@yazarkasa
|
“İnanmıyorum Gülce. Bunu bana şimdi mi söylüyorsun?” Gözlerimi devirip Betül2e imalı bir bakış attım. Ama o da kaşlarını çatarak karşı hamlede bulundu. Ona anında mesaj atmamı ve tüm hafta sonumu mesajlaşarak bu konu üzerinde tartışmamızı bekliyordu. Ama ben babamla o konuşmayı yaptıktan sonra karmakarışık ruh halim ve bozulmuş akıl dengem yüzünden kimse ile konuşabilecek halde değildim. Kendim de dahil. Neyse ki babam beni kenara çekip usulca konuyu açtıktan sonra bir daha üstelememişti. Sadece “Düşünceli halin ve kafanın karışması bana bunu istediğini düşündürüyor kızım. Ama sonuçlarını sen tartıp biçeceksin ve sana hak veriyorum bu aniden verilecek bir karar değil. Onu ne kadar sevdiğini ve bunun için neleri feda edebileceğini ölç tart biç. Ben ananı kaçırırken tüm dünyayı arkama almaya, aç kalmaya, gerekirse en adi işi yapmaya razıydım. Çünkü tek istediğin annendi,” dedi. Bu beni duygulandıran bir konuşmaydı. Aynı zamanda utandırmıştı da. Aylarca okumak istiyorum diye babamı bunalttıktan sonra daha okulun birinci dönemi bile bitmemişken evlenmek istiyorum demeye dilim varmıyordu. Bir yerde istiyor muyum emin değildim bile. Yani Rüzgâr ruhumun kalbimin sahibi olabilirdi ama kabul edin evlilik ciddi bir mesele ve bu karar için çok erkendi. Evlilik büyük sorumluluklar demekti. Okulu bırakıp evde bebek bakmak demekti. Ben bunları göze alamazdım çünkü hayatımı düzene sokmak için çok mücadele vermiştim. Şimdi o mücadelenin sonucu koca bir darbe ile alt üst oluyor muş ve özenle kurduğum şehirler sert bir rüzgarla sarsılıyormuş gibi hissediyordum. Ama melankolik bir yanımın tek istediği sevdiği adamın yanında olmaktı. Onunla sarılıp uyumak, doyasıya öpmek ve ne bileyim evli çiftlerin yaptığı şeyleri yapmak istiyordu. Lütfen fesat şeyler düşünmeyelim sevgili okuyucu. (Buraya utanan maymun emojisi koyuyorum). “Betül kafam çok karışık. Babama cevap bile veremedim. Kendi kendime de bu sorunun cevabını veremiyorum. Aklım hayır diyor kalbim sonuna kadar evet evet eveeettt diye haykırıyor.” Elimi kalbime götürdüm ve yalandan sakinleşmeye çalışır gibi yaptım. Bu itirafı yapmak bile zordu. Bir erkeği sevmek bana utanılacak bir şey gibi geliyordu. Okumam lazımdı bunun için şartlanmış kendimi buna kodlamıştım. Ablamın hiç hesapta olmayan hamilelikleri gibi bu evlilik işi de tüm sıralamayı bozuyordu. “Senin sorunun ne biliyor musun Gülce?” Betül’e kaşlarımı kaldırıp bilmiyorum der gibi baktım. “Fazla düşünüyorsun. Adamla sevgili olamıyorsun çünkü iş ciddiyete binince köylü kızına dönüşüyorsun. Ama ondan uzak da duramıyorsun. Bence evlilik tam da seni toparlayacak şey. Hem suçluluk duymadan onunla vakit geçirebilir hem de okuluna devam edebilirsin. Rüzgar’ın senin ideallerini kısıtlayacak biri olmadığını ikimiz de biliyoruz değil mi? Hem evlilikle ölümü karıştırıyor gibisin. Evliliğin kötü giderse boşanabilir ve kaldığın yerden devam edebilirsin. Ama bu evlilik teklifini reddedersen işler çıkmaza girebilir ve Rüzgârı kaybedebilirsin de.” Kahretsin çok mantıklı konuşuyordu! Tanıştığımızdan beri beni en çok rahatlatan ve en çok sinirimi bozan konuşması bu olmalıydı. Evlilik denildiğinde nefesin kesiliyordu. Ablamı ya da köydeki diğer kadınları düşünüyordum. Onların mutsuzlukları ve hayattan çalınan hayalleri aklıma geliyordu. Evlilik benim için Fredy Kruger gibi bir şeydi. (Şimdi google’a gidip bunu araştırın.) Ama bir diğer yandan eğer evli değilsem Rüzgar’la yakınlaşmam da benim için vicdan azabı, utanç ve pişmanlık demekti. Bu denklemdeki tek sorun Rüzgar’dı. Eğer evlenme teklif eden kişi başkası olsa hemen reddederdim. Ama Rüzgâr dengeyi bozuyordu. Ve onu denklemden çıkarmaktansa denklemi hayatımdan çıkartmak daha kolay bir yol gibi görünüyordu. Derin bir nefes aldım ve sırada duran çantamı alıp sapını boynumdan geçirdim. “Senin için çok basit tabi. Ben içimde, haçlı seferlerine karşı mücadele eden Osmanlı askerleri gibi savaş veriyorum kendimle.” Betül de kitaplarını toparlayıp sıradan kalktı. “Akışına bırakacaksın güzelim. O kadar çok plan yaparsan planların bozulduğu anda böyle bocalarsın. Daha esnek düşünüp anı yaşamalısın. Bir engel ortadan kalkmıyorsa onu aşmanın yolunu bulacaksın. Eğer Rüzgârı seviyorsan ve onunla beraber olmak istiyorsan ama bunun için de evlenmen gerektiğini düşünüyorsan ki neyse ki Rüzgâr da bu düşüncene saygı duyuyorsa...” Betül derin biri nefes aldı ve durup bana baktı. “Ne uzun bir cümle oldu değil mi ama,” dedi gülerek. Ben de gergin bir şekilde gülümsedim. Nefes almadan konuşmak Betül’ün işiydi ama bu konuşmada kendini aşmıştı gerçekten. Güzin ablam benim. “Yani demem o ki... Evlilik kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın güzelim. Millet sevgilisi ile aynı evde yaşayıp okuluna devam edebiliyorsa sen de evlenince bunu yapabilirsin.” Çantasından kırmızı rujunu çıkardı ve aynaya bakmadan, gelişigüzel bir şekilde dudağına sürdü. Hiç taşırmadı. Pratik önemliydi tabi ki. “Gülce,” dedi ruju kapatıp çantasına koyarken “Sen istediğin her şeyi başarabilirsin. Ne istediğini bilen ve bunun için mücadele eden bir kızsın. Kendine güven.” Eh bu kadar motivasyon konuşması yeterliydi tabi ki. Betül omzuma bir yumruk atıp “Gelinin kız kardeşi makyajı yaptıracağım düğünde. Bol simli,” dedi neşeyle. Dudaklarımı büktüm. Öyle bir şey olmayacaktı. Düğün düşüncesi bile midemin çalkalanmasına sebep oluyordu. “Senin kapıcılar kralı yine nöbete gelmiş,” dedim sırıtarak. Betül’ün düğün hayalleri yarıda kaldı. Arkasını dönüp kapıya doğru baktı. Yüzündeki heyecan açık bir kitap gibi okunuyordu. Dudakları hafifçe yukarı kıvrılırken bir anda düzleşip titremeye başladı. Sırıtmamak için kendini zor tutuyordu. Belki de Yağız’ın boynuna atlayıp onu öpücüklere boğmamak için. İyi ki de tutuyordu. O sahneyi görmek pek de istediğim bir şey değildi. Yağız gülümseyerek bana baktı. Sonra bakışları Betül’e çevrildi. Gözlerini kısıp kırmızı ruj sürdüğü dudaklarına bakarken çenesindeki damarlar şişip kabarıyordu. Öfke mi tutku mu? Yağız’ın tepkilerini yorumlarken ikisinin arasında kararsız kalıyordum. “Selam kızlar,” dedi Yağız kayıtsız görünmeye çalışarak. En sevimli gülüşümü takınıp “Selam,” dedim ve konuşmama iç sesimle devam ettim. Rüzgar’dan haber var mı? Betül dudaklarını oynatarak kısık bir ve isteksiz bir şekilde cevap verdi. Küfür de etmiş olabilir. Bilemiyorum. “Sizi almaya geldim,” dedi Yağız gereksiz bir heves ve enerji ile. Betül tek kaşını kaldırıp da Yağız’a soru dolu bir suratla bakınca “Eğer müsaitseniz tabi,” diye ekledi çocukcağız. Ya ben bu adama acımaya başladım. Betül resmen Pavlov gibi eğitiyordu çocuğu. Yazık sana Yağız. “Nereye gidiyoruz?” diye sordum telaşla. “Rüzgâr çıktı. Evde dinleniyor. Ben de sizi görmekten memnun olacağını düşündüm. Bir sürpriz yapabiliriz kendisine. Yani eğer isterseniz…” Ah… Hapisten çıkmıştı iki gözümün çiçeği. Howl’um yürüyen şatosunda beni bekliyordu. Kirpik diplerimi zorlayan gözyaşlarını ötelemek için gözlerimi kırpıştırdım. Ağlamamak için kendini tutan çocuklar gibi burnumu çekip titrek bir şekilde gülümsedim. “Ben gelirim,” dedim Yağız’ınkinden daha gereksiz bir heves ve heyecanla. Betül bana bir aptala bakar gibi bakıyordu. Gözleri baygındı ve dudakları hafifçe aşağı sarkmıştı. Sanki ilk gördüğüm ürünü mağazadan alıp çıkmak isterken daha dur pazarlık yapacaktık der gibiydi. “Dersiniz bittiyse sizi götürebilirim,” dedi Yağız. Üçümüz arasında oluşan Betül kaynaklı gergin sessizliği bozması ile Betül’ün sinsi bakışları ona çevrildi. Bu sırada ben de aklımda çalan mezdeke müziğine uymak isteyen bedenimi engellemeye çalışıyordum. “Tamam o zaman. Hadi gidelim,” dedi Betül. Sanki kafasına silah dayamışız gibi bir hali vardı. Yağız’ın yanında adımlarına yetişmeye çalışarak neredeyse koşturur vaziyette yürürken Betül’e doğru yanaştım. “İstersen sen gelme. Yağız seni yurda bırakabilir. Yani gelmek zorunda değilsin ama biliyorsun ben onu görmek istiyorum.” “Saçmalama,” dedi Betül. Sanki ona ahlaksız bir teklif yapmışım gibi abartılı bir şekilde irileşen gözleriyle. “Seni yalnız bırakacak değilim. Hem yurtta meraktan ölmemi mi istiyorsun? Sen ne kadar kötü kalpli bir arkadaşsın Gülce? Sana hiç yakıştıramadım bu hainliği.” “Eh o zaman kaşlarını çatıp suratını asmayı bırakabilirsin. Çünkü senin bizimle gelmek istemediğini düşünüyorum böyle yapınca.” “Ah,” dedi Betül başını geriye doğru şuh bir şekilde savurarak. Yağız başını çevirip ona baktığında kilitlendiği nokta yine kırmızı ruj sürülmüş dudaklarıydı. “Artık daha güleç olacağıma emin olabilirsin.” Gerçekten de daha güleçti. Saçma kahkahaları iç gıdıklayacak kadar arsızdı. Arada bir dudaklarını yaladığında Yağız’ın gözleri kayıyor çocukcağız bayılacakmış gibi görünüyordu. Bu ikilinin yanında kendimi her an şehvetli bir öpüşmeye tanık olup kusacakmış gibi tetikte hissediyordum. Gerilim çok yüksek sevgili okuyucu. Neyse ki Yağız’ın arabası bahçede öğretim üyelerinin arabalarını koyduğu özel parktaydı ve çok yürümemiz gerekmemişti. Yol biraz daha uzasaydı Betül’ün gülmekten Yağız’ın dişlerini sıkmaktan çenesi düşebilirdi. Yolculuğumuz sessiz geçti. Ben bunlar neden yanımda diye evreni sorgularken Yağız dikiz aynasından arada çaktırmadığını düşünerek Betül’e bakış atıyordu. Betül telefonuyla ilgilenmeyi tercih etmişti. Sanırım yurda gitmesini söylediğim için de bana biraz tavır yapıyordu. Onun gönlünü alabilirdim ama bunun için enerjim yoktu. Tüm enerjim çekilmiş ve hayati organlarım sessizliğe bürünmüş gibiydi. Ayrıca ayak parmaklarımın da buza dönüştüğünü hissediyordum. Hava soğuktu ama benim ellerimin ve ayaklarımın böyle üşümesi hatta donması normal değildi. Araba sıcaktı ve ayağımda kalın çoraplarla kışlık bot vardı. Ellerimi ısıtmak için birbirine bastırdım ama çok işe yaramadı. Dudaklarımın arasından verdiğim nefes bile kış ayazında kalmışım gibi hissettiriyordu. “Sakin ol Gülce,” dedi Betül kulağıma eğilip kısık bir sesle. “Ben sakinim zaten,” diye tersledim onu. “O zaman titremeyi bırak. Çişi gelmiş beş yaşındaki çocuk gibi görünüyorsun.” Bu benzetmeye gözlerimi devirdim. Ama bir yandan da haklıydı. Tuvaletim de gelmişti. Betül’ün omzuna vurup kes sesini diye çemkirdim. Bana omuzlarını silkip telefonu ile ilgilenmeye devam etti. Benimle ilgilenmemesi işime geliyordu. Ama Yağız ilgi bekliyormuş gibi görünüyordu. Dikiz aynasında bakışlarımız çakışınca gergin bir şekilde dudaklarımı kıvırıp Yağız’a tebessüm ederek baktım. O da yarı hüzün yarı anlayış içeren bir şekilde gözlerini kısıp gülümsedi. Araba otoparkta durduğunda pencereden Rüzgar’ın oturduğu apartmana baktım. Başımı iyice yukarı çevirip onun dairesinin pencerelerine baktım. Sanki onu dışarı bakarken pencerede yakalayabilirmişim gibi. Ne düşüneceğimi ne hissedeceğimi ve en kötüsü de nasıl davranacağımı hiç bilmiyordum. Babamla konuştuğumu biliyor muydu acaba? Nereden bilecek kızım adam hapisteydi! Peki evlilik konusunu açar mı? Bu konudan olabildiğince. Uzak durmaya çalışabilirsin koçum, sana güveniyorum. Kendi kendimi gaza getirdikten sonra arabanın kapısının açıldığını fark ettim. Ya son model kendi kendine kapısı açılan bir arabaydı ya da Yağız centilmenlik yapıp kapımızı açmıştı. İkinci seçenek daha makul sevgili okuyucu çünkü bu hikâyede Wattpad’teki gibi ultra zengin, yatı katı Jetgiller’den bozma arabaları olan erkek karakterler yok. Unutun onları! “Ay çok da kibar bir çocuk değil mi Betül?” dedim arabadan inmeden. Betül homurtulu seslerinin arasına “Ya ne demezsin,” diye söylendi. Tamam Betül’ün bir Wattpad karakteri olduğunu düşünebilirsiniz. Fakir ama mağrur, agresif ama ateşli ve gıcık kız karakter. İşte tam da Betül’ü anlatıyor. Ayrıca gerçekten seksi bir kız. Bu hali bile Wattpad karakterlerine şapka çıkartır. Evin kapısına ne ara geldiğimizi anlamadım. Yağız birkaç şey söyledi ama kulaklarımdaki uğultu ve kalbimin kulak zarımı zorlayan atışları yüzünden onun söylediği hiçbir şeye konsantre olamıyordum. Bu eve daha önce de gelmiştim, Rüzgar’ı daha önce de görmüştüm ama sanki yeni gelinin evine ilk ayak bastığı andaki gibi bir heyecan kulaklarımı kemiriyordu. Yeni gelin dedim ama lafın gelişi onu çok dikkate almayın siz. Rüzgâr kapıyı açtığında nefesimi tuttum. Ne görmeyi bekliyordum bilmiyorum. Ama sanki onu yüzyıllardır görmemişim gibi hissediyordum. Belki de ilk defa görecekmiş gibi. Yağız ve Betül2ün arkasına gizlendim. Ve Rüzgar’ın onları içeri almasını izledim. Beklediğimden daha iyi görünüyordu. Biraz zayıflamış ve yüzünde elmacık kemikleri hafifçe çökmüştü. Göz altları yorgunluk belirtileri olan hafif karartı ve şişkinlikle selamlıyordu. Yeni tıraş olduğu parlak ve pürüzsüz cildinden belli oluyordu. Yüzü bir ipek gibi görünürken elimi yanaklarına götürmemek için kendimle mücadele verdim. Onu özlemiştim ve tüm hücrelerim beni bu konuda destekler nitelikte sızlıyordu. “Hoş geldiniz,” dedi Rüzgâr Yağız ve Betül içeri girerken. Beni görünce durdu ve bir süre gözleri yüzümün etrafında gezindi. “Hoş geldin gül güzeli,” dedi. Sesi melankolikti. İçeri girmek için bir adım attım ama o beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Kendimi gurbetten evine dönmüş bir yolcu gibi hissediyordum. İşte benim evim, yerim burası diye geçirdim içimden. Onun teninin tanıdık kokusunu içime çektim. Saçlarımda gezinen dudaklarının dokunuşunu minnetle kabul ettim. Orada öylece kalabilirdim. Sonsuza kadar. Ama hain arkadaşım gürültülü bir şekilde öksürüp bu mutlu anımızı baltalamayı kendine görev olarak bellediği için Rüzgâr kısık sesle “Seni çok özledim küçük kız,” diyerek saçlarıma son bir öpücük tanesini, dalında asılı kalan son bahar yaprağı gibi bırakıp ıkıl bedenini bir adım geriye çekti. Kendimi memeden zorla ayrılmış küçük bir bebek gibi hissediyordum. İçeri geçtik ve aç olduğumuzu fark ettik. Biz dersten gelmiştik. Rüzgâr hapisten çıkmıştı. Eh Yağız Efendi hiç mi aklına yemek almak bir pasta almak gelmedi? Tabi Betül’ü görünce aklı başından gidiyor olmalı, bunun başka açıklaması yok. Neyse ki internetten yemek sipariş etmek gibi ultra lüks bir alternatifimiz vardı ve öyle yaptık. Pizzalarımız gelene kadar oturup Rüzgar’ın çocukları kurtarma hikayesinden ve hapishanede diğer adamlarla olan yakınlaşmasından bahsettik. Ayrıca Kaya beyin durumdan haberdar olduğunda nasıl öfke küpüne döndüğünü de laf arasından ağızlarından kaçırdılar sonra birbirlerine kaş göz işareti yapıp konuyu geçiştirdiler. Rüzgar yorgun ama keyifliydi. Bir çocuğun ağır olduğunu ve hastaneye kaldırıldığını birkaçının da ciğerlerinde hasar kalmış olabileceğini söyledi. “Keşke onları da kurtarabilseydim,” dedi zoraki bir gülümsemenin eşliğinde. Dudaklarının titrediğini görünce kalbim burkuldu. “Bir insanı kurtarmak dünyayı kurtarmak gibidir,” dedim Rüzgar’a. “Bir çocuğu bile kurtarabilseydik yine de biz kazanmış olurduk. En küçük dişlinin bile ters dönmesi tüm sistemi tersine çevirebilir değil mi?” Rüzgâr bana baktı bir süre. Konuşmadı. Hüzünle yüzüme baktı ve kısık, bezgin bir sesle “Haklısın küçüğüm,” dedi. O an onun bütün umutsuzluğunu, bütün yükünü üzerime almayı çok istedim. Yaralarından öpüp acılarına sımsıkı sarılmak istedim. Ama ortam hiç müsait değildi sevgili okuyucu. Betül ve Yağız zebani gibi başımızda bekliyordu. Üstelik ikisi de açken hiç çekilmiyordu. “Artık suyun boyumuzu aştığı yerlere doğru yüzmeye başlıyoruz gençler. Hazır mısınız soğuk sularda köpek balıkları ile kulaç atmaya?” Bunu söyleyen Yağızdı. Söylerken gergin ama neşeli bir tavır takınmıştı. Betül’ün ilk defa ona hayranlıkla baktığını fark ettim ama uzun sürmedi. “Biz hazırız da senin gibi hanım evladı, sosyetik züppeler boğulur böyle sularda. Bence sen güvenli bölgende kalıp Pony’lerinle oynamaya devam edebilirsin.” Rüzgar yanıma sokuldu ve aynı repliği tekrar ederek kulağıma fısıldadı. “Öpüşürlerse kusarım.” Gülmemek için dudağımı ısırdım ama küçük bir hıçkırık sesi boğazımdan kaçıverdi. Aynı anda Betül ve Yağız bana bakınca ellerimi havaya kaldırdım. “Biz Gülce ile içeri gidip tabak çatal falan hazırlayalım. Siz konuşmanıza devam edin.” Rüzgar’a bu cesur hareketi için gülümseyerek teşekkür ettim. “Sen mapustan yeni çıktın biz hallederiz,” dedi Betül öfkeli bir şekilde. “Saçmalama ev sahibi olarak bu işleri misafirlerime yaptıracak değilim.” “Gülce de misafir. Ona yaptırıyorsun.” Betül geri adım atacak gibi görünmüyordu. İnadı tutmuştu bir kere. “Hayır o misafir değil ev sahibi.” Rüzgâr ona göz kırptı. Betül’ün ten rengi bir anda kızarmaya başladı. Konuşma burada derin bir sessizlikle son buldu. Rüzgâr elimden tutup beni odadan çıkarırken tenimde ateş karıncaları gezmeye ve kulaklarımda sis bombaları patlamaya başladı. Kalbim kendini imha etme protokolünü başlatırken böbreklerim de idrar torbama topuk darbeleri ile saldırıyordu. Bedenim bir çeşit telaşın içindeyken ayaklarım bedenimden hükümsüz hareket ediyordu. Rüzgar’ın peşinde sürüklenerek mutfağa geçtim. “Biraz önce sana öyle sarıldığım için özür dilerim,” dedi Rüzgâr mutfağa girer girmez. Sarılmana değil o kadar çabuk bırakmana daha çok bozuldum tatlı çocuk. Ama halledeceğiz. “Yo hayır,” dedi telaşlı bir şekilde. “Yani sorun değil. Olabilir böyle şeyler. Dünya hali.” Elim kolum istemsizce hareket etti ve masada duran bir bardağı yere düşürdüm. Hızla eğilip onu almaya çalışırken Rüzgâr da diz çöküp ellerimi tuttu. “İyi misin? Seni utandırmak istememiştim. Sadece kendimi tutamadım.” Tamam yüzüm alev alev yanmaya ve nefesim içime içime kaçmaya başlamıştı. Kalbim sonsuz bir hızda çalışıp kendine ve bana ihanet ediyordu. “Hayır sana kızmadım. Yani beni utandırmadın. Sarılmak gayet insani bir hareket sonuçta. Değil mi?” Gözlerimi onun gözlerinden kaçırmaya çalıştım. Ama tıpkı Howl’un gözleri gibi iri yeşil zümrüt gözlerine baktığımda kendimi yaşlı Sophie gibi hissediyordum. Lanetli bir büyüyle yaşlı kalan ve büyüyü bozabilecek tek kişi de Howl olan Sofie gibi. “Gülce neyin var bana söyler misin?” Rüzgar’ın sesi sert bir tonda ve otoriter bir şekilde çıkmıştı. Ellerimi sıkıca tutup ona bakmam için beni zorluyordu. (eşli ona bakma mene bak :P ) “Hapishaneden çıkmana sevindim,” diye mırıldandım kısık bir sesle. Kalbim hız konusunda yeni bir rekor kırmak üzereydi ve boğazımdan yukarı doğru tırmanarak neredeyse ağzıma kadar gelmişti. “Bana kızgın mısın? Anlamıyorum sorun ne? Neden bu kadar soğuk ve mesafelisin? Yine başa mı sarıyoruz? Bunca şeyin ardından…” “Babamla konuştum!” dedim farkında olmadan yüksek çıkan bir sesle. Bunu bu kadar uzatmasını ya da böyle üzerime gelmesini beklemiyordum. Onu özlemiştim. Kokusunu, sıcaklığını, zümrüt gözleri ile bana bakışını özlemiştim. Ama bir yandan da ona kızgındım. Neden kızdığımı bilmiyordum. Benden habersiz babamla konuşmasına mı? On gündür beni aramamasına mı? Hapse düşecek kadar kendini riske atmasına mı? “Ve?” dedi Rüzgâr beklenti içinde. “Sadece konuştuk işte. Onunla konuştuğunu ve izin istediğini söyledi.” Rüzgâr konuşmak için ağzına açtığında Betül mutfak kapısında belirdi ve yapmacık bir neşe ile “Gençler, biz pizza istemediğimize karar verdik. Dışarı çıkıyoruz. Biraz dolaşıp yemek yer ve sonra döneriz. Siz de aranızdaki konuları hallederseniz bu sırada güzel olur,” dedi soluksuz, bir nefeste konuşmuştu. “Nereye gidiyorsunuz?” Daha karpuz kesecektik demedim ama titreyen kirpiklerimle Betül’e baktım. Beni burada tek başıma, savunmasız bir şekilde bırakıyorlardı. Onlar yokken sonu yatakta biten bir muhabbete düşmemiz çok olasıydı. Şöminenin önündeki tüylü halı da olabilir. Ah ne diyorum ben! “Dedim ya, dışarı çıkacağız işte.” “E biz de gelelim o zaman. Hem biraz kafa dağıtırız.” Rüzgar’a baktım ama dışarı çıkmak için pek gönüllü görünmüyordu. Adam yorgundu ve belki de evinde huzurla oturmak istiyordu. Rüzgâr evcimen bir adamdı. Pek. Dışarı insanı değildi zaten. “Sen de git istersen. Ben pizzaları beklerim.” “Yok canım,” diye araya girdi Betül. “Gülce de kalmak ister. Değil mi Gülce?” Kahretsin! Tabi ki kalmak istiyordum. Allah’tan evde şömine ve tüylü halı yoktu. “O zaman size iyi eğlenceler.” Betül’e gergin bir gülümseme ile baktım ama o aldırmadan omuz silkti. Ve utanmadan arlanmadan “Size de” dedi. Terbiyesiz! Biz niye eğlenecekmişiz ki? Betüllerin kapıdan çıkışını dinledik. Hızla, kaçar gibi evden çıktılar. Sonra Rüzgâr hiçbir şey söylemeden kahve makinesinin düğmelerine bastı. “Kahve içer misin?” Sesi vazgeçmenin kıyında gibiydi. Cevap vermek istedim ama sesim çıkmadı. Başımı aşağı yukarı salladım. Rüzgâr kahveler kupalara dolana kadar bana yüzünü dönmedi. Benim aklımda binlerce tilki vardı. Kuyrukları birbirine dolanmış tilkiler. Başıboş bir şekilde uçuşan düşünce balonları. Cevapsız sorular karmaşası. Yığınla tereddüt. Tonlarca pişmanlık. Korku. Telaş. Endişe. Aşk, tutku, ihtiras ve daha nicesi. Ve hepsinin altında ezilen zavallı kalbim. Zavallı ben. Rüzgar kahve fincanlarını eline aldı ve tüm bedeni ile bana döndü. Yüzünde gergin ama sabırlı bir ifade vardı. “Sanırım seninle konuşmamız gereken konular var küçüğüm. İçeri geçelim mi?” Yatağa mı geçelim? Yine başımı salladım. Rüzgar’ın elinden sıcak kahve dolu kupalardan biri aldım ve salona doğru yürüdüm. Yer ayağımın altından çekilip beni magmaya doğru sürüklüyor gibiydi. Bedenim ateş ve şiddetli titremelerle içten içe boğuşurken kulaklarım sessizliğin uğultusu ile zonkluyordu. Rüzgâr elindeki kupayı sehpaya koydu ve üçlü koltuğa oturdu. Onun yanına oturup oturmama konusunda tereddütte kalıp ayakta durduğumda “Korkma sana saldırmayacağım,” dedi kırık bir gülümseme ile. Usulca yanına oturdum. Kahve kupasını iki elimle sıkı sıkı tutuyordum. “Baban sana kızdı mı?” Başımı iki yana salladım. “Dilini mi yuttun Gülce? Neden bu kadar zorluyorsun kalbimi?” Ona baktım. Çaresiz görünüyordu. “Ben…” dedim sanki uzun süredir sesimi duymamış gibi kendi kendime afallayarak. “Evlenmemek için okulu kazandım. Babamı peşime sürükledim. Şimdi daha ilk dönemde…” başımı iki yana salladım. “Bilmiyorum. Aklım karıştı.” Güldüm. Kısık ve tiksinç bir gülüştü bu. “Aslında karışmaması lazımdı. Ama aklımı da kalbimi de karıştırdın. Ne düşünüp ne hissedeceğimi ve en kötüsü de ne yapacağımı bilmiyorum. Seni kaybetmek istemiyorum ama emek verdiğim bunca şey de heba olursa dayanamam.” “Yani sorun bu mu?” dedi. Rahatlamış gibi görünüyordu. Bu da beni şüpheye düşürdü. “Sorun beni isteyip istememen değil. Ne kadar istediğin. Elindekilerden vazgeçecek kadar seviyor musun? Aklındaki soru bu mu?” “Sanırım öyle bir şey olabilir,” dedim kararsız bir şekilde. “Senin hiçbir şeyden vazgeçmeni istemiyorum küçük kız. Sana daha çok şey vermek istiyorum. Elindekilerle yetinmemeni istiyorum. Sana elindekilerden daha fazlasını, kendi elimdekileri de vermek istiyorum. Hayallerini daha ileriye taşımak için elimden gelen her şeyi yaparım gül güzeli. Tek istediğim bu yolda yanında olmak. Yanımda olman…” Ah Rüzgâr böyle söyleyince her şey ne kadar da kolay geliyordu insana. Babam bana hayallerimi yaşamam için hep destek olmuştu ama sessiz bir destekti. Varlığı yeten bir babaydı o. Ama Rüzgar’ın vaadi o kadar cazipti ki. Mücadele etmekten yorulmuş ruhuma nefes gibiydi. İkimiz farklı yollarda yürürken birden yolları kesişen iki savaşçı ruh, iki müzmin münzevi, iki ayrı kalptik. Bundan sonra aynı yolda kenetlenmiş iki el olabilir miydik?
|
0% |