Arabayı sağ tarafa çekip park ettim. İndiğimde diğerleride indi. Şirket binası tam karşımızdaydı. Yavaş yavaş ilerlemeye başladım. Karşıdaki Aktaş Holding yazısıyla kısa bir süre bakıştım.
Taha hızla koşup önümüze geçti. Tamda tahmin ettiğim gibi çok ilerleyemeden düştü. Daha önce yaptığım gibi kucağıma alıp elimde ince ve şeffaf bir buz tabakası oluşturup dizine aynı şeklide ellerine koydum. "Koşmak yok küçük bey."
"Tamam." İndirdiğimde yürümeye başladı. Dakikalar sonra binanın içindeydik. İki Koruma bizi karşıladı. Biri diğerinden daha uzundu. İkiside siyah takım elbise giymişti.
"Hoş geldiniz efendim" dedi uzun boylu olan. "Kime bakmıştınız?"
"Berat Aktaş" dedim.
"Girmeden önce sizi aramamız gerekiyor."
"Orada dur aslanım." Kerem yarım şekilde önüme geçti. "Eşime dokundurtmam."
"Abim bizim girebileceğimizi, arama yapılmayacağını söyledi."
"Bize böyle bir bilgi gelmedi efendim."
"O telefonlar sizde neden var baylar?" Abim sesi sesi hemen sağ taraftan geldi. "Bu sabah bilgisini vermiştim."
Yanımıza geldiğinde Taha "baba" diyerek koştu, az düşen o değilmiş gibi.
"Hoşgeldiniz. Sizi hangi rüzgar attı buraya?"
"Bence çok belli abi." Kolumu Kerem'in beline sardım. Oda aynı şekilde sardı. "Taha gelmek istedi."
"Gelin hadi."
Takip ettik. Bir kaç dakikanın sonunda büyük bir odanın içindeydik. "Oturun."
Telefonunu çıkartıp birine mesaj attıp masaya bıraktı. "Sizin görev ne alemde? Anlatın bakalım."
"Çok bişi olmadı abi. Aynı" dedim koltuğa otururken. Oda kendisi için olan koltuğa oturdu. "Bir gün bu koltukta sen oturacaksın küçüğüm."
"Abi zaten bir mesleğim var."
"Olsun küçüğüm. Yine de bir gün oturacaksın." Önünde isminin yazılı olduğu küçük tabelayı gösterdi. "Bir gün burada ismin yazacak."
"Abi işimi seviyorum. Ve bırakmak istemiyorum."
"Bırakmanı istemiyorum küçüğüm. Elbette sevdiğin işi yapacaksın."
"Bana değil ama." Hemen arkamda omuzlarımı tutan Kerem'i gösterdim. "Kerem'e verirsen iyi olur. Hem burası ile hem hastane ile ilgilenemem. Ayrıca bana söz vermiştin."
"Hatırlıyorum. Kerem'i yanımda çalıştıracağımı söylemiştim. Ve yapacağım. Sadece yapabileceği bir iş ayarlamaya çalışıyorum."
"Abi sen bir tanesin."
"Sende bir tanesin küçüğüm. Unutma her zaman yanındayım."
"Biliyorum abi."
Birden sirenler çaldı. Bu yangın alarmıydı. Eda'ya döndüm. Bakışlarında korku vardı. Hemen kalkıp kolunu tuttum. "Hadi şu yangını bulalım ve söndürelim."
"Çok büyük, hadi. Yoksa bina felan kalmayacak."
Çıkarken abimle Kerem'e döndüm. "Binayı boşaltın. Gerisini biz halledeceğiz."
Hızlı adımlarla ilerlemeye başladık. Aldığım yanık kokusuyla yangının çok uzakta olmadığını anladım. Eda'ya baktım. Son derece korkmuştu.
Durduğumuzda tam karşımızda ateşten bi duvar vardı.
"Bu çok büyük. Bu ateşin gücünü alabilir miyim bilmiyorum."
"Yardım edeceğim Eda. Yavaş yavaş çek."
Eda çekmeye başladığında, bende yavaş yavaş ve alttan şu topları atmaya başladım işe yarıyordu. Durmadan devam ettik. Yaklaşık yirmi dakika sonra yangını tamamen söndürdük. Ben ne olur ne olmaz diye tekrar ve tekrar su topları atmaya devam ettim.
"Bittim şekerim. Benim acilen konturollü bir şekilde bir şeyler yakmam gerekiyor."
"Biraz daha dayan. Gideceğiz zaten."
"Abin burayı sana vermekte kararlı."
"Evet. Ama iki yerle aynı anda ilgilenemem."
"Tatlım canın bir şeymi istiyor."
Şaşkın şekilde Eda'ya döndüm. Bunu nereden bile bilirdi. Az önce canım gerçekten tatlı istemişti.
"Ne istiyorsun?"
"Bilmiyorum. Tatlı bir şeyler galiba."
"Hadi gidip yiyelim o zaman." Arkada kalıp yanan bölgeyi gösterdi. "Bu kadar çalışmanın ardından iyi gelir."
"O yangın nasıl çıkmış Eda?"
"Bilmiyorum. Tahmin etmek çok zor."
"Çıkalım artık. Başım dönüyor."
"Evet tatlım, benimde."
Bir kaç dakika sonra kapının önündeydik. Yaklaşınca fark ettim ki abim içeriye girmeye çalıyor, Kerem ve bir kaç koruma engelliyordu.
Dışarıya çıktığımızda abim herkesi bir bir ittirip sarıldı. "Abi sakin ol tamam."
"Küçüğüm nasıl sakin olayım? Dakikalardır çıkmadınız."
"Yangın biraz büyükmüş."
"Giden bina olsun küçüğüm. Size bir şey oldu diye çok korktum."
"Bir şeyimiz yok abi."
"İyiki yok küçüğüm. Yoksa kendimi affetmezdim." Ayrılıp Kerem'e döndü. "Sana işini ayarladım bile. Korumam olacaksın."
"Ben?" dedi Kerem şaşkınlıkla. "Koruma olacağım ha?"
"Evet. Sandığımdan güçlüsün. Tek eksiğin bir silah."
Biz Eda'yla ayrıldığımızda hâlâ konuşuyorlardı. Şirketin bahçesinden çıkıp arabaya bindik. Sürmeye başladım. "Nereye gidiyoruz?"
"Her zaman ki mekana."
On dakika sonra bizim her zaman ki geldiğimiz tatlıcının önünde durdum. İçeriye girip her zamanki tatlılardan söyledik. Ardından boş bir masaya geçip oturduk.
"Burayı özlemişim tatlım ya."
"Bende özlemişim."
Bu mekanla kötü anılarım vardı. Emre ilk kez burada açılmıştı bana. Aldatıldığımı burada öğrenmiştim. Her ne kadar özlesem de içimi acıtıyordu.
"Tatlım burada kötü anıların var, biliyorum. Ama içinde bir can var, bu halin onu etkiliyor."
Elimi karnıma koydum. "Biliyorum Eda."
"O zaman değmeyecek biri için kendini üzme."
"Tamam üzmeyeceğim."
Eda'nın bakışları değiştiğine omzumda bir el hissettim. Üç kez sıktı. Bu Emre'ydi. Tamda zamanında gelmişti.
"Ecem." Hemen yanımdaki sandalyeye oturdu. "Seninle son kez konuşmaya geldim."
"Son kez mi?"
"Evet. Ben İngiltere'ye taşınıyorum. Mesleğimi orada devam edeceğim."
"Neden bir sorun mu var?"
Parmağımdaki yüzüğü gösterdi. "Sorun bu işte. Ecem ben ayrıldığımızda evlenmek istediğimi söyleyecektim. Ama sen bir saniye bile dinlemedin. O kız kuzenimdi ve bana yardım ediyordu. Şimdi istesem bile seninle beraber olamam. Tek isteğim mutlu olman."
O an kalbimi bir hüzün kapladı. Ayrıldıktan sonra oturup konuşmamıştık. Ama bunu yapmalıydık.
"Bunlar ülke değiştirmen için bir sebep değil ki."
"Evet sebep. Ne zaman sana baksam yaptığım hatanın farkına varıyorum. Ne zaman parmağındaki yüzüğe baksam, yaptığım hatanın sonucuyla yüzleşiyorum. Benim artık kaldıracak, yüzüne bakacak gücüm kalmadı. Mutlu ol papatyam."
Papatyam.
Bu kelimenin bende ki anlamı büyüktü. Emre'ye 17 mde tanıştım. İlk kez o zaman demişti.
3 yıl önce
En sevdiğim tatlıcıda arkadışımın gelmesini bekliyordum. Dakikalar sonunda göründü. Üzerinde gri bir tşört ve mavi bir kot pantolon vardı.
Sarılıp yanağımdan öptü. "Nasılmış benim küçük papatyam?"
"İyiyim."
Günümüz
"Tam üç yıl önce bugün sana ilk kez papatyam demiştim. Çünkü sen bir papatya kadar güzel ve narindin." Telefonunu çıkartıp beni nasıl kaydettiğini gösterdi.
Papatyam🌸
"Ve şimdi bir daha karşına çıkmamak üzere gidiyorum. Kendine çok dikkat et."
Gözlerimi kapatıp başımı sallamaktan başka bir şey yapamadım. Sıkıca sarılıp gitti. Ben ise boşluğa düştüm.
Neden böyle hissediyordum. Olmuş bitmişti. Üzülmenin alemi yoktu. Gözlerimden yaşlar akarken dirseklerimi masaya yaslayıp başımı ellerimin arasına aldım.
"Emre'yi sevmiştim" diye mırıldandım.
"Biliyorum şekerim, sevmiştin. Oda seni sevmişti."
"O beni hiç bir zaman sevmedi. Sevseydi o gün peşimden gelir, bir şekilde kendini affettirmeye çalışırdı. Ama yapmadı."
"Ecem yapma tatlım ya."
"Ecem değil Eda. Sare. Ben Ecem değilim."
Başımı kaldırıp Eda'ya baktım. Onunda gözleri dolmuştu. Küçüklüğümüzden beri biz böyleydik. Birimiz ağlarsa öbürümüzde ağlardı. Birimiz gülerse öbürümüzde gülerdi. Bu hiç bir zaman değişmemişti.
Ama ben, benim için kimsenin ağlamasını istemiyordum. Özellikle değer verdiğim insanların. Özellikle her anımda yanımda olan insanların.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.12k Okunma |
106 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |