Yeni Üyelik
17.
Bölüm

14.Bölüm

@yazarpapatya01

Merhabalar canlarımmm.

Bölüme geçmeden önce yıldıza basmayı ve satır arası yorum yapmayı unutmayııın.

İyi okumalar...

Yazardan: 

Mahşerin altı atlısı, cool adımlarla çıkmıştılar karakoldan.

Adımları cool olsa da hepsinin içten içe boynu büküktü.

Onları nezaretten çıkarmaya albay gelmişti ve time ağır bir azar çekmişti. Tabi onları gülerek izleyen Tomrise de, amir görüp o da Tomrise bir tur azar çekmişti.

Arabaya doğru ilerlerken üstlerinde fazlaca bakış vardı.

Arabanın iyice yanına yaklaşmışlarken, olmaması gereken bir şey oldu...

Murat'ın ayağı takıldı...

Ayağının takılması ile öne sendeleyen Murat, tutunmak için en yakınında ki Aliyi seçti...

Mazlum, saf Aliyi...

Üstüne bir an da yüklenen yüke dayanamayan Ali de tutunmak için Ahmet'i seçti...

Titizlik abidesi, üstünde tek toz darbesine dayanamayan Ahmet'i...

Ahmet üstüne yüklenen insan üstü yüke dayanamayıp, feryatlarla yere devrildi.

" LAAAN! YERLER ÇOK KİR-"

Sözü bitmeden yere yüz üstü yapışmış, ardından da üstüne Ali, onun üstüne de Murat düşmüştü.

Etrafta ölüm sessizliğini andıran bir sessizlik vardı.

Murat, rahat bulduğu yerden kalkmak için hiç bir girişimde bulunmuyordu. Üstüne de nereden bulduğunu bilmedikleri, fıstıkları yiyordu.

Ali'nin üstündeki yük yüzünden küçük iniltileri duyulurken, Ahmet'ten hiç bir ses çıkmıyordu.

Bahçede ki herkes şok olmuş şekilde onlara bakarken, bir tek bu bakışı atmayan üç kişi vardı.

Ömer, Tomris ve Nazlı...

Onlar, daha çok biz bunları tanımıyoruz bakışları atıyorlardı.

O sırada, sonunda hiç sesi çıkmayan Ahmet'ten bir ses duyuldu.

" Ağzımda ki şey, ne olur izmarit olmasın."

Sesi oldukça boğuk geliyordu. Anlaşılan, dediği gibi ağzında bir izmarit vardı.

Ahmet'in. Ağzında. İzmarit. Vardı.

Algıladıkları olay ile, mahşerin altı atlısının bir eksiği ekip gözlerini dehşetle açtı.

İlk öne atılan Ömer oldu.

Ağzında ki fıstıkla öylece kalmış olan Murat'ı, tuttuğu gibi yana savurdu.

Ardından da Aliyi kaldırıp, hızlıca Ahmet'e yöneldi.

Kızlarla birlikte, yerde öylece yatan Ahmet'i kaldırdılar.

Ahmet yerden doğrulduğu gibi öğürdüğünde, Ömer Nazlıya döndü.

" Çabuk arabadan su getir."

Nazlı arabaya koşarken; Ömer ve Tomris, Ahmet'i sakinleştirmeye çalışıyordu.

O sırada ise ileriye doğru savrulan Murat'ın boğazına fıstık kaçmıştı.

O deli gibi öksürürken, savrulduğu yerden ayaklanan Ali, fark ettiği Muratla hızla ona doğru ilerledi.

" Abi iyi misin?"

Murat kıpkırmızı olmuş yüzü ile sırtını göstererek öksürmekten başka bir şey yapamıyordu.

" Ömer abi!"

" Ne oldu lan!"

Ömer arkasına döndüğün gördüğü görüntü ile hızla yerinden doğruldu.

" LAAAAN!"

Hızla Murat'ın arkasına geçip, sırtını parçalamak ister gibi vurmaya başladı.

Murat'ın yüzü rahatlamaya dair hiç bir iz barındırmıyor, aksine daha da kızarıyor ve öksürükleri artıyordu.

Ahmet elindeki ıslak mendiller ile yüzünü çitilerken, hiç olmaması gereken bir şey oldu.

Son vuruşa dayanamayıp, Murat'ın boğazından çıkan fıstık, Ahmet'in alnının ortasına yapıştı.

Her şey ağır çekimde ilerledi.

Ahmet'in alnına vurup yere düşen fıstığı hepsi büyük bir dehşetle izlerken, Ahmet kurşunla vurulmuş gibi yere devrildi.

Tüm bahçe de derin bir sessizlik vardı. Sokakta ki kedi ve köpekler bile durmuş, bu rönesans tablosunu izliyordu.

O sırada bu olayı en iyi anlatacak cümle, Nazlı'nın ağzından döküldü.

" Merhum Murat Akyurt'u nasıl bilirdiniz?"

Hepsinin ağzından farklı birer cümle döküldü.

" Mal bilirdik." Dedi Ömer.

" Salak bilirdik." Dedi Tomris.

" Obur bilirdik." Dedi Nazlı.

" Talihsiz bilirdik." Dedi Ali.

Murat korkuyla geriye doğru adımlarken, Ahmet'in kükremeyi andıran sesi duyuldu.

" ÖLDÜRECEM LAN SENİ!"

Ahmet, Murat'ın üstüne doğru giderken, dörtlü de onların arasına girmek için öne doğru ilerlerken, Nazlı homurdanarak konuştu.

" Ben senin bu kara delik midenden, başına bir iş gelecek demiştim ama."

****************************************************

Sessiz bir şekilde yolculuk yapıyordu karı-koca.

Ömer tek eli ile arabayı kullanıyor, diğer eli ile de Tomrisin elini tutuyordu.

Biraz önce dörtlüyü evlerine bırakmıştılar ve şimdi de kendi evlerine gidiyorlardı.

" Yavrum beni iki dakika bekle, alacağım bir şey var."

Diyip arabayı durdurdu Ömer. Tomris'in onu onaylaması ile arabadan indi.

Tomris merakla Ömer'i beklerken, bir süre sonra iki poşetle arabaya bindi.

" Ne bunlar?"

" Portakal suyu."

" Portakal suyu?"

" Hı hı portakal suyu. Beyza hamile. Bugün bize geldiklerinde de, canı portakal suyu çekmişti. Olanlar oldu tabi, portakal suyunu da veremedim. Burada da taze sıkılmış portakal suyu afişini görünce bir sana bir de ona alayım dedim."

Tomris gözleri paralayarak kocasına bakarken, içinde ki sevgi patlaması ile öne atılıp, Ömer'in yanağına uzun bir öpücük bıraktı.

Bu atağı beklemeyen Ömer kalakaldı. Tomrisin geri çekilmesini ile arabayı çalıştırıp, yandan çapkın bir gülüş atıp konuştu.

" Hayırdır? Bu öpücüğü neye borçluyuz?"

" Kocamı öpmek istedim öptüm. Öpemez miyim?"

" Öpebilirsin tabi yavrum. Hatta bu öpme isteğinin her an gelmesi daha iyi olur aslında."

Tomris hafif gülüp, Ömer'in koluna hafifçe vurdu.

" Fırsatçı."

Ömer de sırıtarak konuştu.

" Eeee herkes ekmeğinde yavrum."

Bol sohbetli ve kaçak öpücüklü yolları, mahalleye girmeleri ile kesilmişti.

Araba evlerinin önünde durması ile arabadan inmeden Ömer, Tomrise dönüp konuştu.

" Sen verir misin, yoksa ben götüreyim mi?"

Tomris yorgunlukla gözlerinin kapattı.

Hem hastaydı, hem de Ömerle yaşanan kavgaları onu yeterince yormuştu. Bu dönemler de yükseklerde yaşadığı duygularla, bugün hiç hâli kalmamıştı.

Şimdi bir de gidip o gereksiz insanların yüzünü görmekle uğraşamayacaktı. Aslında babasını görmek ona iyi gelebilirdi ama yarın da görse olurdu babasını.

" En iyisi sen götür Ömer. Ben çok yoruldum. Zaten karnım da biraz ağrıyor. Hemen yatağa atlayıp uyumak istiyorum."

" Tamam o zaman yavrum. Sen eve geç. Bende verip hemen gelirim."

Tomris eve geçerken, Ömer de hemen karşı evlerine doğru ilerledi.

Dış rengi hariç tamamen aynı olan evin bahçe kapısından girip, zile bastı.

Kısa bir süre sonra açılan kapı ile tam karşısına bakan Ömer, kapıda kimseyi görememesi ile yavaş yavaş başını aşağıya doğru eğdi.

Karşısında gördüğü Nisa ile istemsiz yüzü buruştu. Midesi mi bulanmıştı ne?

Nisa karşısında ki adamı büyük bir beğeni ile süzdü. Tomrisin yanında görmüştü bu adamı. O sıra pek bakamasa da, yakışıklı olduğunu o zaman bile anlamıştı.

Herkes kocası olduğunu söylemişti. Ama açıkçası bu kadar yakışıklı birini beklemiyordu.

Kanında kıskançlığın dolaştığını hissetti. Böyle bir yakışıklı adam onun olmalıydı. O sünepenin değil.

Zaten o iğrenç kıza kim bakardı ki?

" Buyurun?"

Nisa hâlâ Ömer'i süzerken konuştu.

" Beyza var mıydı bacım?"

Nisa yüzünü buruşturdu. Bacım neydi be?

" Bizim beslemeyi ne yapacaksın sen?"

Ömer'in duyduğu laflar ile kaşları çatıldı. O iğrenç kelimeyi, nasıl Beyza gibi bir kadına karşı kullanabilirdi?

Tabi ki de tüm aile ile birlikte Beyzayı da araştırmıştı. Ve kızın yaşadıklarına bir yandan üzülmüş, bir yandan da onca yaşadığını rağmen temiz bir hayat yaşamasını sevinmişti.

" Seni ilgilendirmez. Şimdi Beyzayı çağırırsan sevinirim."

Ömer, askeriye de kullandığı ses tonu ile konuşması ile Nisa hemen kapı önünden uzaklaştı.

Bir süre sonra kapıya gelen iki kişi ile sırıttı.

Top gibi karnı ile Beyza, bir gözü kocaman şişmiş ve morarmış Oğuz...

Kapıya iyice yaklaşmaları ile, Ömer omzunu duvara doğru yaslayıp konuştu.

" Of of, bu eller ne güzel şah eserler yapmış öyle."

Beyza gülmemek için çabalarken, Oğuz zorda olsa göz devirdi.

" Ne istiyorsun?"

Ömer elindeki poşeti hatırlayınca, hızla doğrulup poşeti Beyzaya uzattı.

" Bu senin için abicim."

" Ne ki bu abi?"

" Açta gör."

Beyza merakla poşeti açınca, içinde gördüğü portakal suyu ile gözlerinden kalpler çıktığına yemin edilebilirdi.

" Yaaa çok teşekkür ederim abi. Ama hiç gerek yoktu."

Oğuz sessizce onları izliyordu. İstemsizce yüzünde bir tebessüm oluşmuştu. Ömer'e ne kadar yüzüne vurduğu için sinir olsa da, hak ettiğini biliyor o yüzden de sessiz kalıyordu. Tomrise yaşattıklarından sonra daha fazlasını da hak ettiğini düşünüyordu.

" Olmaz öyle. Sen hamilesin. Tabi ki de istediğin şeyleri bizlere söyleyeceksin, biz de senin her istediğini sana getireceğiz. Sen, rabbimin sana emanet ettiği canı taşıyorsun. Seni üzmek bizi de üzer."

Beyza tekrardan teşekkür edip koşarak mutfağa geçtiğin de, aynı hızla Ömer'in yüzünde ki gülümseme de silinmişti.

" Beş dakikan var mı?"

" Niye, diğer gözümü de morartman için mi?"

Ömer gözünü devirdi. İstese şu an da vücudunda morarmayacak yer bırakmazdı ya, neyse. Tomrisin hatrı için sessiz kalacaktı.

" Boş boş konuşma Oğuz. İki dakika seninle konuşup, hemen evime gitmek istiyorum."

Oğuz bahçenin içinde ki çardağı gösterip, konuştu.

" Sen geç. Ben de hemen geliyorum."

Ömer çardağa oturduktan sonra, bir kaç dakika içinde Oğuz da gelmişti.

Ömer önüne bırakılan çay bardağını eline alıp, sıcak olmasını umursamadan koca bir yudum aldı.

Biraz daha çay içmezse, çaysızlıktan geberecekti.

" Anlatacak mısın artık?"

Ömer saçını tek eli ile karıştırıp, Oğuz'a bakarak konuşmaya başladı.

" Bir aksilik olmazsa, yaklaşık iki hafta sonra iş için gideceğim. Bu iş en az iki ay sürecek. Bu süreçte belki de Tomriste iş için gidebilir. Ama kesin bir şey yok. Senden istediğim ise, gözünde gördüğüm pişmanlık kalıntıları ile Nisa denen kızı karımdan uzak tutman."

Ömer önünde ki bardaktaki çayı kafasına dikip, konuşmak için Oğuz'un açılan ağzını umursamadan tekrar konuştu.

" Haaa eğer ben geri döndüğüm de bir olay yaşanmış olsun, o zaman senin hamile karının üzülmesini bile umursamadan, o gözünde ki morluğu aratacak yeni morluklar bırakırım sende."

Oğuz karşısındaki Ömer'i sinirle süzüp konuştu.

" Beni tembihlemek sana mı kaldı? Ben kardeşimi korurum zaten."

Ömer alayla karşısında ki adama baktı.

" Keşke seneler önce de Tomrisin kardeşin olduğunu hatırlayıp, o zaman da onu korusaydın."

Oğuz kalbine saplanan cümleler ile ne diyeceğini bilemedi bir an. O an aklına, Ömer'in mesleğini sorup nereye gideceksin demekte gelmedi.

" Neyse o zaman artık ben gideyim. Mustafa babama da selamımı iletirsin."

Ömer çardaktan dışarı doğru adımını atmışken, duyduğu sesle arkasına döndü.

" Teşekkür ederim... Tomrise, bizim yaşatamadığımız aile hayatını yaşattığın için... Teşekkür ederim."

" Teşekkür edilecek bir durum yok. Tomrisin ailesi dünyanın en sevgi dolu en iyi ailesi olsaydı da, ben yine Tomrise en iyi aile hayatını yaşatmaya çalışırdım."

Demiş ve uzaklaşmıştı oradan.

Arkasından dalgın gözlerle onu izleyen Oğuzdan ve hayranlıkla onu izleyen Nisadan habersiz evine girmişti.

O karısını göğsüne yatırıp, huzurlu bir uykuya dalarken, arkalarından yapılan planlardan habersizlerdi.

Kaderin ne getireceği bilinmezdi ama bilinen tek bir şey vardı.

O da ne olursa olsun bu hikaye de kazananın hep iyiler olacağıydı...

Eveet bir bölüm daha bitti. Nasıldı?

Mahşerin altı atlısı? Hazır olun bu kelimeyi çok duyacaksınız 🥸🥸🥸

Titizlik abidesi Ahmetimiz?

Murat biraz da fıstık bize mi verseydin? Burada canımız çekiyor 🥜🥜🥜

Merhum Murat'ı siz nasıl bilirdiniz?

Nisa karakterini kaybetmişsin tatlım. Aaa dur senin doğuştan yoktu zaten 🙄🙄🙄

Beyza ve Ömer'in abi-kardeş halleri fazla mı tatlı ne?

Ömer'in, Oğuz'u tehdit etmesi? Oğuz, karın hamile olmasa da ben de sana yapacağımı biliyorum ya neyyyysseee.

Evet bol bol entrika, kan, vahşete hazır mısınııııızzz? Şaka şaka gülün diye. Belki de değil nereden bileceksiniz 🤔🧐😵

O zaman bir sonraki bölüme kadar hoşça kalın canlarım...


Loading...
0%