Yeni Üyelik
33.
Bölüm

Bölüm 31

@yazarkasa

Rüzgâr ellerini saçlarına götürdü. Burnundan soluyordu.

“Bana her şeyi anlat küçüğüm. Seni dinlerim ve yargılamam. Korkmadan anlat.”

Biraz önceki öfkesi yerini daha ılımlı bir duyguya bırakmıştı. Merhamet mi? Sevgi mi? Acıma ya da merhamet mi? Neden bilmiyorum ama bazen Rüzgar’ın duygularını anlamakta güçlük çekiyordum.

“Annem öldükten sonra,” diye lafa başladım. İlk anda Rüzgar bezgince nefesini verdi. Onu duymamış gibi devam ettim. “İşte ondan sonra ablamla kaldım bir süre. Babam biraz… Okul için ilçeye gitmem gerektiğini düşündü o. Aslında. Ama bence bizi kendinden uzaklaştırmak istiyordu. İşte eniştem bana garip şakalar yapıyordu. Ablam biraz fazla bağlı kocasına. Yani adam öldürse ‘Mustafam yapmaz,’ diyenlerden. Neyse bir gün okuldan geldiğimde ablam evde değildi komşuya gitmişti. Eniştem de işten erken geldi.” Gözlerimi kapattım. Diğer kısımları hatırlamak kalbimi sıkıştırıyordu. Üzerime doğru sırıtarak gelişi. Kaçma benden diyerek peşimde kuduz bir köpek gibi kovalayışı. “Neyse işte, o üzerimi zorla çıkarmaya çalışırken bayılmışım. O da korkmuş beni öldüm sanmış öylece bırakıp çıkmış. Ablam geldiğinde kriz geçirdim sandı. Onu ikna edemeyeceğimi bildiğim için sustum. Çünkü daha önce de enişteme cilve yapıp elinden almaya çalıştığımı söylemişti. Eniştem hareketlerine dikkat etsin diye uyarmış. Yani ileride bir şey olursa benden bilinecekti, önceden yapmış kılıfını.” Derin bir nefes alıp bir süre ciğerlerimde tuttum. Sonra sert bir şekilde nefesimi verdim. “Öyle işte,” diyerek bitirdim.

“Enişteni öldürebilirim. Onu acı çektirerek yalvartarak öldürmek istiyorum. Böyle insanlar yüzünden bütün hümanist duygularımı kaybediyorum.”

Rüzgar’ın boğuk ve ürkütücü sesi ile kendime geldim. Yüzüne baktım. Zümrüt mavisi gözleri ışıl ışıldı. Öfke ve merhamet aynı anda sarmalamıştı sanki harelerini. Ellerini yumruk yapmış havada tutuyordu.

“Ölmesi ya da yaşaması umurumda değil. Bana zarar verebileceğini sanmıyorum. Güvendeyim. Ve bu benim için yeterli.”

Rüzgâr başımı göğsüne yasladı ve bana sıkıca sarıldı.

“Sana kimsenin zarar vermesine izin vermem küçüğüm. Bu ben bile olsam. Ama inan bana eniştenin cezasını da bir gün keseceğim. Öncelikle şu masum çocukları ve kızları kurtarmalıyız. Sonra eniştenin icabına bakmazsam ben de rüzgâr değil osuruk olayım.”

Kesik bir kahkaha attım. Beni korumak istemesi hoşuma gitmişti. Ayrıca bunu yaparken de sevimli ve çekici oluyordu vicdansız.

“Son ana kadar bir mafya gibi konuşurken son anda bunu nasıl bozabildin mavi kuş?”

“O kadar öfkeliyim ki küçüğüm, sanırım beynim ambale oldu sinirimden. Ne dediğimin farkında değilim.”

Saçlarıma o küçük, nazik öpücüklerinden bonkörce dağıtmaya başladı. Sonra derin bir nefes aldı.

“Kalbime indirebileceğin başka bir itirafın var mı küçük kız? Bu gece o gece olabilir. Artık hazırım. Dök içini.”

“Şimdilik bu kadar. Ama sana bir şey itiraf edebilirim. Sana söylemek o kadar iyi geldi ki… yani sanki kalbimde taş taşıyordum ve o taşların tüm yükünü sana bıraktım. Daha hafif hissediyorum. Daha önce bunu kimseye anlatmamıştım. Hem olay büyümesin diye hem de bana inanmazlar ve ne bileyim ortada kalırım diye.”

Zaten ablam bile inanmamıştı. Eniştemin hareketlerinden rahatsız oluyordum ama o hep beni suçluyordu. Benim kocasına fazla yakın davrandığımdan, iyi bir koca bulup bir an önce evlenmem gerektiğinden, yuva yıkan kadınlar gibi güldüğümden bahsedip beni belki de kendimi suçlu hissettirmeye çalışıyordu. Belki başarmıştı da. Yani içimde hep, acaba ben mi bir şey yaptım düşüncesi vardı. Öfkeden çok korku. Hakkımı aramaya cesaretim yoktu. Tek yapabildiğim olanca gücümle o insanlardan uzaklaşmaktı. İstanbul’a bile bu yüzden gelmiştim bir bakıma. Bütün akrabalarımdan kaçmak için. Annemin ölümünden sonra yanımızda durmayan, bize destek olmayan ve her şekilde iftira atmak için pusuda bekleyen akrabalardan. Köy evimizin etrafında gezinip duran genç erkeklerden. Eniştemden. Ablamdan. Kısacası koca bir köyden kaçmıştım. Kaçmak çözüm değildi biliyorum çünkü o koca taşlar kalbimin ortasında dağ gibi duruyordu. Geçmişinizden kaçtığınızı düşünebilirsiniz ama bu belki de kendi gölgenizden kaçmaya çalışmak gibi oluyor sevgili okuyucu.

“Sen bana eniştemi yanlışlıkla öldürdüm desen mezarı nereye kazalım diye sorarım küçük kız. Neden diye bile sormam. Ama tabi yine de kimseyi yanlışlıkla öldürmemeye çalış sen.”

Rüzgar’la ilgili o gece fark ettiğim bir gerçek daha vardı. Duyguları karışıkken saçmalamaya meyilli oluyordu. Bazen duygusal başlayan cümlesi sonunda size göz yaşlarınızın içinde kesik ve histerik bir kahkaha attıracak saçmalamaya dönüşebiliyordu.

“Elimden geleni yaparım. Ama söz veremem.”

Bir süre sessiz kaldık. Rüzgar’ın dokunuşları ile sarhoş olmuş hatta sıcak bir yer bulmuş kedi rahatlığı ile mayışmıştım. O artık benim sırdaşım ve suç ortağımdı. O benim Don Kişot’um, o benim Howl’um, o benim zümrüt gözlü mavi kuşumdu… ona öylesine alışmıştım ki sanki ezelden beri ruhlarımız yan yana ama bedenlerimiz ancak birbirini bulmuş gibi hissediyordum.

Kapının çalması ile bir ağaç dibinde gizlice oynaşırken ailesine yakalanmış ergen çiftler gibi irkildik ve telaşlandık. Bir an donup kaldım.

“Kapıyı açsana gülce. Yemek geldi sanırım.”

Ah doğru ya. Yemek sipariş ettiğimizi bile unutmuştum. Sanki üzerinden üç bölüm geçmiş gibi hissediyorum sevgili okuyucu. Sen de unuttun sipariş ettiğimizi değil mi?

Canınızın çekmesini istemem ama karışık kebap gerçekten lezzetliydi. Sanırım bir yemeğin lezzeti ile o anki ruh haliniz arasında bir bağlantı vardı. son zamanlarda kendimi hiç olmadığım kadar hafif hissediyordum. Annemi kaybetmenin vicdan azabını ve yaşadığım utanç verici anının pişmanlığını ve yaradan sızan bir irin gibi kalbime süzülen suçluluk duygumu Rüzgarla paylaşmak beni rahatlatmıştı. Çok fazla yorum yapmamıştı. Aslında bundan da memnundum. Soru sorduğunda cevaplayamayacak kadar doluydum. Ya da herhangi bir yorumunu kaldırabilir miydim bilmiyorum. Onun sessiz ama güven verici desteği kalbimi okşayan narin bir kuşun kanadı gibiydi.

Sanırım.

Ve galiba.

Ama gerçekten.

Ben Rüzgar’a âşık oluyordum sevgili okuyucu. Belki daha önce boş bir rüzgâra kapılmış gidiyorum derdim size. Ama artık biliyorum ki o rüzgâr benim parçam ve ben de onun parçasıyım. Eğer sürükleniyorsak ikimiz de aynı yöne sürükleniyoruz. Onun yönü benim yönüm. Kalbim başka türlüsünü kaldıramaz sevgili okuyucu.

Çok mu histeriğim? Çok mu romantiğim? Eh bu gece bizim gerdek gecemiz. Biraz romantik olabilirim sanırım.

“Gerçekten,” dedim ağzımda lokmamı yavaşça çiğnerken “o adamlarla savaşmaya devam etmeyi düşünüyor musun?”

Çok meraklı görünmemeye ve Rüzgar’ın yüzüne bakmamaya çalıştım. Onu ikna etmek ya da vazgeçirmek değildi niyetim. Allah biliyor bunu çok istiyordum. Yani sessiz ve sakin bir hayatımız olsun istiyordum. Kendi telaşımızda iki kişilik dünyamızda yaşayalım istiyordum. Onu kaybetme korkusunu bu kadar güçlü ve bu kadar yakınımda hissetmek beni telaşlandırıyordu.

Rüzgar çatalını yemek paketinin yanına bıraktı. “Bırakamam küçüğüm. Bu kadar yaklaşmışken, bu kadar ilerleme kaydetmişken devam etmezsem eğer o çocukların, genç kızların ahı yakamı bırakmaz. Sana karşı sorumluluklarım var farkındayım. Bir aile kurmak o yuvayı güvende tutma sözü vermek demektir. Seni güvende tutmalıyım. Ama böyle bir dünyada hangimiz ne kadar güvende olabiliriz ki? O çocuklar acı çekerken biz nasıl huzurla uyuyabiliriz? Ben yapamam. En azından büyük bir vurgun yapana kadar, polisin eline bir koz verecek kadar devam etmeliyim. Gerisini onlar halleder biliyorum ama önce bir delik açmam lazım içeri girmeleri için. Anlıyor musun beni küçüğüm?”

Anlıyordum. Ama anlamak istemediğim de başka bir gerçekti. Ama bunu ona söylemeyecektim.

Omuzlarımı silktim.

“O zaman ne gerekiyorsa yaparız,” dedim ve elimde dürüm yaptığım kebaptan bir ısırık aldım. Rüzgar sessizce bana baktı bir süre. Bir şey demedi. Bir şey söylemesini beklemedim. Belki konuşsa tüm büyü bozulacaktı.

Gülümsedi. Dudaklarının kenarında hüzün dokunuşları vardı. Yakut mavisi gözlerinde ışıldayan nemli bir bulut ve yüzünde hafif yorgun bir ifade. O gece Rüzgar’ı yarası mı benim anlattıklarım mı daha çok yormuştu bilmiyorum sevgili okuyucu.

Yemeğimizi yedikten sonra ilaçlarını alıp kısa sürede uykuya yenik düştü. İşte gerdek gecemiz de böyle geçti. Belki bedenlerimiz hala birbirinin tadını bilmiyordu ama ruhlarımız ve kalplerimiz o gece birbirine sokulmuş ve aşk ile yoğurulmuştu.

 

 

 

Loading...
0%