Medya okur kuşumun önerdiği bir şarkı, siz de yorumlarda şarkı önerebilirsiniz. Anımız olur🫠
Bera'dan...
Akrep ve yelkovan birbiri ardından ağır ağır ilerliyordu, sanki biri bir kement atmıştı zamana da bir gün artık bir ömre denkti.
Çaresizdim, bir hastane koridorunda öylece beklemekten başka yapabileceğim neyim vardı ki?
Mina oradaydı, camın ardında bir yatakta öylece yatıyordu. Sırasıyla herkes yanına girebilmişti: Alperen, Gökay, Deren ve hatta Taha bile... Beni almamışlardı, tekerlekli sandalyeye bağlı olduğum için içeriye girmeme izin vermemişlerdi. Onu görmediği için her saniye ölen bana bir defa yaşama şansını çok görmüşlerdi.
“Abi bir şey ye.” Diyerek yanıma geldi Gökay, yemeyeceğimi biliyordu.
Başımı olumsuz anlamda sallayarak yanıt verdim, o görünmez eller hala bir mengene gibi boğazımı sıkarken yemek yemem intihar olmaz mıydı?
Düşmüştüm, Mina olmadan nasıl ayağa kalkacağımı bilmiyordum.
Sanki bu gece öncekilerden daha karanlıktı daha soğuk...
“Bera ilaçların var, bir şey yemelisin.” Dedi Alperen de, yanımdaki koltukta Gökay’ın yanına oturmuştu.
“İlaçları içerim.”
“Aç karna olmaz oğlum ye şunu.” Dedi ve kucağıma bir tost bıraktı, dün geceden beridir aramızda bir kavgaydı. Nasıl yerdim ki? Alperen ile aramızda bir kavgaydı, yanıma yemek bırakıyor yemeyeceğimi anladıktan sonra vazgeçiyor ve geri alıyordu.
Mina benim miladımdı, karşıma çıkan o çekingen kız bir anda hayatım oluvermişti. Kapılmıştım: içimi ısıtan gülüşüne, ışıl ışıl bakan gözlerine... Bir güzelin varlığına kapılıp gitmiştim, şikayetim de yoktu.
Bir hemşire ilaç için içeriye girdiğinde kucağımdaki tostu bıraktım, tekerlekli sandalyemi kapıya doğru sürerek duvara yaslandım. Belki hemşire çıkış yaparken kapı aralığından görebilirdim. Bir saniye bile yeterdi.
Kendimi ilk defa bu denli aciz hissetmiştim, bu denli düşkün... İnsanların üzerime üzerime attığı acıyan bakışlardan değil, musluğa uzanıp da kendi suyumu dahi alamadığımda değil. Hayatıma bir pranga gibi takılıp kalan tekerlekli sandalye yüzünden Mina’yı göremediğimden acizdim, Mina’ya gidemediğimden düşkün...
Hemşire odanın kapısını aralayarak dışarıya çıkarken içeriye baktım, nasıl da güzeldi. Baharın gelişini simgeleyen nergisler gibi açıyordu hayatımda.
Lise yıllarında otobüs koltuklarında başını omzuma yaslayarak uyuklar dururdu, Allah biliyor ya o zamanlar nasıl da hayal ederdim yanımda uyanacağı sabahları.
Hayallerim vardı, hayallerimiz...
Bize çizilen ömür her ne kadarsa birbirimizi bırakmayacak, hep el ele kalacaktık.
Gel gör ki hayat, hayallerle aynı yolda yürümüyordu. O loş ışıklar altında kurulan hayalleri karanlıkta bırakıyor, yolunu kaybettiriyordu.
Onu bırakıp gittikten sonra bende karanlıkta kalmıştım, yolumu kaybetmiştim.
Mina’yı bir karanlığa mahkum etmemek için gitmiş, onu da kendimi de zifiri bir karanlığın tam ortasında kimsesiz bırakmıştım.
Hatalıydım ve kendimi ömrüm boyunca affetmeyecektim.
“Oğlum ye şunu beni deli etme.” Diyerek omzumu dürttü Alperen, elindeki tostu zorla elime tutuşturmuştu.
“Abi yapma, yiyemem.”
“Sinirlerimi tepe çıkarma Bera! Görevden geldim, uykusuzum. Evire çevire döverim seni şurada.”
“Döv.” Dedim umursamaz bir ifadeyle, elimdeki tostu kenara bıraktım.
“Mina uyandığında seni mahveder biliyorsun değil mi?”
Biliyordum, o kendi sesi çıkmayacak derecede hastayken bile benim iyi olmam için çabalardı. Çabalamıştı.
“Etsin.”
Yeter ki uyansındı, istediğini yapabilirdi.
Az önce hemşirenin çıktığı kapı açılırken doktor içeriye girdi, bir şey mi olmuştu?
Olamazdı.
Elimdeki tostu bir kenara bırakıp kapıya doğru ilerledim, bir terslik olamazdı öyle değil mi? Ameliyat çıkışı doktor negatif bir durum kalmadı demişti, öyle söylemişti. Şimdi bir şey olamazdı.
Alperen ve Gökay da yanıma geldi, korkuyla onlara baktım.
Mina benim hayatımda, aramızda geçen her şeye rağmen...
Yine onun kokusunu bir nefes gibi ciğerlerime çekmek için her şeyimi verirdim, elimde kalan çok az şey olsa bile...
Yıllar önce olgunlaşmamış bir akılla, korkakça bir karar vermiş ve gitmeyi seçmiştim.
Pişmandım ama son pişmanlık faydasızdı.
Aradan yıllar geçmişti, zaman sonbahar yaprakları misali akıp geçmiş benden çok şey götürmüştü de ona gücü yetememişti.
Mina bir gece yarısı, şehadeti dilediğim bir anda karşıma çıkmıştı. O an ilk defa o kadar derin nefes almak istemiştim, o an ilk defa gözlerimi açmak ve hayatımın son anına kadar Mina’yı görmek istemiştim.
O günden sonra kendimi korktuğum bir hayatın içerisinde bulmuştum, beni düştüğüm o bataklıktan çekip alan mesleğimden olmuştum. Bir gece yetmişti, bir daha yürüyemeyeceğimi öğrenmiştim. Dile kolay tek bir gece hayatımı alt üst etmişti. Eğer ki Mina varsa altı üstünden daha güzel sayılmaz mıydı?
“Mina Hanım uyandı.” Diye konuşarak odadan çıkan doktora döndüm, içim erimişti tek bir iyi haberine...
“Ne zaman normal odaya alınacak?” diye sordu Gökay, bakışları benim üzerimdeydi.
Biliyordu, yanına giremediğim için içim içimi yemişti. Bir an olsun yakamı bırakmayan o acizlik hissi, ölümcül bir hastalık gibi içimi kemiriyordu.
“Sabaha karşı, tekrar geçmiş olsun.”
“Peki şimdi girebilir miyiz?”
“Uzun sürmesin.”
Doktor yanımızdan ayrılırken Alperen hazırlanmaya gitti, bakışlarımı kapının üzerinde dolandırdım.
Keşke girebilseydim, keşke...
Alperen üzerine giydiği hastane kıyafetleriyle yanımıza gelirken kapıyı araladı, Mina’nın yatağına baktım. O da başını kaldırmış bana bakıyordu. Serumun takılı olduğu elini hafifçe kaldırıp sallarken gülümsedi, o an sanki bir gecedir kopan fırtınalarım aniden dinmişti.
İşte bazen bir gülüş bile yetiyordu yıkıcı bir fırtınayı dindirmek için.
Mina'dan...
Yorgundum.
Gecede beridir verilen ilaçlardan olsa gerek bedenim gevşemişti, pelte gibiydim.
Kolumu kaldırıp da bir şişe suya uzanmak bile inanılmaz zordu. Ki bir kolum alçıdaydı.
Yalnızdım. Güneş karlı dağların üzerinden yavaş yavaş yükseliyor, sabah oluyordu.
Yeni mi sabah oluyordu?
Abim benim dolduruşlarıma kanarak Bera’yı – kesinlikle hür iradesi ile değil – kahvaltıya indirmişti, resmen zorla sürüklemişti. Gökay ise iki kişilik koltukta yayılmış horul horul uyuyordu.
Yaralı olan bendim, neden dinlenen oydu ki?
Sağlam kolumla masanın üzerindeki bitmiş su şişesini aldım ve Gökay’a fırlattım, Gökay daracık koltukta gerinirken yere düşmüştü.
“Uf kıymetli götüm, ne var be?” dedi çirkeflenerek, kaşları çatılırken bir yandan da popusunu okşuyordu.
“Yaralıyım ben yaralı, kalk benimle ilgilen.”
“Ne yapayım?” diye isyankar bir tavırla konuştu. “Muz yaprağıyla sana hava yapıp ağzına üzüm mü sokayım?”
“Öküz!”
Gökay düştüğü yerden kalkıp yanıma gelirken yatakta yanıma uzanmak için bacağını attı.
“Hayvan mısın? Ameliyatlıyım.” Dedim bağırarak, zaten yaram da sızlıyordu.
“Aman sanki ölüm döşeğindesin, azıcık uzanacağım be.”
Tehditkar bir tavırla alçılı kolumu kaldırdım ve Gökay’a doğrulttum. “Uzak dur, vururum.”
Gökay söylenerek koltuğa geçerken odanın kapısı açıldı, Abim önden odaya girerken Bera’nın rahat edebilmesi için kapıyı açtı. Bunlar hangi ara bu kadar iyi anlaşır olmuştu?
Bera içeriye girerken bakışlarım onu buldu, uyumamıştı. Anlıyordum, korkutmuş muydum onu?
“Hadi lan dışarıya.” Dedi Abim sinirle, Gökay’ı üzerine giydiği kapüşonludan tutarak ayağa kaldırmıştı.
“Hep beni hor görün zaten!”
“Sus, boş yapma.”
Abim ve Gökay odadan itişe itişe çıkarken kapıyı kapatmışlardı, Bera tekerlekli sandalyesiyle yanıma geldi. Eli usulca uzanıp alçılı elime tutunurken gülümsedi. “Mina, seni seviyorum.”
Şaşırmıştım, beklemiyordum.
“Çok korktum.” Dedi gözleri dolarken, elimi okşuyordu.
“Bera, iyiyim ben.”
“Olmayabilirdin, sana bir şey olabilirdi.”
“Ama olmadı.” Dedim, eline tutundum.
“Ve sana bir şey olsaydı ben senin intikamını bile alamazdım.” Diye sözlerine devam etti, sesi çatallanmıştı.
“Bera, bana bir şey olmadı.” Dedim, alçının müsaade ettiği kadarıyla elini sıkmaya çalıştım.
“Ne yaptılar sana?” dedi, ağladı ağlayacak bir hali vardı. “Senin gözlerinden bir damla yaş düşse ben üşüyorum.” Eli usulca uzanmış ve saçlarımı okşamıştı, titriyordu.
“Bera, iyiyim. İyiyiz.”
Ağlayasım gelmişti ve nefes aldıkça karnımdaki yara ağrıyordu.
“İyiyiz değil mi?” Diye sordu, gözlerinde parlayan o umut ışıkları içimi titremişti.
“İyiyiz.”
Gülümsedi, boşta kalan eliyle yanağını ıslatan yaşları silmişti.
“Yemek ister misin?”
“Henüz çorba harici bir şey yeme iznim yok.”
“Hadi ya.” Dedi hayal kırıklığına uğramış bir sesle.
“Niye hayal kırıklığına uğramış gibi bakıyorsun?” dedim gülerek.
“Bir adana gömerdik ya.”
“Sen ne zaman benim kebap yediğimi gördün?”
“Görürdüm işte.”
Güldüm, sarsılarak güldüğümden karnıma bir ağrı saplanırken gözlerimi yumdum.
“İyi misin?” diye sordu Bera, koluma tutunmuştu.
“İyiyim, gülerken canım acıdı.”
“Gülme o zaman.”
“Abartma Bera!”
Odanın kapısı açılırken Bera elimi bıraktı ve geri çekildi. Abim, Gökay’ı iteleyerek odaya sokuştururken bir yanda da söyleniyordu. Bunlar niye sürekli itişiyordu?
“Yaşadınız mı aşkınızı?” diye sordu Gökay, ben kaşlarımı çatarak karşılık verirken Bera başını önüne eğmişti. Kızarmış mıydı o?
“Ağzının ayarı yok mu lan puşt?” dedi Abim de, Gökay’ın kafasına hafifçe vurmuştu.
“E sen bırakmadın mı aşk yaşasınlar diye ne vuruyorsun?”
“Gökay!”
“Valla sıçacağım ağzına.”
Gökay abartılı bir ifadeyle gözlerini devirirken odanın içinde dolandı ve Bera’nın kucağına atladı. Yok daha neler!
“Sen beni korur musun? Bunlar Abi kardeş beni hep dövüyorlar.”
Bera da Gökay’ın beyaz tv ayarındaki oyunculuğuna karşılık verirken saçlarını okşadı.
“Sende benden mi faydalanıyorsun?”
“Vallahi ayarsız.” Diye sitem ettim.
“Siz ne anlarsınız aşktan?” dedi Gökay çirkef bir bağırışla, eğilip Bera’nın yanağını öptükten sonra kucağından kalktı. Ne işi varsa orada?
Gökay yatakta yanıma uzanmak için hareketlendiği sırada bu sefer Bera karşısına çıktı.
“Canını yakacaksın rahat dur!”
“Bunlar olmuş valla olmuş, al birini vur ötekine.” Dedi isyan ederek, en son hiçbir seçeneği kalmadığından koltukta oturan abimin yanına yayılmıştı. “Denize düşen yılana sarılırmış.”
“Mahvederim seni.”
“Ediyorsun zaten.” Dedi Abim, kendisine sarılmaya çalışan Gökay’ı ittirmişti.
“Ya ben üvey evlat mıyım?”
“Bir sormak lazım.” Dedim sırıtarak, konuşmaktan yorulur muydu insan? Vallahi de yorulmuştum.
Odada derin bir sessizlik olurken Bera’ya baktım, ona baktığımı fark eder etmez bakışlarını kaldırdı ve gözlerime baktı.
Nasıl hissetmişti? İçeri giremediğini söylemişlerdi, kim bilir nasıl üzülmüştü?
Hassas biriydi Bera, sevdiklerinin kılına zarar gelsin istemezdi. Sevgisini çok güzel hissettiren bir adamdı, belki de bu yüzden gidişi bu denli yaralamıştı. Beklemiyordum, her şeye hazırdım fakat Bera’nın gidişine değildi. Lise yıllarımı gülüşüyle ısıtan adamın gözümden günde güne düşüşünü izlemiştim ve o an anlamıştım, hiçbir şey Bera’nın gidişi kadar acıtmazdı. Ama hayat yanıltıyordu, yanıltmayı seviyordu. Bende yanılmıştım.
Yıllar sonra Bera’yı karşımda gördüğümde canım gittiği günden daha çok yanmıştı, zifiri dumanımdan nefes alamaz haldeyken kendimi Bera'nın ormanlarında nefes alırken bulmuştum.
Yine acımıştı ama geçmişti.
Çok acımıştı ama geçerdi.
Çünkü bu dünyada geçmez denilen bir acı yoktu, insan kendini en sarsan darbelere bile alışıyordu.
Unutulmayan her şeye alışıyordu.
“Azıcık uzanayım yani, alt tarafı bir kurşun yarası.” Diye söylendi Gökay, koltukta Abimden tarafa yayılma cesareti gösteremediği için isyan bayraklarını çekmişti.
“Alt tarafı mı?” dedim inanamayarak. “Sen vurulmuş olsaydın Ali Rıza Bey’e dönüşmüştün.”
“Beeeen?” diye abartılı bir bağırışla sordu Gökay, eliyle kendini işaret etti. “Şu ben?”
Bera sessizce gülerken Gökay, kaşlarını çattı ve ona baktı. “Sen benim yakın arkadaşımdın?” dedi geçmişe atıfta bulunarak.
“Benim sevgilimdi.”
Bera ile bakışlarımız saniyelik bir buluşma yaşarken gözlerini kaçırdı, o da geçmiş yüzüne vurulmuş gibi hissetmiş miydi?
“Hangimizi daha çok seviyorsun?” diye sordu Gökay, ciddiydi.
Abim keyifle bacak bacak üstüne atarken Gökay’ı izlemeye başladı, eğleniyordu.
“Bunu cidden sordun mu?” Dedi Bera, Gökay başıyla onay verdi. “Sordum ya, cevapla.”
“Mina’yı daha çok seviyorum.”
“O burada diye söylüyorsan dışarıya çıkabiliriz.”
“Nerede olursak olalım aynı cevabı veririm Gökay.”
Gökay’ın kaşları öfkeyle çatılırken Abime döndü, yine ne haltlar yiyecekti? “Önünde kardeşine ilanı aşk ediyor, dövsene.”
Abim 32 diş sırıtarak başını iki yana salladı. “İlanı aşk etmedi, soru sordun o da cevapladı.”
“Sende pek bir yumoş oldun Alperen Bey.” Dedi sitemle, Abimden de istediği etkiyi alamadığı için oflayarak yatağa oturmuştu.
“Seni şu camdan sallandırırım.” Dedi Abim tehditkar bir sesle, kaşları çatılmıştı.
“Hep ben hep ben, azıcık da şunları tehdit et.”
“Biz ne yapıyoruz?” diye isyan ettim, hızımı alamayarak biraz fazla yükseldiğimden karnıma giren keskin acıyla inleyerek yatağa çökmüştüm.
Odadaki 3 adamın da gözleri bana dönerken kaşları eş zamanlı olarak çatılmıştı.
“Mina iyi misin?”
“Abim?”
Elim karnımdaki sargıya uzandığında parmaklarıma kan bulaşmıştı, dikişleri zorlamış olmalıydım.
“Gökay yürü, doktora.” Dedi Abim, ayağa kalkmış ve Gökay’ı da yanına alarak odadan çıkmıştı.
Bera doktor geleceği için yatağın diğer yanına geçerken uzanarak elimi tutmuş ve okşamıştı. “Acıyor mu?”
Başımı usulca salladım, ölecektim.
“Geçecek...” diye fısıldadı Bera, elimi dudaklarına yaklaştırmış hafif bir öpücük bırakmıştı.
“Her şey gibi, bu da geçecek.”
Geçiyordu, geçecekti.
Odanın kapısı açılırken doktor yanında bir hemşireyle odama girdi, Abimler açık kapının dışında kalmışlardı.
“Siz?” diye sordu doktor, bakışlarını kaldırmış ve Bera’ya bakmıştı.
“Çıkmasın.” Dedim, ne hemşire olmam hastanede olmaktan hoşlandığım anlamına mı geliyordu?
Doktor başıyla onay verirken elindeki ışıkla eğilerek yaramı inceledi. “Dikişleri zorlamışsın ama şimdilik bir sorun yok, ağrın var mı?”
Başımı evet dercesine sağladım.
“Hemşire Hanım seruma bir ağrı kesici yapalım, İyi Günler Mina Hanım.”
“İyi günler.”
Bakışlarım odadan çıkan doktoru takip ederken bir hareketlilik fark ettim, Abim ve Gökay kapıdan uzaklaşmıştı ve biriyle kavga ediyor gibilerdi.
“Bera, bir şey oluyor.” Dedim kapıyı işaret ederek, Bera da arkasını dönüp benim baktığım yöne baktı ve öfkeyle söylendi. “Bu piçin ne işi var burada?”
Çağrı mı gelmişti?
Ama nasıl?
Hayır, bende kime kimi şikayet ediyorsam? Bu kurda kuzu emanet etmekti.
Bera dışarıya çıkmak hareketlendiği sırada elini tuttum. “Bera gitme.”
“Neden?” diye huysuz bir ifadeyle sordu.
“Kavga etmeye mi gideceksin?”
“Tabi, Çağrı’yı mı koruyacaktım?”
Bera’yı hangi ara kendilerine benzetmişlerdi?
Bera’ya öfkeyle baktığımda ‘ne var?’ dercesine omuz silkti.
Koridorda gürültü kesilirken Gökay huzursuz bir ifadeyle odaya girdi ve yatağa oturdu.
“Şu adamdan zerre haz ediyorsam namerdim.” Dedi tükürür gibi.
“Dua et doktorsun.” Diyerek içeriye giren abimin ardından Çağrı odaya girerken herkes kaşlarını çatmıştı.
“Geçmiş olsun.”
“Sağ ol.” Dedim soğuk bir sesle, arkamdan çevirdiği tüm dolapları kafasında kırasım vardı. Ama sakindim.
“İyi misin?”
“Sen gelene kadar öyleydi.” Diye fısıltıyla konuştu Bera. Bu ne nefrettir yiğidim?
“Bir şey mi dedin?”
“Yo, hayır.” Dedi Bera, hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına bir ifade takınmıştı.
“Çiçek almıştım da, biraz hırpalandı. Getirmek istemedim.” Diye imalı bir tonda konuştu, Abime ve Gökay’a bakmayı da ihmal etmemişti.
“Dua et o çiçeği bir taraflarında açtırmadım.” Dedi Abim öfkeyle, pimi çekilmiş bir bombayı andırıyordu.
Çağrı, Abimi duymamış gibi gülümseyerek bana döndü. “Bir ihtiyacın var mı?”
“Niye bize söyleyemiyor mu?” Dedi Gökay, sıra ona gelmişti demek.
“Var.” Dedim, Bera ve Abim öfkeyle bana dönerken düz bir ifadeyle Çağrı’ya baktım. Yüzünde zafer kazanmışçasına bir ifade vardı.
“Bu olanları da annemlere yetiştirmemen, benim bir aklım var ya aileme ne söyleyip ne söylemek istemediğimi bıkıyorum. Buna senin karar vermene gerek yok.”
Çağrı karşımda birkaç ton kızarırken bakışlarını kaçırdı.
“İyi günler, geçmiş olsun tekrar.” Diye üstün körü konuştuktan sonra odadan hızlıca çıktı ve kapıyı ardında bıraktı.
“Gölüne baka baka kaçtı ha.”
Bölüme duygusal başladığım için pozitif bitirerek gönlünüzü alayım dedim, biraz da gelecek bölüm size yaşatacaklarım için şirinlik yerine geçsin dedim.
Dediğim oy sınırı geçilmedi fakat oy ve yorum atanların hatrına şimdilik yazmaya devam.
Bir polisiye, romantik karışık kurgu yazıyorum. İnanılmaz hoşuma gitti fakat şimdilik burada yayınlanmayacak.
Eğer isterseniz aklımda bir mahalle kurgusu var, onu bu hafta içinde yayınlayabilirim. Eğleniriz, güleriz fena mı?
Oy ve yorumları bekliyorum bacım, sizi seviyorum💙
Eksik olmayın çünkü varlığınız çok güzel🩵
Okur Yorumları | Yorum Ekle |