@yazarkasa
|
Salonda oturmuş ellerimizde sıcak kahve kupalarımız ağır ağır yudumladığımız kahvelerimiz ve kafamızda tonlarca ağırlık yapan yükle beraber bir çıkış noktası arıyorduk. Labirente düşen fareler gibi görünüyorduk. Peynire mi çıkışa mı gitmeliydik? “Bunu hukuki yollardan halledebiliriz,” dedi Yağız. Bunu inandığı tüm o adalet, hukukun üstünlüğü ilkelerine bağlı olduğu için söylüyordu. Ama içten içe hukukun o çocuklar için yapabileceği bir şey olmadığını biliyordu. Eğer adalet sistemi düzgün işleseydi zaten bir yerlerde bir çocuk ya da genç bir kızın saçının teline zarar gelmezdi değil mi? Ama insanlar vicdanlarını rahatlatmak için kötüleri cezalandıracağı bir sitem kurmuştu sadece. Kötülüğü engellemek için değil! Rüzgâr ellerini yüzüne kapatıyor, parmaklarını saçlarına daldırıp hafifçe çekiştiriyor ve sık sık gözlerini ovuşturuyordu. Dinlenememişti. Bu da onu gergin yapıyordu. Olması gerekenden daha gergindi. “Hukuki yollar neler? Önerebileceğin yollar neler mesela?” Rüzgâr burnundan soluyarak ama garip bir sakinlikle konuşuyordu. “Bilmiyorum. Öncelikli olarak polise gitmeliyiz. Bildiklerimizi anlatabiliriz. Sonra da o insanları adalet önüne çıkartmamız gerekiyor.” “Ben zaten polislerle iletişim halindeyim. Ama onları engelleyen o kadar çok prosedür ve bürokrasi engeli var ki ancak birileri onları işte burada demediği sürece gidip baskın yapamıyorlar bile. Elleri kolları bağlı. Bu konularda sivrilip öne çıkmak ve birilerinin dikkatini çekmek istemiyorlar. Hukuk desen zaten bu adamların her yerde eli kolu var. Onlara ulaşamadan harcarlar seni. Ne olduğunu bile anlayamazsın. Yağız bu adamlar çok tehlikeli. Ve illegal bir dünyada yaşıyorlar. Kendi illegal dünyalarında. Onlara ulaşmak için onların dünyasına girmen gerekiyor.” Yağız öfke ile garip sesler çıkarıp ayağa kalktı. Pencerenin önüne geçip durdu ve İstanbul manzarasına baktı. “Ne yapmayı planlıyorsun?” dedi pes etmiş boğuk bir sesle. Bunu ben de merak ediyordum. Ne yapacaksın mavi kuş? Nereye sürükleyeceksin beni peşinden? Yolun sonunda bizi ne bekliyor? Bu yolun sonu var mı? Yel değirmenleri ile savaşın bir sonu olabilir miydi? “Bilmiyorum kardeşim. Tek bildiğim böyle hücre evlerini tek tek avlamakla bir yere varamayacağımız. Daha büyük bir eylem gerekiyor. Ama sizi bu işe bulaştıramam o yüzden uzak durmanı istiyorum. Beni anlıyor musun?” Yağız anlamış gibi başını salladı. Rüzgâr kahvesinden bir yudum alırken çok düşünceli görünüyordu. Yorgundu. Gözlerinin altı mora kesmişti. Bardağı tutarken ellerinin titreyip titremediğini kontrol ediyordum. “Gülce’yi bulaştırdın ama!” Betül ilk defa konuşmuştu. Sesi keskin bir öfke ile bilenmiş gibi sert ve sivriydi. “Onu bulaştırmakla da kalmadın. Ateşin içine attın. Bize acıdığın kadar ona acımıyor musun?” Tamam sevgili okuyucu, Betül konuşana kadar olayları bu yönüyle düşünmemiştim. Ben sadece Rüzgar’ın yanında olduğum için olayları tamamen romantik bir gözle değerlendiriyordum. Siz de bana katılıyorsunuz değil mi? O beni çok sevdiği için yanında istiyordu. Ama bütün bu kötülüğün ortasında ne işim vardı? Rüzgâr hayretler içinde kalmış şaşkın bir insanın irileşmiş gözleri ve havaya kalkmış kaşları ile Betül’e bakıyordu. Ona kızmış mıydı? Alınmış mıydı? Yoksa bazı şeyler onun da kafasına dank mı etmişti? Çözemiyordum. Konu Rüzgâr olduğunda çözümleyemediğim o kadar çok şey vardı ki… Ama neyse ki konumuz bu değil sevgili okuyucu. Yoksa size upuzun bir paragraf boyunca duygularımı anlatırdım, patlatırdım sizi ama zaten yorgunum. Daha sonra konuşuruz bunu da. Hadi bakalım at içine Gülce! Biriktir hepsini, patlayana kadar biriktir. “Ben...” dedi Rüzgâr ama gerisini getiremedi. Sustu ve bardağında iyice soğuyan kahvesine odaklandı. “Bencillik ettim, haklısın,” dedi sonunda. Sesi hüzünle perdelenmiş yılgınlıkla perçinlenmiş ve sonunda yorulup hayattan vazgeçmiş gibiydi. Bir süre kimse bir şey söylemedi. Herkes kendi vicdan muhasebesini yapıyor kendi iç hesaplaşması ile boğuşuyor gibiydi. Benim aklımda Rüzgar’ın Howl’a ne kadar benzediğini söyleyen bir ateş cini vardı, onunla uğraşıyordum o ara. “Artık kendi başıma devam etmeliyim. Burada öğrendiklerinizi unutun ve yolunuza devam edin. Bundan sonrası benim sorunum.” Oturduğum yerden kalktım. Neden Rüzgar’ın karşısına oturmuştum ki zaten. Onun karşısına oturup sadece izlemek bana göre değildi. Ama nedense o akşam ona dokunmak canımı acıtacak gibi geliyordu. Ama o an karşımdaki çaresizliğin resmi gibi duruşu daha çok canımı acıtmıştı. Siyah tüyleri ile kanatlı bir. Canavara dönüşen Howl’un yorgun, yaralı ve yılgın bir şekilde yürüyen şatosuna, Sofia’ya döndüğü sahne geldi aklıma. Eğer beni anlamak istiyorsan o filmi izlemelisin sevgili okuyucu. Ayağa kalktım ve yanına oturdum. Ona dokunmak ve elimi eline bastırıp teninin tadını almak istedim ama yapamadım. “Ben her zaman yanında olacağım. Ateşin ortası ya da cehennemin kıyısı fark etmez.” Rüzgâr yorgun bir gülümseme ile bana baktı. “Ben de her zaman yanımda olmanı istiyorum küçük kız. Ama bu bencillik… Sen çok daha iyilerini…” Onun sözünü bıçak gibi kestim. Bu klişe tesellilere tahammülüm yoktu. “Hak etmiyorum. Ve daha iyilerini istemiyorum. Sevgi bencildir. Ben de bencillik edip yanında kalmayı seçiyorum.” Kararlılıkla Rüzgar’a bakmaya çalışıyorum ama gözlerim yanmaya başlamıştı bile. Göğsümde gözyaşı bulutları dolaşıyor kalbimde şimşek yüklü bulutlar geziniyordu. “Ayrıca bayım,” diye araya girdi Betül. “Kusura bakma ama ben de hiçbir yere gitmeyi düşünmüyorum.” Yağız Betül’e şaşkınlık ve gururla karışık bir gülümseme ile bakıyordu. Hepimiz aynı anda Betül’e bakmıştık ama onun gözlerindeki ışıltı bizde yoktu. Belki şaşkınlık. Belki minnet. Ama kesinlikle gurur ve memnuniyet ya da aşkla bakmıyorduk. Aşkla… “Anlaşılan o ki kardeşim,” dedi gözlerini Betül’den ayırmadan “artık beraber devam edeceğiz. Her ne yapacaksak…” Ne yapacağımızdan emin değildik. Rüzgâr bildiklerini anlattı önce. Onların içine nasıl sızdığını, yeraltı dünyasının takıldığı yerlerde dolaşıp dikkat çekmeye çalıştığını anlattı. Kumar borcu olan, ailesiyle uyuşamayan ve psikolojik sorunları olan biri gibi davranıyordu. Son ikisi için çok uğraşması gerekmemişti muhtemelen. Çocuk doktoru olması da organ mafyasının dikkatini çekmişti elbette. Bir de abisi Kaya vardı. Onun da bu adamlarla ortaklıkları olduğunu düşünüyordu. Bunu dile getirdiğinde hepimiz karşı çıktık. Kayacağım yapmaz öyle şeyler sayın sevgili okuyucu. Adam biraz çapkın birine benziyor evet ama mafya ile çalışmak onun boyunu aşacak türden bir iş değil mi sizce de? Sonuçta akşama kadar konuşup tartışıp bir yere ulaşamamıştık. “Şimdilik tek düşündüğüm o çocukları iyileştirmek,” dedi Rüzgâr yorgun bir sesle. Sürekli gözlerini ovuşturmaktan gözlerinin beyazı kızarmaya başlamıştı. “Bence,” diye araya girdim. “Bugün için yapabileceğimiz daha fazla şey yok zaten. En güzeli biraz dinlenmek. Özellikle sen mavi kuş,” dedim ama sonra pişman oldum. Çünkü Yağız ve Betül en hin, en dedikoducu teyze suratları ile bana bakıyordu. Kesik bir öksürükle konuşmama ara verdim. “Yani Rüzgâr Bey.” Evet bu da fazla resmi olmuştu farkındayım sevgili okuyucum, canım dert ortağım, en gözde kusur bulucum. Ama bu yolda batmıştım bir kere. “Evet, Rüzgâr bey yorgun görünüyor bence de,” dedi Betül. Bey kelimesine vurgu yaparak küfreder gibi sırıtırken bir anda yüzü soldu. “Ama biz artık yurda gidemeyiz. Geç kalırız.” Gözüm Yağız’a doğru kaydı. Hayal kırıklığına uğramış, yıkılmış gibi görünüyordu zavallı. “Ben sizi bırakabilirim. Yetişiriz bence,” dedi gayet kendinden emin bir telaşla. Burada kalınca Rüzgar’la aynı yatakta yatıp parti verecekmişiz günah alemlerine akacakmışız gibi mi düşünüyordu acaba? Ah şu erkekler; kıskanınca da pek bir aptal oluyorlar. Severken de… “Gülce de yorgun görünüyor. Hem belki çocuklar için yapmamız gereken bir şey olabilir. Bence ben burada kalayım bu gece.” “Saçmalama canım sen ne yapacaksın çocuklar için.” Yağız saçma sapan bir gülüşle ayağa kalktı. Sonra oturup Rüzgar’a baktı. Bakışlarındaki çaresizlik yardım çağrısında buluyordu. “Yağız haklı. Şimdi çıkarsanız sizi yurda yetiştirebilir. Ben de gece çıkıp çocukları kontrol edeceğim zaten oradaki görevliler onlarla ilgileniyor. Şimdilik yapabileceğimiz bir şey yok.” Rüzgar’a döndüm ve Bihter Yöreoğlu bakışı ile baktım. Beni istemiyor musun Mavi kuş? Beni, Bihter’ini… Bakışı. “Sen de yurda gidip dinlenirsin böylece. Aklım sende kalmamış olur.” İkna edici olabilirdi. Aklım ikna olmuş olabilirdi. Ama kalbim asla buradan başka yerde olmaya dayanabilecek kadar güçlü değildi. “Ben gidemem. Üzgünüm. Betül seni Yağız yurda götürsün. Haberleşiriz.” Betül’ün inatçı tavrı ile bir süre tartışsak da sonuçta Rüzgar’da kalmaya karar verildi. Yağız bir davet bekleyen komşu çocuğu gibi irileşmiş gözleri ile baksa da kimseden böyle bir talep gelmedi. Rüzgâr nezaket icabı bile bir şey söylemedi. Biliyor tabi başına gelecekleri. Yine de kapıdan çıkana kadar yeterince naz yaptı. Ve Betül’ü de sinir etmeyi ihmal etmedi. Bunların arasında her ne varsa çekim gücü yüksek itim gücü ondan da yüksek bir duyguydu. Atomik çekim, aralarındaki duygunun adını böyle koydum. Yağız’ı İzmir marşı ile uğurladıktan sonra -ki bence o yine apartmanın önünde uyuyacak bu akşam-, Rüzgâr yanımıza geldi. “Kızlar,” dedi gülümseyerek. Sanırım bu eve yerleşme fikrimizi o da sezmişti. İçten içe bunun için yer bile yapıyor olabilirdik. Ama henüz kimse bunun farkında değildi. “Çok mu yorgunsunuz? Yoksa aç mısınız?” Rüzgar’ın yorgun olduğunu biliyordum onu daha da yormak istemiyordum. Ama biz de acıkmıştık. Hatta ben o gün bir şey yediğimi bile hatırlamıyordum. Nasılsa artık açlığı da hissetmeyecek bir haldeydim. “Biz mutfakta bir şeyler hazırlayabiliriz,” dedim cansız bir sesle. Bitkinliğim gizleyemeyeceğim kadar yüzeye doğru çıkmıştı artık. “Bence bununla uğraşmayalım. İstediğiniz bir yemek var mı? Hemen söyleriz.” Tabi ki pizza istedik. Çünkü biz köyde mesela pizza yemeden kendimizi doyduk saymayız. Yemek soframız sessizdi. Ağzımızın tadı kalmamıştı. Pizzayı ağzımda köydeki keçilerin otu çiğnediği gibi çevirirken sanki saman yiyormuşum gibi hissediyordum. Sanki bu yediğim yiyecekler yüzünden utanmam gerekirmiş gibi hissediyordum. O çocuklar hasta yatağında inlerken ben oturmuş keyifle yemeğimi yiyebilir miydim? Hayır hiçbirimiz bu kadar küstah değildik. Bu odadaki herkesin aklında o çocuklar vardı. “Bu gece benimle mi yatacaksın sen?” Betül tek kaşını kaldırmış hesap sorar gibi bir ifade ile yüzüme bakıyordu. “Ben de çok mutlu değilim Betül. Ama yatacak başka yer yok.” İçeri gidip salondaki kanepede de yatabilirdim elbette. Ama misafir odası bir taneydi ve evi dağıtmak ordan oraya sürünmek istemiyordum. Tek istediğim rahat ve kesintisiz bir uykuydu. Ama Betül buna izin verecek gibi görünmüyordu. “Git Rüzgar’ın yanında yatsana. Beni de rahat bırakırsın böylece.” Betül yorganı havalandırıp tekrar yatağa serdi. Titiz bir kız sayılmazdı ama yurttaki yatağı her zaman derli toplu olurdu. Biraz takıntılıydı. Çarşaflarının ütülü gibi durmasına özen gösterirdi. Kıyafetlerinin kırışmasından da nefret ederdi. “Saçmalama kızım ne işim var onun yanında benim.” Rüzgar’ın evinde duran yedek pijamamı giyerken bir de Betül’e trip atıyordum. Betül yastıklardan birini eline alıp döve döve düzeltmeye çalışıyordu. “Siz şey değil misiniz?” “Karı koca değiliz Betül.” Durdum ve pijamamın belini çekiştirdim. “Aslında ne olduğumuzu ben de bilmiyorum. Ama onun yatak arkadaşı değilim. Ne olursak olalım.” Burnumdan soluyordum. Aslında tavrım Betül’e karşı değildi. Kendi kendimi ikna etmeye motive etmeye ve inandırmaya çalışıyordum. “Kız daha önce yatmadınız mı?” dedi Betül gülerek. Diğer yastığı eline almış işkence etmekle meşguldü. “Hani şu kardeş kardeş olan.” Gözlerimi devirdim. Bir de dalga geçiyordu. Derin bir nefes aldım ve inadına yorganız hızla açıp Betül’ün tüm uğraşları ile dümdüz ettiği yatağı kırıştırmak için debelendim. “Ya anlamıyor musunuz beni siz? O başka bir şeydi. Boş bir anıma denk gelmişti. Hem onu gey sanıyordum ben. Ama şimdi işler değişti. Artık,” dedim tane tane üzerine basarak devam ettim. “Onunla. Aynı. Yatakta. Yatamam.” “Yazık,” dedi Betül boynunu iki yana yatırıp çıtlatarak. “Adam çok mutsuz görünüyordu. Belki gidip yanına biraz ilgi gösterebilirdin.” “Neyim ben Geyşa mıyım? Eskorta benzer bir halim mi var Betül? Mutsuz erkekleri mutlu eden masör kızlardan mıyım?” Betül yatağa girdi ama ben burnumdan solumaya devam ettim. “Sakin ol şampiyon. Sevgilinle yatınca eskort olmuyorsun. Ben daha masum bir şey düşünmüştüm.” Betül başını yastığa koymadan yatakta oturur vaziyette durdu. “Neyin var senin kuzum? Neden bu kadar tepkilisin anlat ablana?” Kendimi sakinleştirmek için derin bir nefes aldım. “Bir şeyim yok. Sadece Rüzgar’la aynı yatakta yatmayacağım. Bu hiç doğru bir şey değil. Ben böyle bir kız değilim. Anlıyor musun? Öyle bir kız olmak istemiyorum. Pişman olacağım şeyler yapmak istemiyorum.” Betül elini başıma koydu. “Tamam Gülce. Kimse seni yargılamıyor. Sen kendini yeterince yargılıyorsun anlaşılan. Bunları yine konuşuruz ama yorgunsun ve sanırım sinirlerin de bozulmuş senin. Şimdi uyu ve dinlen.” O an yastığa değen gözyaşımla beraber ağladığımı fark ettim. Gözlerimden usul usul akan yaşlarımla beraber sessizce uykuya doğru aktı düşüncelerim. Acı ruhumda sivrilip kalbime batarken, nefes almak mümkün değilken, Rüzgâr koridorun karşısında uyurken, tüm arızalarım ayyuka çıkmış benimle alay ederken, hasta çocukların sızlanmaları kulaklarımı tırmalarken… Uyku çok da gecikmeden üzerimi örtmüştü. Geceye karışmıştı hepsi.
|
0% |