@yazarkasa
|
“Gülce sana profil linki attım. Bizim sınıfta hani mavi gözlü çocuk var ya onun hesabını buldum.” Ranzamın üst katında gözlerimi tavana dikmiş son iki haftadır yaşadıklarımı muhasebe ederken Betül’ün alt yataktan gelen sesi ile uykudan uyanır gibi kendime geldim. Yastığın kenarına koyduğum telefonumu elime aldım. Betül’ün attığı son mesaja bakmak için mesaj kutumu tıkladım. Profilini attığı çocuğu daha önce görmüştük. Tabi ki aynı sınıftaydık ama ayrık kopuk gruplara dağıldığımız için henüz tam olarak tanışamamıştık. Bence bazıları ile okul sonuna kadar sadece sima olarak hatırımızda kalacak kadar kısa konuşmalar yapabilecektik. Herkesin farklı bir dünyası vardı. Çalışanlar, serseri zenginler, sevgilisi olanlar ya da tam bir bilgisayar oyunu hastası olanlar vardı. Hepsini giyiminden kuşamından hareket ve tavırlarından anlayabiliyordunuz. Sevgilisi olanları da parmağındaki yüzükten ya da yanında yapışık gezen ekürisinden anlayabiliyordunuz. İlk hafta Betül’le tek tabanca olanları tespit etmeye çalışmıştık. Eğlenceli bir aktiviteydi. Şimdi de okuldaki öğrencileri takibe almaya başlamıştık. Bazen onlar da istek atıyordu. Zaten selam verdikten sonra herkes birbirinin sosyal medyasını takibe almak için hamle yapıyordu. “Burak Özçivit’e benziyor. Ama yandan kamyon çarpmış haline.” Betül sesli bir kahkaha attı. Onunla ne ara böyle kaynaştık ve saçma yorumlarımızla gülüp eğlenmeye, birbirimizi yadırgamadan fikrimizi söyleyebilme rahatlığına kavuştuk bilmiyorum. Sanırım gecen hafta okula geliş gidişlerimin zorluğuna dayanamayıp bir yurda yerleşmeye karar verdiğimde ve aynı anda Allah’ın hikmeti ile Betül’ün yurt odasından bir kızın arkadaşları ile ev tutmak için yurttan ayrılması denk geldiğinde artık Betül’le kız kardeş gibi olacağımızı anlaşmıştım. “Fotoğrafları da çok arabesk. Ama yine de takibe alalım. Belki bir gün işimize yarar. Abi deme lazım olur hesabı…” İkimiz de çocuğu takibe aldık. Sonuçta aynı sınıfta okuyorduk. O da bize on dakika içinde geri dönüş yapınca ilk notumuzu verdik: Arsız bir çapkın! Uzak durmak lazım. Yan cepte dursun. Hazır telefonumu elime almışken Süreyya teyzemin de hacı arkadaşları ile boğaz turu yaptığı hikayesine ateşli emoji gönderdim. Kadın hayatı yaşıyordu gerçekten. Ve bunu çocuklarından kaçtığı zamanlarda yapıyordu. Artık kaçtığında da hikâye paylaşıp bunu bir çeşit eğlenceye çevirmeyi başarmıştı. Kendisini takdir ediyordum. Ve o da beni takip ediyor paylaştığım toplam beş fotoğrafın altına da yorum yaparak mutlu ediyordu. Okul başladığından beri yirmiyi geçmeyen sosyal medya çevrem iki yüz takipçi ve üç yüz takip edilen olarak artmıştı. Tabi bunda Betül’ün desteği büyüktü. Sınıftaki birçok kişinin profilini bulmuş hatta bununla yetinmeyip okulda gözüne kestirdiği herkesi bir şekilde takibe almıştı. Tam bir ‘stalker’ yani sosyal medya ajanıydı. Onunla düşman değil de dost olduğum için kendimi kısmetli görüyordum. İnsanın bilmediği derin sırlarını bile on dakika içinde bulabilecek bir hacker potansiyeli vardı. Tabi ben de boş durmuyordum. Süreyya teyzenin torunu ile başlayan takiplerim Kaya beyle devam etti. Kendisinin oldukça sıkıcı bir profili vardı. Çoğunlukla takım elbiseli nadiren de spor giyimli ama genelde resmi paylaşımlar yapıyordu. Rüzgâr daha eğlenceliydi. Onun motosikletlere olan tutkusu paylaşımlarından seçilebiliyordu. Sık sık deniz manzaralı tepelere çıkıyordu. Paraşütle atladığı, rafting yaptığı hatta motosikleti ile yarıştığı videolu paylaşımları vardı. Aslında paylaşımları ‘ölmek istiyorum ama bunu spor tadında yapıyorum’ der gibiydi. Kaya Bey takibime karşılık vermemişti ama Rüzgâr birkaç gün sonra beni takibe aldı. Ama Kaya Bey de yurda çıktığımı öğrenince bana birkaç gün izin verip masraflarım için de avans vermişti. O yüzden takibime karşılık vermemesine bir şey demiyorum. Şimdilik. Ama kalbimi kırdığını tahmin ediyorsundur sevgili okuyucu. Gözlerimi kısmış bir şekilde senenin belki de son sıcak günlerinin keyfini çıkaranların attığı keyifli tatil tadındaki hikayeleri seri halde izlerken bir anda gelen bir bildirim ile kaşlarım çatıldı. Yağız Yaman mesaj göndermişti. Bana! Allah’ım isme bakar mısın? Sanki gençlik kitabından bir karakterden mesaj almışçasına coşan kalbim hızla atmaya başlamıştı. İsmi bile insanı kör bela bir aşka sürüklüyordu. Genç ve zengin hukukçu Yağız Yaman. Tipi de geleceğin mafya babası ya da şirket ağası gibi. Hukukla alakası yokmuşçasına bir tip. “Merhaba. Babaannem sizin arkadaş olduğunuzu söylüyor. Sanırım belediye otobüsünde tanışmışsınız??” Soru işareti olan ama soru eki olmayan bir soru cümlesi. En sevmediğim mesajlaşma şekli. Aslında mesajlaşmayı bu yüzden sevmiyorum. Dumanla iletişim kurmaya çalışan insanlar gibi hissediyorum kendimi. Ben var seni sevmek sen var beni üzmek yakışıklı çocuk. “Evet. Otobüste tanıştık.” Ben arkadaşız diyemezdim ama aramızdaki duruma da bir isim koyamadım. “Babaannem sizi çok sevmiş. Salı günü yeni kurduğumuz hukuk şirketimizin lansmanını yapacağız. Babaannem sizi de çağırmam için ısrar ediyor. Müsaitseniz beklerim.” Zaten kendi hukuk şirketini kurmasaydın ayıp olurdu Yağız Yaman. Al sana roman karakteri! Hukuk şirketi var. Yırtık bir babaannesi var. Tip desen dalyan gibi. Derin bir nefes alıp ne diyeceğimi düşünürken Yağız bana adres ve tarih bilgilerini attı. Bu sırada Betül de yemeğe inmek için sesleniyordu. “Betül salı günü öğlen bir gibi benimle bir açılışa gelir misin?” Yağız’a cevap yazmadan önce Betül’ün cevabını bekledim. “Yani yarın olan Salı mı? Ne açılışı kızım? Ne ara açılış mankeni oldun sen?” Tam da beklediğim tepki. Kıkırdayarak güldüm. Gerçekten ben ne ara bu kadar şehirli oldum? “Süreyya teyzenin torunu çağırıyor. Tek başıma gidemem. Sen de gelirsen belki değişiklik olur.” Ben ranzadan inmeye çalışırken Betül de kısa bir süre düşündü. İstanbul’a okul okumak hariç her şey için gelmiş olabilirdi. Ona eğlenceli bir teklif sunduğumda hayır cevabı alacağımı pek düşünmüyordum. “Hukuk firması açılışı kızım? Bunun neresi eğlenceli? Hem oradaki en genç kızlar biz olacağız. Kodamanlar bizi escort sanabilir.” Betül’ün omuzuna hafif bir yumruk attım. “Saçmalama be! Hanım hanımcık giyineceğiz sonuçta biraz dururuz. Bak teyzeyle bir daha belediyede karşılaşırsam beni çenesiyle döver. Acı bana. Tek gidersem asıl o zaman pavyona düşerim. Sen beni korursun.” Kaşlarımı süzüp yüzüme yalvaran kedi ifadesi vermeye çalıştım. “Gülce iyi misin? Yüz felci geçiriyor gibi görünüyorsun.” Kaşlarımı çattım. “Şirin olmaya çalışıyordum.” Betül omuzlarını silkti ve odanın kapısına doğru yürümeye başladı ben de arkasından koşar adım ilerleyerek ona yetişmeye çalıştım. “Neyse. Daha fazla yüzünü çirkinleştirmeden kabul edeyim bari. Ama çok durmayacağız tamam mı?” “Beş dakika görünsek yeter zaten. Kimseyi tanımıyoruz. Ne işimiz var?” Ertesi gün kahvaltıdan sonra ne giyeceğimize karar vermek için bir saatten fazla zaman harcadık. Sonra yüzümüze saçımıza şekil vermek için de ayrıca bir saat kadar harcadık. Sadece beş dakika kalacağımız bir davet için saatlerce hazırlanmak da kızlara özgü bir durum olmalıydı. “Biraz daha makyaj yaparsan kesinlikle bizi escort sanacaklar!” Betül düzleştirdiği saçlarını özenle maşaya çekerken gözlerini devirerek bana baktı. “Ne yani onca iş adamının yanına ezik büzük lise öğrencisi gibi mi çıkalım? Özgüvenli ve daha olgun görünmek istiyorsan kendine özen göstermelisin.” Kendine özen göstermekten ya da bakımlı olmaktan anladığım banyo yapmak, tırnaklarını kesmek, dişlerini fırçalamak ve temiz kıyafetler giymekten ibaret. Ama Betül öyle biri değil. Temiz olmak imandandır güzel olmak ise boyaların işidir diyen kızlardan. Bir de eline fırçasını paletini alınca gözü dönenlerden. Beni de eli değmişken fırçaladı sağ olsun. Makyaj yapmaya pek alışık biri olmadığım için yüzüme kalın bir sıva çekilmiş gibi hissediyordum kendimi. “Kaşındırıyor bu boyalar beni. Yüzümü yıkasam mı ben?” “Saçmalama kızım ya! Alışırsın birazdan. Hadi daha iki saat belediye bekleyeceğiz. Yol da uzun. Ancak yetişiriz. Çıkalım.” Betül’ün iterek ve kakarak beni yurttan çıkarışı ile belediye duraklarına doğru yürüdük. Kendimi renkli tokalar ve kurdelelerle süslenmiş, beyaz kıvırcık tüyleri olan zengin köpekleri gibi hissediyordum. “Köpek ne be! Saçmalıyorsun Gülce. Abartısız çok hafif bir makyaj bu, belli bile olmuyor inan bana. Üzerimizde de hava şartlarından dolayı gayet hanım hanımcık kıyafetler var. Artık biraz daha rahat olursan sevinirim. Beni geriyorsun. Bir daha seninle hiçbir yere gelmeyeceğim böyle yaparsan.” Sustum. Bir daha durumumuzdan şikâyet etmedim. Çünkü ben Betül’ü çağırmamışım da o beni zorla davete götürüyormuş gibi huysuzlanıp duruyordum. Bunu fark ettiğim an kendimi durdurdum. Uzun ama keyifli, sıkışık belediyenin havasız ve konforsuz boşluğunda, bizi savura savura ilerlediğimiz bir yolculuğun sonunda Yağız Yaman’ın adına yaraşır iş merkezindeki bürosuna ulaşmıştık. Betül’le yolculuk yapmak eğlenceliydi. İstanbul trafiğinde bile! Birbirimize alınmadan şakalaşıyor genelde aynı şeylere gülüyorduk. Asansöre de böyle gülüşerek girerken içerideki asık suratlı insanların kınayan bakışları ile kendimizi toparladık. İkimizin de içinden burada ne işi olduğunu sorgulayan bir sesin yükseldiğine emindim. İki üniversiteli genç neden hukuk bürosu açılışına gelir? Saçma bir kitap kurgusunun başlangıcı gibi. Şimdi bir mafya babasını ama yakışıklı ve zengin bir mafya babası olmalı, birini öldürürken göreceğiz ve o da bizi evine götürüp hapsetmek zorunda kalacak. Sonra gelsin tutkulu bir aşk. Tamam tamam susuyorum. Yani hayal kurmak da mı suç? Kapıdaki görevli kız da bizi bu davete yakıştıramamıştı. Yaman Yağız’ın davetlisiyim dediğimde bana inanmamış küçümser gözlerle baktı. Elindeki telefonla bir yeri arayıp adımı verdi. Sonra da dudaklarını bükerek “Yağız Bey sizi bekliyor içeride,” dedi. Onun yanından geçerken pis bir sırıtışla gülümsedim. Büro dediğimiz şey sıkıcı ve resmi bir yer olurdu. Ama Yağız’ın hukuk bürosu lüks bir otelin girişindeki lükse ve ihtişama sahipti. Geniş ve ferahtı. Seçkin tablolar ve vazolar vardı. Geniş holden geçip teras olarak kullanılmak için tasarlandığını düşündüğüm bir balkona çıktık. Burada kokteyl masaları vardı. Hey köyden gelmiş olabilirim ama ben de televizyon izliyorum. Bu masalardan daha önce yaz dizilerinde de görmüştüm. İkramlıklar olarak suya daldırılmış havuç ve salatalık dilimleri, yaz meyveleri ve fındık fıstık vardı. Ortada elinde tepsi ile gezen garsonlar vardı. Hafif bir müzik belli belirsiz çalıyordu. Bir açılıştan çok bir yaz dizisinin ilk bölümünün setine gelmiş gibiydik. Betül ve ben bir masaya usulca geçip salatalık ve havuçtan kemirmeye başladık. İkimiz de sessiz bir şekilde etrafımızdaki insanları inceliyorduk. Genç ve orta yaşlı insanlar ağırlıkla da erkekler vardı. Erkekler takım elbise giymişlerdi ama kadınlar şık elbiseler ya da pantolonlu takımlar giyerek ortama renk katıyorlardı. Biz de ucuzluk kokan yazlık elbiselerimizle kabak çiçeği gibi ortada kalmıştık. Betül portakal suyundan bir yudum alırken dudağının ucu ile konuşmaya çalışıyordu. “Bir yanım burada ne işin var Kezban diyor diğer yanım çok eğlenecüük diye göbek atıyor.” Ben de gözlerimi insanlardan ayırmadan içeceğimden bir yudum aldım ve içimden alkollü olmasın diye dua ettim. Tadı bildiğin portakal suyuna beziyordu ama şüpheye düşmedim desem yalan olurdu. “Al benden de o kadar. Ben daha küçük bir davet olur diye düşünmüştüm. Resmen Kraliçe Elizabeth’in düğününe gelmiş gibi hissediyorum.” “Nasıl kaçacağız buradan?” diye sordu Betül. Tam o sırada “Gelmeni beklemiyordum,” diyen bir erkeğin tok sesi ile olduğumuz yerde zıpladık. Görüş alanımızın tersinden bize yaklaşan Yağız elini uzatmış mütebessim bir yüzle bakıyordu. “Hoş geldin. Gülce olmalısın?” “Evet, hoş buldum. Siz de Yağız Yaman olmalısınız.” Gülümsedim. Aptalca bir şey söyleyip çaktırmamak için yapılan gülümsemelerdendi bu. Ama ismi de insanın ağzında un kurabiyesi gibi bir ta bırakıyordu. Yağız Betül’e döndü ve yüzüne düşünceli bir ifade yerleşti. Elini uzattı. “Siz de hoş geldiniz,” dedi. Betül çekinerek Yağız’ın elini sıkarken bir anda donup kaldılar. Bir kitap sahnesi gibiydi. Sanki onları izlemiyor da bir kitaptan sayfayı okuyordum. Betül bir şey söylemeden hızlıca Yağız’ın elini sıktı. “Sizinle daha önce tanışmış mıydık?” diye sordu Yağız. İçimdeki kötü kadın bir kahkaha attı ve eminim tanışmışsınızdır diyerek kıkırdadı. Betül genç adamdan gözlerini kaçırdı. Yağız üzerindeki takım elbise ve itina ile taranmış gür saçları, yeni tıraş olmuş bakımlı cildi ile parlıyordu. Gerçekten yakışıklıydı sevgili okuyucu. Abartmıyorum. “Hiç sanmıyorum,” diye geçiştirdi Betül adamı. Tam da bu sırada “Senin burada ne işin var?” diye soran bir erkek sesi ile başlarımızı aynı tarafa uzattık. Yüzüme geniş bir gülümseme yerleşirken bir anda kendimi rahatlamış hissettim. “Kaya Bey, ne güzel bir tesadüf bu?” Betül ve Yağız şaşkınlık içinde bize bakıyorlardı. Ama Yağız nedense araya girme ihtiyacı hissetmişti. “Kendisi ile yakında bir iş anlaşması yapmayı planlıyoruz.” Kaya Bey neşe ile gülümsedi. “Ah evet. Hastanemizin hukuki işleri için Yağız ve ortakları ile bir anlaşma yapmayı düşünüyoruz. Peki siz iki genç kızın burada ne işi var?” Betül ile birbirimize baktık. Kaya bey sanki bizi bir açılışta değil de gece kulübünde basmış gibi yadırgayıcı bir ton kullanmıştı. “Onlar benim davetlim Kaya.” Yağız gergin bir gülümseyişle Kaya’ya bakarken aklıma Afrika belgesellerindeki erkek hayvanların kapışma sahneleri gelmişti. “Bakıyorum da çabuk çevre yapmışsın kendine gül güzeli.” Kaya Bey yüzüme o kadar dikkatle bakıyordu ki bir anda boynumdan yukarı buharlar, alevler, kızgın lavlar yükseliyormuş gibi hissettim. Yutkunmaya çalıştım ama boğulma hissinden kendimi kurtaramadım. “Şey… Çevre değil de… Yani…” Ay ne diyebilirdim sevgili okuyucu? Adamın babaannesi ile belediye otobüsünde tanıştık sonra da buraya davet etti desem ne kadar inandırıcı olurdu? Siz bile ikna olmadınız değil mi? Bir kitapta yazsa güzel okunurdu ama gerçek hayatta böyle şeyler saçmalık gibi görünüyor. Değil mi? “Siz tanışıyor musunuz?” Yağız’ın sorusu ile bakışlarını benden çeken Kaya Bey oldukça ciddi hatta belki de tehditkâr bir ifade ile genç adama baktı. “Evet, kendisi çalışanımızdır.” Öncelikle büyük bir hayal kırıklığı yaşadığımı hatta Kaya’nın kelimelerinin yüzüme tokat gibi çarptığını itiraf etmeliyim. Daha sahiplenici bir cümle kurmasını beklerdim. Akraba sayılır diyebilirdi mesela. Kendisi namusumdur deseydi şuracıkta eriyip pelte kıvamına gelen yüreğimi kürekle toplamaları gerekebilirdi. Ama gayet gerçekçi bir şekilde çalışanımız dedi ki kendisi velinimetim olur diye desteklememek için dilimi ısırmam gerekti. “Hastanede çalışıyorum. Danışmada…” diye mırıldandım. Yağız kaşlarını kaldırdı. “Bir yandan da üniversitede mi okuyorsun?” “Yani… Elimden geldiği kadar… Çabalıyorum.” O kadar utanmıştım ki yer yarılsa yerin dibine girip lavların içinde eriyip kaybolsam da şu sorulara cevap vermem gerekmese diye düşünüyordum. İki taraftan sıkıştıran kör bir mengeneye sıkışıp kalmış gibi hissediyordum. “Çok taktir ettim doğrusu. Babaannem neden seni bu kadar sevmiş daha iyi anlıyorum.” Allah’ım yağdır şimşeklerini tepeme tepeme! Yok olayım, kaybolayım Allah’ım! Sihirli bir değneğim olsaydı o an kendimi yok ederdim. Yağız’a mırıltılı bir teşekkür ettim. O sırada Kaya’yı bir bayan çağırınca müsaade isteyip uzaklaşmak zorunda kaldı ama bana kendisini beklemem için uyarıda bulunmayı da ihmal etmedi. Yağız da bizimle tanıştığı için memnun olduğunu söyledi ve Betül’e dikkatle bakıp bir yerden tanıyor gibi hissettiğini söyledi. Betül gözlerini kaçırarak böyle bir şey olsa hatırlayacağını ama kendisini ilk defa gördüğünü söyledi. Bense Kaya’yı beklemeden kaçsak ayıp olur mu diye aklımdan geçiriyordum. Betül bir süre etrafını sessizce izleyerek masadaki ikramlıklardan hırsla yemeyi tercih etti. “Onunla daha önce tanıştınız değil mi Betül?” Betül dalgınca yüzüme baktı. “Hı? Kiminle?” Gözlerimi devirip bezgince soludum. “Yağız Yaman’la.” Oflayıp puflayarak yanaklarını şişirdi. “Bir keresinde onun arabasını anahtarlığımla baştan sonra çizmiştim.” Surat ifademi tahmin edersiniz artık. Aynı sizin gibi ben de bu duyduğum bilgiyle şok olmuştum. “Nasıl yani? Kavga falan mı etmiştiniz? Seni nasıl hatırlamıyor peki?” Betül içeceğinden bir yudum alıp etrafını kolaçan etti. Sonra başını bana biraz daha yanaştırıp kısık sesle konuşmaya başladı. “Geçen yazdı. Saçlarım pembeydi gözlerimde mavi lens vardı ve feci şekilde bronzlaşmıştım. Önce park yeri yüzünden kavga ettik sonra plaj yerimi kaptı. Sinir bozucuydu. Kendinden emin, rahat. Aslında hukukçu olduğunu anlamalıydım. Daha çok ukala bir zengin veledine benziyordu. Neyse sinirimi alamayınca ben de arabasını çizdim.” Güzel bir başlangıç. Yani ateşli bir aşk hikayesi için. Sessizce kıkırdayarak ağzıma bir fıstık tanesi attım. “Sen de az değilsin var ya!” “Evet. Ama hak etmişti. Ayrıca cep telefonunu gizlice alıp denize attım.” Tam meyve suyumu içerken söylenecek şey miydi bu? İçecek boğazıma kaçınca öksürük krizine girdim. Herkes bize bakarken Kaya yanımıza geldi. “İyi misin güzellik?” Bu boğazıma kaçan sudan da beter bir etki yaparak öksürmelerimi artırmıştı. Kesik kesik nefes alırken iyi olduğumu söylemeye çalışıyordum. Betül beni sırtımdan tutup lavaboya götürmeye çalıştı. Öksürmekten gözlerimden yaşlar gelmeye başlamıştı. Bütün konuklar korku ve şüphe ile bana bakıyordu. Rezil olduğuma mı yanayım saçma bir şekilde ölecek olma mı bilemedim. Lavabodan çıkarken Kaya’yı tam karşıda endişe içinde beklerken görmek kalbimde minik kelebeklerin isyan etmesine sebep olmuştu. Beni mi bekledin sen minnoş diyesim geldi. Ama demedim. Der miyim hiç? Lütfen yani. Kaya bizim çıktığımızı görünce yanımıza gelip endişeli bir ses tonu ile iyi olup olmadığımı sordu. O kadar tatlıydı ki bir an dudaklarımı uzatıp… neyse! Bu arada Yağız da yanımıza geldi. Beni içeride Yağız’ın kendisi için ayırdığı çalışma odasına götürüp rahat deri koltuklardan birine oturttular. Burada su içerek ve kesik kesik öksürerek kendime gelmeyi başardım. Kaya bir sigara yakmış odada volta atıyordu. Yağız kaşlarını çatarak Betül’ü incelerken Betül de beni bir an önce kendime getirip oradan kaçmanın telaşına düşmüş gibiydi. Açıkçası ben de kendimi toparlar toparlamaz arkama bakmadan kaçmanın hayalini kuruyordum. Bu öksürük krizinin bu kadar büyümesinin bir sebebi de ilginin üzerime yoğunlaşması yüzündendi. Otokontrolümü kaybetmiştim. “Ben daha iyiyim. Artık gitsek iyi olur. Kusura bakmayın size de rahatsızlık verdim böyle bir günde.” Ne demek canımlar, olur mu öyle şeyler havada uçuşurken ayağa kalkıp odadan çıkmak için çabalıyordum. Ama Yağız kalmamız için ısrar ediyor misafirler dağılınca bizi bırakabileceğini söylüyordu. “Ben sizi bırakırım. Zaten hastaneye dönmem gerekiyor.” Kaya Yağız’a döndü. “Sizinle sonra yine görüşürüz Yağız.” Yağız başını salladı. Kaya’nın teklifinden memnun olmamışsa da itiraz da etmemişti. Tekrar iyi olup olmadığımı istersem odada biraz daha kalabileceğimi söyledi. Ama ben oradan kaçmak istiyordum. Bir dakika daha kalırsam nefessiz kalıp boğulabilirdim. Kaya’nın koluna girmiş odadan çıkarken tüm konukların delici bakışlarını sırtımda, ensemde, tüm saç tellerimde hatta ayak parmaklarımda bile hissedebiliyordum. Buna aldırmadım. Tek düşündüğüm Kaya’nın dokunuşunun Rüzgar’ın teninin verdiği o elektrik hissini vermemesiydi. Bu iyi bir şey miydi? Kaya ile otoparka geldiğimizde kendimi daha iyi hissediyordum. “Temiz hava iyi geldi. İsterseniz siz davete geri dönebilirsiniz. Biz buradan kendimiz gideriz. Değil mi Betül?” “Evet, siz zahmet etmeyin Kaya Bey. Gerçekten. Biz hemen şu köşeden bir araca binip gideriz.” Kaya tabi ki kabul etmedi. “Böyle davetleri oldum olası sevmem zaten ayrılmak için bahane arıyordum.” Betül’le birbirimize baktık ve çaresizce kaderimize razı olup Kaya’nın son model cipine bindik. Kaya arabayı çalıştırıp otoparktan çıkartırken “Sizi bilmem ama ben çok acıktım. Güzel bir yemek yiyelim de sizi sonra yurda bırakırım. Olur mu güzeller?” diye sordu. Samimi miydi? Yoksa fazla mı laubaliydi? Bence ikisinin de sınırında duruyor çizgisini belli etmiyordu. Betül itiraz etmeye çalıştı ama pek başarılı olamadı. Ve kendimizi Çırağan Sarayı’ndan içeri girerken bulduk. Çırağan Sarayı! Ağzımız açık bir şekilde lobiyi incelerken Kaya’nın peşinden akıntıda süzülen balıklar gibi ilerliyorduk. Sonunda muhteşem boğaz manzarası ile saray bahçesini seyreden bir camın önündeki masamıza yerleştiğimizde kendimi peri masalındaki acemi kız gibi hissettim. Alt tabakadayken bir sebeple elit tabakaya geçmeye çalışan distopik kahramanlar da böyle mi hissediyordu acaba? Kaya kendinden emin ışıldayan gözleri ile bize bakıyordu. Rahat ve özgüvenli görüntüsü genç kızların kalbine ok gibi saplanacak silahları olmalıydı. Belki anın şaşkınlığını yaşamasam ben de etkilenebilirdim. Ama bir şey bana yanlış geliyordu. Okuduğum kitaplardaki kızların bu hissi yaşamaması ne garipti. Ben burada olmaktan keyif alamayacak kadar rahatsızlık duyuyordum. Yanlış bir şey vardı. Adını koyamadığım ama doğru olmadığını düşündüğüm bir his. Bazı şeyleri okumak yaşamaktan daha güzel değil miydi? Belki de olmayacak dualar olunca böyle hissediyordu insan. Yanlış giden bir yoldaymış gibi… Kaya’nın sorduğu sorulara samimi ama biraz çekinerek verdiğimiz cevaplarla ilerleyen bir sohbetimiz vardı. Kaya karşımızda hafif bir içki içerken biz soğuk çaylarımızı yudumluyorduk. İçimden arabayı kullanırken kaza yapmaması için dua ediyordum. Betül daha çok manzara ile ilgileniyordu. Hem kendi telefonundan hem benimkinden sosyal medya için fotoğraflar çekmiş ve gelen yorumlara cevap vermeye adamıştı kendini. Bense sarhoş olduğu için mi bilemediğim bir şekilde baygın, süzülen gözlerle bana bakıp Tecavüzcü Coşkun gibi içki bardağını elinde tutarak sorular soran Kaya ile muhatap olmak zorunda kalıyordum. Bir ara eski türk filmlerindeki kadın artistlere benzediğimi söyleyip yüzümün kızarmasına sebep olmuş sonra da şuh bir kahkaha atmıştı. “Utangaç köyü kızı,” demiş ve gülmeye devam etmişti. Tatlılarımızı da yedikten sonra artık gece iyice çökmüş ve gökyüzü koyu lacivert rengine bürünmüştü. Kendimi yurt odasındaki yatağıma atmak için sabırsızlanıyordum. Yurt kapısının önüne gelip durduğumuzda Kaya’ya teşekkür ettim. “Güzel bir gün geçirdik. Yemek için teşekkürler.” “Benim günümü güzelleştiren sizdiniz kızlar. Ben teşekkür ederim. Ne zaman canınız sıkılırsa beni arayıp çağırabilirsiniz.” Betül’ün gözleri ışıldamıştı. Hevesli bir şekilde teşekkür edip arabadan indi. Ben daha mahcup bir eda ile tekrar teşekkür ettim ve usulca arabadan indim. Kaya’nın son model arabası kapının önünden uzaklaşana kadar kapıda durup onun gidişini seyrettim. Bu tatlı bir rüyadan uyanma anı gibiydi. Yurdun merdivenlerini çıkarken Betül koluma girmiş zengin ve yakışıklı adamlarla ilgili saçma sapan hayaller kuruyordu. Onu sessizce dinledim. Ertesi gün hatta sonraki gün bile yediğimiz yemeğin gittiğimiz davetin her ayrıntısını tekrar tekrar konuşmuştuk. Yağız Betül’e sosyal medyadan arkadaşlık isteği atmış ama Betül cevap vermemişti. Eğer yaz tatili fotolarımı görürse beni kesin tanır diyordu. Kaya da bizi takip etmeye başlamıştı. Açıkçası takipçi sayımız arttıkça paylaşım yapma isteğimiz de doğru orantıda artıyordu. Her gittiğimiz yerden fotoğraflar, videolar çekip atmaya başlamıştık. Popüler olma yolunda bir uçurumdan tepetaklak düşen küçük bir taş misali yuvarlanarak ilerliyor gibiydik. Ama biz işin eğlencesindeydik. “Ulan yediğim en güzel etti ama nasıl böyle lokum gibiydi.” Evet yediğimiz etin tadı bile damaklarımızda kalmıştı. “Köşedeki dükkân da güzel dürüm yapıyor ama Betül. Bursum yatınca sana ısmarlarım ben.” Betül gözlerini devirdi. “Pis fakir. Ben zengin ve yakışıklı erkeklerle boğaz manzarasında yemek yemeye alışkınım canım. Kusura bakma. Standartlarım var.” Betül’ün omuzuna bir yumruk attım. “Standardını yediğim!” İkimiz de kahkahalarla gülüşmeye başladık. O sırada telefonuma gelen bildirimle ikimiz de aynı anda durup telefona baktık. İkimiz de Kaya’dan yeni bir davet almayı dört gözle bekliyorduk. Ama mesaj başka birindendi ve bu beni şaşırtmak yerine kalbime balyoz darbesi gibi inmişti. “Selam küçük kız. Yurdun önündeyim. Aşağı gelsene.” Donup kaldım ve bir süre telefona bakmaya devam ettim. Betül’ün beni sarsması ile kendime gelirken nasıl hazırlandım ve aşağıya indim bilmiyorum. Bahçe kapısından çıktığımda onu motosikletine oturmuş beklerken buldum. Deri bir ceket giymişti. Altında kot pantolon ve spor ayakkabılar vardı. Başımı yurda doğru çevirip baktığımda bütün kızların cama yapışıp Rüzgar’ı izlediğini görünce kaşlarım istemsizce çatıldı. Girin lan içeri! “Selam.” Onu görmek hiç beklemediğim bir şekilde kalbimde depremler, seller, elektrik şokları, fırtınalar ve şimşekler çıkarmıştı. Aynı anda tüm felaketler kalbime akın etmiş gibiydi. Hangi biriyle baş edebilirdim bilmiyorum. “Selam. Seni görmeyi beklemiyordum. Beni nasıl buldun?” “Sürekli hikâye atıyorsun bence adresini bilmeyen takipçin kalmamıştır.” Umarım başkaları da yurdun kapısına dayanmaya kalkmazdı. Başımı önüme eğip ayağımla yerdeki tozları eşelemeye başladım. “Hadi gel.” Rüzgâr elindeki kaskı bana uzatıyordu. “Ama... Ama...” diye kekeledim. “Saat ondan önce yurda dönmem lazım.” “Hallederiz. Hadi atla.” Bir rüyanın içinde, olmayacak bir hayale dalar gibi bindim motosiklete. Yolda ilerlerken rüzgâr yüzüme vurdukça başımı Rüzgar’ın sırtına yasladım. İroni içeren anlardan biriydi. Onun yanında kendimi özgür ve rahat hissediyordum. Her şey tam, hiç eksik yok gibiydi. Bu yolun nereye vardığı umurumda bile değildi. Onun yanında olmak yolun sonuna ulaşmaktan daha güzeldi. Anladım ki; ben, ne kadar savrulsam da ne kadar kaybolsam da dönüp dolaşsam da sonunda kendimi hep aynı yerde bulacaktım. Yel değirmenlerinin önünde… Howl’un yürüyen şatosunda… kendi hikâyemin tam ortasında… |
0% |