Yeni Üyelik
29.
Bölüm

Bölüm 28

@yazarkasa

Öfke ve hiddetle girdiğim odadan kafa karışıklığı ve duygusal çalkantı ile çıktım. Duygularımı gözden geçirdim. Aklıma mukayyet olmaya çalıştım. Kalbime sakin olmasını söyledim. Ama işin içinde annem vardı. Öğrendiklerimi hazmedemiyordum. Hem Kaya’ya güvenmiyor hem de ya gerçekse diye şüpheye düşüyordum. Bu durumda Rüzgâr annemin katili ya da katilinin suç ortağı sayılır mıydı? O ameliyata girmese annem yaşayacak mıydı? Ailemize yardım ettiğini düşündüğümüz bu aile aslında bizim felaketimizin mimarı mı? Peki Rüzgar neden benimle bu kadar ilgilendi? Neden bu kadar hızla evlendik? Vicdan azabı çektiği için mi? Yoksa beni gözünün önünde bulundurup suçunu gizlemeye devam etmek istediği için mi? Peki Kaya? O neden bana bunu söyledi? Beni sevdiği için değil tabi ki; aklımı ve kalbimi bulandırmak için söyledi. Eh başarılı da oldu. Daha evliliğimizin ilk gününde kalbim buz tuttu. Gerçekleri Rüzgar’dan öğrenene kadar o buzlar erimeyecek. Belki de gerçekler çok daha acı olacak. Bu acıya, gerçeklerle yüzleşmenin vereceği hasara nasıl dayanabilirim? Annemin katiline aşık olarak anneme ihanet etmiş olmaz mıydım? Nefretten aşka dönen duygular kitaplarda romantik bir şekilde işlenir. Peki aşktan nefrete dönüşen o acı? Bunu daha önce hiç okumamıştım.

Hastane odasına girdiğimde aklımdaki soruları Rüzgar’a yöneltmek için hazır hissediyordum. Ama onu masum bir çocuk gibi uyurken gördüğümde, Tıpkı Howl’a benziyordu, belki de doğru zaman değildir diye geçirdim içimden. Yanında kimse yoktu. Oda boştu. Yağız işe gitmişti Betül okula geçmişti. Ben de Rüzgar’ı yalnız bırakmıştım. Diğer insanlar gibi. Oysa yanında olmaya söz vermiştim. Ama o zamanlar babasının annemi ölüme sürüklediğini ve Rüzgar’ın da bunu örtbas ettiğini bilmiyordum.

Uyanana kadar Rüzgar’ı seyrettim. Solgun beyaz tenini, dolgun dudaklarını, hokka burnunu, kuzguni renkteki hafif uzun saçlarını, kıvrık kirpiklerini, düzenli bir şekilde nefes alıp verirken inip kalkan göğsünü… Uğruna yel değirmenleri ile savaştığım adama bakıyorum. Benim Howl’uma. Şövalye ruhlu don Kişot’uma. Mavi kuşuma…

“Günaydın küçük sevgilim.”

Rüzgar’ın dudaklarına yayılan yorgun tebessümü ve bana bakan yakut rengi gözlerini seçecek kadar kendime geldiğimde onu öldürmek mi yoksa yastığını düzeltip ne istediğini sormak mı daha doğru olur bilemedim.

“Günaydın,” diyerek karşılık verdim ama sesim ve tavrım elimden olmadan çekimser ve mesafeliydi. Rüzgar bunu anında fark etmiş ve kaşlarını çatarak bana bakmıştı.

“Bana kızgın mısın sen?” diye sordu. Sevimli olmaya çalışıyordu ama ağrısı gülümsemesinin kenarına sokulmuş kendini belli ediyordu. Yerinden doğrulmaya çalışırken bana sorgular gözlerle baktı.

“Bir deliye deli olduğu için kızılır mı?” dedim düz bir sesle.

Gülümsedi. Onun gülümsemesi için dünyaları yakardım. Peki annemin intikamı için neler yapardım?

“Haklı olabilirsin.” Bir türlü doğrulamadığı için yatağın içinde debelenip duruyordu. Kolundan tuttum ve hafifçe destek oldum. Teni kızgın bir demir gibi tenimi mühürlüyordu.

“Ama ilaçlarını yanına almadığı için kızılabilir tabi.”

Rüzgar yüzüme baktı. “Benim ilacım sensin. Ve seni hiçbir zaman yanımdan ayırmak istemiyorum.”

Peki sen? İlacım mısın zehrim misin? Yaşam enerjim misin ölüm meleğim misin?

Kaya’dan öğrendiklerimi Rüzgar’a sormak için can atıyordum ama sanki bir türlü o an gelmemiş gibi hissediyordum. Ve ilahi zamanlama da bana susmamı söylemek ister gibi tam ağzımı açacakken içeri genç bir doktor girdi.

“Hastamız bugün kendini nasıl hissediyor bakalım?” dedi alaycı bir ifade ile.

“Doktorumdan memnun değilim dikişi yamuk dikmiş. Ayrıca ağrım var ağrı kesici vermiyor hemşireler. Çıkışımı talep ediyorum.”

Rüzgâr ve içeri giren doktor kahkahalar atarak gülmeye başladı. Konuyu anlamamıştım o yüzden ikisine bakıp iç geçirmekle yetindim. Gece aile geldiğimizde doktorumuzu gözüm görmüyordu. Ama şimdi baktığımda Rüzgar’la yaşıt olduğunu görebiliyordum. Gençti. Hafif yanık buğday bir tene sahipti, cildi çiçek hastalığından kalma izlerle doluydu. İri gözleri ve kıvrık kirpikleri vardı. Burnu da yayık ve tombuldu. Bana baktı ve kaşlarını kaldırdı.

“Sizinle tanışmamıştık güzel bayan,” dedi. Sesinde çapkın bir tını vardı.

“Seni eşimle tanıştırayım,” diye araya girdi Rüzgâr. “Gülce Aksoy.” Sonra bana döndü. “Gülce bu da benim okuldan arkadaşım Burak.”

Burak memnun olduğunu ifade eden bir gülümseme ve baş hareketi ile bana baktı.

“Çok şaşırdım. Rüzgar’ın evlenme niyeti olduğunu hatta bir kadınla görüştüğünü bile bilmiyordum.”

Gergin bir şekilde gülümsedim.

“Biraz ani ve hızlı gelişti sanırım.” Düşününce gerçekten çok hızlı gelişmişti her şey. Neredeyse hiç tanımadığım bir. Adamla evlenmiş olabilirdim. Ya da tanıdığımı sandığım. Belki de tanımak bile istemediğim. Tanımasaydım keşke diyeceğim…

“Çok hızlı oldu gerçekten,” diyerek araya girdi Rüzgâr. “Henüz duyurmadık kimseye. Kendi aramızda bir nikah yaptım. Babamın durumunu biliyorsun. Abartılı bir tören olmazdı.”

“Haklısın kardeşim,” dedi Burak. “Senin adına mutlu oldum. Gerçekten güzel bir eş seçmişsin kendine. Umarım bir ömür muhabbetiniz daim olur.”

“Teşekkür ederim doktor,” dedi Rüzgar bana dalgınca bakarken. “Öyle olacağımızı umuyorum.”

Kısa bir sessizlik anı oldu. Belki de benim bir şey söylemem gerekiyordu. Amin niyetine bir şeyler. Ama içimden konuşmak gelmemişti.

Sessizli Burak doktor bozdu.

“Aslında seni bir gün daha burada tutmayı düşünüyordum ama madem eşin de yanında gözüm arkada kalmayacağı için bugün öğleden sonra çıkacak tahlillerinde sıkıntı olmazsa seni taburcu edebiliriz. Sana ne olduğunu sormayacağım ama eğer eşinden şiddet görüyorsan bana gözlerini iki kere kırparak cevap verebilirsin kardeşim. Daha ilk günden ayağına sıktığına göre belalı bir yengemiz var herhalde.”

Rüzgarla ikimiz gergince gülümsedik.

“Bu bir kazaydı kardeşim. Aramızda kalırsa sevinirim. Annem duyup da bir de bunun için endişe etmesin.”

“Benim için fark etmez. Kendine iyi baktığın sürece sorun yok.”

“Kalıcı bir hasar olacak mı?” diye sordum endişe ile.

“Yok yenge. Sıkıntı olacağını sanmıyorum. Yara iltihap kapmasın bir de iyi beslensin birkaç güne toparlar ama bir süre topallayarak yürümesi gerekebilir.”

“Anlıyorum,” dedim düşünceli bir şekilde. Kaya ne derse desin yine de Rüzgar’ın acı çektiğini görmek beni üzüyordu.

“Bir de” diye ekledi Burak kapıdan çıkmadan hemen önce. “Birkaç gün yarayı çok zorlamamakta fayda var.” Rüzgar’a göz kırptı ve “Anlarsın ya,” diye ekledi.

“Sen yarayı dert etme. Ben işimi bilirim,” diye cevap verdi Rüzgâr.

Doktor Burak kapıdan çıktıktan sonra bir süre pencereden dışarıyı seyrettim. Rüzgâr telefonuyla ilgileniyordu. Ben de dışarıdaki telaşı, karmaşayı izliyordum. Vakit öğlene yaklaşmıştı. Gelen hastadan çok giden hasta vardı. Annemi hastaneye yatırdığımız günü düşündüm. İyileşeceğine dair umudumuz vardı. Beynindeki tümör hayatını cehenneme çevirmişti. Başı ağrıyor, sürekli kusuyordu. Arada bayılıyor bazen de bizi tanımıyordu. Serhat Aksoy umut dolu konuşmuştu. Büyük cerrah. Başarılı doktor. Ona güvenmiştik. Annemi umutla, gülerek gönderdik ameliyathaneye. Sarılıp öptük, doya doya kokladık. Son vedamız olduğunu bilemedik. Bilseydik belki daha çok sarılır daha çok öper daha çok koklardık. Annemin kokusunu özledim.

“Ağlıyor musun küçük sevgilim?”

Yanağımdan süzülen damlayı o an fark ettim. Elimle göz yaşımı aceleyle sildim.

“En son annemle bir hastane odasındaydık,” dedim burnumu çekerek.

“Çok mu severdin anneni?” diye sordu Rüzgâr.

“Anne sevilmez mi?” Güldüm. Ya da gülmeye çalıştım ama dudaklarım bana ihanet ederek küfür şeklini aldı.

“Benimki çok sevecen bir anne değildi. Sevmezdim diyemem ama aramızda hep mesafe vardı. Otoriter ve kuralcı bir kadındı. Sevgisini belli etmezdi. Ya da ben anlamazdım. Aile bağlarımız çok sıkı değil. Yakında görüp anlarsın sen de.”

Boğazımdan bir hıçkırık kaçtı ve gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Kendi annemi mi özlüyorum yoksa Rüzgar’ın heba olan çocukluğuna mı ağlıyordum bilmiyorum.

“Hadi yanıma gel. Annen gibi olamam ama sana sıkı sıkı sarılabilirim.”

Eğer içeri bir hemşire girmemiş olsaydı belki Rüzgar’ın yanına giderdim. Ama kan almaya gelen hemşire aramızdaki romantizmi terliğinin topuğu ile ezerek içeri girdi.

“Tahlil için kan almaya geldim,” dedi keyifsiz bir yüz ifadesi ile. Rüzgâr kolunu uzatınca kolundaki serum girişine bir şırınga sokup kan aldı. Ateşini, nabzını ve tansiyonunu ölçtü. Sonra ikimizle de muhatap olmadan tahlillerin bir saat içinde çıkacağını söyleyip çıktı.

“Yanıma gelmeyecek misin?” diye soru Rüzgâr. Hemşire gittikten bir süre sonra. Derin bir nefes aldım. Onun yanına gitmek beynimdeki kasları acıtıyordu. Kalbim git derken aklım kaç diye yalvarıyordu. Bir de aklımın arka tarafından gelen bir ses yüzüne bir yumruk çakıp hesap sormamı istiyordu. Şimdilik onun sesini bastırabiliyordum. Ama giderek güçlendiğini hissedebiliyordum.

Neyse ki cevap veremeden içeri Yağız girmişti. İşlerini halletmiş ve tüm gününü Rüzgar’a ayırmak için gelmişti. Betül de birazdan gelecekti. Tabi ki haberleşmişlerdi. Daha dün akşam gelin görümce gibi birbirlerini yiyorlardı. Ama olsun. Bu ikilinin işine akıl sır ermez sevgili okuyucu. Ben artık saldım.

Tahlil sonuçları yarım saat içinde çıktı ve bir hemşire taburcu olduğumuzu haber vermek için geldi. Yağız işlemleri yaparken ben de Rüzgar’ı hazırladım. Kanlı pantolonunun ceplerini boşalttım ve çöpe attım. Rüzgâr ameliyattayken nereden bulduysa Yağız şık bir pijama getirmişti. Eşyamız çok yoktu. Oysa annemle hastane odasına girdiğimizde meyve suları, köyden hamur işleri, koca şişelerle sular ve bol bol kıyafet getirmiştik. Annem gülümseyerek gitmişti ameliyata. Üzerinde pembe çiçekli bir pijama vardı. Diğer pijamaları gibi solgun değildi çünkü hastanede giymek için pazardan almıştı. Saçını güzelce tarayıp örgü yapmıştım. Saçları kınalıydı. Mis gibi kokardı. O koku burnumda tüttü bir an.

Hastanenin hüznü üzerime bir ağırlık gibi çöktü. Sanki annemi hastanede bıraktığımız o günkü gibi keskin bir acı göğsümü boydan boya biçti. Annemin yokluğu hastane odasında daha bir hissedilir oldu. Göğsümde kızgın bir top, ağzımda acı bir tat, kalbimde ince bir sızı…

“Seni bu kadar üzdüğüm için özür dilerim küçüğüm,” dedi Rüzgâr. Ayağa kalkmasına yardım etmek için elini tutmuştum. “Seni bir daha kimsenin üzmesine izin vermeyeceğim. Bu ben olsam bile…”

Göğsümdeki kızgın top hızla hareket etti. Gözlerimden yaşlar boşanırken kalbim de aklım da allak bullak olmuştu.

 

 

Loading...
0%