@yazarmiyimnee
|
'Giden kaybedendir, gittin, kaybettin.'
"Mina..." Adımlarımı hızlandırdım, şansım yaver giderse başarabilirdim. "Mina Hemşire..." Kabanımın cebinden çıkardığım telefon ekranında meşgulmüş gibi parmaklarımı oynatırken önümde bir beden belirdi, durdum. Başım ağır çekimle karşımdaki adama dönerken hastane güvenliği İrfan Abi ile göz göze geldim. "Mina, Tuğrul Hoca sesleniyor kulaklıktan duymadın herhalde." "Kulaklıktan tabi Abi, hiç de bir şey duymadım." Diye yalancı bir sitemle konuştum, kulağımda kulaklık yoktu fakat İrfan Abi bunu bilmese de olurdu. Topuklarım üzerinde arkamı döndüğüm sırada nefes nefese yanımıza gelen Tuğrul Bey ile göz göze geldim. Bu kadar koşmasına gerek var mıydı? Ne güzel gidiyordum. "Bir türlü duyamadın beni." Diye sitemkar bir sesle konuşan Tuğrul Bey'e şirin olduğunu düşündüğüm bir tebessümle karşılık verdim. "Öyle oldu." "Sen çıkıyor muydun?" Diye sordu, gözleriyle elimde tuttuğum bir valizi andıran nöbet çantamı işaret etmişti. "Çıkıyordum... Ta ki siz gelene dek." "Güzel... Artık çıkmıyorsun." Dedi ve elimde tuttuğum çantaya uzandı, refleks olarak çantayı kendime çekerken kaşlarımı çattım. "Nöbetim bitti, çıkıyorum." Tuğrul Bey tekrar elimdeki çantaya yöneldiğinde çantayı bacaklarımın arkasına sakladım. Koskoca adamla, hastane ortasında çanta kavgasına girdiğime inanamıyordum. "Askeriyeden aradılar, birkaç saat içinde bir ekip gelecek ve Bera'yı alacak. Bizden son muayeneleri yapmamızı ve dün müdahale eden ekibin içinde olan birinin şehirdeki hastaneye kadar onlara refakat etmesini istediler." "Durun tahmin edeyim, siz de beni mi uygun gördünüz?" Diye yalancı bir samimiyetle konuştum. "Evet, öyle yaptım." Kaşlarım çatılırken bakışlarımı kaçırdım, gözlerimi devirmemek için kendimi tutuyordum. "Keşke bana da sorsaydınız, belki önemli bir işim falan vardır öyle değil mi?" "Önemli iş, evde uyumak mı?" Diye iğneleyici bir tonla sordu, neden olmasın? "Bir şey mi dedin Mina?" Ben onu sesli mi söylemiştim? "Evet hocam, eşyalarımı bırakıp geliyorum demiştim." "Ona hiç gerek yok." Diye abartı bir coşkuyla konuşan Tuğrul Bey ileri uzanarak çantamı aldıktan sonra sekreter masasının altına koydu. Ya sabır! Sakin bir nefes vererek üzerime giydiğim kabanı çıkardım, hastane içi çok sıcak olmasa da kaban rahat hareket etmemi kısıtlayacak kadar rahatsızdı. Tuğrul Bey önde ben arkada servisin olduğu koridora girdiğimizde durdum, sanki attığım her adımda üzerime bir yük biniyor adım atmamı zorlaştırıyordu. Bera'nın alındığı odanın önüne geldiğimizde bekledim, Tuğrul Bey kapıyı kibarca çalarak içeriye girerken aramızdaki duvara baktım. Oysa o duvarlar yeni değildi, yıllar önce ellerimle örmüştüm o duvarları... Tuğrul Bey'in bakışları beni bulurken başımı onay verircesine salladım. Eli mahkûm odaya girdiğimde üzerime değen bakışların ağırlığını hissettim. "Bera Bey nasılsınız? Daha iyi hissediyor musunuz?" Diye sakin bir ses tonuyla konuştu Tuğrul Bey, ciddiydi. "Mina, sevgilim bize ne oldu?" Zihnimin karanlığından bir şimşek çakarken gözlerimi yumdum. Bera ile ilişkimizin başlarında aramızda bir kavga çıkmış, bir ay küs kalmamıza neden olmuştu. Belki gider diye kıskanmaya bile korkarak sevdiğim adamdan bir ay uzak kalmıştım, bir ömür gibi... O gün Ablam bizi sürpriz bir şekilde bir adaya getirmiş, konuşmamızı sağlamıştı. Aynı soruyu sormuştu yine... Sevgilim bize ne oldu, demişti. Ve gittiği gün bende bu sözlerle veda etmiştim ona, bize ne oldu demiştim? Neden bittik? Kaşlarım istemsizce çatılırken Tuğrul Bey ile göz göze geldim, bakışlarıyla kapıyı işaret ediyordu. Tuğrul Bey'i takip ederek kapıya ilerledim ve sırtımı duvara yasladım. Sanki o duvar olmasa yıkılacağım gibi... "Bu da ne demek?" Diye ilgiyle sordu. "Bilmiyorum." "Mina sana sevgilim dedi." Duymuştum. Titreyen ellerimi kontrol altına almak için iki yanımda yumruk haline getirirken karşımda duran adama baktım, yüzü duvar gibiydi ve benden alacağı herhangi bir cevabın onu tatmin etmeyeceği belli oluyordu. "Çünkü eski sevgilimdi." Diye kısık sesle konuştum, sesim titremişti. Bera'nın adının yanına hiçbir zaman konduramadığım bir sıfattı, eski sevgili... Ben onu unutmuştum, aslında kendimi kandırmış. "Ne kadar eski?" Diye sordu Tuğrul Bey, cidden şuan benim aşk geçmişim konuşulmak zorunda mıydı? "Bilmiyorum... 5 - 6 yıl olmuştur." 6 yıl 5 ay 28 gün olmuştu. Hepsi birbirinin aynısı binlerce gün... "Nasıl ayrıldınız? Kötü mü?" "Aşk geçmişimi konuşmak zorunda mıyız, cidden mi?" Diye aksi bir ifadeyle sordum, elimde değildi. "Geçirdiği kaza büyük bir travma, bilinçaltı bir savunma mekanizması olarak onu seninle olduğu geçmişe götürmüş olabilir. Sana karşı yaşadığı bir vicdan azabı varsa..." "Zannetmiyorum... Yani bir vicdanı olduğunu." Dedim kısık bir sesle, Tuğrul Bey'in bakışları bana dönerken gözlerimi kaçırdım. "Neyse ne şuan ona gerçeği söyleyemezsin, bilinçaltı nasıl tepki verir bilemeyiz." "Yanında mı duracağım?" Diye sordum, bu olmazdı. Olmamalıydı. "Sevgilisi olarak." Diye ekledi. Başımı olumsuz anlamda sallayarak sordum. "Sevgilisi mi?" "Evet öyle." Tuğrul Bey arkasını dönerek odanın içinde Bera'nın yanına ilerlerken destek almak istercesine kapı koluna tutundum. İçimde bir çığ kopmuş taşıdığı onca gam onca keder göğüs kafesimin üzerine çökmüştü. Nefes alamıyordum. Bu yüklerin altında eziliyordum. Boğazımdan kısık sesli bir hıçkırık koptuğunda elimi ağzıma kapadım, burada olmazdı. Bilinçaltı Bera'ya bir oyun oynuyor olmalıydı, bu oyunu devam ettirmeliydim. Ama nasıl? Onun hafızasından silip attığı geçmişin her çizgisi benim beynime bastırarak işlenmişti. Gözlerine bakmak bile nefesimi keserken, yanında nasıl yaşardım ben? Gergin bir adım attığımda bakışlarım Bera ile kesişti, durdum. Arkama bile bakmadan kaçasım vardı, ama kaçamazdım. Ona bakmak, onun yanında durmak bile bana acı veriyordu. Yüzüme kaslarımı epey zorlayan sahte bir tebessüm yerleştirdikten sonra Bera'nın yatağının yanına yerleştirilen eski sandalyeye oturdum. "Sevgilim neden buradayız?" Diye sordu Bera, alçıdan açıkta kalan parmakları elime tutmak için uzanmıştı. "Kaza oldu ama iyisin." "Sen, sana bir şey oldu mu?" Çok şey oldu, çok şey... Bera rahatlamış bir nefes verirken başını yastığa yasladı, gözlerini üzerimden ayırmıyordu. "Mina elini tutamıyorum, biraz yaklaşır mısın?" Diye ağlar gibi bir ifadeyle sordu, sesi titremişti. Gözlerimin dolduğunu hissederken bakışlarımı kaçırdım, şuan sırası değildi. "Ben doktor beye engel olmayayım, seni muayene edecek." Dedikten sonra hızlı hareketletle sandalyemi camın kenarına çektim. Hava buz gibiydi ama ben yanıyordum, yakıp da kül etmeyi beceremediğim geçmişimle birlikte... Bera oradaydı, varlığı sönmeye meyleden ateşime bir çıra gibi düşmüştü. Şimdi yangınım harlıydı, küllerimi savuracak beni yok edecek kadar... Hep düşünürdüm, bir gün Bera ile karşılaşırsam ne hissederim nasıl tepki verirdim diye? Düşünmeye deli gibi korkar ama yine de düşünürdüm. Kim düşünmezdi ki? O gün gelmişti, Bera karşıma çıkmıştı ve ben hiçbir tepki verememiştim. Ne yapacaktım ki zaten? Yokluğunun hesabını soramazdım. Çünkü bazı hesaplar verilmezdi. Hiçbir şey hissetmemiştim de, sadece belli belirsiz bir korku ağır ağır yayılmıştı bedenime... Tuğrul Bey muayenesini bitirirken bakışlarıyla beni yerime çağırmıştı, gergin bir ifadeye sandalyemi eski yerine yerleştirdim. "Mina Hanım bir konuşabilir miyiz acaba?" Dedi Tuğrul Bey, oturduğum yerden kalkarken kapının önüne gittim. "Sorun ne?" Diye sordum, Tuğrul Bey'in kaşları çatılmış ve yüzü öfkeli bir hal almıştı. Ya da her zamanki haliydi, bilmiyorum. "Mina." Diye fısıldadı, göz ucuyla uzandığı yerden bizi izleyen Bera'ya baktıktan sonra tekrar bana döndü. "Efendim hocam." "Belden aşağısında bir his kaybı olabilir, ben muayene etmeye çalışınca istemsizce geriliyor ama sana bir şey söylemez." "Yani bacağını ellememi mi istiyorsunuz?" Diye bir soru döküldü dudaklarımdan, gayriihtiyari. "Hayır Mina, palpe ederek bir his kaybı var mı diye bakmanı istiyorum." E aynı şey! Dudaklarım itiraz etmek için aralandığı sırada Tuğrul Bey'in öfkeli bakışlarıyla karşılaştım, mağlubiyetle önüme dönerken yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. "Sevgilim nasıl hissediyorsun?" Diye sordum, sesim titremişti. Bera'nın yüzü geniş bir gülüşle aydınlanırken gözlerimi kaçırdım, göremezdim. Bera'nın uzandığı yatakla aramdaki mesafeyi kapatıp yanına oturdum. Bera parmak uçlarıyla elime temas ettiğinde irkildim. "Biraz dinlenmelisin, ne dersin seni yalnız bırakalım mı?" Diye sordum ve fırsattan istifade elinin altından çektiğim elimi bacağına koydum. Bera'nın yüzünde herhangi bir ifade değişikliği olmazken korkarak Tuğrul Bey'e baktım. Bu gerçek olabilir miydi? Tuğrul Bey'in de kaşları benimle eş zamanlı olarak çatılmıştı. Kalbim göğüs kafesimi dövercesine hızlanırken gözlerimi yumdum. Bu olamazdı, olmamalıydı. Boşta kalan elimle Bera'nın elini kavrarken bacağındaki elimi daha belirgin dokunuşlarla hareket ettim, gözlerim bir tepki görmeyi umarak Bera'nın yüzünde geziniyordu. Bir şeyler hissetmeliydi, hissetmek zorundaydı. Bera'nın kaşları çatılırken gözleri bacağında duran elime kaydı, ela gözleri kısılırken fısıldadı. "Dokun." "Bera bir şey...-" "Dokun dedim." Diye sesini yükseltti. Titremesi kontol edilemez hale gelen elim bacağında başka bir noktaya geldiğinde durdu, sesli bir nefes döküldü dudaklarından... "Tekrar dokun, vur, bir şey yap Mina." Gözlerim dolarken Tuğrul Bey'e baktım, tepkisizliğini koruyordu. "Vur Mina, hissedemiyorum. Nolur vur, bir şey yap..." Diye yalvarır gibi bir sesle konuştuğunda gözümden bir damla yaş süzüldü. Elim bacağında hareket ederken başka bir bölgeye dokundum, hissetmediğini bile bile canını yakmaktan korkmuştum. "Hissedemiyorum, hissedemiyorum, olmuyor Mina vuramıyorsun sert vur, canımı acıt benim canım acısın ne olur?" Bedenime tanıdık bir titreme yayılırken kollarımı Bera'ya sararak başımı göğsüne yasladım, yaşlarım üzerine örtülen örtüyü ıslatırken sıcak nefesini saçlarımda hissetim. Kalbim, dinmeyen bir öfkeyle çırpınıyordu. Bera'nın avuçlarında savunmasız, narin bir kuş yavrusu gibi titriyordu. Kesik kesik aldığım nefeslerim Bera ile birlikte düzene girerken başımı kaldırdım, Bera gözlerini kapatmış elalarından usulca süzülen yaşlarla sarılışımıza eşlik ediyordu. Yıllar önce, yurt dışına giderken bana vermediği veda sarılışını geriye almıştım. Bu sefer acıtmıştı.. İçimde bir şey kırılmış, parçaları her bir yanı kanatmıştı. Upss ben geldim, biraz rötarlı geldim🥹 Aslında bölüm dün hazırdı sonra içime sinmedi sildim. Bugün alev alev bir bölüm yazdım onu da yanlışlıkla sildim, metni kaydetmeden açık sekmeleri temizledim jdjdjd Sonra maçı izledim ve oturdum bunu yazdım. Aslında içime sinmedi gibi de söz vermiştim, o arkadaştan da çok soorry balum❤️🔥 Umarım beğenirsiniz. Size bunu yaşatmak istemezdim ama bölümü medyadaki şarkıyı dinleyerek yazdım, açarsanız hiç fena olmaz. Öpüldünüz. Bol oy bol yorum please✨
|
0% |