Yeni Üyelik
27.
Bölüm

Bölüm 26

@yazarkasa

Rüzgâr beni görünce gözlerini irileştirip “Git buradan!” diye inledi. Acı çekiyordu. Yine de ayakta ve dik durmaya çalışıyordu. Pantolonunun sağ bacağında koyuluk vardı. İlk bakışta kan gibi durmuyordu sanki su ile ıslanmış gibi duruyordu. Ama yerdeki kanlar koyu kırmızı bir şekilde oldukça gerçekçi görünüyordu.

“Bacım senin kapı çalma adetin yok mu?” diye sordu.

“Burada görgü kurallarını tartışacak değiliz sanırım,” dedim ve Rüzgar’ın yanına doğru ilerledim. Adam elindeki silahı sanki bir oyuncakmış gibi sallayarak bana baktı.

“Kocanın yanına geç bakalım,” dedi şaşkın ve keyifli bir yüz ifadesi ile.

“Git buradan Gülce,” diye inledi Rüzgâr.

Onu burada bırakıp arkama bakmadan kaçabileceğimi düşünüyorsa beni hiç tanımamıştı. Yapamayacağımı bildiğine emindim.

“Gitmiyorum,” dedim. “Ben Sancho’yum. Unuttun mu?”

Gülümsedi ama sonra acı ile yüzü gerildi.

“Unutmadım küçük kız. Nasıl unutabilirim.”

Ayakta zor duruyor gibiydi ama acısına rağmen, dizlerinin titremesine rağmen düşmemeye çalışıyordu. Koluna girdim ve bedenimle ona destek olmak için omzuna yaslandım.

“Siz aptal aşıkların ölüme beraber gideriz romantizmi bittiyse kaldığımız yerden devam edebiliriz,” dedi silahlı adam.

“Beni ayağımdan vurup ne elde etmeyi planlıyorsun kaptan?”

“Güzel soru,” dedi silahlı adam. “Seni öldürmek istesem silahı kalbine dayar cesedini de ormana atardım. Yapardım biliyorsun. Ama abin ölmeni değil gözünün korkmasını istiyor. Seni sevdiğinden değil ama cinayet soruşturması ile uğraşmak istemediğinden. Anlarsın ya.”

Sırıttı. Sinir bozucu bir şekilde itici görünüyordu.

“Demek abimin dikkatini çekebilmişim sonunda,” dedi Rüzgar. Sesi acı çektiğini belli ediyordu. Ama duruşu öncekinden de dik ve sağlamdı.

“Hepimizin dikkatini çektin yaramaz çocuk. Bu sana ilk ihtarımız. Bundan sonra olacaklar için de garanti veremiyorum. Anlarsın ya.”

Gevşek adam! Gevrek gevrek anlarsın ya dediğinde içimden yüzüne yumruk savurmak geliyordu.

Rüzgar dişlerini sıktı. Bir şey söylemek istiyorsa bile canının acısından konuşmamayı tercih ettiğini anlıyordum. Alnında boncuk boncuk terler birikiyordu.

“Ben de bir dahaki karşılaşmamızda yer değiştirmiş olmayacağımızın garantisini veremiyorum kaptan. Anlarsın ya.”

Rüzgâr adama göz kırptı. Şu durumda bile karşısında silahla bekleyen adama tehdit ediyordu. Tıpkı Don Kişot misali.

Adam kahkahana attı. “Sabırsızlıkla bekliyor olacağım Rüzgâr Aksoy. İnan bana seni öldürdüğümde bana hediye alacak çok insan birikti.”

Rüzgâr ağırlığını giderek daha çok bana dayıyordu. Hala ayakta duruyordu ama bedeninin acıdan titrediğini, duruşunu bozmamak için acıyla mücadele ettiğini hissedebiliyordum.

“Hepsine selamımı ilet kaptan.”

Kaptan elindeki silahı gelişi güzel bir şekilde salladı.

“Yerler hep kan oldu rıza. Sen iyisi mi doktor beyi al ve bir hastaneye götür.” Sonra Rüzgar’a baktı. “Bunun bir mesaj olduğunu biliyorsun değil mi? Abinden sana. Anlarsın ya.” Ağzına fermuar çekmiş gibi bir hareket yaptı. Sessiz kalmasını istiyordu sanırım. Sonra bana döndü. “Bacım sen de her kapalı kapıdan içeri gözün kapalı girme yoksa sonun kocan gibi olur. Anlarsın ya.”

Derin bir nefes alıp ağzımı açmıştım ki Rüzgâr kolumu hafifçe sıktı ve bu işaretin susmamı istediğini anladım. Bir şey söylemeyecektim çünkü bir an önce o odadan çıkmak istiyordum. Sonra elimde bir bidon benzinle gelip bu evi ve içindeki gözümü kırpmadan yakabilirdim. Belki…

“İşine bak Kaptan. Şu güzel partinin tadını çıkar.”

Rüzgâr bir adım atıp kapıya yönelmeye çalıştı ama canı çok acımış olmalı ki duraksadı.

“Rıza yardım et misafirlerimize. Kapıya kadar uğurla.”

Adam elindeki silahı bir oyuncakmış ve elinde olduğunun farkında değilmiş gibi sağa sola sallayarak konuşuyordu. Rıza dediği adamsa tam bir hödüktü. Bize boş gözlerle bakıp “sizi kapıya kadar geçireyim,” dedi. Geri zekâlı! Bu mafya adamları elemanlarının zekâ seviyesini bilerek mi böyle düşük tütüyordu? Bendeki de ne merak. Aklı başında adamın bunların peşinde ne işi var değil mi ama?

Tüm gücümle Rüzgar’a destek olmak için çabalıyordum. Onun da hareket etmeye çalıştığı için ne kadar zorlandığını tahmin edebiliyordum. Yine de tek ayakla yürüme konusunda büyük başarı sarf etmişti. Merdivene kadar ikimiz de ter içinde kalsak bile beklediğimden daha hızlı ve sorunsuz bir şekilde gelmiştik. İkimiz de konuşmuyorduk. Peşimizdeki hödük ise sadece gözlem yeteneğini kullanarak bize eşlik ediyordu.

Merdivenleri inmek düz zeminde yürümekten daha zordu. Rüzgar yarasını zorladığı için kanaması artmış gibi görünüyordu. merdivenin ikinci basamağına geçmeden önce durdum ve Rüzgar’ın kolundan çıktım. Bana şaşkınlıkla baktı. Eteğimden büyük bir parça kopardım. Neyse ki uzun bir etek giymiştim. Onu alıp Rüzgar’ın yarasına turnike yaptım. Bunu bu kadar geç akıl etmiş olmamı da şok halinde oluşuma verin a dostlar. Adam kan kaybından gitmeden aklıma gelmiş olması da büyük şans doğrusu.

Tekrar Rüzgar’ın koluna girdiğimde bana kısık ve boğuk bir sesle teşekkür etti. Gerdek gecemizle ilgili bir şeyler söyledi ama sesi o kadar boğuk ve zor çıkıyordu ki net duyamadım.

“Sen bu gece ölmemeye çalış da gerdeği bir şekilde hallederiz,” dedim sıktığım dişlerimin arasından. Biraz da sinir ve azarlama modunda söylemiştim ama Rüzgâr kesik bir şekilde güldü.

“Senin de benim kadar hevesli olduğunu görmek beni daha çok heyecanlandırıyor,” dedi. Acıdan nefes alamıyordu ama yaşlı dedeler gibi sayıklıyordu işte.

En alt kata inen basamaklara geçtiğimizde aşağıda bizi bekleyen meraklı ve telaşlı iki çift vardı. Hödük mafya çalışanı onları tanımadığı için “Misafirimiz talihsiz bir kaza geçirdi. Biz hallediyoruz. Siz eğlenceye dönün,” dedi. Kendisinden beklemediğim kadar açıklayıcı olmuştu. İçimden hayret ve şaşkınlıkla tebrik ettim hödüğü.

Betül’ün ağzını öfke ile açtığını hatta gözünü sinirle yumarak öfke patlamasına doğru gittiğini görünce hemen araya girdim “Evet yanlışlıkla bir vazoyu ayağına düşürdü. Biraz sakardır eşim. Siz gidip eğlenceye dönebilirsiniz. Biz hallederiz.”

Bu sırada Rüzgar’a baktım. Yüzü kireç kadar beyazdı. Alnında terler birikmişti ve neredeyse bayılacakmış gibi görünüyordu.

“Olur mu hanım efendi? İnsanlık öldü mü? Biz sizi hemen bir hastaneye götürürüz. Değil mi sevgilim?”

Yağız Betül’e baktığında içimden kahkaha atma isteği gelip geçiverdi. Betül önce bir kaşlarını çatacak oldu ama sonra hemen toparladı. “Ah evet tabi ki hayatım. Haklısın,” dedi dalgınca. Öfkesi bir anda yerini şaşkınlığa bırakıvermişti.

Yağız hızla merdivenleri çıktı ve Rüzgar’ın koluna girdi. O anda kendimi boşlukta hissettim. Sanki o bana dayanmıyordu da ben ondan destek alarak yürüyordum ve bir anda desteksiz kaldım. Aklıma Howl’u merdivenlerden yukarı sürükleyen Sofia’nın sahnesi geldi. Ama onlar merdiven yukarı çıkıyordu. Yine de bir benzerlik vardı. Çünkü ben Sofia’nın izdüşümüysem Rüzgar’da Howl’un yansıması gibiydi. O gece kendimi gerçekten bir masalın içinde gibi hissettim. Bir yanda parti yapan asilzadeler diğer yanda parçalanan bir dünya.

Gülerek eğlenerek girdiğimiz mekândan telaş ve korku ile çıkmıştık. Betül arabaya binene kadar bir şey söylemeden durabildi. Ama arabada hiç susmadan soru sormaya başladı.

“Ne oldu? Kim bu hale getirdi Rüzgar’ı? Neden sizi bıraktılar? Neden vurdular? Neden vurdular sonra bıraktılar? O adam kimdi? Sizi nereden tanıyordu? Derdi neymiş? Ne yapacağız Allah’ım şimdi ne yapacağız biz?”

Hiçbirine cevap vermedim. Rüzgâr hangi günde. Olduğumuzu sordu. Onun sayıkladığını düşünüyordum ama hangi günde olduğumuzu söyledim. Bana bir hastanenin adını söyledi ve bu gece arkadaşının nöbetçi olduğunu söyledi. Sesi o kadar kısıktı ki kulağımı yüzünün yakınına kadar indirmem gerekiyordu. Onun söylediklerini Yağız2a sesli bir şekilde iletiyordum. Yağız komutu almış asker gibi başını sallayıp arabayı sürmeye devam etti. Rüzgâr bir süre sessiz kaldı sonra yeniden kıpırdandı. Kulağımı yüzüne dayadım ve ne söylemek istediğini duymaya çalıştım.

“Seni seviyorum çalıkuşu.”

Bana ilk deva çalıkuşu demişti. Onunla köyde ilk defa karşılaştığımızda aramızda bir çalı vardı. Gözümden küçük bir yaş tanesi kaçıverdi.

“Ben de seni seviyorum sevda kuşu,” dedim titreyen sesimle. “Ama sakın bu gece öleyim deme. Daha savaşacağımız yel değirmenleri var.”

Yarası ölümcül olmamalıydı. Ama çok kan kaybetmişti ve tedavi için geç kalmış gibi hissediyordum. Sanki bütün ışıklar bize ihanet ediyor, sıkışık trafik bizimle alay ediyordu. Hastaneye ulaşmak bir ömür sürmüştü.

Yağız’ın arabayı hastanenin önüne park edişi, içeri girip bir sedye ve hastane çalışanları ile arabaya koşturması hızlı akan bir hayal gibi hafızamda. Her şey saçma bir hızda olup bitmiş ve Rüzgar ameliyata alınmıştı. Kurşun bacağının içinde kalmıştı ve çıkartılması gerekiyordu. Ameliyathanenin kapsının önünde öfke ve kaygıdan titrerken tek sayıkladığım “Onu öldüreceğim,” cümlesiydi. Betül beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Sakinleşmek istemiyordum. Öfkemi diri tutmak ve bunu bir silah haline getirmek istiyordum.

Söylediğimi de yaptım. Rüzgar ertesi sabah gözlerini açıp da bana gülümseyerek baktığında kararımı vermiştim. Onu Yağız’a emanet edip Aksoyların hastanesine gitmek üzere odadan çıktım.

Kaya Aksoy’u öldüreceğim!

Loading...
0%