@yazarperest
|
Sanatın tek dil olduğunu söylediklerinde inanmamıştım, ta ki onunla kendi sergimde tanışana kadar. Serginin loş ışıkları altında, tabloların arasında gezinen kalabalığın ortasında duruyordum. Belki de bir resme bakıp söylenecek onlarca cümle vardı ama o, gözlerini benim eserlerimden birine dikmişken, bütün o cümleleri tek bir cümlede özetledi: "화가는 자신의 영혼을 캔버스에 쏟아부으며 '도와주세요. 제가 물에 빠졌어요.'라고 속삭였습니다. (Ressam, tuvaline ruhunu akıtarak, adeta 'Yardım edin, boğuluyorum,' diye fısıldamış.)" Sergimin loş ışıklı salonunda, kalabalığın arasında dururken bu sözleri duydum. Öylece kalakaldım; hem ne dediğini anlamış hem de anlamamıştım. Korece bilgim kendimi ifade edecek kadardı. Bana bakıp anlamadığımı fark edince ufak bir kahkaha attı. "Pardon, Korece bildiğini düşündüm. Anlamadıysan Türkçe olarak söyleyeyim; 'Ressam, tuvaline ruhunu akıtarak, adeta 'Yardım edin, boğuluyorum,' diye fısıldamış.'" Kendi sergimde, kendi eserlerimin arasında, o an kendimi tamamen rezil etmiştim. Nasıl bir insan yaşadığı ülkenin dilini bilmez eğer babamı dinleyip öğrenseydim böyle yasamazdim. Ben ne yaptım babamın ısrarlarına rağmen hep erteledim, " Sonra öğrenirim, sonra yaparım" dedim hep. Keşke dinleseymişim. "O - o zaman yazar amacına ulaşmış oldu, merak ediyorum bir otoportreden nasıl anladın?"dedim,sesim titreyerek yeni kişilerle konuşmada pek iyi değildim. Gülumsedi ve otoportrenin önüne gelerek söze girdi. " Gerçekleri gözle görülmez, yürekle görülür." Şaşkınca baktım çünkü bu küçük prens kitabından tilkinin sozüydü ve otoportre ağlayan bir güldü. Bu gül küçük prensteki güldü üstelik. "Küçük Prens" Tesadüflere inanmazdım amagibi bu kesinlikle Tevafuktu, nasıl neden bilmiyorum ama sanki ikimiz burda olmalıyız denk geldik. "Peki neden kendini değilde, gülü çizdi sonuçta otoportre de ressam kendini çizer?" Çok haklı bir soruydu, sebepe gelirsek kendimi göstermek istemedim. Bu yüzden kendimi özdeştirdiğim gülü çizdim. Çünkü görmek isteyen gülden de beni görebilirdi. " Aşikâr olanı herkes görür önemli olan Pinhan olanı görebilmektir.." Herkes seni görebilir ama önemli olan ruhunu görebilmesidir. Gerçek aşk ancak ruhuyla sevebilirse olur. Çünkü herkes dış görünüşü sevebilir, gerçekten seven senin ruhunu sevendir. Ona baktığımda gözlerindeki hayranlık ve şaşkınlığı görebiliyordum. "Sen kimsin?" dedi. Gülümseyerek ve kendimden emin bir sesle konuşmaya başladım, tedirginliğimi belli etmemeye çalışarak. "Ben Sinta Adelia Putri, memnun oldum." O da benim gibi gülümseyerek karşılık verdi; gülümsemesi aynı bir güneş gibiydi. Yaydığı ışık etrafındaki herkesi aydınlatıyordu. "Ben de memnun oldum, Sinta. Ben de Joon Seo." Bir kez daha anlamıştım, sanat her türden insanı tek bir yerde toplayabiliyordu; din, ırk, cinsiyet ayrımı yapmadan. Ancak benim dinimde gayrimüslim ile ticaret yapabilirsin ama dost olamaz, evlenemezsin. Bu düşünceler zihnimde dolaşırken, sanatın birleştirici gücüne bir kez daha hayran kaldım. Sanat, tıpkı Joon Seo'nun gülümsemesi gibi, insanları bir araya getiriyor ve kalplerini aydınlatıyordu. O an, ruhların buluşmasının dış görünüşlerden çok daha derin ve anlamlı olduğunu bir kez daha anladım. Telefonumun çalmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım, ekranına baktığımda arayanın 'Babam' olduğunu gördüm. Sonra ekranın üstüne tıkladığımda üste çıkan bildirime tıkladım; 'Babam 25 arama'. Başım çok büyük dertteydi, telefonumun sesini şimdi açmıştım önceden sesizde olduğu için duymamıştım. Joon'a dönerek sakın bir sesle müsade istedim. "Kusura bakma,babam arıyor açmak mecburiyetindeyim." Anladığını göstermek için kafasını aşağı yukarı salladı, tekrar telefona döndüm ve cevap verdim. "*tuan ayah (efendim babacım)" Babamın sinirli olduğunu nefes alışlarından hissedebiliyorum. Hızlı ve derin nefes alıp veriyordu. Öksürdükten sonra söze girerek, "Mengapa panggilan saya tidak dijawab?!" (Neden aramalarım açılmıyor?!) diye sert bir şekilde çıkıştı. Kaç yaşında olursanız olun, babanızdan azar işitebilirsiniz. Normalde sakin bir yapıya sahip olan babam, bana ulaşamadığında gergin oluyor. "Maaf, ponselku dalam keadaan senyap jadi aku tidak mendengarnya. Sudah kubilang aku akan datang ke pameran." (Telefonum sessizdeydi, o yüzden duymadım. Sergiye geleceğimi söyledim sana ya) dedim, suçlulukla. Babam iç geçirdi ya sabır der gibi, tartışma her zamanki rutinimiz haline gelmişti. Her sabah böyle tartışıyorduk, Joon dönüp mahcup bir sesle konuştum. "Çok pardon ama gitmem lazım" Joon bana gülümsedi, onu bir daha görebilcek miydim? Emin değilim. Belki bir daha göremeyeceğim. "Seni bir daha görebilcek miyim?" Bilmiyorum görebilecek miyiz birbirimizi ama bir gün bir resim görürsen hatırla beni. İkimiz ayrı dünyaların insanıyız, çünkü ben Müslümanken boynundaki hactan anladığım kadarıyla sen Hristiyansın. "Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın." Babam telefonu kapatmıştı anlaşılan, bende son sözü söyledikten sonra sergiden ayrılmak için kapıya doğru yürüdüm. Son defa ona baktım ve buruk bir gülümseyle veda ettim. Kapıdan çıktıktan sonra bir taksi çağırdım ve adresi verdim. Arabaya bindikten sonra cam kenarına oturdum. Yoldan geçen insanları izlemeye başladım; bazıları aceleyle yürürken, bazılarıysa durup yağmurun keyfini çıkarıyordu. Hafif çiseleyen yağmur, kaldırımda küçük su birikintileri oluşturuyordu. Ağaçların dallarında tüneyen kuşlar, ıslak tüylerini kabartarak kendilerini korumaya çalışıyordu. Bu manzarayı seyrederken içimdeki derin boşluğu fark ettim. Kendimi, seninle hayal kurarken izledim. Bu hayallerin gerçekleşmesi ne kadar imkansız görünse de, içimdeki arzu o kadar güçlüydü ki... Seni korkmadan sevebilmeyi, tüm kalbimle isterdim. Bu duyguların yoğunluğu beni sarsarken, yağmur damlalarının pencereye vurma sesi ve şehir hayatının karmaşası arasında kaybolduğumu hissettim. "Ne oldu abla? Neden mutsuz görünüyorsun?" Taksicinin sorduğu soruyla aniden gerçekliğe döndüm. Keşke dönmeseydim, diye düşündüm. İçimdeki huzursuzluk ve mutsuzluk dalgası tekrar üzerime çöktü. Onu o kadar çok severken, bu kadar imkansız olmamız yüreğimi parçalıyor. Aşkımızın imkansızlığı, sadece kişisel engellerden değil, inançlarımızdan da kaynaklanıyor. Dinim bile bu birlikteliğe karşı. Bu düşünceler zihnimde dolaşırken, taksinin içinde hissettiğim kasvet daha da ağırlaştı. Her bir yağmur damlası sanki içimdeki kederi dışa vuruyordu. Gözlerimi dışarıya çevirdim ve yağmurun griye boyadığı şehrin manzarasında kaybolmak istedim. Kuşların tüneklerinde ıslak tüyleriyle titrediği gibi, ben de içsel fırtınamın soğukluğunda titriyordum. |
0% |