@yazarlik_hayali.06
|
Lena ayağa kalktı. "Arkadaşlar siz güvene bilirsiniz. Ben güvenmeyeceğim." Eren'e döndü ardından hepimize baktı. "Daha dün sizi öldürmek isteyen birine nasıl güvene bilirsiniz?"
Haklıydı. Dün Lena olmasaydı biz belki de şuan burada olmayacaktık. Düşüncesi bile korkunçtu.
"Lena haklı." Mert'te ayağa kalktı. "Kabileme aileme zarar vermeye kalkarsanız ikinizide yakarım."
"Öyle bir şey olursa kanınızı son damlasına kadar alırım. Duydun mu Ateş?"
"Tamamen zararsılar." Eren ciddileştiğinde, Elemenet koruyucuları'nın dağılması an meselesiydi. Kerem'e döndüm. Oda bunu istemiyordu. Buradaki kimse bunu istemiyordu.
"Artık ruhları temiz."
"Umrumda değil Eren. Ölmek istemiyorlarsa size bulaşmayacak."
"Size zarar vermek gibi bir amacım yok." Ateş ayağa kalktığında Özgür geri döndü. Bacağından akan kan gözlerimi korkuyla açmamı sağladı. "Bacağına ne oldu?"
"Nasıl ne oldu abla?" Özgür bacağını bir kaç kez salladı.
"Hayır." Ateş korkuyla eğilip kanı sildi. "Ne zaman oldu Özgür?"
"Bilmiyorum yeni fark ettim."
"Uyuşukluk ya da uyku varmı?"
"Parmaklarımda biraz var."
"20 dakika önce. İki saatimiz var."
"Ne oluyor Ateş?"diye sordu Eren. "Daha açık konuş.
"Yılan zehri. Tek bir panzehiri var. Güneş çiçeği ve yılandan alınan zehir."
"Bir şey anlamıyoruz."
"Anlatacağım, uyutmayın. Bir yere otur Özgür." Ateş ayağa kalktığı gibi hızla uzaklaştı.
Akan kandan ara ara sarı lekelerde geliyordu.
"Özgür ayağındaki her şeyi çıkart. Ayağın serbest kalsın. Bu yılanları biliyorum. Zehirlerinin Tek bir damlası beş kişiyi öldürecek güçte. Kim bilir vücudunda kaç damla zehir var."
"Ayağımı uyuştu, hissetmiyorum."
"Sakin ol koçum. Otur ve ayağını uzat. Zehir yayılmamalı. Bir şey verin."
Lena hızla bir ağaçtan sarmaşık getirip Eren'e verdi. "Ben gidiyorum. Kan kokusu başımı döndürüyor. Bu son şansıydı Eren."
Lena adeta hırlayarak hızla uzaklaştı. Eren arkasından baka kaldığında Özgür ayakkabılarını ve çoraplarını çıkartıp bir ağaca yaslandı.
Bileğime bağladığım bezi çıkartıp temiz kısmıyla kanı temizlediğim sırada Özgür, Eren'den aldığı sarmaşığı bileğinin üzerinden bağlayıp sıktı. Babası gibi güçlü bir çocuktu.
Kanı tamamen temizlediğimde, kanı durmuyordu. Bezi bastırdım.
"Ecem bezi çek. İçindeki zehrin kanla atılması gerekiyor. Yapacağımız panzehir kanamayı artıracak. Nasılsın Özgür?"
"Bacağım tamamen uyuştu." Özge'ye döndü. "O ayakkabıları bırak."
Vücudunda ölümcül bir zehir olmasına rağmen bizi eğlendirmeye çalışıyordu. "Yeni aldım, asla vermem."
"Özgür son iki saatin kaldı ve senin düşündüğün tek şey ayakkabılarmı?" Özge, Özgür'ün yanına geçip oturdu. "Efe olurda uyursam ayakkabılar senin."
"Salak salak konuşma Özgür. Uyumayacaksın."
"Biliyorsun uyumayı severim. Uyku bastırıyor."
"Buna izin vermeyeceğim Özgür."
Efe ilerlediği sırada Chris yere indi.
"İki bacağımı da hissetmiyorum."
"Özgür." Efe elini Özgür'ün omzuna koydu. "Dayan."
Özgür başını çevirip Efe'ye baktı. "Dün ne oldu bilmiyorum Özgür. Ama şimdi buradasınız."
"Eren abi sayesinde buradayız." Gözleri kapanıp açılıyordu. Kerem kolunu omzuma attı. "Güzelim kurtulacak."
Gözlerinin bulanıklaşmasıyla ağladığımı anladım. Gözlerimi silip ayağa kalktım.
"Lütfen dayan Özgür. Şimdi bırakamazsın." Efe, Özge'yi gösterdi. "Onun için bırakma. Bizim için bırakma."
"Özge ayakkabılar neden hâlâ sende?" Ne halde olursa olsun bizi düşünüyordu. Bu yaptığı yanlıştı. Şuan düşünmesi gereken tek kişi kendisiydi.
"Bu durumda bile bizi eğlendirmeye çalışıyorsun. Amacın ne?"
"Son iki saatim kalmışken moralimi bozma Özge."
"Aptal aptal konuşma. Son iki saatim felan kalmadı."
"Ateş gelmezse son saatleri." Eda dakikalar sonra konuştu. "Ağlama tatlım gelecek."
Kanla karışık sarı lekeler bezi kaplarken, uykulu bakan gözleri zehrin yayıldığının bir işaretiydi. Özgür'ün durumu kötüleşiyordu ve elimden bir şey gelmiyordu. En kötüsü de buydu.
Tek umudumuz Ateş' in panzehirle geri dönmesiydi. Onu bu halde bırakıp kaçmış olamaz dı.
"Vücudu zehri atıyor." Asya'nın arkamdan gelen sesiyle irkildim. Bu kız nasıl her seferinde karşımıza çıkıyordu? "Çiçeğin özü ve yılandan alınan zehir." Özgür'ü gösterdi. "Özgür'ün içindeki zehri dışarıya atacak. Yılanda zehir kalmış olsun. Yoksa panzehiri yapamayız."
Özgür "bendeki zehri kullansak?" dedi uykulu bir sesle.
"Hayır Özgür. Yılandan alınan saf zehir olmalı.
"Nasıl yani?"
"İçinde ki zehir kanla karıştı. Karışmaması lazım." Özgür'ün yanına geçip hepimize baktı. "Biliyorum bana güvenmiyorsunuz. Ama şunu bilin burada şuan güvenilecek tek kişi benim."
"Evet Asya buradaki kimse sana güvenmiyor." Özge sinirle ayağa kalktı. "Özellikle ben." Özgür'ü gösterdi. "Bu çocuk hepimizden çok güvendi sana. Sen güvenini boşa çıkardın."
"O çiçeğin özünü çıkartmayı tek ben biliyorum. Ama bana güvenmiyorsunuz." Asya telim oluyormuş gibi kollarını kaldırdı. "Bana güvenmeyen kimseye yardım etmem."
"Farkında mısın bilmiyorum. Toprak benim emrimde. O özü çıkartacak tek kişi sen değilsin."
"Özü doğru bir şekilde çıkartacak tek kişi benim."
"İkinizde kesin artık." Özgür konuşurken dedikleri zor anlaşılıyor, uyumak üzereydi. Yolun yarısına gelmişti. Şimdi bırakamazdı. Asya'ya döndü. "Beni hâlâ sevdiğini söylemiştin. Ölmeme izin vermezsin herhalde." Özgür kendisine olan sevgilerini kullanıyordu.
"Çok bilmiş kardeşime söyle. Özü nasıl çıkaracağını biliyormuş."
"Özge." Bu kezde Özge'ye döndü. "Asya'ya olan nefretin bana olan sevginden büyükmü yani?"
"Değil. Özü çıkarabileceğime inanıyorum."
"İnanmakla kalırsın. O özü bildiğin yöntemlerle alamazsın."
"Sen nasıl almayı düşünüyorsun çok bilmiş?"
"Neden söyleyeyim?"
"Sevdiğini iddia ettiğin çocuğu kurtarmak için."
"Panzehir için gerekli malzemeler geldiğinde ilk yapacağım şey o olacak."
"Daha fazla dayanacak gücüm kalmadı." Özgür gözlerini zorlukla açıyordu. Çok zamanımız kalmamıştı. "Uykusuzluğa alışık değilim."
"Özgür bugün olmalısın." Özge çöküp Özgür'ün gözlerine baktı. "Ben sensiz yapamam. Buna hazır değilim."
"Bende sensiz." Başını çevirip Efe'ye baktı. "Sana emanet. Ona iyi bak."
"Tekrar diyorum aptal aptal konuşma." Efe gözlerini silip Özgür'ün omzuna bir yumruk vurdu.
"Hissetmedim desem?"
"Bir kendine gel. Bu yumruk hafif kalacak. Burnunu kıracağım."
"Burnunu kırmamıştım."
"Geldim durumu nasıl?" Ateş'in sesiyle içimde bir umut yeşerdi. Yanımıza geldiğinde elinde bir çiçek ve siyah bir topun içinde rengi belli olmayan bir sıvı vardı. Bu yılanın zehri olmalıydı. Elindeki altın sarısı çiçeği Asya'ya verdi. "Özünü çıkar."
Asya Özge'yi gösterdi. "Özge yapa bileceğini söylüyor. O yüzden ben yapmayacağım."
"Beni sinirlendirme. Hemen çıkar."
Asya çiçeği alıp yere çöktü. Ardından Özge'ye bakıp gözlerini devirdi. İkisinin arasındaki nefret ateşi birinin sonu olabilirdi. Bu kişi ikisininde sevdiği, toprağın koruyucularından biri olan Özgür'dü. Gözleri tamamen kapandığında "Özgür" diye bağırdım.
Kerem sarıldığında, bu kez rahatlamıştım. Her seferinde beni rahatlatan adam bu kez yapamamıştı.
"Daha fazla dayanamayacağım." Özgür'ün dedikleri artık zar zor anlaşılıyordu.
Asya özü çıkardığında, Ateş zehirle özü birleştirdi. Katı bir kıvam aldığında Ateş karışımdan alıp yılanın ısırdığı yere sürdü. Koyduğum bez zehirle kaplanırken Özgür öylece durmaya devam etti. Gözlerini açmıyordu. Geç kalmıştık.
Ateş "geç Kaldım" diyerek başını yere eğdi.
"Numara yapma Özgür." Efe Özgür'ü sarstı. "Şakaysa hiç komik değil. Özgür."
"Şaka yapıyor. Uyumuş olamaz." Özge Özgür'ün koluna elini koydu. "Olamaz değilmi?" Birden kalkıp Asya'ya döndü. "Daha hızlı ola bilirdin."
"O kadar hızlıysan sen yapsaydın." Asya yanımızdan ayrıldığında Ateş arkasından baktı. Başımı eğip sessizce ağlamaya devam ettim.
"Bu kadar değerli olduğumu bilmiyordum." Özgür'ün sesiyle başımı kaldırıp gözlerimi sildim. Dim dik dikiliyordu. Ateş geç kalmamıştı.
"Özgür sen?"
"Hayır uyumadım." Özge'nin elindeki ayakkabılarını gösterdi. "Ala bilirmiyim?"
"Hayır önce pansuman yapılmalı."
"Sanırım buna ihtiyacınız var." Asya geldiğine elinde ilk yardım çantasını bana verdi. "Uyudun sandık."
"Uykusu seven biri değilim." Özgür zorlukla bir kaç adım attı. "Hâlâ uyuşukluk olsada iyiyim. Fırtına'yı gördünüz mü?"
"Özgür geri döndü." Efe yumruğuyla Özgür'ün omzuna vurdu. "Bunu hissettim işte."
"Sen delisin." Özge sert bir yumruğu Özgür'ün omzuna indirdi. "Burada aklımı kaybettim." Tekrar vurdu. "Bir daha böyle bir şey yapma."
"Tamam kızma."
"Nasıl kızma Özgür? Az önce nasıl bir şaka yaptığının farkındasın değilmi?"
"Evet. Farkındayım."
"Aç mısın?"
"Değilim. Bir şeyler yedim."
Lena geldiğinde dudağının kenarındaki kanı fark ettiğimde göz ucuyla diğerlerine baktım. Fark etmemişlerdi. Gösterdiğimde hemen sildi. Bu ona iyi gelmişti.
"Üzgünüm. Kan içmeden rahatlayamıyorum." Lena büyük kanatlarını açarak Eren'in yanına geçti.
"Sorun yok Lena" dedim gülümseyerek. "Doğan gereği ihtiyacın olan bir şey yüzünden özür dileyemezsin."
"Haklısın. Hoş geldin Chris."
Chris kanatlarını açıp eğildi. Lena'da aynı şekilde eğildi. "Babamın haberi var değilmi?"
Doğrulduklarında Chris kanatlarını kapattı. Eğilip Özgür'ün bacağını hızlıca silip kapattım.
"Var prenses. Sizinle beraber her gece saraya uçacağım."
"İnsanların arasına karışacaksın yani?"
"Evet. Kralın izni var. Sizinle burada kalmamı istiyor."
"Bu gece ilk uçuşumuz olacak."
"Evet prenses."
Aramıza bir kişi daha eklenmişti. Ağaçların arasında girdiğimizde Chris, saniyeler içinde ağacın tepesine çıktı.
"Ben bile bu kadar hızlı çıkamam." Arda elini ağaca yasladı. Tepedeki Chris'e hayranlıkla baktı.
"Hiç bir şey bir vampir hızıyla kıyaslanamaz" Lena açık kanatlarını bir kaç kez hızlı hızlı çırptı. "İn artık Chris."
"Geldim prenses." Chris yere indiğinde kanatlarını açıp aynı şekilde çırptı. Kerem'in elini kolumda hissettim. "Güzelim istemediğiniz iki kişiden özür borcun var. Hepinizin."
"Haklısın. İkisi olmasa Özgür ölmüştü" dedim. Omzumdaki elinin üzerine elimi koydum.
"Özüre gerek yok. Sadece affedilmek istiyoruz" dedi Ateş elini Asya'nın omzuna koyarak. "Özgür'e yardım ettiysek, değiştigimizi kanıtlamak için ettik."
"Şu kokuyu alıyor musun Chris?" Lena hafif hafif çırptığı kanatlarını durdurdu.
"Alıyorum prenses. Sanki bir..." Chris uçup yükseldi.
Eda "Yangın!" diye bağırdığında Chris'in sözü yarıda kesildi. "Orman yanıyor!"
"Özgür yer altına bir yer aç." Mert başını kaldırıp Chris'e baktı. "Chris tüm halkı topla." Bize döndü. "Özgür'ün açtığı yerde kalın. Biz yangını söndürmeye çalışacağız."
"Bende geleyim."
"Hayır hiç biriniz gelmiyorsunuz. Geri dönmezsek siz elementleri korumaya devam edeceksiniz."
"Nasıl dönmezsek?"
"Yangının büyüklüğünü bilmiyoruz. Hadi gidin."
"Dikkat edin."
Yanımızdaki yavrular ulumaya başladığında yer yüzünde yaşayan her türden hayvanın sesleri duyulmaya ve görülmeye başladı. Onlarca hayvan bulunduğumuz bölgeye geliyordu.
"Gidin artık."
Chris yere indiğinde "herkes toplandı" dedi. Ayrıldığımızda Özgür ayağını yere vurup yer altına inen bir yol açtı. "Hadi yer altında güvende olacağız. Ben en son geleceğim. Girişi kapatmalıyım."
Önden Eda ve tüm hayvanlar girdi, ardından kabile halkı. En son biz girdiğimizde Ebru'nun yanına geçtim. Dalgındı.
"Söylemeli miydim?" dedi Ebru. Kendi kendine söyleniyor gibiydi ama bana soruyordu. Bana döndü. Yanan meşaleler yüzünü aydınlatıyordu. "Annemide bugün kaybetmiştim Sare. Doğum günümden bir gün önce. Şimdi ise Arda'm."
"Geri döndüğünde söyleyeceksin" dedim gülümseyerek.
"Ya onuda kaybedersem?"
"Ona güveniyorsun değilmi?"
Başını salladı.
"Bende. Mert'e güveniyorum, ateşi söndürecek. Kerem'e güveniyorum, yapacaklar. Arda'ya güveniyorum. Çocuklara güveniyorum, yanan bölgeyi canlandıracaklar."
Ebru elini yanında yürüyen Gölge'nin üzerine koydu. Çok yürümeden büyük bir alana çıktık. Hayvanlar kendi türlerine göre ayrılmıştı.
Bağ kurduğumuz hayvanlar ise ortada toplandı. Çocukların hayvanlarının üzerinde işaretleri parlıyordu. Güçlerini kullanıyor olmalıydılar. Bunu daha önce de fark etmiştim.
"Özge küçük bir çukur açar mısın?"
"Neden abla?" diye sordu Özge.
"Hayvanların su içmesi için bir yer hazırlayacağım."
Özge çukuru açtığında büyük bir su küresi yapıp, çukura koyduğumda tüm hayvanlar içmeye başladı. Bir kaç kez tekrarladım.
Ebru bir hava küresi yaptı. "Çocuklarım ne zaman geleceği belli değil. Burayı temiz tutmalıyım. Bunu yapacak güç sadece bende var." Küreyi tam merkez noktaya getirdiğinde kürenin dört bir yanında kar taneleri belirdi. "Ben ve Gölge burada olduğu sürece küre bu alanı temizleyecek. Hızlı olsalar iyi olur. Çünkü bir süre sonra ikimizde yorulacağız."
Küre nin iki ucunda birer delik oluştu.
5 saat sonra
Ebru ve Gölge bitkin düştüğünde toprağa yaslayıp oturdular. Saatlerdir çocuklardan haber almamıştık. Korkmaya başlamıştık.
Lena "ben çıkıyorum. Çocuklara bakacağım."
Chris "bende sizinle geleyim prenses."
"Gidelim." İkisi ayrıldığında Ebru kendini zorlayarak ayağa kalkıp kürenin altına geçti. Küre saatler geçtikçe kararmaya başlamış havayı temizleyemiyordu.
"Küre işlevini kaybediyor. Benim ve Gölge'nin temiz havaya ihtiyacımız var." Ebru elini küreye uzattı. "Gücümle bile canlandıramıyorum."
"Kendini zorlama" dedim. "Elinden geleni yaptın."
"Buradan çıkmalıyız."
"Lena ya da Chris gelmeden olmaz."
Lena geri döndüğünde yüzünde iç rahatlatan bir gülümseme vardı. "Yangını saatler önce söndürmüşler."
"Neredelermiş?"
"Bir ağacın altında uyuyakalmışlar. Biz Chris'le gidiyoruz. Sabaha geliriz."
"Görüşürüz." El salladığımda oda karşılık olarak kanatlarını çırptı. Lena'yla kısa sürede baya yakınlaşmıştık. Bu Eda'yı sinirlendirse de bir şey söylemiyordu.
"Görüşürüz. Çocukları uyandırın."
"Uyandıracağız."
Toprağın koruyucuları'nın önderliğinde bulunduğumuz yerden çıktık. Tüm hayvanlar ormana geri döndü. Çocukları uyurken gördüm. Onları uyandırmanın tek bir yolu vardı.
Yanlarına gidip hepsine birer su topu attım. Hepsi nefes nefese kalktı. Bu beni ve diğerlerini güldürdü.
"Güzelim böyle uyandırılır mı?" Kerem bir su topunu yüzüme attı.
"Geçen günkü yaptığınız şakadan dolayı sinirliydim zaten, iyi oldu."
"Güzelim o konuda anlaştığımızı sanıyordum."
"Hayır anlaşmamıştık." Kollarımı göğsümde bağladım. "Yangını söndürdüğünüz halde neden haber vermediniz?"
"Biraz dinlenelim demiştik."
"Uyuyakalmışız" diye tamamladı Eren."
"Sen konuşma Eren."
"Dinlenme fikri benden çıkmadı Kerem."
Lena, Chris'le beraber uçup gecenin karanlığında kayboldular. Çocuklar ayağa kalktığında meydanda yakılan büyük ateşin etrafında toplandık.
"Mert" dedi lider. "Yangın neden çıkmış buldunuz mu?"
"Tam söndürülmeyen kamp ateşleri baba" dedi Mert ateşi göstererek. "Lena ve." Eda'ya baktı. "Eda olmasaydı alevler buraya ulaşa bilirdi."
"Ben ne yaptım ki?" dedi Eda. Utanmıştı. "Sadece ateşi hissettim."
"Yapman gerekeni yaptın. O an ben hissetmedim."
İkisi sanki birbirleri için yaratılmıştı. Hiç kimse bu kadar uyum içinde olamazdı. Pamuk kucağıma atladığında uyudu. Hayvanlar dahil hepimiz fazlasıyla yorulmuştuk. Tek istediğim uyumaktı.
"Güzelim uykun varken çok tatlı bakıyorsun. Gözlerinin bu halini görmek için saatlerce uykusuz kala bilirim."
"Hemen uyuyacaksın Kerem. Bende o halini sevmiyorum" dedim tersleyerek. Birazdan uyuyacaksın."
"Yeterki sen iste kelebeğim."
Ebru
Ay tepemize çıktığında herkes uyumuş, sadece ben ve Arda uyanık kalmıştı.
"Arda" dedim ona dönüp. Uykulu bakan ela gözleri o kadar güzel görünüyordu ki. "Seni seviyorum."
"Bende seni."
"Ben seni bir arkadaştan öte seviyorum."
"Bende seni. Sana her baktığımda." Elini kalbinin üzerine koydu. "Kalbim deli gibi atıyor. İlk kez böyle şeyler oluyor bende. İlk kez böyle şeyler yaşıyorum. Seni görmediğimde sanki yarim kalmış gibi hissediyorum."
"Bende Arda. Yarın benim doğum günüm. Bugün ise babamın annemi öldürdüğü gün. Bugün hayatımın en kötü günü. Bugün büyüdüğüm gün."
"Büyümek zorunda olduğum gün. Kaç sene oldu bilmiyorum, ama çocuk oldunu biliyorum."
"Bugün altı sene oldu. Efe'nin yaşındaydım. O ise sadece on yaşında bir çocuktu."
"Biliyordum yapamazsın ama unutmayı dene sevgilim."
"Sen az önce ne dedin?"
"Sevgilim dedim. Ne yani değil misin?"
"Öyleyim."
O an sanki içimde ki bir boşluk doldu. O an ruhum yeniden hayat buldu. Ben diğer bir yarımı buldum.
|
0% |