@yazarkasa
|
Bir Derdim Var şarkısından sonra konserin bittiğine kimse inanamamış gibiydi. Herkes öylece durmuş bir şeyler olmasını bekliyordu. Birilerinin bizi kovmasını bekliyorduk sanki. Ben de eve gitmek istemiyordum açıkçası. Ilık bir tenden misk kokulu ve yumuşak battaniyemin altında, yaramaz yıldızlar tepemde bir kraliçenin tacındaki elmaslar gibi asil ve şımarık bir şekilde parlayıp dururken, müzik kalbimizi sarhoş etmiş ve kalabalık bize duvar olmuşken buradan ayrılmak istemiyordum. Ama her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bu gece de benim isteğim dışında tükenip bitmişti. Cayır cayır yanan bir ateşin kora dönmesini izler gibi konser alanından dağılan insanları izledim bir süre. İçimdeki kalabalıklar da konser alanındakiler gibi dağılıyordu Rüzgâr bana sarıldığında. İnsanlar güçlü bir uğultu eşliğinde yerlerinden ayrılırken Rüzgar’la yerimizde oturmaya devam ediyorduk ama Betül ve Yağız yanımıza gelince kalkmak zorunda kaldık. “Burada mı yatacaksınız?” Betül başımıza gelip gardiyan gibi durduğunda bir rüyadan uyanır gibi kendime geldim. Canı sıkılmış ve yorulmuş görünüyordu. Yağız da onun yanında bize bakıyordu. Bakışlarında durumu anlamaya çalışır gibi bir hal vardı. Yağızcığım valla ben de bilmiyorum bizim durumun ne olduğunu. Kusura bakma. Senin de o güzel kafanı karıştırdık durduk yerde. “Mavi kuş. Uyudun mu yoksa?” Uyumuş olmasını diledim. Orada öylece kalmak ve sabah güneşini tam bulunduğum yerde karşılamak istedim. Kendi kendime toparlanmaya çalıştım ama Rüzgar’ın belime sarılan kolları buna müsaade etmiyordu. Yoksa ben çoktan kalkmıştım yani. “Hayır. Ama uyuyabilirim. Bırak onlar gitsin. Biz burada kalalım küçük kız.” Rüzgâr mayışmış boğuk bir sesle konuşurken ona tamam dememek için kendimle mücadele ediyordum ki Betül araya girdi. “Hadi artık. Yapıştınız mı? Bir tek biz kaldık. Tükkan kapandı alo? Güvenlik gelip bizi kovalayacak birazdan.” Betül etrafına bakıp bir yerlerden bizi kovalayacak bir güvenliğin gelip gelmediğini kontrol ediyordu. Yağız onun arkasında durmuş dikkatle bizi incelemeye devam ediyordu. Rüzgâr homurdanarak yerinen kalkarken onun varlığından uzaklaştığım hissi ile ürperdim. Bu kadar mı alıştım sana Mavi Kuş? Beni sarıp sarmalamana bu kadar mı muhtaçtım ben? Deniz ve özgür bir gökyüzü gibi kokan deri ceketini omuzumdan alıp Rüzgar’a uzattım. Ama almadı. Nazikçe elimi tutup tekrar giymeme yardım etti. “Ben böyle iyiyim.” Arabaları park ettiğimiz alana geldiğimizde gerçekten ne kadar sona kaldığımızı fark edebiliyordum. Birkaç araba kalmıştı alanda. Onlar da muhtemelen konsere gelen konukların değil konser için çalışan ve işleri henüz bitmeyen elemanların olmalıydı. “Sizi yurda bırakabilirim kızlar,” dedi Yağız. Yorgun görünüyordu. Biraz da keyifsiz. Belki konser beklediği gibi gitmemişti. “Teşekkürler, biz yurttan izin aldık bu gece dönmeyeceğiz.” Yağız Betül’e şaşkınca bakarken nasıl yani diye mırıldandı. Betül başını dikleştirmiş meydan okuyan canavar tavrını takınmıştı. Tüm gece Yağız’a bu şekilde bakıyordu zaten. Meydan okur gibi, silahlarını kuşanmış savaşa hazır bir asker gibiydi. “Otelde mi kalacaksınız?” diye sordu Yağız düşünceli bir sesle. Kafasının içinde binlerce soru işaretinin koşturduğuna emindim. Planlar yapıyor ve kendi kendine çıkarımlarda bulunuyordu. Tipik bir seven erkek modeli. “Yok parkta bahçede boş bir bank bulursak orda yatarız diye düşündük.” Tam Yağız kaşlarını havalandırmış bir şey söylemeye hazırlanırken Rüzgâr araya girdi. Bana kalsa sabaha kadar bu ikilinin ozanlar gibi karşılıklı atışmasını dinleyebilirdim. Hipnoz oluyordum onlar konuştukça. “Betül şaka yapıyor sanırım. Onlara izin almalarını ben söyledim. Evim müsait biliyorsun. Gece geç saatte yurda dönmeleri rahatsız edici olurdu.” Yağız anlıyorum der gibi başını eğdi. Rüzgâr nezaket icabı olduğunu düşündüğüm bir şekilde Yağız’ı kahve içmeye davet etti. “Geç oldu ama istersen bir kahve içebiliriz.” Normalde Yağız’ın bu teklifi ‘ah evet geç oldu haklısın benim de anamgiller bekler’ diyerek nazikçe ret etmesi gerekirdi. Benim beklentim buydu açıkçası. Ama o tam aksine komut bekleyen bir çoban köpeğinin kurtların üzerine atladığı gibi bu teklifin üzerine koştu. İstanbul trafiği gündüz olduğundan daha yoğun olmalıydı. Geceye yeni başlayıp evinden çıkan insanlarla geceyi sonlandırıp evine geri dönen insanlar Tellioğulları ve Seferoğulları gibi karşı karşıya gelmişti. Hepsinin ayrı bir telaşı vardı. Ve bu sürücülerin belki de yarısı alkollü olmalıydı. Diğer yarısı da ticari taksileri sürenlerdi herhalde. Dönüş yolunda öne oturuyor olmak o kadar rahatsız edici gelmemişti. Koltuğuma iyice yayılıp başımı cama dayayarak dışarıyı seyretmenin keyfini çıkartıyordum. Rüzgâr ve Betül de konuşmuyordu. Radyodan yayılan Serdar Ortaç’ın sesi kulağımı çekiştiriyordu. “Bir zamanlar sevdiğin, aşkı bildiğin günler oldu mu? Bana güller verdiğin tatlı nameler mevsim oldu mu?” Rüzgar’a bakamıyordum. Daha yarım saat önce onun bedenini battaniye niyetine üzerime sermişken şimdi ona bakamıyordum. Ne hissettiğimi bilmiyordum. Hayır onu biliyordum. Ama ne düşüneceğimi bilmiyordum. Bu Rüzgar’ın tanıdığı insanlara karşı normal davranışı mıydı? Bana özel bir şeyler var mıydı? Benim yanımda bu kadar rahat olması benimle arasında bir şey olacağına ihtimal vermediği için miydi? Benim hislerimi görmüyor muydu? O ne hissediyordu? Ah gerçekten gey miydi yoksa Betül haklı mıydı? Sorular o kadar çoktu ki, beynimin içi bir konser alanında sahneye çıkacak müzisyeni bekleyen uğultulu, sabırsız insanlarla dolu gibiydi. “Çok yorulduk,” dedi Betül. Sanki ortamda birinin konuşması gerekiyormuş gibi. “Evet, yorulduk. Ama güzeldi. Değil mi gül güzeli?” Bana böyle hitap ettiğinde, aslında bana ne şekilde hitap ederse etsin, kalbim eriyip sıvı kıvama geçiyordu. Sanki bana seslenmiyor da kızgın bir kor parçasını göğsümün ortasına koyuyordu. “Evet,” dedim çekingen bir sesle. Yüzüm hala pencereden dışarıya doğru dönüktü. “Güzel bir geceydi.” Hayatımda ilk defa bir konsere gittim biliyor musun? Ve ilk defa bir erkeğin montunun üzerinden de olsa bana sarılmasına izin verdim. İlk defa kalbim ruhuma ağır gelmeye başladı. Kalbim diyorum Mavi Kuş, onu senin ellerine versem alıp saklar mıydın? “Benim biraz boğazım ağrıyor. Kesin sesim kısılacak. Ayrıca terden su oldum. Ve kimse bana ceketini vermediği için soğuk bir yel sırtımda dans etti bütün gece. Yani hasta da olabilirim. Bana verecek bir ilacın var mı doktor?” Ah Betül sana ben bir ilaç vereceğim bir daha ömür boyu saçmalayamayacaksın! “Eve gidince üzerinizi değiştirin ve sıcak bir şeyler içelim. Sana da ağrı kesici ile vitamin hapı veririz.” Evimizin doktoru. Betül yol boyunca bir daha konuşmadı. Bir ara uyudu mu diye kontrol etmek için arka koltuğa kafamı uzatıp baktım. Gözleri kapalıydı ama uyuyup uyumadığına emin olamadım. Sonra ben de gözlerimi kapattım. Düşüncelerim gözlerim kapalı da olsa peşimi bırakmıyordu. Radyoda çalan müziğe bile odaklanamıyordum. Oysa yeni çıkan güzel bir şarkı çalıyordu. Melodisine odaklanmaya çalışsam da aklımın ucuna takılmış soru işaretleri beni rahat bırakmıyordu. Neden Rüzgâr? Neden hep onu düşünüyordum ben? Rüzgâr oturduğu siteye giriş yaparken güvenlik görevlisine arkadaki araç misafirim dediğinde Yağız’ın hala peşimizde olduğunu hatırladım. Allah’tan bu durum benim sorunum değildi. O yüzden umursamadım. Bunu da Betül düşünsündü. Eve geçerken asansörde Yağız’la bakışlarımız kesiştiğinde halinden memnun olmadığı ve kendini rahat hissetmediğini fark ettim. Suratı asık, kaşları çatıktı. Çenesinin kenarları dişlerini sıkmaktan boğum boğum şişiyordu. Burnundan soluyor ve kaçamak bakışlarla Betül’e bakıyordu. Eve girdiğimizde de durum aynıydı. Biz üzerimizi değişip kuru bir şeyler giyerken Yağız ve Rüzgâr muhabbet ediyordu. İçeri girdiğimizde Yağız bir anda susup Betül’e kınayan gözlerle baktı. Betül’ün üzerinde siyah zeminde pembe bir tavşan olan uzun kollu, diz altı bir elbise aslında gecelik vardı. Ayaklarına da pembe uzun çoraplar giymişti. Saçlarının ucundaki pembelerle beraber oldukça ilgi çekici ve hatta güzel görünüyordu. Gözlerinin makyajı hafif akmış ve panda gibi etrafına siyah bir halkaya dönmeye başlamıştı. Ama bu da ayrı bir güzellik katıyordu ona. Sanki uykudan yeni uyanmış bir panda gibi. Gerçi Yağız’ın pandalara bakış açısını bilemiyordum. Belki o Betül’ü başka bir gözle görüyordu. Gönül gözüyle mesela. Olamaz mıydı? Bir süre salonda sessiz bir şekilde oturduk. Sonunda Rüzgâr dayanamadı ve ayağa kalktı. “Gülce biz sıcak bir şeyler yapalım. Bana mutfakta yardım eder misin?” Ne demek? Koşa koşa gelirim. Şu gergin ortamdan kurtulmak için Brezilya’ya gidip taze kahve taneleri bile toplayabilirdim. Hiç üşenmezdim doğrusu. Biz mutfağa geçtiğimizde Yağız’ın sert ve buyurgan sesi arkamızdan yankılanmıştı. Soğuk ve öfkeli konuşuyordu. Ama Betül de ondan aşağı kalacak bir kız değildi. Yağız ona hesap sorar gibi neden burada kaldığını hatta neden ona bunu söylemediğini sordu. Betül de ona hesap verecek bir konumda olmadığını hatırlattı. Bir yandan kahve makinesinin başında bekliyor bir yandan da içerideki konuşmaları daha ne duymaya çalışıyorduk. Makinenin hafif mekanik gürültüsü ve içerideki tartışma ile dalgınca bekliyordum. “Öpüşürlerse kusarım,” dedi Rüzgâr kulağıma eğilip kısık bir sesle. Nefesi saçlarımı yakmıştı. İçimdeki yangınlardan haberi var mıydı acaba? Kendi başlattığı, nefesiyle hayat verdiği yangınlardan? Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Burada kaldığım bir gece Buz Devri filminde büyükannenin söylediği bir cümleydi bu. “Ciddiyim,” diye ekledi Rüzgâr. “İçeridekilerin olayı ne biliyor musun?” Ona durumu nasıl anlatacağımı bilemedim. Aralarında bir gerilim, bir çekim ya da adını bilmediğim bir şey vardı. Ama pek de duruma müdahil olduğumu söyleyemezdim. Çünkü Betül benimle Yağız hakkında hiç konuşmamıştı. Ona karşı ne hissettiğini bilmiyordum. Ama aralarındaki konuşmalardan edindiğim bazı çıkarımlarım vardı. “Durumlar karışık. Ben de anlamıyorum. Sürekli didişiyorlar.” Kahve makinesi kahvenin artık hazır olduğunu haber veren o tiz bip sesini çıkartınca Rüzgâr ilk bardağı alıp başka bir bardak koydu. Yeniden tuşlara bastı. Ve beklemeye başladık. “Bu da bir iletişim şekli sonuçta.” Bir şey söylemedim. İletişim konusunda pek bilgili ya da tecrübeli biri değildim. İkili ilişkilere gelince en son yorum yapacak kişi sayılırdım. “Diye buyurdu ilişki uzmanı sevgili büyük üstat Mavi Kuş hazretleri.” Alayla gülümserken kahve makinesinin doldurduğu bardağı alıp tepsiye koydum. Kahvenin üzerinden parmağıyla köpük alan Rüzgâr burnuma süt köpüğü sürdü. “Çok bilmiş küçük bir kızsın Gül güzeli.” O da gülümsüyordu. Gözleri gece gökte parlayan masmavi iki yıldız gibiydi. Benim göğümün yıldızlarıydı onlar. Gece göğümün yıldızları. Bana ait olmayan ama benim olan yıldızlar. Ne garip değil mi? İnsan hemen sahipleniyor sevdiği… Neyse. İçeri geçtiğimizde konuşma bitmiş, tüm silahlar ateşlenip kurşunlar tükenmiş gibi duruyordu. Ama kimse ölmemişti. Gerçi ölüm gibi bir şey olduğu kesindi. Durum karışık sevgili okuyucu. Betül asık bir suratla oturuyordu. Ona kahvesini verdiğimde sessizce teşekkür etti ve hemen bir yudum aldı. Yağız’ın kaşları başını ağrıtacağına emin olduğum bir şekilde çatılmıştı. Bay suratsız! Sessiz ve sakin bir şekilde kahvelerimizi içtik ve Yağız izin isteyip ayrıldı. Eh bir zahmet git artık dedim içimden. Neredeyse yatılı kalmak için teklif bekliyordu zavallıcık. Ne yapacağımızı düşünüyor acaba burada? Kahve bardaklarını bulaşık makinesine dizerken Betül arkamda duruyordu. “Evin de her şeyini biliyorsun kızım. Sanki kendi evin gibi. Tabi yurttan çok burada kaldığın için olmalı. Ama sana hak veriyorum yani ben de yurt mu burası mı deseler yemişim yurdunu derim.” Bulaşık makinesinin kapağını kapatırken Betül’e yüzümü döndüm ve ona bezgin bakışlarla baktım. “Konu ben ve Rüzgâr olunca çenen düşüyor. Ama Yağız olunca ağzın mühürleniyor. Ne garip değil mi?” Bence vurdum ve gol oldu. Oldu değil mi sevgili okuyucu? Betül gözlerini devirdi. “Aman o hanzoyu konuşup ne yapacağız. Tam bir maço. Beni delirtiyor.” Tam ağzımı açıp konuyu deşecektim ki Rüzgâr mutfağın kapısında belirdi. “Kızlar ben yatıyorum. Siz isterseniz oturabilirsiniz. Misafir odasında beraber yatmak sizin için sorun olur mu?” başımı hızla hayır anlamında sallarken göz ucuyla Betül’e baktım. Betül’ün dudakları alayla kıvrılmıştı. “Tamam o zaman,” diye devam etti Rüzgâr. “Ben sabah erken çıkacağım. Siz rahatınıza bakın. İstediğiniz saatte çıkabilirsiniz tabi ki. Ama bir şeyler yemeden çıkmayın. Gülce sen mutfaktakilerin yerini biliyorsun zaten.” Betül gözlerini devirip dudaklarını oynatarak biliyor tabi dedi alayla. Rüzgâr onu duymamıştı Allah’tan. Ama benim kulaklarım yanmaya başlamıştı. “O zaman size iyi geceler.” Betül’le aynı yatakta yatmak insanı tedirgin eden bir durumdu. Buz gibi ayaklarını ısıtmak için narin bedenimi kullanmaya çalışıp beni rahatsız etmeyi en başından başarmıştı. “Bir rahat dursana kızım valla seninle yatmak eziyet gibi.” Ben yatağın köşesine kaçmışken Betül ayaklarını uzatmış beni rahatsız etmeye devam ediyordu. “Git kızım içeride Rüzgâr seni bekliyor. Tutmuyorum ben seni.” Bezgince nefes verdim. “İstersen çağırayım da ortamızda yatsın.” Sesimin oldukça bezgin çıktığına emindim ama Betül2ün umurunda olmadı. “Bana uyar. Yani sen razıysan ben varım.” Omzuna bir yumruk attım. “Manyak mısın kızım? Sapık mısın sen? Dur ben cevap vereceğim. Kesinlikle sapıksın.” Betül yastığını düzeltip yorganı iyice üzerine çekti. “Ah Gülce. Sevdiğin adam başka odada uyurken sen bana mı kaldın? Zavallı Gülce.” Gözlerimi devirdim ama Betül görmedi. “Kıçından element uyduruyorsun Betül. Öyle bir şey yok. Hem biliyorsun …” “Adam gey deme sakın ağzının ortasına tükürürüm.” Yapardı bunu. O yüzden sustum. “Öyle olmasa bile,” diye başladım konuşmaya. “Zengin bir ailesi var. Doktor. Yakışıklı. Ya görmüyor musun? Bizden olmaz.” Daha nasıl açıklayabilirdim durumu acaba? Yani olmaması için o kadar çok neden olan bir durumu olacakmış gibi gösterip ümit vermenin ne alemi olabilirdi? “Saçma sapan bir ağa dizisinde baş roldeki kadın oyuncu gibi konuşuyorsun kızım. Ne var zenginse? Ne var doktorsa? Sen de bilgisayar mühendisi olacaksın. Boru mu? İki tane yazılım satar onun hastanesini satın alırsın. Bu kadar ezik olma. Köyden çıktın artık o kafadan da çık. Burada zengin fakir ayırımı yok. Kalp ne derse o olur.” Pek ikna olmamıştım. Ama Betül’e bir konuda hak veriyordum. Köydeki gelir dağılımına göre olan evlilikler benim algılarımı bozmuştu. “Neyse ne. Ama bilmeni isterim adam bana kadınlardan hoşlanmıyorum dedi. Yani o bir gey.” Betül oflayıp pufladı ve yatakta dönerek yüzünü bana çevirdi. “Erkeklerden hoşlanıyorum da dememiş işte. Belki ona iyi gelecek olan sensindir. Onu düzeltecek, onaracak ve kadınlara olan öfkesini iyileştirecek olan kızsındır. Bir de böyle düşün.” Beyin bedava çünkü. Bir de öyle düşün bir de böyle düşün derken kafamın içinde ne kadar delinin dolaştığını göre Betül bile ürkerdi. Ama ona bunu söylemedim. Betül’ün artık susmasını istiyordum. Ve onu susturacak bir konu açmaya karar verdim. “Haklısın,” dedim bilmiş bir edayla. “Her erkeği iyileştirecek özel bir kız vardır. Yağız’ı toparlayacak o kız sen olabilir misin mesela?” Betül bir süre sessiz kaldı. Ne diyeceğini bilemiyor değildi elbette aklına Yağız düşünce bir afallamış olmalıydı. Kalbinde fütursuzca gezinenin bir anda aklına düşmesi de pek zor bir durumdu elbette. Kendimden biliyorum. “Aman bırak şu dallamayı. Neyse hadi benim uykum geldi. Boğazlarım da ağrıyor zaten. Uyuyacağım. Rahatsız etme beni.” Aynen canım ben de yedim, dedim içimden. Başımı yastığa gömüp uykunun beni almasını ve dünyadan, düşüncelerimden, duygularımdan, acılarımdan, heveslerimden uzaklaştırmasını ve yeniden toparlamasını bekledim. Ama Betül’ün uykusunda beni döven eli kolu bacağı yüzünden uyku diyarı hiç de umduğum gibi beni tazelemedi. Bir de Betül’ün telefonun kulağımı tırmalayan sesi ile henüz tadına doyamadığım uykumdan zorla ayrılmak zorunda kaldım. “Alarm mı kurdun Betül? Gerçekten mi?” Gözümü bile açamıyordum. Elimle telefonu aradım. Eğer bulsaydım kesinlikle duvara doğru fırlatmayı planlıyordum. Ama onun yerine Betül’ün saçları parmaklarıma dolandı. Huylanınca elimi hızla çektim. “Ne alarmı kızım? Biri arıyor. Sabahın köründe kim arar ya kesin dedemdir.” Betül’ün sesi de ağlamaklı geliyordu ve gözünü açmadığı hatta telefonu almak için uğraşmadığı da bir gerçekti. Yorganın altından onun poposuna bir tekme attım. “Aç artık şu lanet telefonu!” Oflayarak yataktan kalktı ve başucundaki komidinden telefonunu aldı. Ekrandaki ismi görünce gözlerini devirdi. “Ne var?” derken o kadar kaba ve sertti ki ben bile gözümü açıp Betül’e baktım. “Neredesin?” diye sordu Betül şaşkınca. Sonra telefonu yüzünden uzaklaştırıp dudakları oynatarak bana açıklama yaptı. Yağız gelmiş aşağıdaymış ve bizi kahvaltıya götürmek istiyormuş. “Tamam yarım saat içinde aşağı ineriz,” dedi Betül. Başımı yastığıma gömüp homurdandım. “Ben hiçbir yere gelemem Betül. Kendi adına konuş. Valla Yağız’ı da çekemem sabah sabah. Hatta ikinizi hiç çekemem. Beni bırak sen kendini kurtar.” Betül güneşliği telaşla kaldırırken yedek kıyafetlerini valizden çıkarmıştı bile. “Ben duşa giriyorum Gülce. Çıktığımda uyanmış olmanı umuyorum. Anladın mı beni?” O çıktığında ben çoktan ikinci uykuma dalmıştım. Bir süre beni uyandırmaya çalıştığını hatırlıyorum ama sonra ne halin varsa gör deyip evden çıktı. Hayır hem anlaşamıyorsun adamla hem de gelemem bile diyemiyorsun. Zaten o da nöbet mi tuttu kapıda ne yaptı anlamadım. Böyle sabahın köründe kapıya geldiğine göre sitenin girişinde arabasının içinde uyumuş olmalı. İki manyak birbirini bulmuş. Bir de beni peşlerinde sürüklemeye çalışıyorlar. Beynim ambale oluyor onlar konuşurken. Betül o gün bana bütün gün surat astı onunla evden çıkmadım diye. Ama Yağız ona güzel bir kahvaltı ısmarladığı için çok da kızmadığını bana acıdığını da söyledi. Ben de mutfakta kendime bol malzemeli bir tost yapmıştım oysa. Sonraki günler üniversite hayatımızın ilk vize haftası olarak tarihe geçti. Bol koşuşturmalı, fotokopi çekmeli ve gece ders çalışmalı bir hafta olduğu için bütün öğrenciler gibi biz de dünyadan kopmuş ve öğrenci olduğumuzu hatırlamak zorunda kalmıştık. Ben okulumu bitireli çok olduğu için ve onu da zaten dışarıdan okuyarak bitirdiğim için adapte olmakta biraz daha zorlanmış olabilirim. Yine de tek bir dersi riske sokmadan oldukça iyi puanlar alarak vizelerimizi bitirmiştik. Aslında bu bizi finallerde biraz daha rahat ders çalışmaya itebilirdi ama Betül de ben de notlarımızı yüksek tutmak niyetindeydik. Bu konuda birbirimizi gaza getiriyorduk. “Rüzgar’ın hastanesini satın alacağız Gülce. Hadi gülce yapabilirsin gülce!” diye gazlıyordu beni. “Paranla Yağız’ı döveceksin Betül. Hadi Betül! Sana güveniyorum! Yapabilirsin bunu!” diyerek ben de ona aynı şekilde karşılık veriyordum. Motivasyonumuz bile değişikti. Bir akşamüzeri sınavlarımızın sonuncusunu da atlattıktan sonra elimize cips ve kolamızı alıp, bilgisayarda güzel bir kore dizisi açmıştık. Betül’ün ranzasında otururken telefonuma bildirim gelince birbirimize baktık. Uzun zamandır telefonun bile ne işe yaradığını unutmuştuk. “Seni aşağıda bekliyorum küçük kız.” Selam yok mu? Nasılsın, ne yapıyorsun yok mu? Yurtta olup olmadığımı bile sormuyordu. Bir de Betül Yağız için kaba diyordu. Bu erkeklerin hepsi yontulmamış odun değildi de neydi acaba? Betül bana sırıtarak bakıyordu. Yurda giriş saatinin bitmesine neredeyse bir saat vardı ve yine aşağı çağrılıyordum. Bir tür dejavu yaşanıyordu ayaküstü. “Sen bu gece de yoksun anlaşılan Gülce. Üzerine bir şeyler al hava soğuk.” Gözlerimi devirdim. Kendimi tam bir tembel hayvan gibi hissediyordum. Son bir haftadır hem zihnen hem de bedenen çok yorulmuştum. Ama çağıran Rüzgar’dı yani. Gitmeyeni sevsinler! Yemişim Koreli kız güzellerini! Betül benim ahlakımı bozdu. Not edin sevgili okuyucu bunlar benim sözlerim olamaz. Birileri beynime işliyor resmen. Üzerimi isteksizce giyindim. Ya da öyle görünmeye çalışıyordum. Aslında kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu ve bir an önce onun safir mavisi gözlerini görmek, kokusunu içime çekmek istiyordum. Gecelerdir bana sarıldığı anın hayali ile uyuyordum. Rüzgâr açlığı çekiyordum. Tıpkı bir müptelanın yaşadığı o yoksunluk gibi damarlarıma kadar vuruyordu sızısı. Onu özlemiştim ama Betül2ün bunu anlamasını ve benimle alay etmesini istemiyordum. O yüzden aman ne gerek vardı şimdi diye homurdanarak ağır bir şekilde hazırlanıp merdivenleri ikişer ikişer indim. Yurdun karşısındaki kaldırımda bekliyordu. Motosikletine dayanmış deri ceketi ve siyah kot pantolonunun içinde telefonu ile ilgilenirken yurttaki kızların camdan onu izlediğini fark etmemiş gibi yapıyordu. “Senin yüzünden beni yurttan atacaklar mavi kuş.” “Hoş geldin küçük kız. Ben de seni özledim.” Telefonu cebine koyup yüzüme gülümseyerek baktı. “Nasıl geçti sınavlar. Notların bayağı iyiymiş diye duydum.” Tek kaşımı kaldırıp yüzüne baktım. “Nereden duydun?” Nereden duymuş olabilirdi ki? Beni mi takip ediyordu? “Kuşlar söyledi.” Dudaklarımı büktüm. Hiç komik değildi. “Orada öyle dikilecek misin?” Ondan birkaç adım uzakta duruyordum. Aslında ruhum çoktan boynuna dolanmış kokusunu içine çekiyordu. Ama bana bir tutukluk gelmişti. Ayağımla toprağı eşeleme ve kendimi kontrol etmeye çalışıyordum. “Yurda giriş saatini kaçırmak istemiyorum artık.” Elini saçlarına daldırdı. Siyah saçları dağınıktı ve özgürce dalgalanıyordu. Arada bir tutamını kulağının arkasına sokuyordu. İşte o zaman içim gıcıklanıyordu. Betül’den geçen bir başka sapıklık olsa gerek. “Tamam o zaman sana bir şey soracağım. Yarın akşam yurttan izin alıp benimle özel bir göreve gelir misin?” Özel görev dediğinde tek kaşım kendiliğinden havaya kalktı. “Yine beni kötü yola düşürmeyeceksin değil mi?” Elini tekrar saçlarına daldırdı. Sıkılgan bir tavırla gülümsedi. “Hayır öyle bir şey değil,” dedi. Sonra motosikletinin arkasından bir kutu çıkartıp bana uzattı. “Ama bunları gitmeni istiyorum.” Kutuyu elinden aldım. Umarım seksi iç çamaşırı falan yoktur diye geçirdim içimden. Sonra aklıma böyle şeyler soktuğu için Betül’e bir küfür savurdum. Yani Rüzgâr neden bana öyle bir şey alsındı ki? “Yarın akşam yani?” dedim emin olmak için. Başını sallayıp gülümsedi. “Kötü bir şey olmayacak değil mi? Beni koruyacağına söz veriyor musun?” Gözlerime baktı. “Seni canım pahasına koruyacağıma ve sana bir şey olmasına izin vermeyeceğime söz veriyorum.” Onun gözlerinde kayboldum. Yok oldum. Eridim kendi şeklimi kaybettim. Sonra bir çift yakut gözde tekrar can buldum. “Yarın akşam görüşürüz o zaman,” dedim ve elimdeki kutuyu alarak yurda geri döndüm. |
0% |