Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@yazarmiyimnee

Kış mevsiminin müjdecisi olan kar taneleri, acil tabelasının mavi ışığı altında usul usul gökten süzülüyor ve ortaya geçmiş kokan kartpostallara ait manzaralar çıkarıyordu.

Gün batımının ardından usul usul başlayan kar yağışı, havanın kararmasıyla eksilere düşen derecenin vesilesiyle etkisini arttırmış ve yerini tipiye bırakmıştı.

Uğuldayarak esen soğuk rüzgar kemiklerime kadar işlese de halimden memnundum, üzerime aldığım kabana sarıldım.

Kış mevsimini seviyordum. Battaniye altında izlenen filmler, sıcak içecekler, kalın giyinmek...

​​​​Kim bilir belki de bunun sebebi yaz mevsiminin benden götürdükleriydi, hayatıma bıraktığı telafisi olmayan gözyaşı lekeleri...

Deren elinde tuttuğu bir bardakla yanıma oturduğunda nefis tarçın kokusunu içime çektim, her ne kadar hazır salep olsa da nöbet şartlarında en kalitelisinden bile daha iyi hissettirebiliyordu.

"Beni mi düşünüyorsun?" Diye sordu, şakacı bir tavırla kalçasını kalçama vurmuştu.

"Rakiplerimi senden nasıl uzakta tutacağımı." Dedim bende, oyununa karşılık veriyordum.

"İşin zor."

Güldüm. "Zoru severiz."

Deren sessiz bir gülüşle karşılık verdi, hoşuna gitmişti.

Deren, süsüne epey düşkün ve sosyal medya jargonuyla aşko olarak adlandırılabilecek bir kızdı. Onun içine nöbete gelmeden önce saatlerce makyaj yapmak ve aktif olarak çalıştığımız gündüz saatleri içinde bile makyajını tazelemek her şeyden önemliydi.

"Mina, Deren yukarı köyden hasta getiriyorlarmış." Diye endişeyle yanımıza koştu Kerim Abi, hasta bakıcı olarak çalışıyordu ve şefkatiyle hepimize yeri geldiğinde bir baba yeri geldiğinde bir abi oluyordu.

Şaşırmıştım, bu tipide köyden hasta getiriliyorsa acil bir durum olduğu anlamına geliyordu. Bu bölgede köyler hastanelere uzaktı, terör olaylarının da etkisiyle hava karardıktan sonra hastaneye kolay kolay kimse gelip gitmezdi. Ve hatta evlerinden bile çıkmaz, ışıkları kapatır karanlığa gömülürlerdi.

Gönüllü olarak haftanın belli bir günü, bir doktor bir hemşireden oluşan ekip köydeki sağlık ocağına gider ve orada hizmet verirdik. Onun haricinde hastaneye gelen birini görmek zordu, insanları evlerinden çıkmaya korkar hale getirmişti bu lanet... Haksız da sayılmazlardı.

"Hamile mi?" Diye sordum, ne olursa olsun bir kadının çocuğunu acilde doğurmasını istemezdim.

"Asker."

Bakışlarım Deren ile buluşurken yutkundum, bir asker kardeşi olarak ne zaman bir yaralanma ya da bir şehadet haberi alsam korkardım. Abimin ismini duymaktan, onu da kaybetmekten...

"Köyden niye geliyormuş ki?" Diye bir soru yöneltti Deren, Kerim Abi bilmediğini belli edercesine omuz silktikten sonra cevapladı. "Çok paniklerdi, doğru düzgün bir şey soramadılar."

Birlikte Acil kapısından içeriye gireceğimiz sırada korna çalarak bahçeye giren kasalı bir araç yanımızda durdu, bugün görevli olan doktor sedyeyle dışarıya çıkarken hızla yanına geçtim Deren de arkamdaydı.

Arabanın şoför mahallinin kapısı açılırken otuzlu yaşlarında, genç bir adam dışarıya çıktı ve yanımıza geldi.

"Beyefendi acele edelim." Diye net bir sesle konuştu Tuğrul Bey, adam başıyla onay vererek aracın kapısını açtı.

Loş ışığın altında göründüğü kadarıyla iki kişilerdi, Tuğrul Bey ve Kerim Abi öne çıkarak askeri üniforma giyen bir adamı çıkardı ve ani hareket ettirmemeye dikkat ederek sedyeye yatırdı.

"Doktor bu adamın nabzı yoktu, ben bulamadım ama yine getirdim belki ben...-"

"İyi yapmışsınız... Bir sedye daha Kerim, acil!" Diyerek sözünü kesti Tuğrul Bey, hastanenin en ciddi ve kaba doktorlarından sayılırdı ve ne şanstır ki nöbette hep aynı tarihe düşerdik.

Kerim Abi içeriye girdikten kısa bir süre sonra boş bir sedye ile geldi, Deren ve ben dolu sedyeyi acile taşıdığımız sırada onlar da hemen arkamızdan gelmiş yandaki alana geçmişlerdi.

Tuğrul Bey iki yatağın arasındaki perdeyi çekti ve yanımıza geldi, eli bir süre hastanın nabzını aradıktan sonra kaskatı kesilmiş yüzüyle bize döndü.

"Nabız yok... Yine de deneyeceğim, Mina diğer hastanın vitallerine bak!"

Başımla onay vererek sedyede hareketsizce uzanan askerin yanına geçtim. Elim sedyeden aşağıya sarkmış bileğini kavradığında soğuktan irkildim, nabzı vardı ve çok hızlı atıyordu fakat vücudu buz gibiydi. Nabzını kontrol ettiğim sırada Deren geldi ve eline aldığı bir makasla askerin başına taktığı kar maskesini kesmeye başladı.

Masanın üzerinde duran dereceyi almak için ilerledim, elimde dereceyle Deren'in yanına geldiğimde gördüğüm yüzle olduğum yerde kaldım, sımsıkı tuttuğum derece gürültüyle yere düşerken tüm gözleri kısa bir an üzerime toplamıştı.

"Mina, iyi misin?" Diye konuşan Deren'in sesiyle kendime gelirken başımı olumlu anlamda salladım, iyiydim.

Deren şüpheli bakışlar eşliğinde yedek dereceyi aldıktan sonra adamın ateşini ölçmüş ve solunum sayısını da aldıktan sonra vitalleri bitirmişti.

"Hocam vücut ısısı 33, nabzı yüksek..."

"Hafif hipotermi." Dedi Tuğrul Bey, bu sefer de Deren'in sözünü kesti ve bana döndü. "Öyle bekleyecek misin Mina? Islak kıyafetlerini kesin, vücut ısısı daha düşmemeli ve ani hareket ettirmeyin, bunları söylememe gerek var mı?"

Başımla onay verirken elime diğer makası aldım, sedyenin yanına yaklaştığımda gergin bir nefes verdim.

Normal bir zamanda şuan Tuğrul Bey'in arkasından söyleniyor olurdum, gıcık herif!

Fakat şuan soğukkanlı olmalıydım, mesleğimin gerektirdiği buydu.

Abim asker olduğu günden beridir günlerimi onu sedyede, yaralı olarak görmenin korkusuyla geçirmiştim fakat bir gün eski sevgilimi asker üniformasıyla hipotermi geçirirken karşımda göreceğimi hiç ama hiç aklıma gelmemişti.

Üzerine giydiği askeri kamuflaj ceketi dikkatle çıkardıktan sonra yüzüne baktım, değişmişti. Lisede uzatmak uğruna hocalarla kavga ettiği ve her seferinde ceza aldığı saçları kısalmış, vazgeçmeyi kendine yakıştıramadığı kirli sakalları da yerini pürüzsüz bir tene bırakmıştı.

Deren dikkatle üzerine giydiği üstü keserken, dolaptan aldığı termal battaniyeyi açmam için bana uzatmıştı.

Paketi açarken Bera'yı düşündüm. Cidden asker mi olmuştu?

Şaşırmıştım, geleceğe dair hedefleri arasında askere gitmek bile olmayan bir adamken asker olması beklenmedikti.

Termal battaniyeyi açtıktan sonra vücuduna sararken Tuğrul Bey yanımıza geldi. "Dönmedi." Diye fısıldadı göz ucuyla arkasında duran sedyeye bakarken aradaki perdeyi çekti.

"Başımız sağ olsun." Dedim kısık bir sesle, duymayı en çok korktuğum cümlelerdendi fakat defalarca duymuştum.

"Başımız sağ olsun."

"Başka biri var mıydı?" Diye sordu Tuğrul Bey, hangi ara yanımıza geldiğini anlamadığımız yabancı adama bakıyordu.

"Bilmiyorum, bir askeri araç vardı ama oraya ulaşmamız imkansızdı. Jandarmayı aradık, hava şartlarının bir saat içinde düzeleceğini ve geleceklerini söyledi. Bizde yanına gidebildiğimiz askerleri hastaneye getirdik."

"Yuvarlanmış olmalılar, röntgen ve tomo'da bakmamız lazım kırık çıkık olabilir ya da daha kötüsü bir omurilik zedelenmesi."

Tuğrul Bey'in cümleleriyle soğuk bir ürperti yokladı vücudumu, olabilecek en kötü senaryolar zihnimden bir bir geçerken kesik bir nefes verdim.

Hani lise aşkları olurdu ya en heyecan dolu en unutulmaz, üzerinden yıllar geçse de hala konuşulur. Bera da benim lise aşkımdı. Üç yıl boyunca ona karşılıksız bir sevgi beslemiş, son senemde okulumuzun düzenlediği bir tiyatro etkinliğinde tanışmamız vasıtasıyla ona açılmaya karar vermiştim. Bunun sebebi benim cesur olmam veya arkadaşlarımın gazları değildi zaten bende cesur değildim. Ve tiyatroya bile sosyal anksiyetem yüzünden arkada, hareketsiz duyan bir ağaç rolu oynayarak katılmıştım. Bunu yapmama yardımcı olan şey Bera'nın gelecek sene için başka bir okula nakil aldırdığı dedikodusuydu. Ama hiç de öyle olmamıştı. Bera okulda kalmış aşka dair inancıma ait o tohumları yavaş yavaş, büyük bir özenle yeşertmiş cıvıl cıvıl bir bahçe yapmıştı. Sonra ise o bahçeyi ayaklarıyla ezip geçmiş, renkleri ile göz kamaştıran o çiçekleri çamura bulamıştı.

Hayalini kurduğum o hayallerle uyuduğum üniversite hayatımda günbegün Bera'nın bir yabancıya dönüşmesini izlemiş, en sonunda ise okulda beni aldattığına dair dedikoduları çıkan kızla Erasmus için Polonya'ya gidişine şahit olmuştum.

Ve yurt dışına gitmesinin beni unutacağı anlamına gelmediği temasını içeren onca yalana...

O gün ben hayallerimi yakıp geçen yalanlara ağlarken ablam kaza geçirmiş ve hastanede hayatını kaybetmişti.

Hayatımın en kötü günü ilan etmiştim o günü, her kız çocuğu gibi ilk aşk acımı ablamın kollarında geçirmeyi düşünürken kendimi üzerine çok sevdiği fularının asılı olduğu tabutu başında bulmuştum. Ağlayamamış, ağzımı açıp da tek kelime edememiştim. Sadece susmuş, gözyaşlarımın içime içime akarken yarattığı yangına teslim olmuştum.

Binbir hayalle adım attığım üniversite kaydımı dondurmuş, psikolog seanslarıyla dolu kendimi eve kapattığım bir döneme girmiştim. O hayalleri de ellerimle, birer birer gömmüştüm.

Sırf durumum daha da kötüye gitmesin diye, ablamla beraber kaldığımız odadan ona ait eşyaların bir bir çıkarılmasını izlemiştim.

Eşyalar gitmişti ama anıları hep kalmıştı, kalmalıydı.

Çünkü ben ablamı kaybedemezdim, o benim ablamdı.

O gün ben ağlamasaydım, ablam işini bırakıp yanıma gelmezdi diye düşünüyordum bundandır ki hep ağladığım için zayıf hissederdim. İnsanların yanında ağlayamaz, ne zaman ağlayacak gibi olsam panik atak geçirirdim. Bu da geçmişin bana bıraktığı bir lekeydi, inatçı ve ben uğraştıkça çıkmayan...

Her adımımda arkamda bir gölge haline gelmişti suçluluk, benimle birlikte hareket ediyor ve ben durunca duruyordu.

Kurtulamadığım bir lanet, çırpınıp durdukça beni içine çeken bir bataklık gibi...

"Mina neler oluyor?" Diye sitemkar bir sesle konuştu Deren, kolunu omzuma yaslamış ve karşıma geçmişti.

"Bir şey... Olmuyor." Dedim sessizce, acilde kimse kalmamıştı fakat yine de duyulmaktan korkmuştum.

Çok şey olmuştu, oluyordu fakat ben anlatamazdım.

İhanetti bu, ablama... Tırnaklarımla kazıya kazıya inşa ettiğim yeni Mina'nın karakterine... Hayatıma ihanetti, benliğime...

"O askeri tanıyor musun?"

Başımı gerçek cevabı gözlerimde görmesinden korkarak hızla sağa sola salladım.

"Sadece Abim geldi aklıma." Dedim bakışlarımı kaçırarak. Deren yakın bir arkadaşımdı anlatabilirdim de fakat benim için bunları anlatmak tekrar yaşamak gibiydi sırf bu yüzden de uzun zamandır konusu açılmazdı yanımda, yakınımda.

"Sen biraz otur istersen." Diye anlayışla konuştu, sesindeki anlayış anlatmadığım şeyler için vicdan azabı duymama neden olmuştu.

Çünkü biliyordu, Abime ne kadar bağlı olduğumu.

Usulca başımı sallayarak masaya ilerleyeceğim sırada arkamdan gelen öksürük sesiyle durdum, Deren'in bakışları 'e hadi sen git' dercesine gözlerimi bulurken kısa bir adım attım.

Başımla onay vererek kapıya yöneldiğim sırada kısık, titrek bir ses duydum.

Bera, bana sesleniyordu.

Tanımış mıydı yani beni?

Yıllar yetmemiş miydi hafızasından yüzümü silmeye?

Nasıl olurdu ki bu? Bera'nın bıraktığı Mina henüz 20 yaşında, kemikleri sayılabilecek derecede zayıf ve gördüğü ağır sivilce tedavisinin de etkisiyle epey cilt sorunları olan bir kızdı. Şuan ki Mina ise, düzenli spor yapan fit ve uğruna defalarca hastanelik olduğu cilt tedavilerini bitirerek sağlığına kavuşmuştu.

"Mina... Sana seslendi." Diye şaşkın bir ifadeyle konuştu Deren, bakışları Bera ve benim aramda mekik dokuyordu.

"Sizden duymuştur." Dedim, durumu geçiştirmeye çalışıyordum.

"Mina, sen misin?"

Kaşlarım çatılırken arkamı döndüm, Bera uzandığı sedyede başını hafif yana eğmiş çattığı kaşlarıyla beni izliyordu.

"Be- benim işim vardı." Dedim hızla, sesim titremiş nefes alış verişlerim ise gözle görülebilir derecede azalmıştı.

Sesi beni o güne döndürmüştü, yorgun elaları...

Herkese gururla Bera'yı unuttuğumu anlatıyor, sevgilisinden ayrılan yakın arkadaşlarıma bu konuda teselliler veriyordum. Fakat işin aslı öyle değildi, işin aslı çok başkaydı.

İnsan unutmuyordu, unutmak için yalvarıyor ama unutamıyordu. Bazen bir koku hatırlatıyordu, bazen bir kelime, bazen bir şarkı veya bir sokak...

Özetle çok şey hatırlatıyordu onu da ama hiçbir şey unutturamıyordu.

Derin nefesler almaya çalışarak kendimi hastaneden dışarıya attığımda Kerim Abi yanıma geldi, içeriye girerken çıkardığım kabanı omuzlarıma bıraktı.

"Konuşacak biri lazım mı yoksa yalnız kalmak mı istersin?" Diye sordu anlayışla, bu yüzden bir babaydı bizim için ayrı düştüğümüz ailelerimizin yokluğunu aratmazdı.

"Yalnız kalayım."

"Girişte, danışma masasında oturacağım bir gel desen yeter bana kızım." Dedikten sonra eliyle destek verircesine omzumu sıktı ve söz verdiği gibi gündüzleri sekreterlerin oturduğu masaya oturdu.

Ablamı hatırladım, hayatımın her anında kıskandığım fakat sevmekten de geri duramadığım upuzun, gür saçları vardı.

Lisede ne zaman Bera ile bir şey olsa ablama sarılır, saçını seve seve canımı acıtan o küçücük şeyleri anlatırdım. O da can kulağıyla beni dinlerken, bu anıları hayatımın her anında hatırlayacağımı söylerdi ve herkes gibi eklerdi:

'İlkler unutulmazdı.'

 

Ufff nasıl buldunuz?

Siz sizi terk eden eski sevgilinizi böyle hiç beklenmedik bir yerde karşınızda bulsanız ne yapardınız?

Yorumlarda buluşalım❤️‍🔥

Gelecek bölüm görüşürüz.

Ayrıca,

Kurgu oturana kadar düzenli birkaç bölüm yayınlayacak sonrasında ise her hafta bir bölüm düzenine döneceğim.

Aklımda ne skandallar var bir bilseniz, ne bombalar patlayacak bu kitapta 😎

 

​​​​​

 

​​​​

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%