@yazarkasa
|
Rüzgar şaşkınlık ve belki biraz da hayal kırıklığı ile yüzüme baktı. Öfkeli miydi? Yoksa korkmuş muydu? Bunu surat ifadesinden anlayamadım. Öfkelenmesini anlayabilirdim ama yüzündeki dehşet ve korku ifadesini görmek canımı acıtmıştı. Biliyordu. Anlamıştı. Ve bekliyordu. Kendimi aptal gibi hissediyordum. “Neden böyle bir şey yaptın?” diye sordu. Sesi sayıklar gibi biraz donuk çıkmıştı. Hesap sormuyordu bile. Sadece kafası karışmış ya da durumu nasıl toparlayacağına karar vermek için soru soruyormuş gibiydi. “Sana yaptıkları için ona çok öfkeliydim. Neden bilmiyorum kendime geldiğimde bir takside hastaneye doğru gidiyordum.” Derin bir nefes aldı ve bedenini hafifçe benim bedenimden uzaklaştırdı. Sanki kilometrelerce uzağa gitmiş gibi bir gurbet hali çöktü kalbime. Ürperdim. “Sana ne söyledi? Ne söyledi de bana tüm gün boyunca bir buzağının anasını ezen kamyona baktığı gibi baktın?” Betimlemeyi kafamda canlandırmaya ve anlam vermeye çalıştım. Anasını ne yapmış? Bana buzağı mı dedi o? Derin bir nefes aldım. Hesap soran ben olmalıydım değil mi sevgili okuyucu? Ona bağırmalı çağırmalı ve öfkemi kusmalıydım. Ama ben onun yerine başımı öne eğip suçlu bir kız çocuğu gibi olduğum yerde sinmiştim. “Annemi öldürdüğünü.” Gerçekten kendimi o buzağı gibi hissediyordum şimdi. Rüzgar suratına okkalı bir tokat yemiş gibi sarsıldı. Gözlerini iri iri açtı. Ağzı açıldı, bir şey söyleyecek gibi oldu. Sonra dudağını ısırdı. Derin bir nefes aldı ve Kaya’nın öznesi olduğu gün yüzü görmemiş bir küfür savurdu. Küfrün cazibesi ve Kaya’nın bunu gerçekten hak ediyor oluşu yüzünden neredeyse sırıtacaktım. Ama Rüzgar’ın taş kesilmiş surat ifadesi beni bundan alıkoyuyordu. “Sen de ona inandın öyle mi?” Kırgınlık. Kesinlikle bana gücenmiş ve hakarete uğramış gibi bakıyordu. “Neye ve kime inanacağımı bilmiyorum. Ben… kafam karıştı tamam mı? Annemin ameliyatında babanın ihmali olduğunu ve senin de bunu örtbas ettiğini söyledi. Bunu sana sormak istedim ama sen öyle… Ne bileyim yaralıydın işte. Soru sorulacak, hesap verilecek zaman değildi. Ama bir yandan da içimde, kalbimin ortasında koca bir delik varmış ve oradan buz dağları geçiyormuş gibi hissediyordum. Ben… bilmiyorum. Ne yapacağımı bilemedim.” Hiç nefes almadan konuştum ama en sonunda histerik bir hıçkırık dudaklarımın kenarından boşalıverdi. Ağlamak istemiyordum ama ağlamama ramak kalmıştı. Belki de kendimi tutmamalıydım. Kontrolü bırakmalı avucumda sıkı sıkı tuttuğum ipin ucunu bırakmalıydım. Rüzgar elimi avucunun arasına aldı. “Tamam sakin ol küçüğüm,” dedi. Sanki kalbimde bir tuşa dokunmuş gibi hissettim. Omuzlarımın sarsıldığını ve başımı onun göğsüne gömdüğümü hatırlıyorum. Sonra ağlamaya başladım. “Abim manipatütif narsist bir kişiliğe sahip. Onu tanımayan biri onun yönlendirmelerine kolayca kanabilir. Seni suçlamıyorum. Annenin ameliyatında ben de vardım. Evet. Babamın girdiği son ameliyattı ve ameliyattan sonra bir soruşturma yaşadı. Ama bir hatası bulunmadı ben daha öğrenciydim ve bir hata yapmış olsa bile çok da farkında olamayabilirdim. Yine de babamı bu konuda affetmedim. Belki de hiçbirimiz affetmedik. Ve annem bile vicdan azabı yüzünden babanı işe aldı bence. Bilmiyorum. Ama ben… ben senin o hastanın kızı olduğunu bilmiyorum. Yani en başında bilmiyordum. Annenin ölümü babamın suçu muydu bilmiyorum Gülce. Bundan hiçbir zaman emin olamadım. Ama eğer bilseydim onu kendi ellerimle adalete teslim ederdim. Beni anlıyor musun?” Cevap vermedim. Başımı daha da gömdüm göğsüne. Bana sıkıca sarılırken onun kollarının arasında kendimi dünyanın en güvenli alanında gibi hissediyordum. Beni kendine çeken bu güven hissi ve ona ait olduğum duygusu ile bir şekilde sarhoş olmuş gibiydim. Ona inanmak istiyordum. Sanki ne söylerse söylesin affedecek ve yalan olduğuna emin olduğum bir cevap bile verse onu kabul edecekmiş gibi kendimi zayıf ve iradesiz hissediyordum. Bir yandan da öfkeliydim. Kendime. Çünkü çok kolay teslim olmuştum. Çok kolay kabullenmiştim. Çok çabuk affetmiştim. Belki affetme kısmı doğru değildi. Kalbimin bir köşesinde can çekişen şüphelerim vardı. Ama Rüzgar o kadar samimi ve içten geliyordu ki… Onun kollarındayken ne dese inanırdım sevgili okuyucu. Ne yaparsa yapsın bir çaresini buluruz diyerek kendimi avuturdum belki de… Bu aşk mıydı? bir zaaf ya da zayıflık mıydı bilmiyorum. Rüzgar’ın dudaklarını yumuşak bir şekilde saçlarıma dokundurduğunu hissedebiliyordum. Elleri sırtımda yumuşak daireler çiziyordu. Ağlamak istemiyordum ama kendimi durduramayacak kadar kontrolü kaybetmiştim. Hızlı giden bir arabanın direksiyonuna benziyordu duygularım. Ne yöne sapacağını artık -ve bir tek- Allah biliyordu. “Sakin ol küçüğüm… Sana asla zarar vermem. Vermedim. Seni üzecek bir şey yapmam. Yapmadım. Bana inanmalısın. Eğer sen bana inanmazsan… Sen inanmazsan…” Rüzgar cümlesini tamamlamadan susunca başımı göğsünden çekip merakla yüzüne baktım. Kaşlarımı hafifçe havaya kaldırdım. Bir şey söylemedim. Sanki ağzımı açıp konuşmaya çalışsam tek bir ses çıkmayacakmış gibi hissediyordum. “Sen bana inanmazsan küçüğüm ben de kendime inanmayı bırakırım. Sen beni bırakırsan ben de kendimi bırakırım. Anlıyor musun? Sensiz yapamam. Ayakta durma nedenim sensin çünkü. Destek aldığım, güç aldığım, tutunduğum ve bana devam etme inancı veren, yaşamaya savaşmaya devam etmemin tek sebebi sensin.” Bazı insanlar seni seviyorum demez derler sevgili okuyucu. Bazı insanlar sevgisini ifade ederken kalbinize kurşun yağdırırlar. Rüzgâr da onlardan biri olabilir mi? Bir süre nefes bile almadan birbirimizin gözlerinin içine baktık. Onun zümrüt mavisi gözlerinde kendimi görebiliyordum. Rüzgar’ın gözbebeğinde hapsolmuş bir Gülce görüyordum. O bana baktığında ne görüyordu acaba? “Bir şey söylemeyecek misin?” Rüzgar başını eğdi ve yüzüme baktı. Ne hissettiğimi ne düşündüğümü anlamaya çalışıyordu. Ama anlayamazdı. Ben bile bilmiyordum. Onu seviyordum. Ona inanmak istiyordum. Annemi çok özlemiştim. Ve bütün bu yaşadıklarım bana bir kabusmuş kötü kurgulanmış bir hayal gibi geliyordu. “İki cümle ile ikna olabileceğim bir konu değil bu,” diyebildim tıkanmış nefesim ve durduramadığım göz yaşlarımın arasından. “Abimin iki cümlesi ile kafan karıştı ama. Seni nasıl ikna edebilirim küçüğüm? Sen söyle. Kanıt mı bulayım? O ameliyata giren hemşireleri bulup karşına mı çıkarayım? Ne yapayım?” “Sadece biraz zamana ihtiyacım var. Sanırım…” dedim. Bir kanıta değil bir güvenceye ihtiyacım vardı. Annemin katili, kalbimin celladı mısın yoksa gecemi aydınlatan ateş böceğim misin? Bunu anlamam gerekiyordu. Ama benim aklım da kalbim de çok karışmıştı. “Sana söylemem gereken bir şey daha var,” dediğimde Rüzgar’ın kaşları korku ile havaya kalktı. Yüzü dehşet ifadesi alırken başını geriye attı. Bir süre tavana bakıp derin nefesler aldı. “Seni dinliyorum sevdiceğim,” dedi sonunda ama sesinde meraktan çok bezginlik vardı. “Eniştem beni taciz etti,” dedim bir anda. Bunu neden söylediğimi bilmiyordum. Artık gizli bir konu kalmasın aramızda istiyordum. Rüzgar ellerini iki yana açtı sonra hayali bir şeyi sıkar gibi yavaşça yumruklarını sıktı. “Sen bu gece bana kalp krizi geçirtmek mi istiyorsun kadın?” dedi. Gülsem mi ağlamaya devam mı etsem bilemedim. Belki de kalbimin zembereği boşalmıştı o gece. Tek istediğim korkularımı, acılarımı, gözyaşlarımı kontrolsüzce Rüzgar’ın kalbine akıtmaktı. Hızımı alamamıştım sevgili okuyucu. Sen de merak ediyorsun ayrıntıları değil mi? Eh o zaman bir dahaki bölüme kadar bekleyeceksin. Üzgünüm. Benim koğcama biraz daha sokulup sakinleşmem lazım.
|
0% |