@yazarmiyimnee
|
Niyet ettim her bölüme ciğer söken şarkılar koymaya 🫡😶🌫️ 'Ömrümde bir kez yenildim.' Sabahın ilk ışıkları yeryüzüne inmeden uykumdan uyanmış, ne yaptıysam tekrar uyuyamamıştım. Yatakta dönüp durmuş, döndükçe düşüncelere dalmıştım. Artık boğulduğumu hissettiğimdeyse kendimi sabahın beşinde başlayan yersiz bir temizlik dürtüsüne teslim etmiştim. Hastaneden yeni gelip birkaç saat önce uyuyan ben değilmişim gibi tüm evi temizlemiş, gözüme başka bir yer kestiremeyince mutfaktaki malzemeleri tek tek yıkamada bulmuştum çareyi. Düzenli olmayı severdim fakat tüm bunlar gerçekten toplamak istediğim şey ev olduğu zaman işe yarıyordu, düşüncelerim söz konusu olduğunda ise etkisiz elemandı. Kendimi yormak istiyordum, yorayım ki düşünmeye mecalim kalmasın istiyordum. Çünkü ben engel olamıyordum düşüncelerime, uğradığım ihanetin bile gücü yetmiyordu. Yapamıyordum ve kafayı yemek üzereydim. Ne yaparsam yapayım, işim ne kadar yoğun olursa olsun boş kaldığım ilk anda Bera'ya dair düşünceler zihnimin denizlerine doluyor ve boğuluyordum. Bana yaptıklarını hatırlıyor aramıza bir duvar örmeye çalışıyordum fakat aradan geçen birkaç dakikanın ardından kendimi yine onu düşünürken buluyordum, elimde değildi. O duvar her seferinde yıkılıyor ve ben altında kalıyordum. Kendime, ablama dair anılarıma ihanet ettiğimi düşünüyor yine de duramıyordum. "Hop sakin ol Kadir Ezildi." Diye alayla konuşarak mutfağa giren Gökay'a baktım, yeni uyandığı için saçları elektriklenmiş üzerine giydiği pijamanın bir bacağı dizine kadar çıkmıştı. "Komiiksin." "Öyleyimdir... Mina saat kaç Allah aşkına?" Dedi isyankar bir sesle, kaşları çatılmıştı. "Temizliğin saati mi olur Gökay?" Gökay yüzünü ekşitirken ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdıktan sonra konuştu. "Tamam Anne, karışmıyorum." "Gökay!" Dedim uyarırcasına, Gökay'ın annesinden - ki kendisi yengem oluyordu - hiç haz etmezdim. Kendisi normalin üzerinde bir temizlik takıntısına sahip olmasına karşın doktora gitmeyi reddediyor, üstüne bir de hacı hocayla bunu çözeceğini iddia ederek her karşı karşıya gelişimizde beni küplere bindirmeyi başarıyordu. "Bir şey demiyorum." Diye savundu kendini, daha ne diyecekti? "Allah'tan demiyorsun, desen kime benzetecektin beni anneannene mi?" Gökay sırıtırken yanıma geldi ve suyu kapadıktan sonra elimdeki tencereyi aldı, alay ediyor olmasına karşın bakışları ciddileşmişti. "Mina ne oluyor Allah aşkına?" Diye sordu sakin bir ses tonuyla, kaşları çatılmıştı. "Bir şey olmuyor." "Yalan söylüyorsun, Bera değil mi konu?" Gözlerimi kaçırdım. "Ne alakası var onunla?" Gökay alaycı bir tavırla güldükten sonra elimi elinin içine aldı ve sıktı. "Ben..." Dedim ve durdum, toplamaya çalıştığım kelimeler boğazıma düğüm düğüm dizilmişti. "Mina izin alıp İstanbul'a mı dönsen, buradan uzaklaşmak iyi gelirdi." Başımı olumsuz anlamda salladım. "Gidemem." "Mina o gitti, ne hissedeceğini bile umursamadan çekti gitti. Sen... Sen hala gidemiyorsun." Kalbim tekledi, mutfak fayanslarında gezinen bakışlarım Gökay'ı bulduğunda sessizce bir nefes verdim. "Aynı şey değil, o iyi değil." Dedim zoraki çıkan sesimle, ben Bera'yı savunmuştum. Gidişini, terk edişini... "Sende iyi değildin, ablanı kaybettin sen Mina bir kere ardına dönüp baktı mı umursadı mı?" Elimle tezgaha tutundum, Gökay ile eninde sonunda Bera'yla alakalı bir konuşma yapacağımızı biliyor ve bekliyordum fakat bu fazla gelmişti. "Haklısın... Umursamadı." Dedim titreyen sesimle, elimdeki eldiveni tezgaha bıraktıktan sonra mutfaktan usulca çıktım. "Mina ben öyle söylemek istemedim." Diyerek arkamdan geldi Gökay, kolumu tutmuştu. "Sen tam olarak söylemek istediklerini söyledin Gökay... Ve evet haklısın, Bera beni bıraktı ve gitti. Ardına dönmedi, ben onun yarattığı cehennemde yanarken o gününü gün etti... Kahretsin tamam mı? Bunları biliyorum... Ama Bera bitiyor, günden güne kendini yiyor bitiriyor... Geçen gün aradım, benim aramamı istemişti. Bir süre konuştuktan sonra kim olduğumu unuttu, şehit olan arkadaşlarını unuttu. Ve bana ne dedi biliyor musun? 'Keşke ölmeyi becerebilseydim, bir onu beceremedim' dedi." Gökay'ın kaşları çatılırken dudaklarını birbirine bastırdı. "Mina...-" "Ama ne var biliyor musun? Haklısın, bana cehennemi yaşatan adama bir cennet yaratmayı dileyecek kadar acizim ben." Askıda duran kabanımı ve çantamı elime alırken kapıyı açarak dışarıya çıktım, Gökay arkamdan bağırsa da durmadım. Benim için burada çalışmak bir kaçıştı, bir kurtuluş... Bu yüzden atanma haberini aldığımda annem ağlamış, babam üzülmüştü fakat ben mutlu hissetmiştim. Çünkü kaçmak istemiştim, Bera'yı hatırlatan o sokaklardan o koca şehirden... Ve kaçtığıma da emindim, ta ki bir gece yarısı Bera'yı karşımda bulana dek. İlk kez başardım demiştim, geçmişin tozlarını üzerimden silkeledim zannetmiştim. Zannetmek diyordum işte, ben zannetmiştim ama olmamıştı. Bera'yı gördüğüm gün, seneler önce kırılmış parçalarını yerlerden ellerim kanaya kanaya toplayıp da yapıştırdığım kalbim tuzla buz olmuştu ; bu sefer toparlanamazdı, yapıştırılamaz... Ağlaya ağlaya tamir ettiğim her şeyi bozmuştu bakışları, canımı yakmıştı. En kötüsü de senelerce boğuştuğum, pençeleri arasında can vereceğim zannettiğim suçluluk duygusu tekrar canlanmıştı. Şimdi geçmiş her zamankinden daha karanlık çökmüştü üstüme, daha boğucuydu. Ama zaman değiştirirdi, ben değişmiştim. Aşkı için mücadele veren o kız değildim artık mesela, aşkı elleriyle gömen kızdım. Ben uğruna tüm ergenliğimi hatta gençliğimi verdiğim aşkı çorak bir toprağa gömmüş, çiçek açmasın diye gözyaşlarımla zehirlemiştim toprağını... Ben yapmıştım, yine yapabilirdim. Adımlarım durduğunda bakışlarımı kaldırdım ve karşımdaki hastaneye baktım. Yine olmuştu, düşüncelerimde ondan kaçarken ayaklarım beni ona getirmişti. İnsanın mantığı kalbine ihanet etti mi böyle oluyordu işte, bir yol ayrımında kayboluyordu. İleriye doğru bir adım attığımda durdum, içeriye girecektim bunu biliyordum. Belki şimdi olacaktı belki de yarım saat daha durup düşündükten sonra ama olacaktı. Çünkü emindim beni Bera'ya getiren o adımlar geri dönmezdi, hiç dönmemişti. Elimde tuttuğum çantanın sapını sıkarak içeriye girdikten sonra merdivenlere ilerledim, Bera'nın ikinci katta hasta yatışlarının yapılmadığı bir serviste kaldığını biliyordum. İnsanlardan koparılmış, tek başına sessiz ve kimsesiz bir koridora hapsedilmişti. Kontroller için gelen doktorlar ve kapısında bekleyen askerlerden başka kimsesi yoktu, yalnızdı. Adımlarım ezbere biliyormuş gibi Bera'nın odasının olduğu koridora girdiğinde durdum, bakışlarım açık bırakılan kapıya takıldı önce girişte durduğunu öğrendiğim korumalar yoktu. Kapıyla aramdaki mesafeyi hızlı adımlarla kapatıp odaya girdiğimde önce Bera ile göz göze geldim, yerde kırılmış tabak parçaları arasında öylece oturuyor ve elinde tuttuğu kırık cam parçasıyla başında bekleyen askeri kendinden uzak tutmaya çalışıyordu. "Bera..." Diye konuştum, bakışlarım bileğinden süzülen kan damlasına takıldığında sustum ve dikkat ederek yanına çöktüm. "Mina." "Benim, buradayım." Dedim fısıltıyla, elimi yavaş hareketlerle eline doğru yaklaştırdım. Bilinçaltı nasıl tepki verir bilemediğimden yavaş hareket ediyor, onu ürkütmekten kaçınıyordum. "Mina, sensin..." Dedi inanamayarak, ela göz bebekleri yüzümde geziniyordu. "Evet benim, canının yandığını hissettim ve geldim, buradayım." Diye konuştuktan sonra elindeki kırık tabak parçasını tuttum. Bera'nın bakışları elime inerken yumruğunu sıktı, sessiz bir nefes verdikten sonra elini elimin içine aldım. "Mina o bana yürüyemediğimi söyledi, ayağa kalkamazmışım öyle dedi yardım etmek istedi biliyor musun?" Diye konuştu, bakışları arkamda kalan adama dönerken elini istemsizce biraz daha sıkmıştı. "Odadan çıkıp pansuman malzemesi bulabilir misiniz?" Diye sordum arkamdaki adama dönerek, başıyla onay verdikten sonra hızlı adımlarla odadan çıktı. "Bera... Elini tutacağım ve birlikte kalkacağız, lütfen elini açar mısın?" Bera küçük bir çocuk gibi başını sallayarak sıktığı yumruğu açarken elindeki kanlanmış camı bir kenara bıraktım, boynuma sardığım krem atkıyı Bera'nın eline bastırırken gözlerine baktım. "Teşekkür ederim." Diye fısıldadım. Bera'nın ela gözleri yaşlarla dolarken bakışlarını kaçırdı ve titrek bir sesle fısıldadı. "Teşekkür ederim." Zihnimin karanlık odalarında bir anı canlandı, sanki dün gibi... Lise son sınıfta, Bera bir kavgaya karışmıştı. Liseli erkek gururu meseleleri falan... Okulun arkasında, eski bir ara sokağı seçmişlerdi. O kadar pisti ve kötü kokuyordu ki sokak hayvanları bile oradan geçmeye tenezzül etmezdi. Sokağın girişindeki eczanenin tek tük müşterileri hariç kimse olmazdı, oraya uğramazdı. Ders çıkışı Bera'nın kavga ettiği haberini alır almaz o sokağa koşmuştum, boynumda yine bir atkı koku almamak için ağzıma sarmıştım. O gün Bera'yı bir çocuğun üstüne çıkmış onu yumruklarken görmüştüm, yumruğu kan içindeydı ve çocuğa bir şey yaptığını düşünerek koşarak yanına gitmiştim. Çocuk gayet iyiydi, Bera ise elini kestiği için yüzüne birkaç yumruk atarak çocuğu bırakmıştı. O kirli sokakta baş başa kaldığımızda atkımı Bera'nın eline sararak kaldırımda kalmasını söylemiş, koşarak köşedeki eczaneye girmiş ve pansuman malzemesi istemiştim. Eczanede çalışan adam para vermeden bana bir şey vermeyeceğini söylediğindeyse telefon almak için biriktirdiğim parayı vermiş ve bir poşet henüz ne işe yaradıklarını bile bilmediğim pansuman malzemeleri almıştım. Kaldırımda Bera'nın yanına çökmüş, canını yakmaktan korka korka üfleyerek eline pansuman yapmıştım. Olay örgüsü farklı fakat sonuç hep aynıydı. Geçmişe dair anılar nefesimi keserken Bera'nın gözlerine tutundum, o da hatırlamıştı. Bakışlarımı kaçırarak Bera'dan uzaklaştığımda az önceki asker elinde pansuman tepsisi ile gelmiş ve yanıma eğilmişti. Tepsiyi alırken ellerim titrediğinde karşımdaki yabancı adamın elleri elimi kavramış ve sakin bir tonla konuşmuştu. "Ben yapabilirim." Başımı olumsuz anlamda salladım, Bera'nın onun varlığına verdiği tepki malumdu işte bu yüzdendir ki ben yapacaktım. Elime aldığım pamuk parçasıyla elindeki kanları silerken Bera'ya baktım, yüzünde herhangi bir acı belirtisi yoktu. Yanımdaki adam solüsyonla ıslattığı bana uzattı, elimde tuttuğum solüsyonla yarasını sildikten sonra gazlı bezi birkaç tur sardım ve bantladım. O günkü gibi olmuştu. Ucu kanlanmış atkımı boynumdan çıkarıp komodine bıraktığım sırada bir doktor ve beraberindeki iki asker birkaç hemşireden oluşan kalabalık bir grup odaya girdi. İçeriye giren kalabalığın etkisiyle ayağa kalkacağım sırada Bera alçılı eliyle parmak uçlarıma dokundu. "Mina gitme, bari sen gitme." Gözlerim dolarken yanına çöktüm ve elini tuttuktan sonra fısıltıyla konuştum. " Buradayım, sana en uzak olduğum anda bile kapının arkasında olacağım korkma." Bera gülümserken gözünden bir damla yaş yanağına süzüldü, gülümsedim. Elimin içindeki sargılı eline hafifçe dudaklarımı temas ettirdikten sonra ayağa kalktım. Karşımdaki kalabalık grup Bera'yı sakinleştirmemin şokunu yaşarken onlara başımla selam verdim ve odadan çıktım. Bera'ya müdahale ederlerken orada duramazdım, zaten onlar da bana izin vermezdi. Kapıyı ardımdan kapattığım sırada kenardaki, minderi yırtılmış eski koltuğa çöktüm. Bera'yı sakinleştirmiştim fakat göğsümü delip geçercesine atan kalbimi nasıl sakinleştirecektim?
Www.bombabomba.com diyor ve söz hakkını İsmail Yk abime bırakıyorum. Bu da böyle bir bölüm oldu, dilerim ki hepiniz beğenirsiniz❤️🔥 Bu arada kitaba yorum ve oy atan birkaç arkadaş var, kızlar sizi yerim yerrrr🥰🫠 Yine yorumlarınızı bekliyorum, eh oy atsanız da hiç fena olmaz... Mina ile Gökay'ın arasını kızıştırdım ama affola. Gelecek bölüm azıcık kavgalara hazır olun bebekler, Sizi seviyorum ❤️🔥
|
0% |