerine ağır bir yük gibi çöküyordu. Annesini kaybettiğinden beri, bu sessizlik onun en yakın dostu ve en büyük düşmanı olmuştu. Düşünceleri sürekli geçmişe kayıyordu. Annesinin sıcak gülüşü, onun saçlarını okşayışı ve sesi... Hepsi birer anıdan ibaretti artık.
Alya, annesinin ne kadar zarif ve sevgi dolu bir kadın olduğunu düşündü. Onun varlığı, evdeki kaosun ortasında bir sığınaktı. Ama o yokken, her şey yıkılmış gibiydi. Annesi öldüğünde Alya daha çocuktu. O günden beri, babasının zulmü bir gölge gibi hayatına sinmişti.
Geçmişten Gelen Sesler
Temizlik bittikten sonra Alya, evin arka bahçesine çıktı. Bahçedeki dut ağacının gölgesine oturdu ve gözlerini kapattı. Küçüklüğünde bu bahçe, onun kaçış noktasıydı. Annesiyle birlikte çiçek ekerler, kardeşleriyle oynarlardı. Ama şimdi, bu bahçe bile ona huzur vermez olmuştu.
Alya, dalgın bir şekilde ağacın gövdesine yaslanırken bir şey fark etti. Çocukken bahçenin bir köşesinde annesiyle ektiği gül ağacı hâlâ yerindeydi, ama kurumuştu. Annesi hayattayken o ağaç her yıl çiçek açardı. Alya, gül ağacına dokunurken içinden şu cümle döküldü: "Her şey onunla birlikte soldu."
...
Baran, güne başlamak için gözlerini araladı. Saat sekizdi ve geceyi zor atlatmıştı. Genellikle gece yarısına kadar düşüncelerle boğulurken, sabahları ise biraz daha sakinleşip kendine gelmeye çalışıyordu. Gözlerini yavaşça açtı ve yatağından kalktı. Elini yüzünü yıkadı, derin bir nefes aldı. Bugün yine o günlerden biriydi. Kararlarını vermek zorundaydı, fakat hiçbiri kolay değildi.
Aşağıya indiğinde, annesi Meryem’i mutfakta hazırlık yaparken buldu. Anne, her zaman olduğu gibi sabahları evin en enerjik kadınıydı. Baran, annesine doğru yöneldi ve ona sarıldı. “Günaydın, anne,” dedi, yumuşak bir sesle. Meryem, gülümsedi ve onu sarılarak karşıladı.
Baran’ın gözleri, konağın büyük salonunda gezinirken dikkatini çeken ilk şey, erkek kardeşlerinin ortalıkta olmamış olmasıydı. Genelde sabahları daha erken kalkıp her şeyin hazır olması için uğraşırlardı. Bugün, her şey sessizdi. Baran, kafasını kaldırıp merdivenlere doğru bakınca, Yusuf ve Deniz’i gördü.
Yusuf, Deniz’in peşinden aşağıya iniyordu. Baran onları görünce, “Hadi geçin, şirkete gidiyoruz!” diye bağırdı. Erkek kardeşleri onu duydu ve hızla yola koyulmaya başladılar.
Baran, o sırada mutfaktan gelen bir sese kulak verdi. Dilan, başını eğmiş ve mutfakta tek başına duruyordu. Baran, hemen yanına gitti. “Ne oldu güzelim, niye okula gitmedin?” diye sordu. Dilan, sesini biraz yavaşlatarak, “Biraz üşüttüm,” dedi.
Baran, hemen endişelendi. “Beni üzme, hastaneye götürmeliyim seni,” dedi. Ancak Dilan, abisinin endişesine karşı çıkarak, “Hayır, abicim. Bir şeyim yok, sadece biraz soğuk algınlığı,” diyerek onu reddetti. Baran, biraz daha ısrar etse de Dilan, ikna olmuş gibiydi. “Gerçekten bir şeyim yok,” dedi.
Baran, biraz sinirli ama aynı zamanda rahatlamış bir şekilde, “Tamam, ama bir dahaki sefere beni dinlersin,” dedi ve gülümsemeye çalıştı.
Evden çıkarken, annesi ve Dilan’a son bir kez sarıldı. Ve yola koyuldu....
|
0% |