Yeni Üyelik
25.
Bölüm

Bölüm 24

@yazarkasa

Yemek için girdiğimiz mekân görevlilerin etrafta dolandığı, sunumlu tabaklardan ve süslü yiyeceklerden yer kalmayan devasa masalardaki insan kalabalığı ile hem pahalı hem de garip bir şekilde kendini güvende hissettiren sıcak bir mekandı. Merdivenle ikinci katına çıktığımız restoranda dikkatimi çeken en özel şey kristal avizeli, sarkık aydınlatmalardı. Tıpkı bir sarayın yemek salonundaymış izlenimi veren bu detay kendimi özel hissetmemi de sağlıyordu. Bir prenses gibiydim. Rüzgâr elimi tutarken bulutların üzerinde süzülen bir tür melek gibi hissediyordum. Onunla daha önce yemek yemiştik ama genelde daha mütevazi yerleri tercih ediyordu. Abisi Kaya gibi gösterişli mekanlarda yemek yemekten kaçındığını düşünüyordum. Sonradan yemek için mekânı Yağız’ın ayarladığını öğrenince şaşırmadığımı da belirtmeliyim. Bu yemek bizim ilk aile yemeğimizdi. Biraz eksik ve mahzunduk belki. Ama keyfimiz yerindeydi.

Masamız kalabalık değildi ama ağzımızın tadı yerindeydi. Sandalyeler birer birer çekilip de masaya yerleşmeye başlandığında şöyle bir göz gezdirdim etrafıma. Babam, Han, Betül ve Yağız sırasıyla masadaki yerine geçti. Rüzgar’la ayakta durmuş onların oturmasını bekliyorduk. Bir çeşit resmi olmayan tören kuralı gibiydi. Herkes oturduktan sonra Rüzgâr sandalyemi çekip beni de masaya yerleştirdi ve gözlerinde garip bir ışıltı ile bize bakıp yerine, tam da yanıma oturdu. Onun da hissettiğine emin olduğum gurur, mutluluk hatta tamamlanmış bir kalbin verdiği sakinlik dalga dalga bedenimi kaplıyordu. Yemekler söylendi. Yüzeysel ama hoş bir sohbet aramızda dolaştı. Kendimi Hz. İsa’nın son akşam yemeği tablosunu seyrediyormuş gibi hissediyordum. Bir yandan mutlu ve keyifli bir yandan buruk ve endişeliydim. Babam tüm huzursuzluğumu hissetmiş gibi arada bana bakıp gözlerinin kenarındaki o gururlu çizgilerle gülümsüyor ve gönlüme ferahlık veriyordu. Bana öyle baktığında aklımın köşesinde “Bana bir masal anlat baba” şarkısı çalıyor ve küçük Gülce’yi köydeki evimizin bahçesinde bir salıncakta sallanırken düşlüyordum.

Bana bir masal anlat baba; içinde yel değirmenleri ile savaşan bir Rüzgâr ve onun peşinde sürüklenen bir Gülce olsun. Anlatırken tut elimi uykuya dalıp gitsem bile bırakıp gitme sakın beni…

Yemeğimizi yedikten sonra babam ve Han eve gitmek için yanımızdan ayrıldılar. Yağız yemek boyunca yaptığı gibi saatine bakıp duruyordu.

“Evet Rüzgâr sanırım artık düğün sürprizimizi kızlara açıklayabiliriz,” dedi. Kadehe benzeyen bardağını alıp bir yudum su içti. Betül kaşlarını havaya kaldırmış Yağız’a bakıyordu. Ne zaman ona böyle baksa adamın kafasına bir yumruk atmayı geçirdiğini düşünüyordum.

Rüzgâr da bardağını eline alıp bir yudum su içti. Gizemli olmaya çalışıyorlarsa gayet başarılı oluyorlardı. Ama dayak yemek istiyorlarsa buna daha yakındılar.

“Ne sürprizi?” diye sordum şaşkınca.

Rüzgâr bedenini benim olduğum tarafa çevirip yüzüme odaklanarak baktı. Bu bir özür konuşmasının başlangıcı olabilecek ilk harekettir. Bilirsiniz.

“Biliyorum, bugün bizim düğün günümüz. Ama biliyorsun hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde…” diye başlamıştı ki kafamın içinde bir ses yankılandı.

Sen onu geç. Sen üç milyar yedi yüz elli milyon sen milyar sen bu parayı ne yaptın? Geç bana martaval okuma! Palavra okuma!

Ama ben yine de kısaca “Yani?” dedim, Rüzgar’ın daha fazla uzatmasını beklemeden.

“Bu gece önemli bir toplantı vardı. Yani aslında eğlence gibi sosyetik bir parti ama aylardır kovaladığım bir adamla orada görüşebileceğim. Oraya gitmek zorundayım Gülce. Özür dilerim düğün gecende böyle entrikalara girdiğim için…”

“Düğün gecemiz,” dedim ciddiyetle üzerine bastırarak. Rüzgâr bana baktı ve başını anlamış gibi salladı. “Düğün gecemizde. Haklısın,” dedi mahcup bir ifade ile.

Ona kızmamı bekliyordu ama ben “Ne zaman gidiyoruz?” dedim hevesle. Karşıdan Betül’ün de gözlerinin heyecandan ışıldadığını görebiliyordum. Rüzgar tepkime şaşırıp kaşlarını havaya kaldırarak bana baktı.

“Sen de mi gelmek istiyorsun?”

Ellerimi belime koydum.

“Bensiz mi gidecektin? Hem de düğün gecemizde?”

Masanın karşısından Betül de atladı. “Ve ben de tabi ki.”

“Hayır,” dedi Yağız. “Bu sosyete partisi gibi görünüyor ama tehlikeli ve pis insanların bir araya geleceği bir gayrı resmi toplantı gibi düşünün. Sizi oraya götürmeyiz. Değil mi Rüzgâr?”

Rüzgâr bana bakıyordu. Cevabı benim vermemi bekler gibiydi. Kafasında her türlü olasılığı tarttığını hayal edebiliyordum.

“Eğer Gülce gelmek istiyorsa her zaman yanımda ona yer vardır.”

Seninle bir ucunda ateş olan ve her bir yanı keskin silahlarla, mayınlarla döşeli bir yola gözümü kırpmadan girerim ki…

Rüzgar’la gözlerimiz birbirine kenetlenmişti. Onunla gitmemi sözsüz bir şekilde istediği ama bunu benim tercihime bıraktığı sessiz bir konuşmanın içindeydik. Betül’ün bize bakarken midesinin buladığına emindim. Fazla aptal fazla aşıktık. Fazla güzeldik be!

“Tamam, o zaman karar verildi,” dedi Betül sessizliği bıçak gibi keskin sesiyle bölerken.

“Bence ben seni yurda bırakayım pembeli kız,” dedi Yağız sevimli bir şekilde gülümseyerek Betül’e bakıyordu.

“Neden koykay mıyım kötü adamlardan? Beni döveyley mi yoksa? Uf mu olurum?”

Betül’ün alaycı sesi bir silahın namludan çıkan sesi ile eş değerdi. Kaşları gerdiği alnı ile beraber tepe noktasına kadar çıkmıştı. Tehditkâr göründüğü kadar seksi görünmeyi de başarıyordu. Pembeli makyajının altında kamuflajına bürünmüş televizyon filmlerinden fırlayan bir ajan gibi görünüyordu.

“Dalga geçme. Ciddi bir konu bu. Kötü adamlardan bahsediyoruz. Eğlence olsun diye gitmiyoruz partiye. Her şey olabilir. Tehlikeli diyorum.”

“Tehlike benim göbek adım, bebeğim,” dedi Betül. Gayet seksi bir şekilde göz kırptı.

“Sen oyun oynadığını sanan küçük bir çocuk gibisin. Bayılmayı ölmek sanıyorsun. Tehlikeli adamların neler yapabileceğini bilmiyorsun. Bunlar karanlık adamlar,” Yağız biraz hırslanmış gibi görünüyordu. Rüzgâr ve benim masadaki varlığımızı bile unuttuğundan emindim. Sesini kısıp Betül’e biraz daha yaklaştı. Sanki devlet sırrı veriyormuş gibi gizemli bir şekilde “Pis işlere bulaşmış, insan eti ticareti yapan adamlardan bahsediyorum. Genç kızları ve çocukları sadece mal olarak gören adamlar,” diye ekledi.

“Öpüşürlerse kusarım,” diyen Rüzgârın ılık ve gıdıklayıcı nefesi kulağımın üst tarafında dans ederken irkildim. Nedense bu ikili konuşmaya başladığında aynı tepkiyi veriyorduk. Bir yandan hipnoz olup bir yandan mideme ağrılar giriyordu.

“Sen kendini Polat Alemdar mı sanıyorsun paşam? Sen evde babaannenle örgü örerken ben silah talimi yapıyordum. Asker kızıyım ben. Hem sana mı hesap vereceğim? Geliyorum dersem gelirim. Sen önümde durup ayağıma takılma yeter.”

Betül bir çakma polat alemdar sıfır.

Yağız ağzını açtı bir şey söyleyecekti ama Betül elini dudaklarına götürdü ve sus işareti yaptı.

“Konu kapanmıştır.”

Rüzgarla birbirimize baktık. Kimsenin konuşmaya cesareti yoktu. Yağız derin bir nefes aldı ve homurdanmakla yetindi. Kısık bir sesle “başımın belası,” dediğini zar zor duyar gibi oldum.

“O zaman partileyelim,” dedi Rüzgâr. Yağız gözlerini devirirken Betül ellerini birbirine sürterek “Eğlence başlasın,” diye mırıldanıyordu. Ben pek eğleneceğimizi sanmıyordum ama yine de Rüzgar’ı yalnız bırakmamak için hevesli görünmeye çalışıp gülümseyerek Betül’ü onaylar gibi yaptım. Silahlı ve mafya adamlarının içine eğlenmeye gittiğini sanan bir psikopat arkadaşım vardı.

Yağız üzerini değiştirmesi için Betül’ü yurda götürüp onunla geri gelecekti. Biz Rüzgarla onları bir kafede kahve içerek ve yanında çikolatalı düğün pastamızı yiyerek bekliyorduk.

“Garip bir düğün, garip bir evlilik hikayesi oldu. İleride bunu çocuklarımıza anlatırken utanacak mıyız eğlenecek miyiz çok merak ediyorum.”

Kahve boğazıma kaçtı ve Rüzgar’ın bu ani düşüncesi ile öksürüğe boğuldum.

Çocuklarımız mı?

İleride mi?

Rüzgâr elini sırtıma koyup bana “Sakin ol prenses. Seni utandırmak istememiştim,” dedi gülerek.

“Utanmadım ben,” diye çemkirdim ama yanaklarım kızarmıştı. Kulaklarım bile yanıyordu o sırada.

“Ama utanınca çok tatlı oluyorsun. Kabul et,” dedi Rüzgar ve dudaklarını kıvırarak bana baktı. Sanki bana baktığında ruhumdan bir kabuk kendiliğinden kabarıp açılıyordu.

Bir süre sessiz kaldık. Ben sıcaklık basan yüzümde yanaklarımın kızarmamış olması için dua ediyordum.

“Düşünsene, parti olmasaydı şu an yatak odamızda gerdekte olacaktık.”

Bir an nefesimi tuttum. Gözüm karardı. Bulunduğumuz modern kafedeki aptal objeler üzerime doğru gölgeler halinde uzamaya başladı. Rüzgâr kalbime sağlı sollu yumruklar atarken ringte kalmam mümkün değildi sevgili okuyucu. Artık yanaklarımın kıpkırmızı olduğuna emindim ve yapabileceğim bir şey yoktu.

“Senin de aklın fikrin gerdekte galiba.”

Çikolatalı pastamdan bir lokma alıp hızlıca ağzıma attım. Gözümün önüne gelen görüntüleri hızlıca yok etmeye çabaladım ama aklım bulanmıştı bir kere.

Rüzgar kahkaha attı.

“Neler kaçırdığımızı düşünüyorum sadece. Ve evet gerçekçi olacaksak aklımda bazı ayıp şeyler de var.”

Terbiyesiz!

Ne kadar kızardığımı görünce daha çok keyiflendiğine emindim. Çünkü durdu, bana baktı ve kısık bir sesle “Çok ayıp şeyler,” diyerek dudağının kenarını ısırdı.

Allah’ım sana geliyorum diye kanatlanan kalbimi yerinde tutmaya çalışsam da bedenim bir yangının ortasında kalmış gibi ısınıyordu. Yanaklarımı geçtim kulaklarım hatta parmak uçlarım bile bu tepkimeden nasibini almış gibi görünüyordu. Hayatıma bir pelte olarak devam etmeme çok az kalmıştı.

“Ben biz bu akşamki planımızdan bahsetsek daha iyi olur. Yine bilmediğim bir oyunun içine düşmek istemiyorum.”

Konuyu çaresizce değiştirmeye çalışıyordum. Aslında ne bu akşam ne plan umurumda değildi. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki kulağım uğulduyordu. Nefes almak için tüm camları açın diye bağırasım vardı. Ayrıca sırtımdan süzülen ter damlası aklıma çok saçma sahneler getiriyordu.

“Bu akşamki partiye gelecek olan zengin iş adamları ve ünlü politikacılara parti sahibi genç kızlar ve küçük oğlan çocukları ayarlıyor.”

Gözlerim irileşerek Rüzgar’a baktım.

“Evlatlık olarak mı? Ya da hizmetçi?”

Rüzgâr bana bakıp acı bir şekilde gülümsedi.

“Ah küçük kız… Bu senin aklının alamayacağı kadar iğrenç bir dünya. Özel evler, özel ayinler, seks partileri… Bu pislikleri yaparken yüzlerce çocuğu kaçırıp kirletiyor ve ortadan kaybediyorlar. Ellerindeki belge ve görüntüleri şantaj için kullanıp zenginlerden para politikacılardan imtiyaz alıyorlar. Bir bataklık çukuruna dönmüş durumda.”

Yanlarında birkaç saat kaldığım gencecik kızları hatırladım. Sonra hastalıktan ölmek üzere olan o çocuklar. Hepsi aynı şebekenin iğrenç emelleri için kaçırdığı masum insanlardı.

Bizim savaşımı yel değirmenlerineydi. Çocukları ve genç kızları kaçıran sonra da şantaj malzemesi yapan ama kimsenin görmediği o insanlarla.

“Peki bu akşam ne yapmayı planlıyorsun? Neden o partiye gidiyoruz?”

Rüzgâr derin bir nefes aldı. Benim pastamdan çatalı ile bir lokma alıp ağzına götürdü.

“Bilmiyorum sevgili karıcığım. Sanırım aralarına karışmaya çalışabilirim. Birkaç yerde suçla bağlantılı göründüğümü biliyorlar. Bunu kullanmak isteyeceklerdir. Ben de bu isteklerinin üzerine gideceğim.”

Keyifli görünmeye çalışıyordu. Sanki bir oyun oynuyormuş ve bundan zevk alıyormuş gibi görünüyordu. Ama aslında öyle değildi. Onun korkusunu damağımdaki acı bir zehrin tadını alır gibi genzimde hissediyordum.

“Bunu yapmak zorunda değilsin,” dedim. Bu fikrimde ciddiydim. “Bu dünyadaki bütün masumları kurtaramazsın. Sen Don Kişot değilsin.”

“Yanılıyorsun küçüğüm,” dedi. Gözleri hüzünle buğulanmıştı. Bana bakarken içimden ırmaklar usulca akıp kalbime doluyordu. “Yapmak zorundayım. Bütün masumları koruyamam belki ama senin için daha güzel bir dünya hayalim gerçekleşene kadar onlarla savaşabilirim.”

“Benim için mi?”

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Konunun ne ara bana geldiğini anlamamıştım bile.

“Herkesin bu dünyada yaşamak için bir amacı vardır. Her kahramanın kurtarmayı adadığı bir prensesi vardır. Klark Kent’in Louise’i, Spider man’in Mary Jane’i, Batman’in Kedi Kadın’ı hatta Joker’in Harley Quinn’i var. Benim için de sen varsın. İçinde sen varken dünyada bu kadar kötü insan olmamalı. İçinde senin olduğun dünyada masumlar bu kadar acı çekmemeli.”

İnsanları suça iten bir tetikleyici olduğunu okumuştum bir kitapta. Bir seri katilin çocukluğunda yaşadığı bir travmanın onu duygusuzlaştırdığı ve sonunda suça ittiği gibi mesela. Bir de Batman’deki gibi aileniz bir suçlu tarafından öldürülünce geceleri suçlu avlayan bir yarasaya dönüşebiliyordunuz. Tetikleyici bir durum gerekiyordu belki de hayatta hepimize. Sevgi, aşk da buna dahil miydi? En iyi ateşleyici aşk değil miydi?

Belki de aşk insanın gözüne inen bir perdeydi…

“Bence sen değirmenlere karşı savaşıyorsun sevgilim…” dedim yarı alayla. Kahvemden bir yudum aldım. İçimde garip bir sıkıntı vardı. Rüzgar’ın sözleri mi etkilemişti beni? Dünyayı kurtarmak bize mi kalmıştı? Ne zaman bitecekti peki bu mücadele? Kötülüğün sonu var mıydı?

“Haklısın sevgilim. Bence ben boyumdan büyük değirmenlere karşı savaşan yarı deli bir şövalyeden başkası değilim…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%