Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Bölüm 11

@yazarkasa

“Yani bir gecede bu kadar olay yaşadın? Aklına bile gelmedim değil mi? Vay be! Ben de odada oturmuş internette makarna yiyen Korelileri izledim. Ne hayatlar var değil mi ama?”

Sanki maceralı bir aksiyon filmi çevirmiştim de Betül’ü galaya çağırmamıştım. Gece Rüzgâr beni yurda bıraktıktan sonra neredeyse sabah ezanına kadar her ayrıntısına kadar yaşadıklarımı beş kere anlattırıp sürekli iğneli cümleler kurarak beni canımdan bezdirme noktasına getirmişti.

“Neyse söyleyeyim de bir dahakine Rüzgâr seni okutsun Babaya. Yani gönlün olsun diye.”

Betül omuzuma vurdu.

“Manyak mısın kızım! Çok safsın sen nasıl öyle bir oyuna geldin anlamıyorum. Hayır o Rüzgâr denen adiyi nasıl hemen affettin? Ben olsam onun o bebeksi suratını parçalar ipeksi saçını tel tel yolardım. Evindeki bütün eşyaları kırar sonra Rüzgar’ı onların üstüne oturturdum. Dünyasını başına yıkardım be!”

Betül konuşurken biraz fazla heyecanlandığı ve hırslandığı için sesi yükselmiş ve belediye otobüsündeki diğer öğrenciler bize garip bir şekilde bakmıştı. Aslında okula giden güzergahtaki belediyede genel olarak öğrenciler olduğu için garip davranışlar sergilemek çok da olağandışı bir durum değildi. Hepimiz gençtik. Üniversiteye giden özgür bireylerdik. Biraz çıldırmak saçmalamak hakkımızdı. Ama Betül resmen ülkeyi bombalayacak bir terörist gibi şiddet kustuğu için insanlar kaşlarını çatıp ona baktı. Ona susmasını işaret ettim ve insanların bize baktığını sessizce söylemeye çalıştım. Omuzlarını silkip belediyedeki diğer yolcuların duyacağı yüksek bir sesle bağırdı.

“Ne var ya? Fikrimizi söylüyoruz burada. Burası özgür bir ülke. Kahrolsun foşik insanlar!”

Arkamı dönünce şaşkınlıkla Betül’e bakan çocukla göz göze geldim. Bizi şahit yazmasalar bari der gibi bakıyordu.

“Kusura bakmayın. Psikolojisi bozuk da biraz. Raporu var. Bulaşmayın sakın. Kendi haline bırakın dedi doktor.”

Kısık sesle çocuğu uyarırken Betül de belimdeki etleri tüm gücü ile parmaklarının arasında kıstırmaya başladı. Derin bir ah ederken çocuklar koltuktan kalkıp “neyse biz de iniyorduk. Biraz yürürüz değil mi? Okul yakın zaten yürüyelim biraz hava alırız,” diye yanındaki konuşarak bizden uzaklaşmaya başladı. Betül arkalarından dil çıkarınca çocuklar nasıl ineceğini bilemedi.

Bir durak sonra da biz indik zaten. Betül indiğinde de söylenmeye devam ediyordu.

“Ben Rüzgâr’ın gey olduğuna da inanmıyorum kızım. Ne öyle sarmaş dolaş yatmalar falan.”

Bunu geceden beri kaç kere söylediğini saymamıştım ama en az on kere söylemiş olmalıydı. Gözlerimi devirdim. Okulun kapısına doğru yürürken konuşmaya devam ediyordu.

“Kardeş gibi yattık. Şefkat vardı işin içinde. Abla kardeş gibiydik bir kere. O bana namahrem sayılmaz.”

Betül bir kahkaha patlattı. Sonra yüzüme baktı ve daha sesli gülmeye başladı.

“Namahrem değilmiş! Kızım hiç mi etkilenmedi adam sence? Ne bileyim eli kaşı gözü falan ayrı oynamadı mı?”

Yüzüm yanmaya başlamıştı. Sadece sarılmıştık ya valla başka bir şey yoktu. Betül’e kalsa bana gusül abdesti aldıracaktı.

“Ya saçmalamasana Betül! Yemin ederim Rüzgâr senden daha edepli. Seninle aynı yatağa yatmaktan çekinebilirim ama onunla gözümü kırpmadan kalırım.”

Betül kaşlarını havaya kaldırıp ellerini iki yana açtı.

“Şaşırdık mı?”

“Ne demek istiyorsun?”

“Diyorum ki canım ateş bacayı sarmış. Bence Rüzgâr senden hoşlanıyor sen de ondan. Hatta sen biraz daha yanık olabilirsin. Bu kadar basit ve net.”

Kollarını iki yana açıp bilmiş bilmiş yüzüme sırıtarak bakmaya başladı. Evet sinir bozucuydu. Bir yandan da onun haklı olduğunu en azından benimle ilgili olarak haklı olduğunu bilmek beni deli ediyordu.

Gözlerimi devirdim. Kesik bir kahkaha attım. Kendi etrafımda dönerken ellerimi havaya kaldırdım. Ve birkaç saçma hareket daha yaptım. Ona nasıl bir cevap vereceğimi ve Betül’ü nasıl susturabileceğimi düşünürken vakit kazanmaya çalışıyordum.

“Etrafımdaki bütün erkeklerin benden hoşlandığı bir evrende yaşamıyoruz Betül. O bir doktor. Gey olmasa dahi biz birbirimize denk değiliz. Bana o gözle bakmadığına eminim. Hem bana küçük kız diyor. Düşünsene. Küçük… minicik.. minnacık…”

Emin miyim? İçten içe kendimi sorguladığımı da itiraf etmeliyim. Betül kanıma zehri pardon beynime şüpheyi düşürdükçe ‘acaba mı?’ demeden de edemiyorum. Olmayacak bir dua mı? Gerçekten mi? Peki hiç mi yok?

“Heh gel de cebime gir küçük kız. Aranızda kaç yaş var sanki? Senden en fazla üç dört yaş büyük değil mi bu adam? Hem işin içine aş girdiğinde gerisi teferruattır güzelim.”

Okulun koridoruna girmiştik artık. Merdivenlere doğru yürürken Betül şen şakrak bir tavırla şarkı söylemeye başladı. Bir de hayali biriyle dans ediyormuş gibi yapıyordu haspam.

“Sevgi anlaşmak değildir nedensizde sevilir, bazen küçük bir an için ömür bile verilir…”

Sonra duyduğumuz tok ve tanıdık bir erkek sesi ile birden durdu.

“Gerçekten mi?”

Betül gözlerini devirdi ve sinirle bana baktı. Bakışlarıyla ‘bunun burada ne işi var?’ diye soruyordu. Sanki ben çağırmışım gibi. Adamın kimin kokusuna geldiği belliydi yani. Tartışmaya gerek yok.

“Gerçekten,” dedi Betül alaylı bir şekilde. “Sen de bizim okuldan çıkmaz oldun.”

Havanı yesinler kızım yürü be. Resmen benim kötü yola düştüğümde yapamadığım tripi Betül durduk yere yapıyordu. Helal olsun. Takdir ediyorum. Kendimi de kınıyorum bu bakımdan.

Yağız omuz silkti. İlgisiz ve daha az hevesli görünmeye çalışıyordu. Ama her şey apaçık belliydi. İçimden bir şarkı tutturdum. Sevgi anlaşmak değildir…

“Hukuksal işler vardı.”

Eminim vardır. Kafamın içinde, çekirdeğini alıp bu ikiliyi seyretmeye gelen teyzeler gülüşmeye başladı. Komik oğlan!

Yağız elini havada gezdirip önemsiz bir bahane öne sürüyormuş ya da bizi fazla ilgilendirmediği için ayrıntıya girmiyormuş gibi davranıyordu. Havalı olmaya çalışıyordu. Ama yemezler. Havanı alırlar yağız efendi! Belanı bulmuşsun sen. Haklıyım değil mi teyzeler?

Betül gözlerini inanmadım der gibi süzerek Yağız’a baktı. Yurda gidince banyoya girip bu bakışı çalışmayı not ettim aklıma. Nasıl alımlı ve nasıl da öfkeli bir bakıştı. Yağız’a gerçekten acıyorum. Gerçekten!

“Tamam da bu hukuksal işler neden bizim sınıfın kapısının önünde durduğunu açıklamıyor.”

Yağız bezgince iç çekti ve bana döndü.

“Yarın akşam Mor ve Ötesi konseri var.”

“Yani?”

Soruyu Betül sorunca Yağız ona döndü.

“Bende de bilet var. Uygunsanız sizi davet edeyim dedim. Babaannem Gülce’yle ilgilenmemi söyledi malum.”

Betül kaşlarını havaya kaldırdı. Mor ve ötesi dinlemeyi sevdiğini bana da zorla dinletmesinden çok iyi biliyordum. Ret edebileceği bir teklif değildi. Ama öyle hemen kabul edip de Yağız’a kendini ezdirmeyecek kadar da kuyruğu dik tutması gerekiyordu. Ben olsam Rüzgâr konser dediği anda motosikletin kaskını başıma geçirmiştim. Çünkü ben aptal bir aşıktım. Betül değildi. Saygılarımla.

“Hangimizi davet ediyorsun konsere acaba? Burada iki kız varız. Babaannen sadece Gülce ile ilgilenmeni söylediği için tabi seni anlıyorum ama.”

Yağız burnundan solumaya hafiften başlar gibi oldu. Kaşları düz bir çizgi halini aldı. Erkeksi çenesi hafiften gerilmeye başladı. Öpecek mi dövecek mi belli olmayan bir pozisyondaydı şu an. Ortalık çok karışık sevgili okuyucu. Bu iki insanın arasında çekim mi var gergin bir savaş hattı mı var anlayamıyorum.

“İkiniz de gelebilirsiniz.”

“Bir şartla. Ben de bir arkadaşımı getireceğim.”

“Neyini getireceksin?”

Konuşma aralarına yorum yapamayacağım kadar hızlı ve keskin cümleler kuruyorlardı. Resmen cümle kurmuyor füze atıyorlardı. Uzun menzilli füzeler havada uçuşuyordu sevgili okuyucu. Birbirlerine meydan okuyan horozlar gibi kabarmıştı ikisi de. Kafamın içindeki teyzeler hararetle çekirdeklerini çitlerken çıt çıkarmıyorlar merakla bekliyorlardı.

“Bir arkadaşımı. Siz Gülce ile çift olarak konsere giderken ben sap gibi yanınızda gelecek değilim herhalde!”

Betül fena vurdu sayın seyirciler. Sağ kroşe sol kroşe demedi tekme tokat girişti gözümün önünde.

Yağız gözünü Betül’den ayırmadan duygusuz bir tavırla konuşmaya başladı.

“Biz Gülce ile çift değiliz. Değiliz değil mi Gülce?”

Ortamdaki varlığımı sorgularken sorunun bana yöneltilmiş olduğunu birkaç saniye sonra fark ettim.

“Betül etrafımdaki her erkekle potansiyel bir çift olabileceğim inancına sahip olduğu için bir şey diyemiyorum.”

Yağız bir anda bana dönüp şaşkınca baktı. Beklediği cevap bu değildi anlaşılan. Yüzünde acı çeken bir insanın, daha çok kabız olmuş ve ıkınırken bir yerleri fena ağrıyormuş gibi duran bir insanın yüzü ile bakıyordu.

“Arkadaşın her şeyi kendinin bildiğini sanıyor. Biz buna ego diyoruz. Ama böyle megaloman insanlar her zaman yanılırlar değil mi Gülce?”

Betül kabardı. Göğsünü dikleştirip başını neredeyse Yağız’ı boynuzlayacakmış gibi öne doğru uzattı.

“Sen ne hakla…” diye başlamıştı ki Yağız’ın akıllı saati ışıldadı. Yağız saatine bakıp yarın konserde görüşürüz deyip ayrıldığında Betül yarım kalan cümlesinin boğazında bıraktığı acı tatla beraber güzel bir küfür savurup ayaklarını yere vurdu.

“Ya salak bu adam yemin ediyorum. Elimde kalacak bir gün!”

İçimdeki teyzeler kahkahalara boğulurken Betül’e edepsiz cevaplar veriyorlardı. Çok ayıp ama!

Sınıfa girip sıramıza oturana kadar konuşmadık.

“Betül konsere kimi çağırmayı düşünüyorsun?” dedim çantamdan defter ve kalemimi çıkarırken.

“Ben kimseyi çağırmayacağım güzelim. Sen Rüzgâr’ı çağıracaksın.”

Suratımın aldığı şekli çok merak ediyordum. Çenem aşağı sarkmış gözlerim de irileşmişti büyük ihtimalle.

“Saçmalama kızım! Neden onu konsere çağırayım ki? Hem gelmez bir kere. Nöbeti falan vardır onun. Gelemez o. Biliyorum ben. Hayır der yani. Sorduğuma değmez. Zaten soramam da öyle bir şey. Utanırım bir kere. Hem öyle şeyleri erkekler teklif eder. Ayıp kızların konsere çağırması. Ayıptır. Yazıktır. Günahtır.”

Betül’ün ısrarlarına akşam yemeğine kadar dayanabildim. Yemeğin sonunda telefonumu elime alıp titreyen parmaklarla Selam Mavi Kuş,” yazdım ve Rüzgar’a gönderdim. Bu üç kelime bile kalbimin son hızla atmasına sebep olmuştu.

Ya cevap yazmazsa?

Ama anında mesajım görülmüş ve yazıyor diye yukarıda bildirimi görmüştüm. İçimde, tam kalbimin ortasında patlayan bir volkandan kızgın lavlar ruhuma doğru akıyordu.

Yazıyor…

“Selam küçük kız (: “

Gülümsedim. Onun da mesajı yazarken dudaklarının hafifçe kıvrıldığını ve ekrana bakarken gülümsediğini hayal ettim. Ve bu kalbimin sıkışmasına neden oldu. Bir yakut gibi parlayan gözleri bana bakıyordu sanki.

“Yarın akşam Mor ve Ötesi’nin konseri varmış harbiyede.”

Evet Gülce sakın halini hatırını sorma. Hemen konuya gir zaten! Heyecan yapmış olabilirim sevgili okuyucu, hemen beni kınama sen de. Bana şimdi ne alaka falan diyecek kesin. Mesajı gönderdiğim anda pişman olup yerimde dönmeye başladım. Elimi saçıma geçirip ne yaptım ben Allah’ım moduna girdim. Yurdun merdiven koridorunda dolanıp duruyordum. Yanımdan geçen kızlar bana garip bir bakış atıp geçiyordu. Yüzüm yanmaya başlamıştı. Neden daha güzel bir mesaj yazmadım ki? Nasılsın mesela?

Yazıyor…

O grubu severim. Sana bilet ayarlamamı ister misin?”

Elimi duvara dayayıp destek aldım. Nedense gülmekle ağlamak arasında bocalıyordum. Salak şey! Bilet ayarlayayım diyor bir de!

“Biletimiz var. Betül’le gideceğiz. Bir arkadaş daha var. Sen de gelmek ister misin diye soracaktım.”

Tabi gelemezsen anlarım. Senin de işlerin var, diye yazmaya devam ediyordum ama baktım cevap yazıyor vazgeçtim. Kalbim tok davul sesleri çıkarmaya başlamıştı. Artık hızla atmıyor güçlü vuruşlarla yerinde sayıyordu. Nefesimi tuttum ve bekledim. pür dikkat telefonumun ekranına bakıyordum.

Yazıyor…

“Tamam akşam yedide sizi alırım yurttan. Gece için de izin alın geç saatte yurda dönemezsiniz.”

Mesajı iki kere okudum. Bu kadar çabuk tamam demesini beklemiyordum. Hayır tamam demesi yetmez gibi planı da yapmıştı hemen. Ne diyeceğimi bilemedim. Bir sürü mesaj yazıp sildim. Kesin upuzun bir mesaj yazdığımı düşünmüştür. Bu düşünce bile beni geriyordu. Ellerim terlemiş nefesim kesilmişti. Aptal bir sırıtış yüzüme yayılırken yanaklarım da cayır cayır yanıyordu.

“Olur.”

Bu kadar çabuk hoşaf olmam normal mi? Patates hoşafı oldum ben.

Anlaştık (:”

Sekerek odaya girdiğimde Betül yüzüme dik dik bakıyordu. Geliyor, bizi yedide alacakmış derken bağırıyor ve yerimde dönerek saçma sapan hareketler yapıyordum. Gidip duvarı öpesim, dolap kapağına sarılasım hatta ranzayı okşayasım geliyordu içimden. Hayattaki en saçma, en salak duygu bu olmalıydı. Platonik aşk. Rezil bir şey. Lanet bir şey. Ama çok da güzel sevgili okuyucu. Siz de eriyor musunuz benim gibi? Buralar vıcık vıcık. Betül beni kürekle toplayıp yatağıma yatırdı ve sürekli konuşarak heyecanımı daha da artırmak konuşunda çabalıyordu. Gece geç saatlere kadar planlar yaptı. Ne giyeceğimizi nasıl hazırlanacağımızı konuştu. Rüzgâr ve benim hakkımda da yorumlar yapmaya devam etti.

Ertesi gün kahvaltıda gözlerimizi açamıyorduk. Okulun kapısına geldiğimizde hala ayılmamıştık. Derste ise uyumamak için birbirimizi dürtmek zorunda kaldık. Bir ara sıranın üzerine uzanıp uyumaya çalıştığımı hatırlıyorum. Okuldan çıkıp direk yurda gelmiş ve ranzalarımıza uzanıp sızıp kalmıştık. Saat altıda Betül’ün kurduğu alarmın sesine uyandığımızda ise yerimizde fır dönüyorduk. Saçımız başımız dağınıktı ve üstümüzde yırtık pijamalar vardı.

Hızla, koşuşturarak hazırlandık. Müdireden izin aldık. Yemekhaneden bir şeyler atıştırdık. Allahtan köfte patates vardı da konsere aç gitmek zorunda kalmamıştık. Bazen yemekler yenmeyecek kadar kötü oluyordu. Gece üç dakikalık eriştelerden pişirmek zorunda kalıyorduk. O da tarih öncesinden kalma su ısıtıcımızla.

Saçlarımızı düzleştirip güzelce topladık. Betül’ün uçları cırtlak pembe olan saçlarını salık bırakmaya karar verdik. Hafif birer makyaj yaptık. Betül gözlerine pembe far sürerek hafif makyaj kavramına farklı bir boyut getirmeyi tercih etti tabi ki. Bir konsere giderken nasıl giyinmek gerekirdi? Resmi mi? Şık mı? Peki bu konser bir randevu gibi bir şeyse ne yapılırdı? Onlarca örnek kıyafet deneyip bir de odadakilerin kıyafetlerine de salça olup sonunda kararımızı verdik. Ben beyaz fonda kırmızı küçük gül desenleri olan uzun rahat bir elbise ve üzerine ince bir hırka aldım. Betül siyah kabarık bir tütü etek giydi ve üzerine de pembe ve siyahlı bir kombin yapıp siyah bir kot ceket aldı. Şık mıydık bilmiyorum ama halimizden memnunduk. Saat yediye gelirken Rüzgâr kapıda beklediğini yazdı. İstemeye gelinmiş kız misali kalbim hop atarken kapıya nasıl indiğimi hatırlamıyordum.

Rüzgâr siyah renkli Jeep’inin ön kaputuna yaslanmış bizi bekliyordu. Üzerinde siyah bir kot pantolon ve deri bir ceket vardı. Yurt binasının bütün camları kızlarla doluydu. Beni görünce gülümsedi ve bize doğru geldi.

“Selam kızlar.”

Betül’le selamlaşıp bana döndü.

“Çok güzel görünüyorsun.”

Betül bana bakıp ‘gey mi bu şimdi sen söyle?’ der gibi kaş göz işareti yaptı. Ben de ona gözlerimi devirdim. Bir cümle ile işi çözmüştü zehir hafiye.

Kısık ve çekingen bir sesle teşekkür ettim. Rüzgâr arabanın kapısını açtı.

“Gülce sen öne geç istersen. Geç kalmadan yola çıkalım.”

Betül arka koltuğa geçerken homurdanıyordu.

“Tabi canım Gülce öne geçsin. Betül kim ki!”

Rüzgâr arabaya binince sustu. Ben öne oturdum ama hiç rahat hissetmiyordum. Sanki biraz sonra kaynanası gelip yerinden edecek yeni gelin gibi hissediyordum kendimi. Neyse ki Rüzgâr gayet iyi bir ev sahibi pardon araba sahibiydi. Betül’le yol boyunca sıcak ve samimi bir şekilde muhabbet ederken bana konuşacak bir şey kalmamıştı. Keyifli görünüyordu. Ama gözlerinden yorgunluk belirtilerini seçebiliyordum.

“Dün gece nöbette miydin?”

Bana baktı. Sorduğum soruya şaşırmış mıydı? Hayır şaşkınlık değil gözlerinde başka bir şey vardı. Adını koyamadığım bir şey.

“Evet ama kolay bir nöbet oldu. Olaysız geçti.”

Zoraki bir şekilde gülümseyerek bana baktı. Derin bir nefes alıp bezgince soludum.

“Yorgun görünüyorsun.”

Kırmızı ışıklarda durmuştuk. Birden onu peşimde konsere sürüklediğim için pişman olmuştum. Elini uzatıp çenemden tuttu ve yanağımı okşadı. Betül’ün arka koltukta nefesini tutarak bizi izlediğine emindim. Ve yarın başımın etini yiyecekti.

“Bütün gün uyudum ve dinlendim. Beni düşünme. Eğlenmeye gidiyoruz gül biraz.”

Gülümsedim. Ama sırıtmadım. Kibarca gülümsedim. Sözüne inanmamıştım ama itiraz etmek de gelmemişti içimden.

Konser alanına gelene kadar Betül’le Rüzgâr’ın muhabbetlerini dinledim. Betül sürekli sorular soruyordu. Ne doktorusun? Neden doktor oldun? Çocuklar çok sinir bozucu değil mi?

Arabayı park ettikten sonra girişe yakın bir yerde bizi bekleyen Yağız’ın yanına gittik. Yağız bizi görünce kaşlarını kaldırıp Betül’e baktı.

“Demek erkek arkadaşın bu?”

“Evet kendisi erkek ve benim arkadaşım olur. Tanıştırayım. Rüzgâr bu Yağız.”

Betül’ün lafı ağzında kaldı. Yağız ve Rüzgâr gülüşmeye ve birbirlerine sarılmaya başladı.

Dostum naber, ne zamandır görüşemiyoruz cümleleri havada uçuşunda bizim sıfatü’l eşgalimiz görülmeye değerdi. Betül’le öylece birbirimize bakıp kaldık.

“Siz tanışıyor musunuz?”

“Çocukluğumuzdan beri.”

İkisi de aynı anda konuşmuştu. Sonradan kafama dank etti. Kaya’yı tanıyan Yağız Rüzgârı da neden tanımasındı? Düz mantık.

İki çocukluk arkadaşı hasret giderdikten sonra konser alanına giriş yaptık. Yerimiz sahnenin karşısında ve önlerdeydi. O kadar güzel bir yerdeydik ki birçok ünlüyü ve hatta internet fenomenini net bir şekilde görebiliyordum. Her gördüğümüz kişiyi Betül’le birbirimizi dürterek gösteriyor ve heyecanla konuşmaya başlıyorduk. Bu sırada Rüzgâr ve Yağız da kendi arasında muhabbete dalmış sakince konserin başlamasını bekliyordu. Benim için çok heyecanlı bir durumdu çünkü hayatımda ilk defa gerçek bir konsere gelmiştim. Daha önce ilçedeki festivallere gelen şarkıcıların açık alanda yaptığı konserleri saymazsak ki onlar daha çok düğünde halay çeken abilerin katıldığı türden eğlencelerdi.

İlk şarkılarda edepli kızlar gibi oturup sadece şarkıya eşlik ettik. Ama Cambaz şarkısının daha ilk melodisini duyduğumuzda diğer dinleyiciler gibi çığlık atmaya başladık. Ve şarkıyı bağırarak son ses söylemeye başladık. Yağız ve Rüzgâr bize uzaylı görmüş masum bir köylü gibi şaşkınlıkla bakıyordu. Nakarata geldiğimizde boğazımız patlayacak gibi bağırıyorduk.

“Bütün dünya izler durur, afeti azam bekler durur. Hedefini al piyasanı al her şeyi al. Yandı dertler bitti tasa. Ben kurbanım bu cambaza. İki gözüm kadar eminim sen yoksun.”

Bu şarkıda da kafa sallayıp çıldırmayacak bir insan tanımıyorum. Hele de müzik her yanınızdan akıp sizi sarmalamışken yerinde durup sakince dinlemek çok zordu. Betül şarkıları biraz kullanıyor gibi görünüyordu. “Var mısın yoksun. İki gözüm eminim sen yoksun” derken Yağız’a bakıp sanki ona söylüyormuş gibi imalarda bulunuyordu.

Hatta Oyunbozan şarkısı çaldığında tüm sözleri Yağız’a bakarak söylemişti.

“Ufak tefek birkaç sorun mu var? Geçer, geçer, zaman şu an yalan. Nedir ki, bak silindi hafızam. Hayat kadar yalanmış ayrılık.”

Sonrasındaki birkaç şarkıda daha yerimizde zıplayıp avazımız çıktığı kadar şarkılara eşlik ettik. Konsere hanım hanımcık kızlar olarak girip kendimizi kaybetmiştik.

Grup daha yavaş şarkılara geçtiğinde yorulmuş ve terlemiştik. Yerimize oturduk. Hafif bir esinti terli vücudumda dolanıyordu. Üşümüştüm. Hırkama sarındım ama incecik hırka terden su olmuştu.

Rüzgâr deri ceketini çıkartıp sırtıma doğru yaydı. Evet bu gerçekten çok centilmence bir hareketti. Ve ceketi Rüzgâr kokuyordu. Aynen onun gibi keskin ve taze bir kokusu vardı. Bu parfümü en acilinden çalmam lazımdı. Bu koku beni benden alıyordu. Peki sonra ne oldu? O centilmen adam geldi bana arkamdan sıkıca sarıldı ve başını da omzuma gömdü. Öyle ölmem füze at füze!

Ve çalan şarkıyı kulağıma fısıldayarak söylemeye başladı. Gülce’ye fısıldayan adam…

Nefesinde kaybolduğum…

“Benim küçük sevgilim sen bana neler yaptın? Böldün parça parça. Onlar bilmez onlar bilmez. Bakarlar yüzüme. Sanki yoksun gibi. Sanki yalanmışız gibi…”

Ruhumuz konser alanından çok uzaklardaydı. Ben cennetteydim ama Rüzgâr neredeydi bilmiyorum. Belki yanımdaydı.

Ben Sofie’ydim o Howl…

Ben Sancha’ydım o Don Kişot…

Ben küçük bir kızdım o ise mavi kuş…

Ben Gülce’ydim o benim yalancı Rüzgâr’ım…

Şarkı bitti ama Rüzgâr bana sarılmaya devam ediyordu. Yağız bize kaşlarını çatarak bakıp Betül’e döndü. Betül onu bakışları ile tersleyip ceketini üzerine giydi. Sonra grup yeni bir şarkıya başladı. Ve Rüzgâr bana da sıkı sarıldı.

“Kalbin işine bak, yüzüne bakamaz. Ağlar durur sen uyurken. “Yalnız olamayan böyle mi yapar?”, dersen anlarım. Aşkın içine bak, en güzeline. Hem var hem yok mu bile bile. Adalet yok ya canımı yakar. Bu sessizlik. Yerimi bilmem. Bilmem ne taraftayım. Sesimi duymam. Ne zamandır araftayım…”

Herkes nakarata sessizce eşlik ediyordu. Rüzgar’ın boynuma küçük bir öpücük bıraktığını hissettiğimde nefesim tutmuş şarkının hiç bitmemesi için dua ediyordum.

Konserin sonunda herkes Bir Derdim Var şarkısını söylerken ben boynumdaki ılık histe takılıp kalmıştım.







Loading...
0%