Merhabalar,
bölüm şarkısı her zamanki yerinde kuşum💙
iyi okumalar.
Gece zifiri karanlığına eşlik eden dondurucu soğukla bastırmıştı, sağlık ocağının yıpranmış perdesinin ardından yağan karı izliyordum.
İkindi vakitlerinde bastıran kar yağışı akşama doğru sıcaklıklar düştükçe etkisini arttırmış, şehrin büyük bölümünde köylere giden yolları kapatmıştı. Biz de o köylerden birinde, Tuğrul Bey ve Deren'le birlikte mahsur kalmıştık.
Mesai saatinin başlamasıyla Tuğrul Bey ve ben, sağlık ocağına gelen hastaları; Deren ise köy halkından Civan Abi'nin yardımıyla sağlık ocağına gelemeyen hastaların evlerini ziyaret etmiş zaman zaman Tuğrul Bey de onlara desteğe gitmişti.
Günü büyük bir koşuşturmacanın içerisinde tamamladıktan sonra havanın kararmasıyla tüm köy derin bir sessizliğe gömülmüş, sonsuzmuş gibi görünen bir karanlığa boğulmuştu.
Yerlerinden edildikçe namlunun ucunu yerleşim yerlerine çeviren teröristlerin korkusundan insanlar yaşadıklarını belli edemez olmuştu.
“Mina telefonlar hala yok mu?” diye sordu Tuğrul Bey, odayı ısıtmaya çalışan küçük sobanın arkasında oturup soğuktan korunmaya çalışıyordu.
Geceyi burada geçirmek gibi bir durumla daha önce karşı karşıya kalmadığımız için küçücük sobanın dondurucu soğuk karşısında pek de etkili olmayacağı gerçeği aklımızın ucundan geçmemişti.
“Çekmiyor.” Dedim camın kenarına yapıştırdığım telefon ekranına bakarak, az önce içlerinde en zayıf kişi olduğum için zorla cama tırmanmış yine de telefonun çektiği bir nokta bulamamıştım.
“Gökay kafayı yiyecek... hala yapmadıysa Alperen Abi’yi arayıp askeriyeyi bile ayağa kaldırmıştır.” Dedi Deren, haklıydı. Maalesef.
“Sevgilin mi?”
“Kuzenim.”
Tuğrul Bey anladığını belli edercesine başını salladıktan sonra önüne döndü, saatlerdir sobanın arkasında telefonuna indirdiği şeker patlatma oyununu oynuyordu. Birkaç saat içerisinde benim yıllardır aşamadığım seviyeleri aşmıştı.
“Çağrı kesin sizin evdedir.” Diyerek kolunu omzuma attı Deren, bir de öyle bir sorunum vardı öyle değil mi?
Çağrı, Bera ile olan geçmişimi yapabileceği en iyi şekilde kullanmış ve Annemleri kendi tarafına çekmeyi başarmıştı.
“Sorma ya, yapıştı kaldı.” Dedim, haftanın 3 günü bizdeydi ve bu bile beni delirtmeye yeter bir süreydi.
“Ne oldu bu adama böyle?”
“Bera'yı öğrenince kan beynine sıçradı herhalde, ne bileyim?”
“Kızlar ne konuşuyorsunuz öyle? Bana da söyleyin.” Diyerek araya girdi Tuğrul Bey, Deren'e kısa bir bakış attım.
“Ailevi şeyler.” Dedim geçiştirmek adına, en son ihtiyacım olan şey Tuğrul Bey’le bu tarz muhabbetlere girmekti.
Sağlık ocağının kapısı tıklanırken endişeyle kaşlarımı çattım, bakışlarım Tuğrul Bey ile kesişirken ayağa kalktım.
“Ne yapacağız?” diye fısıltıyla sordum, Deren başını olumsuz anlamda sallarken Tuğrul Bey yanıt verdi. “Açmayalım.”
“Kim olduğunu bilmiyoruz.”
Sağlık ocağının girişine açılan kapının yanında yan yana dizildiğimizde kafamızda sorulara yanıt olarak dışarıdan tanıdık bir ses geldi, Civan Abiydi.
“Niye geldi ki? Bugün hiçbir şey söylememişti.” Dedi Deren, korktuğu yüz ifadelerinden belli oluyordu.
“Belki yemek bir şey getirdi, mahsur kaldık ya hani?”
“Olabilir.” Dedi Tuğrul Bey de.
“Civan Abi, bir sorun mu var?” diye sordum, gerilmiştim.
“Yo... Yok bir şey, bizim çocuk ateşlendi.”
Kapıya doğru adım attığım sırada Tuğrul Bey bileğime tutundu, eliyle sessiz olmamı işaret ederken odanın camına ilerledi ve dışarıya baktı.
“Yanında çocuk yok.” Dedi dudaklarını oynatarak, Deren gerilerek koluma sarılırken Civan Abi tekrar konuştu.
“Allah için açın, evde ateşler içinde yatıyor çocuk.”
“Açmalıyız. Çocuk hastaymış.” Diye konuştum, Deren başını olumsuz anlamda sallarken Tuğrul Bey yanıma gelmişti.
Kapının önünde durduğumuzda Tuğrul Bey kapının arkasına geçti, ters bir durum yaşanırsa kapıyı yüzlerine kapatmayı düşünüyor olmalıydı.
Elimi uzatıp kapıyı hafifçe araladım, Civan Abi'nin korku dolu yüzü karşımda belirirken Tuğrul Bey’e işaret verdim. Rahat bir nefes vererek kapıyı açacağım sırada Civan Abi’nin saçları arasında parlayan silah namlusu dikkatimi çekti, tehdit mi ediliyordu?
“Tuğrul Bey, silah var.” Diye fısıldadım, Tuğrul Bey kapıyı kapatacağı sırada güçlü bir tekme darbesiyle kapı açılırken Tuğrul Bey geriye savrulmuştu.
“Civan Abi...” dedim ve durdum, arkasından gelen eli yüzü bağlı bir adam içeriye adımlarken elindeki silahı bana doğrultmuştu.
“Mina!”
“Deren gelme!” dedim sert bir sesle, buraya kadar geldiğine göre bize ihtiyacı olmalıydı zarar veremezdi.
“Ne istiyorsunuz?” diye sordu Tuğrul Bey, yanıma yaklaşmaya çalışmış ama silahlı adam tarafından durdurulmuştu.
“Yaralı var, tedavi edeceksiniz.”
Kaşlarımı çatarak Tuğrul Bey’e baktım, köşeye sıkışmıştık.
Başımı çevirdim ve Civan Abi’ye baktım, onun da ailesi vardı. Çocukları doğduğu gün karda kışta Türk askerleri onu ve karısını hastaneye kadar taşımıştı. Bunu nasıl yapardı?
“Civan Abi sen ne yaptın?” dedim fısıltı gibi bir sesle, yersiz bir soruydu ama biliyordum sormasam bir hastalık gibi içimi yer bitirirdi.
“Tehdit...”
“Dramı kesin.” Diye öfkeyle araya girdi silahlı adam, Civan Abi’yi kolundan tutarak dışarıya atarken kapıyı ardından kapattı ve içeriye girdi.
“Sen çok mu cesursun?” Dedi iğrenir gibi bir sesle, yüzüne sardığı örtülerin ardından bakan bakışlarında gözle görülür bir öfke vardı.
“Mina, hayır.”
Deren’e döndüğüm sırada kolumda sert nasırlı bir elin tutuşunu hissettim, bedenim savrulup sert bir bedene çarparken kafamda metalin soğukluğunu hissettim.
“Mina, hayır hayır... Tuğrul Bey.” Dedi Deren korku dolu bir sesle, başımı olumsuz anlamda sallayarak onu durdurmaya çalıştım. Bana da kendine de zarar verdirtecekti.
“Getirin!” diye konuştu elindeki telsize doğru, telsizi cebine sıkıştırırken beni sürükleyerek kapıyı açtı.
İleriden parlayan iki el feneri ışığı dikkatimi çekti, buraya doğru geliyorlardı. Omzumun arkasından kapının önünde duran Tuğrul Bey ve Deren’e baktım, Tuğrul Bey eline aldığı iri bir odunla yanımıza ilerliyordu.
Dikkat çekmemek için önüme döndüm, şansımız varsa içeriye girip kapıları kilitledikten sonra jandarmaları arayabilirdik.
Kolumdaki tutuş derinleşirken nefesimi tuttum, yanımdaki terörist hızla arkasını dönerken dengemi kuramadım ve buz tutan zeminde dengemi sağlayamayarak yere düştüm. Üzerine düştüğüm koluma keskin bir acı yayılırken gözlerimi yumdum, Allah kahretsin!
“Doktor sen zekisin?” dedi alayla, elindeki silahı tehlikeli birkaç hareketle salladıktan sonra bana doğrulttu.
“Ama şimdi beni nasıl durduracaksın?”
“Yapmayın.” Dedi Tuğrul Bey, bakışlarını üzerimden çekmeden konuşuyordu.
“Durdur doktor, az önce yaptığın gibi yine yap!”
Tuğrul Bey başını olumsuz anlamda sallarken keskin bir silah sesi duyuldu, gecenin sessizliğinde çınlayan kurşun sesiyle vücudumda keskin bir acı hissettim.
Vücuduma yayılan yanma hissiyle tekrar kolumun üstüne düşerken acıyla çığlık attım, canım yanıyordu canım çok yanıyordu.
Deren’in bağırışını duyduğumda gözlerimi açtım, Tuğrul Bey’in koluna sarılmış ağlayarak beni izliyordu.
“Kanamasını durdurmam lazım, yoksa tedavide yardımcı olamaz.” Dedi Tuğrul Bey, Deren yapabilirdi bunu biliyordu fakat karşımızdakiler bilmiyordu.
“Durdurursun.”
Üzerime giydiğim kazaktan süzülen kan, karın üzerinde kızıl lekeler bırakırken gözlerimi yumdum.
El feneri ışıkları arkamızda dururken başımı çevirdim, iki kişi kıyafeti kanlar içinde kalan diğer teröristi taşıyordu. Beter olsundu!
“İçeriye. Herkes!”
Elimle yarama bastırarak ayağa kalktım, bacaklarım tir tir titriyordu.
Kolumdan sürükleyen teröristle içeriye girdiğimizde kapı yeniden kapandı, yaralı terörist sedyeye yatırılırken Tuğrul Bey yanıma geldi.
“Önce o, iyi olmazsa bana yardım edemez.”
“Diğer kadın ne halta yarıyor? Bizimle alay ediyorsun ha.” Dedi nefretle, Tuğrul Bey karşı çıkarak söze girdi.
“O stajyer, müdahale etmesi arkadaşınızı riske atar.”
Terörist göz ucuyla Deren’e baktıktan sonra bize döndü. “10 dakikan var, ne yapıyorsan yap!”
Tuğrul Bey hızla başını sallarken beni sandalyeye oturttu. Kurşunu çıkaramazdı, izin vermezlerdi biliyordu. Bu yüzden yaramın üzerine gazlı bezleri bastırdıktan sonra bedenime sardığı sargıyla sabitledi.
“Özür Dilerim Mina.” Diye fısıldadı, suçlu değildi. O kansız eninde sonunda birine zarar verecekti, doğası böyleydi. Sadece bu Deren veya Tuğrul Bey yerine ben olmuştum, onun tek amacı beni kurtarmaktı onu suçlamakla elime hiçbir şey geçmezdi.
“Yeter bu kadar, ikiniz de buraya.”
Tuğrul Bey’in desteğiyle sedyede yatan hastanın başında durduğumda başıma keskin bir ağrı girdi, bedenime geriye doğru yalpalarken kolumda yine o beni kendimden iğrendiren tutuşu hissettim. Bakışlarım sedyenin yanına dikilmiş teröristlerden birinde durduğunda daha fazla dayanamayarak yere çöktüm, bilincim kapanmadan önce son duyduğum Deren’in ağlayarak ismimi bağırışıydı.
Bera’ya biz bittik diyordum, doğruydu.
Ama bu sefer biz değildi, ben bitmiştim.
Taha'dan...
Gecenin bir saati gelen beklenmedik aramalar iyi haberler getirmezdi.
Bu böyle bilinir, böyle yaşanırdı.
Elim masanın üzerinde duran telefona uzandığında Bera ile göz göze geldim, elinde telefonu saatlerdir ‘ulaşılamıyor’ sesini duymasına rağmen Mina’yı arıyordu.
“Kim o? Deren mi, Gökay falan?”
Başımı olumsuz anlamda salladım, Alperen Abi arıyordu.
Bera telefonu almak için uzandığında elimle onu durdurdum, bir şeyler iyi gitmiyor olmalıydı.
“Efendim.” Dedim nötr tutmaya çalıştığım bir sesle, Bera anlamamalıydı.
“Taha, yalnız mısın Aslanım?”
“Hayır.”
“Bera yanında, anladım. Şimdi soğukkanlı ol tamam mı?”
“Tamamdır.”
“Kim, ne diyor?” diye sordu Bera, saatler sonra telefonunu ilk defa elinden bırakmış pür dikkat beni izliyordu.
“Önemli biri değil.”
“Dinliyor musun? Bera duymasın.”
“Evet.”
“Mina’nın gönüllü gittiği sağlık ocağına bir yaralı terörist getirilmiş.”
“Ne?”
“Bir şey olmuş Taha ver telefonu.” Dedi Bera, Alperen Abi telefonun ucundan sessiz bir küfür savururken oturduğum yerden kalktım.
“Dinliyorum, devam et.”
“Köylüden biri jandarmayı aramış, şansa yağış sonrası mahsur kalan bir ekip oraya yönlendirilmiş.”
“Nasıllar?”
“Mina yaralı, kurşun yarası ve bir kırık varmış merkezdeki hastaneye götürülecek. Gökalp’i arayamam, evhamlıdır o ayrıca annemler de bu akşam gidecek onları havalimanına bırakır. Haberleri olmasın. Sen Bera’yı yalnız bırakabilir misin?”
“İkna edemem, zor.”
“Ona da söyleme!”
“Yapamam.”
“Beni seni aradığıma pişman etme Taha, gelemiyorum zaten kafayı yemek üzereyim. O hastaneye git, derhal.”
“Tamam.”
Telefon kapanırken öfkeyle karşımda dikilen Bera’ya baktım, Allah’ım sen yardım et!
“Kimdi o?”
“Askeriyeden bir arkadaş.” Dedim gözlerine bakmadan, yalan söylediğimi anlardı.
“Telefonu ver, bakacağım.”
“Askerlerden biri için kan lazımmış, verip geleceğim.”
Bera başını olumsuz anlamda sallayarak yanıma yaklaştı. “Yalan söylüyorsun, koca askeriyede aynı grup mu yokmuş yeme beni Taha! Mina ile ilgili değil mi? Neyi saklıyorsun?”
“Saklamıyorum.”
“Seni tanıyorum Taha, söylemeden hiçbir yere gidemezsin.” Dedi öfkeli bir sesle, elini telefonu almak için uzattı. “Arkandan bu evi bile yakarım, ya söyle ya da gidemezsin.”
Gözlerimi yumarak derin bir nefes aldım, Alperen Abi beni mahvedecekti.
Bera'dan...
“Mina ve ekibi kar yağışından dolayı köyde mahsur kalmışlar.”
“Devam et, durma.”
“Teröristlerin yaralıları varmış, sağlık ocağını basmışlar.”
“Taksit taksit anlatıp adamı delirtme Taha, söyle ne oldu?” dedim dayanamayarak, saatlerdir bir el boğazımı sıkıyor gibi hissediyordum. Bir şey olmuştu, biliyordum.
“Mina yaralıymış.”
“Ne demek yaralıymış? Ne oldu?”
“Vurmuşlar.”
‘Vurmuşlar’ demişti, dile kolay bir kelime...
Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissettiren bir kelime...
Olamazdı, Mina vurulamazdı.
Daha dün öpmüştüm onu, teninin sıcaklığı dudaklarımdaydı. Gidemezdi.
Ben bir tekerlekli sandalyeye mahkum olmuşken o benim adımlarım olmuştu, gidemezdi.
“Bera... Bera iyi misin?” diye sordu Taha, yanıma çökmüş beni kolumdan tutarak sarsıyordu.
“Gidemez.”
“Abi gitmeyecek, gitmez.” Dedi Taha, gözleri dolmuştu.
Nefes alamıyordum, soğuk birer el boğazıma sarılmış gibiydi.
O benim oksijenimdi, onun olmadığı bir dünyada nasıl nefes alırdım ki?
“Taha götür beni, Mina’yı göreceğim.”
“Bera burada kalman daha iyi, o karmaşaya seni sokamam.”
“Başlatma karmaşana Mina söz konusu, gerekirse sabaha kadar hastanenin kapısında beklerim.” Dedim ciddiyetle, o hastaneye ya gidecektim ya da gidecek... Başka bir seçenek bir ihtimal yoktu.
“Bera evde kal, dinlen.”
“Sikerim dinlenmesini, bana bir daha dinlen deme!”
Taha başını olumlu anlamda sallayarak geriye çekildi, portmantodan montunu alıp üzerine geçirirken yanına ilerledim. Beni bu evde bırakırsa cidden bu evi ateşe verirdim, yapardım.
“Montumu ver!”
“Alperen Abi beni mahvedecek.” Diye söylendi, umurumda değildi çünkü öbür senaryoda da ben onu mahvedebilirdim.
“Taha, mont.”
Taha sesli bir nefes verirken portmantoda duran montu aldı ve kucağıma fırlattı.
Kucağımdaki montu hızla üzerime geçirdim, Taha da kapının anahtarını alıp dışarıya çıkmıştı.
Ben Mina’ya giden yollarımı hep heyecanla yürümüştüm, gülerek...
Şimdi o yolun sonunda Mina yaralıydı, acı çekiyordu. Bunu bile bile yine de heyecanlanabilir miydim? Gülebilir mi?
Ben en son bu ikiliyi mutlu etme kararı mı almıştım?
İkizler burcuyum affola.
Bu arada en az 50 oy görmeyi hedefliyorum, yeni bölüm ona göre gelecek bilginize.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |