@yazarmiyimnee
|
"Telafisi olur mu hataların? Zaman yine durur mu yanında?" Bölümü bu şarkıyla yazdım, Çağan'ın şarkıları benim için çok anlamlı bu yüzden bu kitapta sık sık karşınıza çıkabilir:)) Bu arada koyduğum müzikler gün içinde aktif dinlediğim parçalar, yıkık bir yazarım ne yapalım? Bölüm sonu gene bir haltlar yedim haberiniz olsun😇😇 Yaz aylarından kopup gelmişçesine bir gündü; her yerde kuşlar cıvıldıyor, uzun süredir etki gösteren soğuk hava sebebiyle evlerine kapanmak zorunda kalan çocukların neşeli çığlıkları yankılanıyordu. Sonbaharın o ıssızlığı yoktu, kışın tüyler ürperten yalnızlığı... Dört dörtlük bir gün gibiydi, sabahın köründe uyanmış annemin katkılarıyla buzluğa doldurduğum çeşit çeşit yiyecekleri pişirerek bir piknik menüsü hazırlamıştım. Sonrasında ise herkesi bizzat çılgına çeviren aramalarımla zorla yataklarından kaldırmış, epeydir gözüme kestirdiğim bir mesire alanına getirmiştim. Kusursuzca göğe uzanan turuncuya boyanmış yapraklar altında bir gölün kenarında pikniğe gelmiştik, kalabalıktı ama oturma alanları mahremiyete dikkat edilerek düzenlendiği için rahatsız edici değildi. Abim ve Gökay gece ortak bir arkadaşlarında kaldıkları için beraber gelmişlerdi, Deren ve beni ise pikniğe son anda sürpriz olarak katılan Çağrı getirmişti. Taha ve Bera ise yoldalardı ve asıl sürpriz Bera'nın Çağrı'dan haberi yoktu. İkisini bir araya getirmem düşüncesizlik gibi görünebilirdi fakat sabahın ilk ışıklarıyla Çağrı beni arayıp bugün havanın çok güzel olduğunu söyleyerek pikniğe davet ettiğinde başka seçeneğim kalmamıştı. Özünde Bera'nın daha iyi hissetmesi, açık havada zaman geçirmesi için ayarladığım bu piknik biraz amacını aşmıştı. Fakat yine de bir yerde Bera içindi, Çağrı ile birkaç günlük devam eden sohbetlerimiz sonucunda fizik tedavi alanında doktorluk yaptığını ve alanında çok iyi hocalara sahip olduğunu öğrenmiştim bu da zihnimde bir türlü sönmek bilmeyen umut ışıklarından birinin daha yanmasına neden olmuştu. "Salata hazır mı?" Diye sordum bilen bilirdi ki bir piknikte mangal varsa mutlaka erkekler mangalı yakarken kadınlar da salata yapardı, yani Deren. "Çağrı yapıyor." Kaşlarım çatılırken Deren'e baktım, işini misafir olarak davet ettiğim adama kitlemiş olamazdı öyle değil mi? Deren 'ben ne yaptım sanki' temalı bir omuz silkerek yanımdan uzaklaştığında masaya baktım, Çağrı oturmuş ve yanındaki kaba doldurduğu sebzeleri özenle doğuyordu. "Deren inanılmazsın." Diye söylenerek Çağrı'nın yanına ilerledim, bakışları beni bulurken yüzüne geniş bir gülümseme yayılmıştı. "Hoş geldin." "Hoş buldum, yardım lazım mı?" Diye sordum, umut ediyordum ki değil derdi çünkü dakikalarca küçük küçük sebze doğramak benim için işkenceden farksızdı. "Hallederim ama sohbetin hiç fena olmaz." Gülümseyerek yanına oturduğumda Çağrı da yanıt olarak göz kırpmış ve salataya dönmüştü. "Arkadaşların nerede kaldı?" Diye sordu ilgiyle, Bera'nın aksine Çağrı onu düşman olarak görmüyor ve hatta ona dostça yaklaşıyordu. "Taha yanlış yola girmiş, konum attık birazdan burada olurlar herhalde." Çağrı başıyla onay vererek eline aldığı soğanı soymaya başlamıştı, sebzeleri elinden almadığım için inanılmaz bir utanç hissediyordum fakat böyle şeyler normaldi, olabilirdi. O tepkisizce soğanı doğrarken gözlerimin alev alev yanmasıyla çardakta yana kayarak Çağrı'nın yanından uzaklaştım, bu hareketim onun dikkatini çekerken başını kaldırarak bana bakmış ve hemen akabinde kahkahalara boğmuştu. "Soğanı ben doğradım yalnız." Dedi alaycı bir sesle, bunu söyleyen Gökay olsa bütün bir soğanı alır kafasında kırardım fakat değildi. "Etkileniyorum ne yapayım?" Diye isyan ettim, soğan benden uzakta kesiliyor olsa bile ondan mutlaka etkilenirdim. "Kalk, canın yanmasın." Kızarmış gözlerimle Çağrı'ya baktığımda bir araba gürültüsü duyulmuş ve dikkatimizi oraya toplamıştı, şükür! Taha arabadan inerken Abim yanına yardım için gitmişti, Gökay hala Bera'ya olan kinini diri tuttuğu onu umursamıyor gibi davranıyordu. Sanki ben değil de Gökay terk edilmişti. Taha arabadan aldığı tekerlekli sandalyeyi açarken abim arabanın kapısını açmış ve Bera'yı kucağına alarak tekerlekli sandalyeye oturtmuştu. Bera'yla dostane bir şekilde şakalaşan Abim mangalın başına dönerken Taha da arabayı çardağa doğru sürmeye başladı, Bera ve Çağrı'nın karşı karşıya geleceğini biliyordum fakat bu kadar erken olması beni germişti. "Hoş geldiniz." Dedim hissettiğim gerginlikten kurtulmak adına, Çağrı da benimle birlikte ayağa kalkmış ve ellerini bir peçeteye silerek arkamdan gelmişti. "Hoş geldiniz." Dedi o da, dostane bir tavırla elini Taha'ya uzatmış ve tokalaşmıştı. "Hoş bulduk." Diye karşılık verdi Taha, Bera ise 'bunun burada ne işi var' der gibi bir bakış attıktan sonra etrafı incelemeye koyulmuştu. Çağrı, Bera'dan beklediği cevabı alamayacağını anlamış olacak ki tekrardan banka oturmuş ve işine devam etmişti. "Bunu yapmak zorunda mısın?" Diye sordum Bera'ya, kaşları çatılmıştı. "Sevgilinin saçma sapan sempatiklikleri umurumda değil Mina." Dedi sert bir sesle, arkada salatayla ilgilenen Çağrı'ya kısa bir bakış atmış ve tekrar bana dönmüştü. "Siz modern insanlar gibi eski sevgilimin yeni sevgilisi ile muhatap olacak değilim." "O benim sevgilim değil." "Ama olacak." "Bera." Diye fısıldadım, gözlerine bakabilmek için dizlerimin üzerinde çökmüştüm. "Yapma." Dedi acı çeker gibi bir fısıltıyla, gözleri dolmuştu. "Çağrı ile aramızda bir şey olamaz." Olamazdı çünkü... Dile getiremeyeceğim sebeplerim vardı, kalbimi yakan bir çift ela göz vardı. Söylemeye korktuğum, köşe bucak kaçtığım hisler de vardı. "Neden?" Diye sordu, gözleri bir umut ararcasına gözlerime sığınmıştı. Ama yapamazdım, dilediği o umudu ona veremezdim. "Ben..." Dedim ve duraksadım, birbiri ardına sıralayacak süslü bahanelerim yoktu sadece gerçekler vardı içimi ağır ateşlerde kavuran yıkıcı gerçekler... "Hadi sucuklar da hazır." Diye bağırarak masaya koşturan Gökay'ın sesi aramızdaki gergin sessizliği bölerken rahat bir nefes verdim, Gökay'ın bitmek tükenmek bilmeyen açlığı hayatımı kurtarmıştı. Üzerimi silkeleyerek ayağa kalktıktan sonra Bera'nın arkasına geçtim ve tekerlekli sandalyeyi iterek çardağa yanaştırdım. Çardağın bir ucunda oturan Abim, Bera'ya daha rahat etmesi için yardım ederken diğer uçta oturan Çağrı yana kaymış ve Bera'nın yanına oturmam için bana yer açmıştı. "Ufff deli gibi açım ya." Dedi Gökay, elini masada duran yaprak sarmalara attığında abim eline vurarak konuştu. "Sen zaten hiç tok değilsin ki." "Sen kalbimi kırmaya devam et Alpimo." Diye yalancı bir alınganlıkla konuşan Gökay ağzına çatalına aldığı 4 sarmayı tıkıştırmıştı. "Gökay yavaş ye boğulcan." Dedi Deren de, yıllar geçse de Gökay'ın yeme stiline bir türlü alışmamıştı. Haksız da sayılmazdı fakat Gökay'ın iddialarına göre bu hayatta ona en son zarar verecek şey yemekleriydi. Masada herkes gülüşürken Bera'nın önünde duran tabağı aldım, ona eksik hissettirmek değildi niyetim ki zaten onun da yanlış anlamayacağına emindim çünkü eskiden ne zaman birlikte pikniğe gitsek ben tabağını doldurur önüne koyardım ve bu çok hoşuna giderdi. Masadaki her şeyden tabağına azar azar koyduktan sonra yerime oturdum ve tabağı önüne bıraktım. Önceden her şey şuan olduğundan çok farklı olsa da bazen geçmiş yüzde bir tebessüm oluyor, içini ısıtıyordu insanın. "Mina eskiden de böyleydi." Diye konuştu Bera, kaşlarımı çatarak ona döndüğümde benimle birlikte tüm masa da ona bakmıştı. "Siz uzun zamandır mı tanışıyorsunuz?" Diye sordu Çağrı, ilgiyle Bera'ya doğru eğilmişti. Bera yüzüne sahte bir tebessüm yerleştirdikten sonra başını olumlu anlamda sallayarak yanıt verdi. "Evet, çok uzun zamandır... Sahi ne kadar oldu Mina? 14 yaşında mı tanışmıştık?" Kaşlarım çatılırken içeceğimden bir yudum aldım, şuan burada boğulsam hiç fena olmazdı. "Nasıl ya? Siz lise sonda tanışmadınız mı?" Diye merakla sordu Abim, şuan cidden bunu mu konuşmalıydık? Abime anlatırken hikayenin bir kısmını kendimce sansürlemiştim, bunda lisenin ilk günlerinden itibaren Bera'ya karşılıksız bir aşk beslemem büyük bir etkendi. "O beni lisenin başından beri yakından tanıyor, bende onu tanıyordum fakat tiyatrodan sonra konuşmaya başladık." Diye uzun uzun bir açıklama yaptı Bera, son zamanlarda kurduğu en uzun cümleydi ve bundan zevk aldığı da her halinden belli oluyordu. Çağrı'nın dostane tavrının aksine Bera ona yeni olduğunu, onun gibi olmayacağını hissettirmek için elinden geleni yapıyordu. "Mina ağaç rolü oynamıştı." Diye araya girdi Abim, resmen beni ipten almıştı. "Sahi mi?" Diye sordu Deren de, kahkahasını tutuyordu. Başımı mağlubiyetle salladım, sosyal anksiyete sahibi olarak o zamanlar o sahnede bir ağaç olarak ayakta durmam bile bir mucizeydi. Ve o zamanki ürkek Mina'yı Bera için bu kadarını yaptıkları için tebrik etmeliydiler. Deren ve Gökay birbirlerini döverek saçma sapan kahkahalarla gülmeye başladıklarında gözlerimi devirdim. Masada herkes gülüşürken yanımıza küçük, sevimli bir kedi gelmişti. Eğilerek kafasını okşadığımda ise ayakkabımın üzerine yattı, aşırı tatlıydı. Bera'nın bakışları kediye indiğinde yüzünde silik bir gülüş belirdi, geçmişin izlerini taşıyordu. Bera'nın kedilere alerjisi vardı ve ben her seferinde kedileri mıncırarak onu hapşırık krizlerine sokardım. "Sen ne yaptığını zannediyorsun?" Diye bir bağırış duyduğumda başımı kaldırdım, yirmi yaşlarında bir oğlan öfkeyle bize doğru geliyordu. Anlamayarak ayağa kalktığımda ayağımdaki kedi miyavlayarak kaçmış ve Bera'nın ayaklarının arasına sığınmıştı, bu da Bera'nım ortamdaki ciddiyeti bozarak birkaç defa hapşırmasına neden olmuştu. "Sakin olur musunuz? Kimsenin bir şey yaptığı yok." Diye cevap verdim, adam çoktan yanımıza gelmişti. "Sen kes sesini!" "Düzgün konuş." Diyerek ayaklandı Çağrı, beni arkasına alarak adamın karşısına dikilmişti. "Konuşmazsam ne olur?" Diye bağırdı, küçümser bir ifadeyle bize baktıktan sonra sözlerine devam etmişti. "Arkadaşınız üzerime mi sürer?" Kaşlarım çatılırken Bera'ya baktım, onun da benden farkı yoktu. Yüz hatları öfkeyle gerilmiş, gözleri kızarmıştı. "Sözlerine dikkat et." Diye bağırarak ileri atıldım, Çağrı kolumu sarmış adamın üzerine yürümemi önlüyordu. "Tekerlekli sevgilin mi döver beni yoksa." Çağrı'nın tutuşundan kurtularak karşımdaki adamı göğsünden ittirdim, bunu beklemiyor olmalıydı ki geriye doğru sendelemişti. "Onun hakkında doğru konuş!" Dedim ters bir sesle, tekrar adama doğru ilerlediğimde belime sarılan kollar beni kaldırmış ve masaya doğru ittirmişti. Öfkeyle arkamı döndüğümde abimle göz göze geldim, sakin bir tavırla saçımı okşadıktan sonra Çağrı'nın yanına ilerledi. "Derdin ne senin aslanım?" Diye otoriter bir şekilde sordu, sinirlenmişti fakat mesleğinden ötürü kendini sakin kalmaya zorluyordu. "Kedimi verin." Kaşlarım çatılırken alaycı bir şekilde güldüm, sırf bir kediyi sevdik diye mi bu yaygarayı koparmıştı? "Bu mu cidden?" Dedi Çağrı, duygularıma tercüman olmuştu. "Beğenemedin mi prenses?" Çağrı öfkeyle ileriye doğru atıldığı sırada bu sefer abim öne çıkmış ve onu durdurmuştu. "Kedini de al siktir git gözüm görmesin seni bir daha, duydun mu?" Diye ters bir sesle konuştu ve adamın geçmesi için kenara çekildi. Karşımızdaki adam ters bakışlarıyla Çağrı'yı süzdükten sonra yere eğilmiş ve agresif bir tavırla Bera'yı ayaklarından ittirdikten sonra kediyi almıştı. "Ne yaptığını zannediyorsun sen ya?" Diye bağırarak yeniden üzerine yürüdüm, insanları böyle kolay küçümseyeceğini mi düşünüyordu? "Sanki hissediyor mu?" Kaşlarım çatılırken bileğimde bir temas hissettim, arkamı döndüğümde Bera ile göz göze geldim. Ela gözleri öfke kokan alevlere teslim olmuştu, gözleri dolu doluydu. Ona eksik hissettirmişti; güçsüz, zayıf... Ve sırf bunun için bile burada kavga çıkarabilirdim, bileğimi tutan bir Bera olmasaydı. Abim aramıza girerek adamı kolundan tutarak çardaktan çıkardıktan sonra kulağına bir şeyler fısıldamış bu da çocuğun koşarak yanımızdan uzaklaşmasına neden olmuştu. Yaşanan bu gerilimin etkisiyle herkes yerlerine otururken Bera'ya baktım, yıkılmış gibi görünüyordu. Gözlerindeki acı öyle yoğun, öyle sıcaktı ki onu daha önce hiç böyle görmemiştim. "Bera, birlikte biraz gezelim mi?" Diye sordum sakin bir sesle, hayır diyeceğini biliyordum. "Gerek yok." Ben demiştim. "Güzel, biz birazdan geliriz." Dedim neşeyle, Bera'nın arkasına geçtiğimde kolunu uzatarak elimi tutmuştu. "Gerek yok dedim." "Duydum ve umurumda değil, bilmeni isterim." Bera'yı ittirerek çardaktan çıkardım, tekerlekli sandalyeyi olası bir çamura batma rezilliği yaşamamak için yürüyüş yoluna çıkardıktan sonra Bera'yı ilerletmeye başladım. Sessizdi fakat içinde kopan fırtınaları duyuyordum, o fırtınaların içini nasıl da söküp attığını... İnsanları incitmek ne kadar kolaydı değil mi? Bir söz bir davranış ve sonrası telafisi olmayan bir yara... "Bera...?" Diye seslendim, cevap vermemişti. Sessizliğini anlıyordum çünkü onun tüm bağırışları kendineydi. Oysa birkaç dakika öncesinde gözlerinde filizlenen küçük tebessümlerle geçmişi anıyordu, nasıl da mutluydu. Bu kadar kolaydı işte bir insanın gözlerinden gülüşlerini silmek... İnsanlardan uzakta göle yukarıdan bakan bir alana geldiğimizde durdum. "Neden durdun?" Diye sordu, omzunun üzerinden bana bakmıştı. "Birlikte yanalım diye." Bera'nın kaşları çatılırken önüne döndü, elini tutarak dizlerimin üzerine çöktüm. "Bırak Mina..." Diye söylendi, elini ellerimin arasında çekmişti. "Bera yapma." "Ne var ya ne var? Ne istiyorsun?" Diyerek sesini yükseltti, kaşları çatılmış gözlerindeki yaşlar yanaklarına süzülmüştü. Bana bağırıyor olmasına rağmen kendine kızıyordu, hissettikleri için yapamadıkları için... "O şerefsiz geldi, senin üzerine yürüdü Mina... Üç gündür tanıdığın Çağrı mıdır nedir o iş bilmez kalktı seni savundu... Ben ne yaptım? Sefil gibi, bir yaramaz gibi öylece durdum." Kaşlarım çatılırken yumruk yaptığı ellerini tuttum, birkaç damla süzülmüştü yanağımdan... "Bera hayır." "O sana bağırdı, sana ya sana... Gözlerimin içine bakarak sana bağırdı, beni aşağıladı." Gözyaşlarımın ardından tir tir titreyen ellerimle Bera'nın yanaklarına uzandım, yüzünü avuçlarım arasına alırken yanağından süzülen yaşları okşuyordum. İçimde tarifi zor bir özlem yeşermişti, yanaklarına uzandığım an sanki tatlı bir meltem esmiş içimi ısıtmıştı. "Bera sorun yok, çözdük." "Sorun var Mina... Be-ben artık sesimi çıkarıp seni bile savunamıyorum, neden yanındayım ki? Sen haklısın, ona layıksın sen ödlek bir adama değil." "Bera yapma." Dedim yalvarır bir tonda. "Sen yapma, sen... Seni savunamayan rezil bir adama teselli verme, yanımda durma." Parmak uçlarımla Bera'nın kızarmış gözlerinde dokundum, bedeni döktüğü yaşların ardında tir tir titriyordu. "Ben..." Dedim fısıltı gibi çıkan bir sesle, bir elimi saçlarına atmış usulca okşamıştım. "Ben sana kıyamam ki." Diye tamamladım sözlerimi, titreyen dudakları ile aramda bir nefeslik mesafe vardı. "Mina kendine bunu yapma." "Bera ben yapamıyorum, senden nefret edemiyorum sana kızamıyorum senden uzak duramıyorum." Birkaç gündür zihnimde dolanan düşünceler bir itiraf gibi dökülmüştü dudaklarımdan... "Mina yapma, canım acıyor." Diye fısıldadı, nefesi dudaklarımı yakmıştı. "Yanmasın canın." Diye fısıltıyla konuştum, bir parmağım istemsizce dudağının kenarını hafifçe okşamıştı. "Senin canın yandı mı ben nefes alamıyorum." Dudaklarımı usulca Bera'nın dudaklarına değdirdim, titremişti. İkimiz de ağlıyorduk, ayrı geçen yılların içimizde biriktirdiği yaşlardı bunlar... Bera'nın buz kesmiş ellerini hissettim, saçımdan yanaklarıma hafifçe okşayarak süzülmüştü. Ben Bera'yı öpmüştüm, neredeyse bir buçuk aydır oynadığım köşe kapmaca bitmişti. Yakalanmıştım, hazırlıksızdım.
Ufff ne yaptın be yazarcım, onuncu bölüme özel on numara bir bölüm olsun dedim❤️🔥❤️🔥 Ama hem kendi kitabıma hemde sitedeki diğer kitaplara baktım, okuma sayıları yüksek kitapların oyları çok düşük ve bu konuda birkaç sitemim olacak. Ben ve diğer yazarlar, burada bize iyi gelen üzerinde saatlerce çalışıp yazıp yazıp defalarca silerek emek verdiğimiz satırları paylaşıyoruz ve bence destek vermemek bu kadar zor olmamalı:) Bunu kendi adıma değil herkes adına söylüyorum çünkü benden daha çok okunan kitapların dahi oyları çok ay, yapmanız gereken sadece ekrana dokunmakken bunu emeklerimize çok görmeyin lütfen💙 Hepinizi seviyorum, umarım beğenmişsinizdir. Yorumlarda buluşalım olmazsa olmaz kızlarımlaaa❤️🔥❤️🔥 Tamam Çağrı yavrum da yakışıklı ama gönlümüz yanlışlıkla ona kaymasın diye hatırlatma Bera kuşu koydum❤️🔥❤️🔥❤️🔥
|
0% |