Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@yazarkasa

Bir hafta boyunca çılgınlar gibi alışveriş yaptık. Sude üçüncü sınıfı ailesinin beklemediği bir başarı ile geçtiği için ailesi tarafından cömertçe ödüllendirildi. Eh bu başarıda benim rolüm büyük olduğu için de Sude beni biraz şımarttı. Bir de özür meselesi var tabi. O geceyi telafi etmek için gerçekten çaba sarf ettiğini söylemeliyim. Yine de bu durum hafta içinde iki gece üst üste eve haber bile vermeden gelmemesine engel değildi. Sude böyle bir kızdı ve ben onunla uyum sağlamaya çabalıyordum. En azından bazı geceler kafamı dinlemem için bana fırsat sunuyordu. Bu konuda ona minnettardım. Ayrıca bana yeni bir telefon almıştı. Israrla kabul etmememe rağmen bunun özür hediyesi olduğunu ve telefonumun çalınmasında kendisini suçlu hissettiğini söyledi. Ben de kendime güzel bir bilgisayar aldım. Tam bir stajyere yakışır Apple Macbook. Bilgisayarımı seviyorum. Ama ona baktıkça bazen Kartal’ın bana kınar gibi bakışı aklıma geliyor. O geceyi unutmaya çabalıyorum ve bunu başarmak da üzereyim ama bazen tüm pişmanlıklarım ve kendimi avutmalarım arka arkaya geliyor. Keşke yapmasaydım ve ama bilgisayar aldın, yeni kıyafetler aldın diyen iki zıt akıl kafamı ikiye bölüyor sanki.

“Çok mu heyecan yapıyorsun bebeğim? Merak etme sen o ajansın tozunu dumana katarsın. Kendine güven.”

Sude’nin sesi ile aynaya bakarken düşüncelere daldığımı fark ettim. Sonra bir anda aynadaki görüntüm dikkatimi çekti. Sude yüzüme hafif bir ilk iş günü makyajı yapmıştı. Saçlarımı güzel dalgalar halinde omuzlarıma düşecek şekilde salık bırakmıştı. Üzerimde bu haftaki alışverişte aldığımız düz beyaz renkte, kolları ve yakası işlemeli keten bir gömlek ve altımda da en sevdiğim kot pantolonum vardı. Ayaklarımda ince stiletto ayakkabılarım kırmızı renkti. Yanıma beyaz Converse ayakkabılarımı da yedek olarak almıştım çünkü çok fazla ayakta kalma ihtimalim vardı. ben Sude kadar aşina değildim böyle şıkır şıkır giyinmeye. Şık değildim belki ama pespaye de sayılmazdım. Gerçi makyajım güzel olmuştu ve aynaya baktığımda bu kim diye sorarken buluyordum kendimi. Sude bütün makyaj hilelerini biliyordu. Burnu güzel gösteren kontürler, yüzü ince gösteren aydınlatıcılar, hiç makyaj yokmuş hissi veren ama ağır bir boya içeren makyajlar. Bunlar pek de benim ilgi alanıma girmiyordu. Ben boya malzemesini tasarım yaparken kullanırdım ancak.

“Kendime güveniyorum Sude. Ama beni biliyorsun işte. Uyum sağlamakta zorlanabilirim. Ne bileyim arkadaş edinmek bana bir işkence gibi geliyor.”

Sude saçıma son dokunuşları yaparken arada kafasını sağa yatırıp gözlerini kısarak alıcı gözü ile bana bakıp eksiklerimi kontrol ediyordu.

“Sen halledersin Nehir. Sosyal fobini de bu şekilde yeneceksin. Ben inanıyorum. Hem...” Dudaklarını iğreti bir şekilde büktü. “İş yerinde kimseyle arkadaş olmak zorunda değilsin. Olmuyorsa zorlama. İşini yap yeter.”

“Aslında haklısın,” dedim. Ve düşününce bu gerçek beni rahatlatmıştı. Arkadaş olmak zorunda değildim. Arkadaş olmak çok zordu zaten Sude’ye zor alışmış onunla zar zor iletişim kurabilmiştim. Gerçi arkadaş olmamızın en büyük sebebi Sude’nin bana gelmesiydi. Ben asla ilk adımı atamam. Yani arkadaşlıktan bahsediyorum romantik bir ilişki için bana adım atıldığında bile ayaklarım ters döner.

Sude derin bir nefes aldı ve eserinden memnun bir sanatçının yüz ifadesi ile bana baktı. Sonra saatine baktı.

“Artık hazırsın bebeğim. Seni iş yerine bırakıp ben de babamların şirkete geçeceğim. Biliyorsun ortak işlerimiz de var. Fırsat bulabilirsem yanına gelirim. Sen işine odaklan ve insanlar sana saldırmak için yanaşıyormuş gibi tedirgin olma. Heyecan yapma. Anlaştık mı? Çıkışta seni alırım yine. Haberleşiriz.”

Başımı tamam anlamında aşağı yukarı salladım. Sude’nin bu anaç halini seviyordum. Bana hiç tatmadığım annesinin tembihlediği kız hissini yaşatıyordu. Sanırım bu yüzden onun her kusurunu ya da hatasını sineye çekebiliyordum. Çünkü onu da kaybetmek istemiyordum. Beni kollayan, bana değer veren bir arkadaşım olduğu için şanslıydım. Eh biraz erkeklerle fingirdeşmesinde de sakınca yoktu. O kadar kusur kadı kızında da olurdu sonuçta..

Sude’nin yanağına bir öpücük kondurdum. “Teşekkür ederim Sude. Bana destek olduğun ve hep yanımda olduğun için…” biraz hüzünlendim ve burnumu çektim. Ağlarsam makyajım akardı ve Sude milyar dolarlık makyaj malzemeleri boşa gittiği için beni acımasızca azarlardı. “İyi ki varsın.” Sanırım bu kadar duygusallık yeterdi. Onun benim ne demek istediğimi anladığını bakışlarındaki pırıltıdan anlayabiliyordum.

Ama her zamanki gibi ortamdaki hüznü dağıtmak için omzuma vurup “Saçmalama salak. Tabi ki her zaman yanında olacağım. Sen benim arkadaşım değil her zaman olmasını istediğim manevi kız kardeşimsin. Ve kız kardeşler kanlı bıçaklı kavga bile etseler her zaman birbirlerine destek olurlar. Sen de bana aynısını yapıyorsun.” Sude de burnunu çekti. “Hadi daha fazla duygusallaşmak istemiyorum. Makyajım akacak daha ilk günden. Bir an önce çıkalım yoksa geç kalacağız.”

Acele ile evden çıktık ve İstanbul’un çileli trafiğinde işe gitmek için mücadele vermeye başladık. Bazen İstanbul’da yaşamaktan nefret ediyorum. Ama bazen de bu şehirden başka yerde nasıl yaşanır diye düşünürken buluyorum kendimi.

Bugün iş yerinde ilk günümdü.

Okuduğum çoğu roman böyle başlıyordu. Ya yeni bir okul ya yeni bir şehir ya da yeni bir iş… Kitaplarda her şey romantik ve keyifli gibi görünse de ben kendimi heyecandan ölmek üzereymiş gibi hissediyordum. Binanın merdivenlerini çıkarken ayaklarım titriyordu ve neredeyse stiletto ayakkabımın ince topuklarını kıracak kadar ayağım bükülmüş ve düşmeme ramak kalmıştı. Birkaç defa hem de. Nefesimi kontrol altına almak için derin derin soludum. Burnumdan nefes alıp ağzımdan verdim. İçimden ona kadar saydım. Ama hiçbiri heyecanımı bir nebze bile azaltmadı.

Girişteki danışmaya gelip kendimi tanıttım. Beni biraz beklettiler ama sonunda bana bir kart verdiler ve yedinci kata çıkmamı söylediler.

Yedi!

Sanırım o kata çıkana kadar kalp krizi geçirme olasılığım vardı. Asansörde ölmek istemiyorum Allah’ım!

Asansörün önünde huzursuz bir şekilde bekledim. Asansör nispeten kalabalıktı ama beklediğim gibi metrobüs kalabalığında değildi. Kimse kimseyi itmiyordu ve insanların arasında belli bir mesafe kalıyordu. İkinci seferde asansöre binebildim. Bu benim ve ülkemiz için büyük bir ilerleme sayılabilirdi. Yedinci kata çıkarken öyle derin nefesler alıyordum ki yanımda duran bayan iyi olup olmadığımı sordu. Ona gergince gülümsedim. Ve biraz heyecanlı olduğumu söyledim.

“Bugün işteki ilk günüm de…”

Kadın bana anlayışla baktı. Uzun kıvırcık saçları vardı ve ışıl ışıl parlıyordu. Saçlarına hayran kalmıştım.

“Umarım güzel bir gün geçirirsin tatlım,” dedi içtenlikle. Ona teşekkür ettim. Ben de öyle umuyordum. Sonra kadın altıncı katta indi ve son katı çıkarken kulaklarımın tıkandığını hissettim. Bir uğuldama ve tıkanıklık hissi ile nefesim kesildi. Hayır Nehir şimdi bayılamazsın!

Asansör yedinci katta durup da kapısını açtığında gözlerimi sıkıca kapadım ve kendime telkinde bulundum. Bugün sosyal fobime rağmen güzel geçecekti. Öyle olmak zorundaydı.

Kararlı adımlarla asansörden indim ve bölünmüş cam odaların önünden geçtim. Herkes çok şıktı. Kendimi biraz rüküş hissettim. Ama bozuntuya vermedim. Elime tutuşturulan kâğıda baktım. Proje geliştirme bölümünü buldum ve içeri girdim. İçeride altı kişi vardı. Dördü erkek ikisi kadındı. Beni karşılayan şık giyimli sarışın kadın yardımcı olabilir miyim dediğinde kendimi tanıttım. Kekelememek için içimden dualar ediyordum. Kekelemediğimi düşünüyorum ama emin değilim.

Sonunda bana bir masa ve bilgisayar verdiler. Gerçekten şaşırdım çünkü bu kadar çabuk zimmetime eşya geçeceğini düşünmemiştim. Hoşuma gitmişti ama bunu belli edip ilk günden ellerine koz vermek istemedim. Ezik olduğumu ilk günden anlamamalıydılar. Belki üçüncü gün ama ilk gün kesinlikle değil.

“Bir şeyler yapıyormuş gibi davran. Bir saat içinde toplantı yapacağız ondan sonra sana nasıl bir iş vereceğimize bakarız,” dedi sarışın kadın. Adının Ebru olduğunu söyledi ve gülümseyerek yanımdan ayrıldı. Diğer arkadaşlar da bana kendini tanıtıp uzaklaştı. Sonunda herkes kendi masasında bilgisayarına bakarken kahvesini yudumluyordu.

İnternete girdim ve Başarır Holding’i araştırdım. Kendi televizyon kanalı, radyosu, haber kanalı ve dizi platformu olan ayrıca reklam şirketleri de olan bir yapıydı. Daha önce de bakmıştım bu bilgilere. Özellikle Sude bana nerede iş bulduğunu söylediğinde girip hemen araştırmaya çalışmıştım. Belki yeni bir şey bulurum diye bakınmaya devam ettim. Holdingin sahibi ve kurucusu Cüneyt Başarır’dı. Bir oğlu bir kızı vardı ve yönetimde ona yardım ediyorlardı. Ama benim ilgimi projeler çekmişti. Yaptıkları, devam eden ve yapacakları o kadar çok proje vardı ki onlara daldığımda bir saatin nasıl geçtiğini anlamamıştım bile.

“Hadi Nehir. Toplantıya geçiyoruz,” dedi Ebru ve hazırlanmaya başladı.ß

Kalbim göğüs kafesime kafa atmaya başladı. Sosyal anksiyetemi yenmek için kullandığım ilaçlar bile bu heyecanıma ve korkuma engel olamıyordu. Daha ilk günden toplantıya mı girilirdi? Ya bana bir soru sorarlarsa ve bilemezsem? Ya ayağım takılır düşersem ve bir anda pantolonum yırtılır Allah muhafaza her yerlerim görünürse? Ya hapşırırsam peçete bulamazsam ve tükürüklerim etrafa saçılırsa ve sonra herkes bana yaratıkmışım gibi bakarsa? Hapşırırken çok çirkin olabiliyorum çünkü.

Yolda tüm ihtimaller -olmayacak ihtimaller- aklıma gelmişti ama toplantı salonuna girdiğimde yaşayacağım şoku hiç hesaba katmamıştım.

Toplantı salonuna en son ben girdim. Herkesin elinde dosyalar ya da bilgisayarları vardı. Ben de kâğıt ve kalem almıştım belki not tutarım diye. Camlı bölmelerle çevrilmiş toplantı odasında büyük ahşap bir masa vardı. Masa koyu kahverengiydi. Masanın etrafı sandalyelerle çevriliydi. Ortasında atıştırmalıklar ve hazır su paketleri vardı. Ve bir projeksiyon makinası. Dış cepheye bakan pencereler koyu bir perde ile örtülmüş bu da odaya karanlık bir ambiyans katmıştı. Önemli kararların alındığı havalı bir odaya benziyordu. Herkes sessizce bir sandalyeye yerleşti. Ben arka tarafta sarı kıvırcık saçlı kadının yanına oturdum çünkü onun bana destek olabileceği gibi bir fikre kapılmıştım.

Bir kadın herkese içecek bir şeyler genellikle çay ya da kahve getirdi. Burada kahve içmek su içmek gibi olağan bir şeydi sanırım. Sonra beklemeye başladık.

“Toplantı birazdan başlar canım. Sen merak ettiklerini not al. Çıkışta kendi aramızda da toplantı yaparız. Sonra sana görev veririz. Bugün hangi projeyi geliştireceğimiz belli olacak. Elimizde birkaç alternatif var.” Ebru kısık sesle bana açıklama yapıyordu ki kapı açıldı ve susmak zorunda kaldı.

İçeriye giren kişiyi gördüğümde gözlerim hafiften karardı. Bu gerçek olamazdı! Gözlerimi kapatıp tekrar açtım. Bir rüya görüyor olmalıydım. Bacaklarımdaki eti kıstırıp kendime çimdik attım. Bu rüyadan çıkmak için ne yapmalıydım?

İçeri giren veliaht prens, büyük şehzade, küçük patron ve yönetim kurulu üyesi Kartal’dı. Kartal Becerir pardon Kartal Başarır. Bu kartal gözüme çok tanıdık geliyordu. Daha bir hafta önce kendisiyle birkaç saat geçirmiştik. Tek umudum Kartal’ın beni hatırlamaması ya da o geceyi unutmuş olmasıydı. Bayılmamak için içimden ona kadar sayıp nefeslerimi kontrol altına almaya çalıştım.

İlk toplantı.

İlk heyecan.

Ve ilk şokumu yaşıyordum.

İlk günden rezil olmama gerekiyordu. Ama artık yapacak bir şeyim yoktu.

 

 

 

 

Loading...
0%