@yazarkasa
|
Odaya geri döndüğümde ranzasında uzanmış bilgisayarından Kore dizisi izlemeye devam eden Betül şaşkınca yüzüme baktı. “Senin burada ne işin var?” diye sordu. Cipsini elinde tutmuş yüzüme aval aval bakıyordu. “Burada kalıyorum ben Betül. Neden burada olmayayım?” Betül yanaklarını şişirip dilini dışarı çıkardı. Gözlerini devirdi ve pufladı. “Komik değilsin. Kavga mı ettiniz yoksa? Taze aşıkların ilk kavgası.” Şiddetli bir kahkaha attı. Resmen türk dizilerindeki kötü üvey anne kahkahasıydı. “Hayır kavga etmedik. Kavga etsek bana bunu verir miydi sence?” Elimdeki koca paketi Betül’ün rahat görebilmesi için ona doğru uzattım. Tahmin ettiğim gibi kutuyu görünce gözleri irileşti ve yataktan ok gibi fırlayıp biranda yanımda belirdi. “Vay be! Büyük bir şeye benziyor Gülce. Bak ben bu kutudan büyük hissediyorum valla.” Sonra durdu ve kutuya kaşlarını çatarak baktı. “Ama yine de bir pırlanta kutusu ya da araba anahtarı olamayacak kadar büyük bir paket. Bazı değerli şeyler küçük kutuda olur güzelim. Neyse yine de umudumuzu yitirmeyelim. Belki birkaç deste para da koymuştur kenara. Yani harcayalım diye.” “Manyak mısın kızım Rüzgâr bana neden para versin? Hem de birkaç deste! Mafya dizisi mi izliyorsun sen yine?” Betül yine bana o çirkin suratını yapıp dil çıkardı. “Bu aralar wattpad hikayelerine sarmış olabilirim ama konumuz bu değil. Hiç romantik değilsin Gülce.” Gözlerimi devirdim. “Bu romantiklik değil Betül. Sen yolacak kaz arıyorsun. Ayrıca kalbin de çok fesat.” Betül beni hiç dikkate almıyormuş gibi elimdeki çantayı almaya çalıştı. Umursamıyordu bile söylediklerimi. “Bu işler karşılıklı canım. Neyse sen bunları düşünme. Aç bakalım şu paketi de içinde ne varmış görelim. Gerçi bayram değil seyran değil enişte seni niye öptü onu da anlamadım ben.” Bir yandan paketi açmaya çalışıyorduk. Pek nazik olduğumuz söylenemezdi. Şık kâğıt paketi orasından burasından yırtmak zorunda kalmıştık. Kibar kızlar değildik. Böyle şekilli hediyelere alışmamıştık. Heyecanımızı kontrol edemiyorduk. Betül benden de heyecanlı ve hevesli görünüyordu. Bense kararsızdım. “Yarın akşam onunla bir yere gitmemi istedi. Giderken bunu giymeliymişim.” İnce kağıtlara sarılmış elbiseyi nazikçe kutudan çıkardık ve ranzanın ikinci kat korkuluk demirine astık. Betül bir şey daha soracaktı ama kutudan çıkan kan kırmızısı elbise ile ikimiz de donup kaldık. Elbise çok güzeldi. Kırmızı parlak bir kumaştandı. Çok uzun değildi ama mini bir elbise de değildi. Etekleri diz altına kadar geliyordu. Eteklerinde gül şekli verilmiş kabarık kumaşlar vardı. Belden oturmalı ve askılı bir elbiseydi. “Bence kesin pazardan falan almıştır. Dur bakayım markasına LC Waikiki’den mi almış?” Betül direk elbisenin etiketine baktı. fiyat kısmı kesilmişti ama süslü marka kağıdı duruyordu. “Valentino da ne be! Hiç duymadım böyle marka.” Betül dudağını büktü. Çakma bir elbise gördüğü için hayal kırıklığına uğramıştı. “Valentino mu? Oha! Orijinal Valentino mu o?” Tasarım ikinci sınıfta okuyan Ece yanımıza gelip elbiseyi inceledi. “Gerçek bir Valentino. Hem de son koleksiyondan en iyi parça. Bunlardan bir tanesini yakından gördüğüme inanamıyorum. Kumaşın kalitesine, dikimin güzelliğine bakar mısınız? Muhteşem bir parça.” Ece hayranlıkla elbiseyi mıncıklarken biz de Betül’le birbirimize bakıyorduk. Ece bu markayı bu kadar övüyorsa buradaki tek sorun bizim cahilliğimiz olmalıydı. “Bak pakette ayakkabısı ve çantası da var. Tıpkı katalogdaki gibi. Muhteşem.” Paketten kırmızı satenden uzun ipleri olan ince topuklu ayakkabılar çıkmıştı. Ve kırmızı kumaş, -muhtemelen elbiseyle aynı kumaştı- kaplı küçük bir gece çantası vardı. Ayrıca üzerinde Atasay yazan koca bir kutu çıktı. Kutuyu görünce üçümüz de aynı anda oha diye bağırdık. Atasay mı? Ciddi olamazsın mavi kuş! Hepimiz elbiseyi ayakkabıyı unutmuş ve takı kutusuna odaklanmıştık. Kutudan gül şeklinde ortasında pırlanta olan küpeler, bir kolye ve aynı güllerin birbirine tutturulması ile yapılmış bir bileklik varı. Güller beyaz altındandı ve ortalarındaki taş -umarım pırlanta değildi parlıyordu. Betül kutudaki kâğıdı kaptı hemen. Ece elini takıların üzerinde gezdiriyordu. “Oha! Sertifikaymış bu. Pırlantalar orijinaldir falan diyor. Bu Rüzgâr salak çıktı iyi mi? İki günde pırlantalara boğmaya başladı ya seni. Gençlik dizisinde bile olmaz bu kadarı yemin ederim salak bu adam. Var ya gey olmasını tercih ederdim. Bu ne böyle?” Ne diyeceğimi bilemedim. Ucuz bir öğrenci yurdunda kalan basit, köylü bir kıza verilecek hediyeler bunlar olmamalıydı. Ne yapacaktım? Geri mi verecektim? Belki bunlar hediye değildi. Yarın giyip geri verecektim. Kiralık gibi bir şey olmalıydı. Bana özel olamazdı. “Bunları kabul edemem. Ona yazacağım.” Biraz önce paketten para çıkmasını bekleyen Betül bile şok olmuş bir halde bakıyordu. Başını olumlu anlamda salladı. “Bence de kızım. Daha en başında bunu kabul edersen seni çıkarcı ve ucuz bir kadın sanabilir. Ayrıca bir öğrenci için çok fazla bunlar. Sen ona şöyle yaz. Bunları al bana nakit, keş, sıcak para gönder de. Kendi elbisemi kendim seçerim falan de. Bu ne avamlık böyle. Hiç yakıştıramadım.” Betül bunları söylerken kolyeyi boynuna takmış ve kırmızı çantayı elinde tutuyordu. Odadaki boy aynasından kendini izlerken yüzündeki memnuniyet ifadesini görebiliyordum. “Bence çok ince bir beyefendiymiş. Ayrıca zevkli de. Yani romanlarda olabilecek bir şey değil mi? Çok romantik.” Ece de ayakkabıyı giymeye çalışıyordu. Onları durdurmaya çalışmadım. İyice mıncıkladılar paketteki kıyafetleri. Ben telefonumu elime alıp mesaj yazmaya başladım. “Bu kıyafetler ve pahalı takılar çok fazla değil mi? Bir genç kızın hayalleri ile böyle oynayamazsın Mavi Kuş…” Bir süre telefonu elimde tutup öylece bekledim. Ama cevap gelmedi. “Kötü düşünme gülce. Belki trafik kazası geçirmiş ve komaya girmiştir.” Suratımı asıp telefonumu kapattığımda ve onu ranzadaki yatağıma attığımda Betül moralimi düzeltmek istemişti. “Aman sakın öyle şeyler olmasın. Velinimetimize.” Ece kırmızı elbiseyi almış onunla dans ediyordu. Böyle söyleyince Betül’le gülüşmeye başladılar. “Ya şunları bıraksanıza kızım. Bir yerine bir şey gelecek. Sonra parasını nasıl ödeyeceğiz bunların? Valla böbreğimizi alırlar.” İkisi de ellerindeki eşyaları bırakmadan alay edici bakışlarla bana bakıyorlardı. “Böbreğini değil de kalbini almaya çalışan birileri var sanırım,” dedi Ece imalı bir şekilde. “Ve kalbin çok değerli Gülce. Bence sana bunu söylemek istiyor.” Betül Ece’nin elindeki elbiseleri çekiştirerek elinden aldı. “İflah olmaz bir romantiksin kızım sen. Kızın da kafasını karıştırma şimdi.” Betül elbisenin olduğu kağıt çantayı eline alıp sallamaya başladı. “Bunun içinde bir şey daha var. Ay bayılazaam şimdi. Wattpad hikayesine döndü bu durum.” “Bir de Bayıl istersen Betül,” dedim gülümseyerek. Gelen hediyeleri gördükçe seviniyor mu kızıyor mu anlamıyordum. Heyecanı karma karışık yaşıyorduk. Mesela ben hem mayışmıştım elbiseyi görünce hem de içimden ne oluyor bu kadar pahalı hediyeler falan diye sorgulamaya başlamıştım. Ne yapmaya çalışıyorsun Mavi kuş? Betül bir elini alnına götürüp kendini sırt üstü ranzaya atarken ece karton çantanın dibini eşeliyordu. “Oha! Parfüm bu. Hem de Valentino.” Ece parfümü kutusundan çıkardı, havaya sıkıp koklamaya başladı. “Kalite kokuyor resmen.” Parfümün şişesi yuvarlaktı ve üzerinde üç tane çiçek vardı. İçindeki parfüm mü açık pembeydi camı mı bilemedim. Ama güzel kokuyordu. Hafif ve mayhoş bir kokusu vardı. Ne diyeceğimi bilemeden şaşkınca odaya yayılmış eşyalara bakıyordum. Kapıdan geçenler de şöyle bir içeri uğrayıp elbiseyi mıncıklıyor ve ayakkabıyı çantayı deniyorlardı. Betül onları engellemeye çalışıyordu. Takı kutusunu kendi ranzasındaki yaylı yatağın altına sokmuştu. Tam bu karmaşanın ortasında, müze ziyaretçilerimiz giderek artarken ve sanki beş kavanoz balı yüz liraya satıyormuşuz da kaçırmak istemiyorlarmış gibi herkes odaya doluşurken telefonuma bildirim geldi. “Yarın akşam şık olmanı istiyorum. Ve bu kıyafetler senin yanında sönük kalacak biliyorum. Yarın için göndereceğim adrese istersen tek istersen Betül’le gidip orada hazırlanman daha uygun olacak. Seni oradan akşam yedi gibi alırım. Adresi atıyorum.” Attığı adrese tıkladım. Bir güzellik merkezinin adresiydi. Saç tasarım, tırnak bakımı, cilt bakımı hatta bölgesel incelme gibi şeyler yapan bir yere benziyordu. Daha doğrusu sayfalarında bunlar vardı. Bir bakıma rahatlamıştım çünkü bu kıyafetlerle yurttan çıkamazdım. Ayrıca bu kıyafetlere göre saç ve makyaj yapabileceğimi sanmıyordum. Ama bir bakıma da bu emrivaki hoşuma gitmemişti. Genç mafya babası kızı etkilemek için pahalı hediyeler alır. Sonra? “Bunları yarın akşamdan sonra geri alacaksın değil mi? Bende kalmayacak?” Daha öfkeli olmam lazımdı ama değildim. Kızmam lazımdı ama kızamıyordum. Şımartılmış bir yanım Rüzgâra teşekkür etmem içi ısrar ediyordu. Ama diğer köylü yanım ne teşekkürü bas soyuna sopuna küfrü diyordu. “İstersen kalabilir. İstemiyorsan benim evde dururlar.” Derin bir nefes aldım. Betül bir kızın ayağından kırmızı ayakkabıları çıkarırken koca ayaklarıyla kül kedisi olduğunu mu sanıyorsun diyerek söyleniyordu. Kız işletme bölümü birinci sınıf öğrencisiydi. Ve gerçekten ayakları kocamandı. O ayakkabıya girmesi mümkün değildi. “İstemiyorum. Bunlar çok pahalı. Ben kül kedisi değilim unuttun mu ben Sancho Pancho’yum.” Telefonu yatağa koyup Ece ve Betül’le beraber odadaki kızları kovalamaya çalıştım. Elbise yurt odasındaki demirden küçük dolaba zar zor sığmıştı. Ayakkabıları, çantayı ve parfümü Betül’ün dolabına koydum. Ve Betül’e güzellik merkezinden bahsettim. Tabi ki hem sevinip havalara uçtu hem de Rüzgar’ın tam bir kıro ve süzme salak olduğunu söylemekten de geri kalmadı. Bu arada takıların üzerinde uyuyacağı için de çok mutluydu. “Bu gece rüyamda bir prenses olur muyum sence? Ay bunlar beni yataktan kaldırıp almasınlar. Ban inek Şaban’ın tereyağı hikayesine dönmesin bu iş? Kızım bizim neyimize pırlanta?” Sonra Betül çok dahiyane bir şey yapıp. Takıları takmam gerektiğini, üst katta yattığım için benim üzerimden alamayacaklarını söyledi. Ama kabul etmedim ve yatağın altında kalmalarının daha güvenli olduğunu söyledim. Betül biraz daha ısrar etti. Bu sırada telefonuma mesaj bildirimi geldi. O konuşurken mesajı açtım. “Benim küçük sevgilim… Sen bana neler yaptın…” Telefon elimde donup kaldım. Böyle bir mesaj beklemiyordum. Ensemde ılık bir nefesin kulağımda Rüzgar’ın kısık ve şuh sesinin hayaleti gezinmeye başladı. Kalbim hızla çarparken ne demek istediğini ne yapmaya çalıştığını sorguluyordum. Beni kalp krizinden öldürmek mi istiyorsun mavi kuş? “Aklımı bulandırma Mavi Kuş! Göreve odaklanalım bence. Yarın akşam görüşürüz.” Yüzümde aptal bir gülümseme vardı ve Betül benimle bu yüzden dalga geçiyordu. Ona aldırmadım. Kalbim kızgın bir yağ gibi bütün damarlarımı yakarak erirken içimden aynı şarkıyı tekrar ediyordum. “Keşke sen de benim kalbimi bu kadar bulandırmasan küçük kız… İyi geceler…” Nefes aldığımda kalbimdeki ateş daha da harlanıyor ve sıcağı göğsümü daraltıyordu. Rüzgar’la bir ringdeydik ve o bana sağlı sollu vururken ben sadece durmuş yumruklarını bekliyordum. Ona yeniliyordum hey hat! Beni nakavt ediyordu. O gece bir daha Kore dizisi izlemek gelmemişti içimizden. Cips ve kola da dolaba kaldırılmıştı. Ertesi gün cumartesiydi ve vizeler bittiği için de üzerimizde tatlı bir rehavet vardı. Rüzgâr da rehavetimizin tam orta yerine limon sıkmıştı. Kafam karışıktı. Ben onun oyun arkadaşı mıydım? Sancho gibi yardımcısı mıydım? neden bana bu kadar yakın davranıyordu? O benim neyimdi? Olmayacak duam mı? Yürüyen şatosunda beni bekleyen Howl mu? Neyiz biz mavi kuş? Nereye gidiyoruz? Bir taş gibi uçurumdan hızla yuvarlanıp senin kucağına paldır küldür düşüyorum. Haberin var mı mavi kuş? Hem düşüyorum hem kanıyorum, her yerim acıyor ama sana doğru hızla yuvarlanıyorum. Haberin var mı? Sen de mi düşüyorsun yoksa beni mi bekliyorsun? Ah bir genç kızın aklını bulandırmayı çok iyi biliyorsun mavi kuş. Zalımsın! ** Elimiz kolumuz dolu bir şekilde güzellik merkezinin yolunu tuttuk. Belediye otobüsündekiler bize şaşkınca bakacak diye düşünüyordum ama kimse kimseyi umursamıyordu. Betül’le geç saatlere kadar oturduğumuz için kahvaltımızı geç yapmıştık. Ve gideceğimiz güzellik merkezi bulunduğumuz ilçeye pek yakın değildi. Betül bu yüzden Rüzgar’ın üzerine bir çizgi daha çekti. İnternetten saha yakın bir yer araştıramaz mıymış, neden erkeklerde ince düşünce yokmuş… “Yağız’ı da göreceğuk Betül. Sen çok büyük konuşuyorsun var ya. Bilmiyorum sanki bu kadar büyük konuşmanın sonunda Yağız gelecek senin ağzının ortasına tükürecek gibi geliyor bana.” Betül gözlerini devirip bana baktı. kaşları çatılmıştı. “Yağız kim be! Ben onun ebesinden girer ninesinden çıkarım. Peh! Ağzımın kenarından geçemez o benim değil ortasına tükürmek kenarını…” Kahkaha attım. “Kenarını ne? Isıramaz mı?” Betül dudaklarını dişledi. Aklına çok fena şeyler geldiğine emindim. Gözlerinden ateş çıkıyordu. Aşk ateşi belki tutku ateşi. Derin bir nefes aldı. “Kes saçmalamayı. Ne ısırması ne dişlemesi. Yağız’la bizim aramızda bir şey yok. Olamaz da.” “Ona bakarsan bizim de Rüzgar’la aramızda bir şey yok. Hem biliyorsun o…” Betül kaşlarını kaldırınca sustum. “Sakın Gülce. İki salak birbirinizi ne güzel bulmuşsunuz yemin ediyorum. Bu kadar mal olmayın. Delirtiyorsunuz beni.” Betül kayışı koparmak üzereydi. Üzerine gitmemeye karar verdim. “Tamam patron kızma. Sen ne dersen o olsun. Sakin ol şampiyon.” Betül gergin bir şekilde gülümseyerek yüzüme baktı. Burnundan soluyordu. Onu kızdıranın ne olduğunu anlamıyordum. Ne zaman Yağız konusu açılsa parlayıp konuyu değiştiriyordu. “Şimdi o güzellik merkezine gidiyoruz ve güzelce bakım yaptırıp hepsini enişteye kitliyoruz.” Kötü kadın karakterler gibi gülümseyip başını otobüsün camının olduğu tarafa çevirdi. Güzellik salonuna geçtiğimizde randevumuz olduğunu ama bizim randevudan önce geldiğimizi söylediler. Randevunun kaçta olduğunu bilmiyorduk ki! Ah şu erkekler her işleri yarım yamalak olmasa olmaz zaten. Betül randevusunu iptal eden bir kadının yerine geçip kendini cilt bakım odasına attırırken ben saç ve makyaj için sıramı bekledim. Sonunda işlemler bitip de elbisemi giydiğimde aynada gördüğüm kızı ben bile tanıyamadım. Hafif bir makyaj ve rahat bir topuz yaptırmış olmama rağmen çok değişmiştim. “Kendim çıplak gibi hissediyorum Betül.” Her an vazgeçmek üzereydim. Benim ne işim vardı bu kıyafetle gidilecek bir toplantıda? Rüzgar ne yapacaktı ki? Şimdi de eskort diye mi tanıştıracaktı beni? Giderek tedirginlik ve korku duymaya başlıyordum. “Ya ben vazgeçtim yazsam Rüzgar’a. Yani bensiz gitse ne olacak ki sanki. Ne yapacağımı bile bilmiyorum. Bu ayakkabıyla da yürüyemiyorum zaten.” Elime telefonu almış titrek bir şekilde tutup ne yazacağımı düşünürken rüzgar2dan mesaj gelmişti. Kapıda beklediğini yazmıştı. Kapıda! Şimdi! Kalbim hızla çarpıyordu. Sanki gelinlik kız olmuştum da erkek tarafı koca bir konvoyla beni aile evimden almaya gelmişti. Elim ayağım birbirine dolandı. Bu kıyafetle dışarı çıkmak hiç içime sinmiyor bana garip geliyordu. Sonunda Betül’ün iteklemeleri ile binadan çıkarken topuklularla ayaklarım yamularak yürümeye çalışıyordum. Rüzgâr tam da kapının karşısında durmuş bana bakıyordu. Yakut mavisi gözlerinin üzerimde gezindiğini hissedebiliyordum. Kalbim durmak üzereydi. “Çok güzel olmuşsun gül güzeli,” dedi Rüzgâr. Heyecanım azmış gibi o da ateşi körüklemeye yemin etmişti sanki. Başımı öne eğdim. Kısık sesle teşekkür ettim. “Betül seni yurda bırakmamı ister misin?” Betül cildi bakımdan parlarken sıkılgan bir şekilde tebessüm etti. “Gerek yok teşekkürler. Yağız da buralardaymış beni alabileceğini söyledi.” İçimdeki teyzeler örgülerini ellerine almış başlarını pencerelerinden uzatıp he he yedik biz de dediler. Onlara katılırken gülmemek için kendimi zor tuttum. Bu adamın da yolu hep Betül’ün yakınlarından geçiyordu nedense! Rüzgâr bir şey söylemedi. “Tamam o zaman. Yağız’a selamımı söylersin. Biz de geç kalmadan yola çıkalım.” Betül’le vedalaşıp arabanın ön koltuğuna oturdum. Artık Rüzgar’ın beni yönlendirmesine gerek yoktu. O koltuğu benimsemiş ve kabul etmiştim. Çok mu kolay kabulleniyordum ondan gelen her şeyi? Rüzgar benim zaafım mı oluyordu giderek? “Nereye gittiğimizi söyleyecek misin? Gerçekten bir görev var mı ortada?” Rüzgar arabayı çalıştırdı. Aracı park ettiği yerden çıkartırken yola odaklanmış görünüyordu. “Bu elbise sana çok yakışmış. Yakışacağını biliyordum ama nefes kesecek kadar yakışacağını hesap etmemiştim. Dikkatimi dağıtacaksın. Ve herkesin dikkatini üzerinde toplayacaksın ve ben çıldıracağım. Söylesene küçük kız, bu haksızlık değil mi?” Asıl haksızlık senin bana yaptıkların mavi kuş? Aklımı karıştırman, kalbimi bulandırman, yüzüme bakıp gülümsemen... Hepsi haksızlık! Bana ümit veriyorsun. Ama verdiğin ümit bir ilaç değil bir zehir. Ama olsun ben onun zehir olduğunu bile bile içeceğim. “Bu benim sorumun cevabı değil.” Rüzgâr derin bir nefes aldı ve sağ sinyalini verip o yöne giden yola saptı. Gökyüzü kararmış şehrin ışıkları yavaş yavaş yeryüzünü aydınlatmaya başlamıştı. Yollar nispeten sakin görünüyordu. “Bir davete gidiyoruz. Ve senin görevin sadece yanımda durmak. Bir şey yapmana gerek yok.” “En son böyle söylediğinde olanları unutmuş değilim.” Gözlerimi kısarak Rüzgar’a baktım. Kırmızı ışıkta durmuştuk. Rüzgâr başını çevirdi. Bakışları dikkatli ve kararlı görünüyordu. “Sana bir şey olmasına asla izin vermem küçük kız.” Radyonun tuşlarına basıp müziği açtı. Gözlerini benden kaçırıyordu. Oysa ben sonsuza kadar gözlerinde yaşayabilir sonsuza kadar bir tek bana bakması için yalvarabilirdim. “Sadece yanımda durman ve gülümsemen yeterli.” “Neden? Bir şey yapmayacaksam neden seninle geliyorum? Beni peşinde sürüklüyorsun. Sana ayak bağı olacağım.” Düz ve geniş yolda ilerlerken hızımızın arttığını hissettim. Rüzgâr bir aracı solladı. Sonra sağ şeride geçti. Tüm dikkatini yola vermiş gibi görünüyordu. “Çünkü sen yanımdayken yel değirmenleri ile savaşacak gücü kendimde hissediyorum.” Hızımız yüz kilometrenin üzerindeydi. Hız sınırını çoktan geçmiş olmalıydık. Ama beni heyecanlandıran ölüm korkusu değildi. Kaza yapmaktan korkmuyordum. Ona güveniyordum. Kendimi sorgusuz bir şekilde ona teslim edecek ve sınırsız bir güvenle ona destek olacak kadar güveniyordum. |
0% |