@yazarpapatya01
|
Merhabalar canlarım. Hazır mısınız yeni bir başlangıça? Karakter tanıtımımlarını okumadan geçmeyin lütfen. Tanıttığım karakterler kitabın önemli karakterleri. Kitaba başlamadan söylemiş olayım. Kitabın bölümlerinde ki kelime sayılarını çok uzun tutmak istemiyorum. O yüzden baştan anlaşalım, kısa demeyin. Neyse lafı uzatmadan besmele ve sağ ayak ile bölüme başlıyorum. İyi okumalar... Yazardan: Neydi askerlik? Niçin yapılırdı? Neden bir asker bunca zorluğa katlanıyordu? Neden sıcak yataklarında yatmak varken, dağlarda eksi bilmem kaç derecelerde uyuyorlardı? Cevap... Cevap yoktu. Buna her ne kadar isterseniz de doğru bir cevap bulamazsınız zaten... Vereceğiniz cevap nedir? Para, hava atmak... Başka! Hadi söyleyin durmayın. Başka ne derdiniz? Durun durun! Ben sizin yerinize söyleyim. Delilik... Kendi canını ortaya atacak kadar aptallık! Evet! Sizin, onların, bunların, teröristlerin, zorluk çekmeyen aptalların söylediği şeyler bunlardı. Ama ben size gerçeği söyleyeyim mi? Askerlik ne demek? Askerler neden bu kadar cefaya katlanıyor söyleyeyim mi? Fedakarlık... Evet evet, fedakarlık! On harfli, dört heceli bu kelime askerliği genel olarak anlatan tek şeydi aslında. Beklemiyordunuz değil mi? Askerler belki de bu dünyada ki en fedakar insanlardır. Sırf biz sıcak yatağımız da rahatça uyuyalım diye, eksi bilmem kaç derecede dağ da uyuyorlar. Yani fedakarlar... Bizim çocuklarımız doğup büyüsün, mutlu bir çocukluk geçirsin diye, onlar çocuklarının belki doğum anında eşinin yanında olamıyorlar. Ya da çocuklarının ilk diş çıkardığın da, ya da ilk adımlarında, ya da ilk okula gittiklerinde, ilk mezuniyetlerin de, evliliklerin de... Yani fedakarlar... Biz burada arkadaşımızın küçük bir fiziksel acısını çokca büyütürken, belki de onlar dağda arkadaşlarının parçalanmış bedenini topluyorlar. Ama yine de tek damla akmıyor gözlerinden. Çünkü gurur dolular. Bir arkadaşımız, kardeşimiz daha peygamber komşusu olmaya hak kazandı diye. Çünkü fedakarlar... Şimdi anlatabildim mi size bazı şeyleri? Fedakarlığın tanımını size anlatabildim mi? Fedakarlığın; bir askerin vatan sevgisi olduğunu, bir askerin ana - ata özlemi olduğunu, bir askerin çocuğuna geç kalmışlığı olduğunu, en önemlisi ise bizim için orada olduklarını anlatabildim mi size? Anlatabildiysem ne mutlu bana. Bizim için yaptıkları fedakarlıkları biraz fark ettirebilmişsem ne mutlu bana... " Ahmet hızlan! Babaannem senden hızlı koşar lan!" " Emredersiniz komutanım." " Nazlı eğer biraz daha asker kesmeye devam edecek olursan, iki hafta boyunca göreve çıkmayacaksın." " Emredersiniz komutanım." " Murat koçum yemek yiyecen diye iyice göbek yaptın. Koşamıyorsan çık lan. Bu mu yapabildiğin. Hızlan hemen!" " Emredersiniz komutanım." " Ali dikkatini topla aslanım. Dikkatin çok çabuk dağılıyor." " Emredersiniz komutanım." " Bugünlük bu kadar yeter tim." Bir süre sonra karşısına geçen dört aslanla, Kurt komutan yan bir sırıtma gönderdi. Gece üçden, saat ona kadar eğitim yaptırmıştı time. E haliyle bu kadar saat parkur eğitimi ile gözlerine kadar çamur girmişti. Gerçi komutanın da onlardan pek bir farkı yoktu ya. Daha on dakika olmuştu onun da askerleri gözlemlemesi. " Daha fazla durmayın böyle. Gidin bir duş alın, sonra da yemekhaneye gelin." Hepsi hazır ola geçti. " EMREDERSİNİZ KOMUTANIM." Kurt komutanın onlardan uzaklaşması ile hepsi hemen homurdanmaya başladı. Komutanları bugün sınırlarını çok zorlamıştı. Elbette komutanları onların eğitimlerine önem verirdi. Ama bunun başka bir sebebi vardı. Komutanlarının karısı, Tomris Başkomiser göreve gitmişti. Ve bir hafta olmasına rağmen görevden daha gelmemişti. Kurt komutanları ise geleneği bozmayarak, karısının özleminden dolayı hem askerlerine hem de kendisine saatlerce eğitim yaptırmıştı. Böylece de biraz olsun kafası dağılıyordu. Ve başka şeylere odaklanabiliyordu. Bu Kurt komutan için terapi gibi bir şey olsa da, askerler için eziyetten başka bir şey değildi. Bugün yine yedi saatle kurtulmuşlardı. Bir keresinde Tomris bir aylık göreve gitmişti. O günler çoğu asker için azap dolu günlerdi. Hele de Pusat timi için. Tam on dört saat eğitim yapmışlardı. En son da komutanlarının durmayacağını anlamaları ile, Nazlı bayılmış numarası yapmıştı. Tabi düşünmedikleri ise, karşılarında ki komutanlarının da onlar gibi bir bordo bereli olmasıydı. Sonuç olarak bunun numara olduğunu anlayan komutan, onlara beş saat daha eğitim yaptırmıştı. Tabi pusat timi kadar bundan özellikle yeni gelen erlerde etkileniyordu. Bir keresinde daha askere geleli iki hafta olan bir er, tuvaletleri temizlemişti. Kurt komutan ise iyice temizledin mi diye sorunca, bu komutanı tanımayan asker biraz da komiklik katarak konuşmuştu. ' Bal dök yala oldu komutanım.' demişti. Demişti, demişti ama dediğine pişman olmuştu. O gün Kurt komutanın gerçekten de bal getirtip yalatacağını düşünmemişti elbette. En sonunda dayanamayan asker kusmuş, ve tekrardan orayı temizlemek zorunda kalmıştı. Söylene söylene odalarına giden tim uzun bir süre keselenip - anca öyle ayıkıyorlardı - temiz üniformalarını giyinip birlikte yemekhaneye ilerlediler. Yemekhaneye girdiklerinde, Kurt komutanın bir masa da oturduğunu gördüler. Masaya yaklaştıkça gördükleri yemekler ile gözlerinden kalp çıkarak koşturdular. Hepsi büyük bir aşkla önlerinde ki yemeklere bakarken, Ömer komutandan yemeleri için emir bekliyordu. " Afiyet olsun. Sen dışında Murat. Beş dakika sonra başlayacaksın yemeğe." " Ama niye ki komutanım?" " Lan oğlum, burada tabakta çeşit çeşit yemekler var . Eğer sen bizimle aynı anda yemeğe başlarsan bize bir şey kalmaz. O yüzden önce biz tabaklarımızı iyice dolduracağız. Sonra da sen sana kalanları yiyeceksin." " Ama komu-" Ömer tek kaşını kaldırmış askerine bakarken, Murat gördüğü yüzle yutkunup sustu. Yemek yemeden tekrardan eğitim yapmak istemiyordu şahsen. İçi gide gide konuştu. " Afiyet olsun kardeşlerim." Tim sırıtarak Murat'a bakıp tabaklarına bol bol yemeklerden doldurmaya başladılar. Ali tam bir kaşık daha tabağına yemek koyacakken, kaşığına aç kediler gibi bakan Murat komutanını gördü. Ali, Ömer'e yandan bir bakış atıp önündeki yemekle ilgilendiğini gördü. Hemen elindeki kaşığı Murat'ın ağzına tıkıp, hiç bir şey yokmuş gibi önüne dönüp yemeği ile ilgilenmeye devam etti. Kıyamamıştı işte Murat abisine. Yurttayken Murat onun az çilesini çekmemişti. Geceleri acıktığında, Murat yasak olmasına rağmen gizlice gidip ona az yemek getirmemişti. Tüm tim Alinin bu yaptığını görse de hafif bir tebessümle önüne dönmüştü. Merhametli kardeşleri yine kendini durduramamış, Murat'a her zaman ki gibi yemeğinden vermişti. Ömer, Murat'ın ciğere bakan kedi gibi hallerine daha fazla dayanamayıp konuştu. " Murat, başla aslanım." " Emredersiniz komutanım." Murat'ın mutluluk akan sesi ile bir an da yemeklere saldırması bir olmuştu. Tim önlerindeki yemeklerini Murattan koruyarak, bol kahkahalı zamanlar geçirmişti. *** Ömer önünde ki belgeyi okuyordu. Ama okuduğundan bir şey anladığı söylenemezdi. Daraldığını hissederek odasının camını açıp derin nefesler çekti içine. Gözleri kapalı bir şekilde dururken, gözlerinden birer damla yaş düştü. Çok özlemişti Tomrisini... Çok özlemişti misket gözlüsünü... Hiç bir yere sığamadığını düşünüyordu. Bir haftadır evlerine gitmiyor, karargahta odasında sabahlıyordu. " Seni çok özledim sevdam... Ne olursun sağ salim geri dön bana. Allahım yalvarırım bana sağ salim geri dönsün. Lütfen Allahım. Yalvarırım sana." Çalan kapı ile kendine gelmeye çalışarak masasına geri dönüp oturdu. " Gel." Kapı açılıp içeriye Albayın postası girdi. Asker hemen selam verdi. " Er İsmail Derin, Erzurum. Emret komutanım. " " Ne oldu Derin?" " Komutanım, Albay sizi odasına çağırıyor." " Tamam asker sen çık. Ben de şimdi geliyorum." " Emredersiniz komutanım." diyip selam vererek çıktı. Ömer aynanın karşısına geçip kısaca üstünü düzeltip başına bordo beresini yan bir şekilde taktı. Odasından çıktığında adımları seri ve hızlı idi. Kısa süre içinde albayın odasının önüne geldi. Üstüne son bir bakış atıp kapıyı tıklattı. " Gel." Albayın sert sesi ile, Ömer kapıyı açıp içeri girdi ve ardından kapıyı kapattı. Hemen sonra ise hızlıca hazır ola geçip selam verdi. " Binbaşı Ömer KURT, Trabzon. Emret Komutanım." Albay karşısında ki askerini kısaca süzdü. Karşısında ki asker çok cengaver ve mert biriydi. Kendinden rütbelilere de hiç bir zaman saygısızlığı da olmamıştı. Aynı şekilde astlarına da hiç küçük görmemişti. Bu karargahda yaklaşık üç yıldır görev yapıyordu Pusat timi. Binbaşını ise daha harp akademisinden tanıyordu. Eğitimin de bizzat bir süre kendisi ilgilenmişti. Haliyle yaşadığı aşkı da bilir ve çokta saygı duyardı. Tomris görevdeyken de karargahta kalmasına o yüzden hiç bir şey demezdi. Ağzını açıp bir haftadır, bir yangının içinde olan Ömer'i söndürecek cümleleri kurdu. " PÖH amiri ile konuştum. Tomris ve timi yarım saate kendi üstlerinde iniş yapacaklarmış." Ömer duyduğu şeyi bir an algılayamadı. Komutanı misket gözlüsünün geldiğini mi söylemişti az önce? Yoksa o yine hayaller alemine giriş mi yapmıştı? " A-anlamadım komutanım." " Anlaşılmayacak ne var asker. Tomris geliyormuş işte. Benden sana bugünlük izin. Git karının yanına. Yarına kadar toparlan ve işinin başına düzgün bir kafa ile gel." Ömer anladığı şey işe sakin kalmaya çalışarak, selam verip odadan saygılı bir şekilde çıktı. Odanın kapısını örtmesi ile adeta tazı gibi kendi odasına koşturdu. Bazı askerler son an da gördükleri komutanları ile çekiliyor, bazı askerler ise bir rüzgar hissi yaşıyorlardı. Odasına giren Ömer, Tomrisin kendisini üniforma ile görmeyi sevdiğini bildiğinden üstünü değiştirmeden sadece araba anahtarını ve telefonunu alıp odadan çıktı. Timinin odasına hızla ilerlerken içini büyük bir hasret kaplamıştı. Kapının önüne geldiğinde hızlıca kapıyı açıp, ayaklanmış ona selam verecek timini durdurdu. " Rahat! Yengeniz gelmiş ben yanına gidiyorum. Bugün izinliyim. Siz de mümkünse uslu uslu oturun ve beni bugün bir daha karargaha getirtmeyin. Anlaşıldı mı?" " Anlaşıldı komutanım." " Anlaşıldı komutanım." " Anlaşıldı komutanım." " Anlaşıldı komutanım." Ömer'in odadan çıkması ile tim birbirine sevinçle sarılıp mutluluk dansı ettiler. Sevinmelerinin iki sebebi vardı. Birincisi yani asıl önemli olan Tomris görevden sağ salim dönüyordu. İkincisi ise artık işkence dolu saatler çekmeyeceklerdi. Ömer bindiği arabası ile askeriyeden çıkıp son hız, polis özel harekat binasına gitmeye başladı. Solladığı arabalar ile arkasından korna sesleri gelse de hiç birini umursamadı. Hatta arkasından ona bağıran adama bile bir şey demedi. Sadece sırıtarak yola baktı. Geldiği bina ile hızlıca indi arabadan. Son an da akıl etmesi ile de arabayı kilitledi. Binanın önünde ki polisler, gördükleri Ömer ile hızlıca kapıyı açtılar. Belli ki Tomris Başkomiser ve ekibi görevden dönüyordu. Yoksa Ömer'in son hız buraya gelmesinin başka anlamı olamazdı. Ömer kapıda ki polislere eyvallah der gibi başını eğip, hızla helikopter pistine doğru koşmaya başladı. Nefes nefese geldiği helikopter pistinde gördüğü amirin yanına ilerledi. Amir gördüğü Ömer ile içten bir şekilde güldü. Bu oğlanın bu haline alışmıştı. Eğer ki Ömer görevde olmasın, Tomrisin dönüşüne iki eli kanda olsa bile gelirdi. " Yetiştin oğlum, merak etme. Bu kadar koşmasan da yetişirdin aslında." " Olsun amirim. Gerekirse kilometrelerce koşmuş olayım. Tomrise sonunda kavuşuyorsam, iki sayının hesabını yapacak değilim." Amir başını iki yana sallayarak gülüp önüne döndü. O sırada ise helikopterin pervane sesleri duyuldu. Ömer heyecanla saçlarını düzeltirken, amir dayanamasa kahkaha atacaktı. Ama Ömer bu durumu kavrayamayacak kadar heyecanlıydı. Helikopterin piste iyice yaklaşması ile ikili biraz gerilediler. Helikopter iniş yapınca, Ömer bir an nefesinin kesildiğini hissediyordu. Gelmişti canı, cananı, misket gözlü Tomrisi... Eveeet ilk bölüm bitti. Nasıldı fikirlerinizi alayım? Tim hakkında düşünceleriniz? Ömer'in askerlere çektirdilerine ne dersiniz? Ömer'in aşkına bir tek ben mi 'bende istiyorum' diye tepiniyorum? Daha önce askeri kurgu hiç yazmadım. O yüzden hatam olabilir. Şimdiden affola. Bir sonraki bölüme kadar hoşça kalın canlarım... |
0% |