@yazarkasa
|
Gece kulübünden çıktığımızda dışarısı zifiri karanlıktı. Evine gitmek için dışarı doluşmuş insanlar son model arabalarını valenin getirmesini bekliyordu. Kartal da onlar gibiydi. Arabayı beklerken telefonu ile uğraşıyordu. Bir tek sigarası eksikti ama anladığım kadarı ile sigara kullanan biri değildi. Araba geldiğinde neredeyse beni almayı unutup tek başına gidecekmiş gibi varlığımı önemsemeyen bir tavır sergiliyordu. Ben yoktum. Keşke yok olsaydım. Burada bulunduğum bir saat benim için de sıkıntı içinde geçen işkence dolu bir saat olmuştu. Bir sürü ünlü insanı yakından görme şansım olmuştu ama hiçbiri ile tanışamamıştım. Kartal beni yok saydıkça onlar da kısa bir bakış atıp ilgisini kaybediyordu. Kendimi silik bir görüntüden ibaret gibi hissediyordum. Bir yansıma mıydım sadece? Beni bir tek Kartal görüyor o da görmemezlikten mi geliyordu? Uykusuzluk beni huysuz ve alıngan mı yapmıştı? Kendi içimde verdiğim ahlak savaşı yüzünden mi bu kadar yorgundum? Hiçbirinin cevabı bende yoktu. İçimde beni yargılayan ve bu gece yaptıklarıma pişman olacağımı söyleyen bir ses vardı. Ve ona ‘ne yaptım ki kızım sadece bir adamın yanında durdum. Yatmadım ya adamla!’ diye karşı çıkan Sude’nin hayali sesi. “Bu gece için iyi iş çıkardın. Kartın varsa ya da sana ulaşabileceğim bir numara. Belki daha sonra yeniden birlikte çalışırız.” Seninle mi? Hiç sanmıyorum canım. Bir daha görüşmemek üzere bu gecelik o asık suratına yeterince maruz kalmış bulunmaktayım. “Bir kartım yok.” Neden kartım olsun ki? Demedim. Ne demek istediğini anlıyordum ama kendimi açıklamak için gerekli enerjiye sahip değildim. Ne düşündüğü umurumda da değildi açıkçası. Tek istediğim eve gitmek ve yayları sırtıma batan konforsuz kanepemde sırt ağrısı ve çeşitli tutulmalar ile uyanacağım rahatsız bir uyku çekmekti. Yorulmuştum. On iki saatlik zaman diliminde üç günlük macera yaşamış gibiydim. Filmlerde hiç yorulmayan o karakterleri tebrik etmek istiyordum. Benim üç saatte ömrümden on yıl gitmişti. Hem de yaşadığım şey küçük, minik, ufacık bir macera bile olsa. Macera bile olamaz ahlaksız bir teklif ne zamandan beri macera diye anılır oldu Nehir hanım? Sus Sude! Kartal ceplerini karıştırdı. Cüzdanına baktı ama sanırım onun da yanında bir kart yoktu. Sonra omuzlarını silkti. Zaten ben de bana kartını vermesini istemiyordum ama yine de o omuzlarına içimden güzel bir küfür savurdum. Tipsiz hödük! Saksı mıyım lan ben! “Seni nereye bırakmamı istersin? Sabah olmak üzere.” Açık bir mezar yeri görürsen oraya bırakıver canım. Üzerime de biraz toprak ört sonra git. Tabi ki Kartal’a evimin yerini söylemedim. Onun yerine beni eve yakın bir sokakta bırakmasını istedim. Sokak oldukça ıssız ve ürkütücü görünüyordu. “Burada inmek istediğine emin misin?” diye sordu Kartal. “Pek tekin bir yere benzemiyor.” “Sorun değil. Evim buraya çok yakın. Siz ileriden ana yola çıkabilirsiniz.” “Sen bilirsin,” dedi Kartal. Ve böyle tekinsiz bir yerde oturduğuma pek de şaşırmamış gibi dudaklarını büktü. Senin ben o büktüğün dudağına bir şey derdim de neyse. Arabanın kapısını açtığımda yüzüme çarpan nemli ve sıcak hava arabanın içinin ne kadar konforlu olduğunu vurgulamak ister gibiydi. Deri koltuklar rahattı. Sude’nin sıcak üfleyen klimasının yanında Kartal’ın arabası buzhaneye dönmüştü. Ama tatlı ve keyifli bir buzhane. Tam da yaz gecesi olmak isteyeceğiniz bir buzhane. Güzel buzhane. Canım buzhane. Çok sıcak! “Elbiseyi nereye göndereyim?” diye sordum kapıdan inmeden son anda. Öyle ya bu elbise oldukça pahalı olmalıydı. Ve zaten adamın yeterince parasını almıştım. Üzerine bir de eşya tartaklamak iş ahlakıma sığmazdı. Gülme Sude! “Elbise sende kalabilir. Sana yakıştı hem.” Bana göz kırptı. O gece ilk defa Kartal’ın yakışıklı ve karizmatik bir adam olduğunu fark ettiğim andı. Centilmen gibi davrandığı ilk an olduğu için de olabilirdi tabi. Tüm gece bana istenmeyen tüy gibi davranmıştı. Üstelik onunla gitmem için bir ton para vermişken sanki zorla kendimi davet ettirmişim gibi davranmıştı. Ama şimdi üzerinde ağır bir yükü atmış ve rahatlamış insan tavırları vardı. Bana karşı tavırları para verdiği bir kadına değil de insanca bir buluşmadan ayrıldığı bir kadına davranacak kadar nazik bir hal almıştı. Ya da ben yorgunluktan olayı tamamen yanlış anlıyordum. Yoksa adamın odunsu ve kaba tavrı üzerine giydiği şık bir elbise gibi kendini belli ediyordu. “Teşekkür ederim ama bu fazla olur. Pahalı bir elbiseye benziyor.” “Sorun değil. Sende kalsın.” Daha fazla ısrar etmedim. Hem yorgundum hem de bu adamı ikna edebilecek kabiliyette olduğuma inanmıyordum. İkna çabalarım sonunda yumruk yumruğa bir dövüşe dönüşebilirdi. Bir an önce eve gitmek ve güzel bir uyku çekmek istiyordum. Bir de eve yürümem gereken birkaç sokak vardı daha. Sanki evimin yerini öğrense ne olurdu? Ben de hemen hayat kadını rolüne kaptırdım kendimi işte. “Siz bilirsiniz,” dedim ve kapıyı kapattım. Sokağın başına gelene kadar arabanın orada durduğunu ve Kartal’ın deli bakışlarını ensemde hissediyordum. Bakışları saçma bir şekilde ensemi gıdıklıyor ve kalbimi sıkıştırıyordu. Sokağın köşesini dönerken göz ucuyla baktığımda arabanın uzaklaşmaya başladığını gördüm ve derin bir oh çektim. Bu işkence bitmişti. Bu geceyi bir daha hatırlamak istemiyordum. Yaşanan yaşanmıştı ve bitmişti. Utanılacak bir şey yoktu. Ve olsa bile bunu kimse bilmeyecekti. Evet, bu kadar kolaydı işte. Sude her zamanki gibi eve gelmemişti. İlk defa buna memnun oldum çünkü bir de onun meraklı sorularını kaldıramazdım. Üzerimi çıkartıp makyajımı silerken bile enerjimin son damlalarını harcıyordum. Yine de yeni elbisemi güzelce dolaba asıp arkalara gizlemeyi ve ayakkabıyı saklamayı akıl ettim. Sude dolabın arka taraflarını asla eşelemez her zaman ön taraftaki elbiselere bakıp ‘hiç giyecek bir şeyim yok’ diye ağlamayı tercih ederdi. Yastığa kafamı koyduğumda derin bir uykuya geçiş yaptım. Ve öğlene doğru Sude’nin beni sarsması ile uykumdan uyandırıldım. “Öldün sandım kızım o nasıl uyumaktı öyle?” Gözlerimi devirdim. Uykumu alamamıştım ve biraz daha uyumak için direniyordum ama Sude beni rahat bırakmamaya yemin etmiş gibiydi. “Eve yürüyerek gelmek zorunda kaldım. Çünkü sen beni barda bir erkek için terk ettikten sonra çantamı çaldılar ve beş kuruşsuz kaldım. Umarım sen geceyi eğlenerek geçirmişsindir.” Sude üzgün suratlı şımarık yüz şekline büründü. Böyle yaptığında ona sinir oluyordum çünkü beni para koparmaya çalıştığı zengin babası ile karıştırıyordu. Ya da aptal kız numarası ile kandırdığı o erkeklerle. “Haklısın arkadaşım. Senin için gitmiştik, kutlama yapacaktık ama ben biraz… Yani birazdan çok ayıp ettim. Özür dilerim.” Her zaman ağlamaklı bir ses ve üzgün köpek suratı ile kendini affettirebileceğine inanırdı. Belki bu erkeklerde işe yarıyor olabilirdi ama beni irrite ediyordu. Yine de üstelemedim. “Neyse sorun değil. Sağ salim eve ulaştım sonuçta.” Ve biraz da para kazandım. Küçük, zararsız bir macera yaşadım. Birkaç ünlü ile tanıştım. Uzaktan da olsa. Ama bunu kimse bilmeyecek. Üzgünüm. “Bunu telafi edeceğim inan bana. Hadi gel şimdi kahvaltı yapalım. Gerçi neredeyse akşam olacak ama yine de ilk öğün kahvaltıdır değil mi? Sana en sevdiğin börekten aldım ve yanına çay demledim. Beraber sofrayı kurup karnımızı doyuralım. Sonra da alışverişe gideriz. Ne dersin?” Olabilir. Ben de bilgisayar bakmayı düşünüyordum zaten. Ayrıca yeni bir telefona ve stajda giymek için birkaç değişik kıyafete ihtiyacım vardı. Tek bir kot pantolonla kombinleyebileceğim birkaç tişört olabilir mesela. Hem söylemiş miydim param da var. “Böreğin kokusunu alabiliyorum valla. Yüzümü yıkayıp geliyorum.” Bundan sonraki hafta Sude’nin gönlümü almaya çalışması ve beni hediyelere boğması ile geçti.
|
0% |