31. Bölüm

31.Bölüm Karanlık Lanet Ve Sırlar

Beyza Soykun
yazarlik_hayali.06

Mert

 

Yanar dağın önünde durdum. Bir an önce ateş çiçeğini almam gerekiyordu. Ailemden birini daha kaybedemezdim.

 

Cesur koluma konduğunda içeriye girdim. Her zamanki gibi her yer alev alev yanıyordu.

 

Tam ortaya geldiğimde sağ tarafa yöneldim. Çiçeklerin olduğu bölgeye. Küçük delikten geçip tek bir tane kalmış ateş çiçeğinin olduğu odaya geldim.

 

Çiçegi koruyan muhafız, çiçeğin etrafına ateşten bir duvar ördü.

 

"Neden geldin koruyucu?"

 

"Çiçek için muhafız."

 

"Neden almak istiyorsun?"

 

"Güneşin oğlu için."

 

"Alabilirsin oğlum. Ancak bir bedel ödemek zorundasın."

 

"Ne yapmam gerekiyor."

 

"Çiçeği istiyorsan hayvanını bırakacaksın."

 

                             Eren

 

Bedenim sanki alev alev yanıyordu. Alper'in zoruyla kaleye girmiştim. Büyüden arınmam için Mert'in çiçeği getirmesi gerekiyordu.

 

Abimle Alper, Asya'da ki laneti kaldırmam için gerekli olan kılıcı bulmak için çalışmaya başlamışlardı.

 

"Sıkıldım" diye söylendim. "Çıkmak istiyorum."

 

"Hayır Eren." Lena yüzümü avuçlayarak kendine çevirdi. "Büyü bızulana kadar çıkmak yok. Söz verdin."

 

"Evet söz verdim. Bir abimlere bakayım."

 

Kalkıp odadan çıktım. Alt kata inip abimin çalışma odasına ilerledim. Kapıyı tıklatıp içeriye girdim.

 

Yerde onlarca kitap vardı. "Gel Eren gel."

Abim yerden bir kitap alıp bir resim gösterdi. "Kılıç bu mağarada."

 

"Ama bu ormanda onlarca mağara var."

 

"Evet. Hangi mağara olduğunu bulmamız gerekiyor."

 

Resimde küçük bir bulut dikkatimi çekti. Arda'nın element işaretine benziyordu.

 

"Buldum galiba." Abimden kitabı aldığım gibi odadan çıktım. Oturma odasına gidip Arda'nın yanına oturdum. Lena'da gelip yanıma karşıma oturdu.

 

"Arda işaretini göster."

 

Yanılmamıştım. Arda'nın gösterdiği işaretle resimdeki işaret bire bir uyuyordu.

 

"Kılıç Rüzgar Mağarasında."

 

Mert elinde alev gibi yanan çiçekle girdi. Bir şey olmuş olmalıydı. Çünkü moralı bozuktu.

 

"Mert çiçeği almışsın."

 

"Evet aldım. Alper nerde?"

 

"Buradayım." Alper içeriye girip çiçeği aldı. "Neyin var Mert?"

 

"Çiçeği almak için Cesur'la olan bağımı kopardım."

 

Kendimi birden kötü hissettim. Benim için hayvanından vaz geçmişti.

 

"Mert neden yaptın?"

 

Mert bana döndü. "Ailemden birini daha kaybedemezdim."

 

"Oğlum hayvanınla olan bağın koptu. Sen gelmiş aileden bahsediyorsun."

 

"Cesur sadece bana yardım eden bir hayvandı. Ama siz benim ailemsiniz."

 

Alper çiçekle beraber yanıma oturdu. Anlamadığım bazı kelimeler söyleyip "uzan" dedi.

 

Uzandığımda çiçeği göğsüme koydu. Göğsüm yanmaya başladı. Yumruğumu sıktığımda alnımdan terin aktığını hissettim.

 

Yanma bittiğinde rahatlamış bir nefes verdim. Doğrulduğumda Alper bir küre yaptı. Bu kez mavi bir küreydi.

 

"Büyüyü bozdum. Gördüğüm en güçlü büyüydü."

 

"Mağarayı buldum."

 

"Süper. Şimdi git şu laneti boz."

 

Başımı sallayıp kalktım. Lena'nın kanadını omzumda hissettim. "Bende geleceğim."

 

"Hayır Lena."

 

"Geleceğim dedim."

 

Kaleden çıktığımızda çocuklarla buluştuk. Rüzgarlı tepelere doğru yola çıktık. Yürüyecektik.

 

On beş dakika sonra mağaranın önündeydik. Henüz girmemişken bile güçlü bir negatif enerjiyi hissettim.

 

Bir top yapıp içeriye girdim. Mağara oldukça eskiydi. Tamda olması gerektiği gibi.

 

Duvarda asılı duran siyah kılıca ilerledim. Almam gereken kılıca. Yanına yaklaştıkca negatif enerjisi artmaya başladı.

 

Uzanıp kabzasına dokunduğum anda babamın sesini duydum. "Kılıcın gücüne karşı koyamazsın Eren."

 

"Koyabilirim. Seni yendim baba."

 

Tek hamlede kılıcı aldım. Gücü çok fazlaydı. Ama yapmalıydım. Koruyucuların yüzü kara çıkartmayacaktım.

 

"Geçmişini öğren oğlum."

 

Babamın sesini hâlâ duyuyordum. Bunun gerçek olmadığını bilecek kadar aklım yerindeydi.

 

Mağaradan çıktığımda güneş gözümü almaya başladı boşta kalan elimle gölgeledim. Bana cesur bir şekilde bakan Asya'ya baktım. Kılıcı kaldırıp sol koluna küçük bir çizik attım. O an kılıç elimden düştü. Üzerine bir kaç damla kan aktı.

 

Özgür getirdiği malzemeleri çıkartıp temizleyerek sardı.

 

Kılıç ışıklar saçarak altın gibi parlamaya başladı.

 

"Bu güneş kılıcı." Abim kılıcı alıp bana uzattı. Kılıcı almak istemiyordum. "Kalsın abi almak istemiyorum."

 

"Eren bu kılıç sana ait. Az önceki şeyleri yaşamayacaksın."

 

Kılıcı aldım. Bu kez ses felan yoktu. Ama gücü pozitif şekilde aynıydı.

 

Dağdan indiğimizde abime döndüm. "Abi."

 

"Ne oldu Eren?"

 

"Boşver abi."

 

On dakika sonra kaledeydik. Hemen içeriye girip üst kata çıktım. Kılıcı dedemden bana kalan kemerin yanına astım. Geri indiğinde herkes oturma odasında toplanmıştı.

 

Derin bir nefes verip "abi geçmişimi öğrenmem lazım" dedim.

 

"Bunu diyeceğin günü bekliyordum Eren."

 

Abim kalkıp çıkarken, ben ilerleyip koltuğa oturdum. Başım felaket derecede ağrıyordu.

 

Abim geri döndüğünde elinde bir albüme benzer bir şey vardı. Gelip oturarak elindekini açtı. Tahmin ettiğim gibi bir albümdü. Benim abimin ve Alper'in küçüklüğünün olduğu onlarca resim vardı.

 

"En baştan başlayacağım." Abim iki bebeğin yattığı bir resim gösterdi. "Siz doğmadan bir gün önce babam bir rüya görmüş. İkiz oğullarından biri sonunu getiriyormuş." Bana döndü. "Bunu yapan sendin Eren. Doğduğunda göğsünde büyük altın sarısı bir şekil varmış. Bu gücünün işaretiydi."

 

"Nasıl olur abi?"

 

"Babam içindeki gücü bir şekilde öğrenemeni engelledi. Ve malesef başarılı oldu. Drago açığa çıkrmanı sağladı."

 

Albüme dönüp daha büyük olduğum bir resmi gösterdi. Ama bu ben değildim. O Kerem'di. Çünkü yanında annem vardı. İkisininde arkaları dönüktü. Orman meyvelerinden topluyorlardı.

 

"Bu resmi bizzat kendim çektim."

 

"Burada 15 yaşındayız." Kerem elini resmin üzerine koydu. "Annem burada zehirli meyveli nasıl ayırt edeceğimi anlatıyordu."

 

"Evet Kerem."

 

"Abi bu resmi kendinin çektiğini söyledin."

 

"Evet kendim çektim."

 

"Neden bizi almadın abi?"

 

"Babam öyle istemişti."

 

"O kadar korkuyordun yani?"

 

"Hayır. Doğru zamanı bekliyordum." Karşımızda oturan yengeme baktı. "Ecem'i ikinci kez yakaladığımda doğru zamanın geldiğini anladım."

 

"Abi o zaman düşmandık Yengemi neden korudun?" diye sordum.

 

"Yengem tarih boyunca suyun kabul ettiği tek kız. Bir kehanete göre yoğun ve güçlü bir ışık gözlerine geldiğinde tamamen kör olacaktı. Babamın olsamda size yardım ediyordum."

 

Bana döndü. "Yengem on günlük uykusunun son günüde, kaleden nasıl çıkmayı başardığını sanıyorsun."

 

"Bana yardım mı etmiştin?"

 

"Evet. Ben olmasam zor çıkardın. Ayrıca uyandırmak için bulduğun çözümleride ben sana ulaştırdım."

 

"Abi sen içerdeki casusmuşsun."

 

"Evet. Taki sen babamı yok edene kadar."

Albüme baktı. "Resimlerin çoğunu Asya çekti." Elini başka bir resmin üzerine koydu.

 

Bu 12 Nisan gününe aitti. Babamı yok etmeden bir dakika öncesine.

 

"Geçmişini artık biliyorsun."

 

"Evet. Bunu babam istedi ama neden?"

 

"Tabi ki sevgili kuzenim." Alper günlüğün başka bir sayfasında babamın ve benim olduğum bir resmi açtı. "Amcam seni çok seviyordu. Çok göstermezdi ama seviyordu." Bana baktı. "Tamam seni dört yaşında öldürmeyi denemiş olabilir ama seviyordu."

 

"Nasıl?"

 

"Göğsündeki işaretin anlamını biliyorsun. Bu yüzden. Amcam sayısız kez seni öldürmeyi denemiş. Ama gücün seni korumuş."

 

"Babam beni en başından beri kandırıyormuydu?"

 

"Evet."

 

Özgür bir bana bir dışarıya bakmaya başladı. "Şunu hissediyor musunuz çocuklar?"

 

Toprağın diğer üç koruyucusu başlarını sallayıp onayladı.

 

"Bunun olması imkansız."

 

"Evet imkansız Özgür'üm." Asya kolunu Özgür'ün boynuna dolayacağı sırada Özge kardeşinin kolundan tutup adeta sürükler şekilde odadan çıkarttı.

 

"Hadi çocukların neden bahsettiğini bulalım." Abim kalktığında bende kalktım.

"Ne oluyor Asya."

 

"Amca senden iki tane var."

 

"Biliyorum." Hâlâ oturan Kerem'i gösterdim. "Bir ikizim var."

 

"Dalga geçmiyorum Amca."

 

"Bende geçmiyorum Asya."

 

"Daha açık anlat."

 

"Anlatmak imkansız. Göstermem gerek."

 

 

Bölüm : 05.01.2025 15:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...