Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@yazarperest

 

 

Ejderhalarıyla Pulsar'a doğru yükseldiklerinde, geride bıraktıkları sadece Akil değildi. Onların geride bıraktığı şey, içlerinde kalan çocukluğun son izleriydi. Elayne, her şeyin bir kabus olmasını dileyerek avazı çıktığı kadar bağırmak istedi, ancak gökyüzüne karışan çığlıklarının yankısı bile ona ulaşmadı. Çünkü bazen, ne kadar isterseniz isteyin, dilekler gerçekleşmez ve yaşadığınız gerçekleri kabullenmek zorunda kalırsınız.

 

Zemora, Barlar ve Kadeen'in içlerinde büyüyen öfke ve kızgınlık dalgaları, Elayne'in kalbinde yankılanıyordu. Onların her biri, yüklerini omuzlarında taşırken, karanlık düşüncelerle boğuşuyordu. Elayne ise daha önce üstesinden geldiği acıların ve kayıpların ağırlığını tekrar hissetti; gördüğü savaşlar, gözleri önünde yitip giden masum hayatlar birer birer zihninde canlanıyordu. Her şeyin ötesinde, Ilena hatırına Darin’in haklı bir sebebi olduğunu ummak zorundaydı. Gözleri bulutların ötesinde, bilinmeze doğru bakarken, içini kaplayan boşlukla baş etmeye çalıştı. Ejderhaların kanat çırpışlarıyla savrulan rüzgar, yüreklerindeki ağırlığı hafifletmiyordu; aksine, onları daha derin bir sessizliğe sürüklüyordu.

Aşına, sırf kendisi yüzünden sevdiklerinin canı yanmasına göz yummayacak kadar zalim değildi. Onun kalbi, karanlıkla yoğrulmuş olsa da, içinde hala bir parça merhamet taşıyordu. Sevdiklerinin acısını görmek, içindeki bu küçük ışığı bile söndürebilirdi.

 

Sonunda Pulsar'a ulaştıklarında, ejderhaları havada süzülerek yere doğru inerken, halk onları coşkuyla karşıladı. Gözlerindeki heyecan, yıllar süren bekleyişin sona erdiğine dair bir umut ışığıydı. Fakat kalabalığın arasındaki bu sevinç, Kadeen ve Barlar’ın etrafını saran öfke bulutlarının arasında kayboluyordu. Gözlerinden fışkıran ateş, içlerinde biriktirdikleri tüm hiddeti dışa vuruyordu.

 

Tam 11 yıl geçmişti. Kadeen ve Barlar, Elayne'i görmeyeli tam 11 yıl olmuştu. Bu uzun ayrılık, her bir saniyesiyle kalplerinde derin yaralar açmış, hasretle karışık bir öfkeyi beslemişti. Şimdi, Kadeen adım adım ona doğru yaklaşırken, etrafındaki havadan bile hissedilen yakıcı bir aura yayıyordu. Her adımında, toprak bile bu yoğun enerjinin altında eziliyormuş gibi titriyordu. Elayne, Kadeen’in gözlerinde, yılların biriktirdiği acının ve öfkenin izlerini gördü. Ancak, onun yaklaşan adımlarıyla birlikte, içindeki suçluluk ve kaygı da büyüyordu. Kadeen’in duruşu, sessiz ama sarsıcıydı; her kelimesi, her bakışı, Elayne’nin ruhunda derin yankılar uyandırıyordu.

"Bakın kimler gelmiş, tam on bir yıl oldu!" diye sitem etti Kadeen, yüzünde hüzünle karışık bir gülümseme belirmişti. "Elayne, yoksa Ardin'le mi geldin sen?"

"Elayne, Kadeen'in sitem dolu sözleri karşısında içten içe bir suçluluk hissediyordu, ancak tartışacak enerjisi kalmamıştı. Firewoll’un geniş kanatlarını yavaşça çırparak yere inmesiyle, Elayne derin bir nefes aldı. Bu nefes, yılların yükünü ve bu topraklara geri dönmenin verdiği ağır hisleri taşır gibiydi.

 

"Ben buraya akademiye yazılmaya geldim. Seninle uğraşmaya takatim yok," dedi Elayne, gözlerini Kadeen'den kaçırarak. Kadeen’in yüzü bir anlığına ekşidi; Elayne'nin ona "Habeş maymunu" demesi, her zaman olduğu gibi içini acıtmıştı. Ancak, Kadeen'in yanında duran Barlar'in öfkesi daha belirgindi. Elayne’in 11 yıl aradan sonra eve dönmesi yetmezmiş gibi, yanında Ardin’i getirmesi, Kadeen'in katlanamayacağı bir ihanet gibi geliyordu.

 

Elayne, elindeki eşyalarla akademiye doğru yürürken, çevresindeki atmosferin yoğunluğu onu adeta sıkıştırıyordu. Soğuk taş duvarlar, yıllar önce terk ettiği bu yerin hâlâ değişmediğini hatırlatıyordu. Havanın serinliği, sabahın erken saatlerine rağmen kemiklerine işliyor; yolun her iki yanındaki ağaçlar, gölgeleriyle sanki geçmişin hatıralarını karanlıkta saklamaya çalışıyordu. Tam akademi kapısına varmışken, Barlar aniden önünü kesti.

 

"Elayne, dur!" dedi Barlar, sesi sert ve kararlıydı. Elayne bir an duraksadı, Barlar’ın gözlerinde gördüğü kararlılık onu hem huzursuz etti hem de geçmişten gelen bir anının acı tatlı yankısını hissettirdi. Bu yerde, her şeyin bir geçmişi, her köşenin bir hikayesi vardı ve Elayne, geri dönmenin bedelini ödüyordu.

 

Barlar, Elayne’nin önünü kesmiş, gözlerinde kocaman bir gülümsemeyle ona bakıyordu. "Hadi ama kitsune, seni görmeyeli 11 sene olmuş, sen abilerini böyle mi karşılıyorsun?" dedi, sesinde her zamanki alaycı tonu vardı. Barlar’ın bu sözleri, Elayne’nin yüzünde istemsiz bir gülümseme yarattı. Ailenin delisi ve jokeri olan Barlar’ın böyle bir anda bile şakalarını eksik etmeyeceğini biliyordu, fakat onu burada görmek yine de beklemediği bir şeydi. Aralarındaki anlaşmazlıklara rağmen, Barlar onun için bir kardeşten çok daha fazlasıydı; bir dost, bir sırdaş, geçmişe dair son sığınaktı.

 

Elayne, Barlar’ın yanına doğru birkaç adım attı ve tam karşısında durdu. "Evet, koca oğlan, 11 yıl oldu, ama sen hala aynısın. Bu gidişle evlenememenden korkuyorum," dedi Aşına’nın sırtından inip yere basarken. Sahte endişe dolu bu sözler, Barlar’ın kahkahalarla gülmesine neden oldu, sesi bütün meydanı doldurdu. Ancak bu neşeli sözlerin arkasında saklı olan gerçek anlamı görmemek imkânsızdı: Bu, abisini kaybetmiş bir kızın diğer abilerine meydan okuyan, korkusuzca atılmış bir adımdı. Elayne, abilerinden korkan biri olarak tanınmıyordu; aksine, savaş alanında bile hiçbir şeyi kolay kolay geri adım attıramayacak bir cesarete sahipti.

 

Barlar’ın kahkahası, gökyüzünü kucaklayan bir yankı gibi yayılırken, Elayne onun içindeki duygusal fırtınayı da sezebiliyordu. Barlar ne kadar gülerse gülsün, ikisi de aralarındaki yılların kaybını ve biriktirdikleri acıyı saklayamıyordu. Elayne’in gözlerinde beliren bir parıltı, bu yılların ondan ne kadarını aldığını anlatır gibiydi.

 

Tam bu sırada, Barlar gözlerini Ardin’e çevirdi. Barlar’ın bakışı, bir anda ciddileşmişti, ve bu değişim Ardin’in içinde bir ürperti yarattı. Ardin zorlukla yutkundu; Barlar’ın bu bakışı altında, yıllar önce başlayan fakat hiç kapanmayan yaraların acısı yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Elayne, Barlar’ın bu bakışının Ardin üzerindeki etkisini fark etti, fakat ne olursa olsun, abilerinin her biriyle yüzleşmesi gerektiğini biliyordu. Bu meydan okuma, sadece sözlerle değil, duyguların en derinlerinde verilen bir savaştı.

 

"Bu Ardin veledinin işi ne burada!" diye sitem etti Barlar, sesinde açık bir öfke vardı. Elayne, bu sözlerin ardından Ardin’in korku dolu bakışlarını fark etti. Ardin, gözleriyle adeta Elayne’den yardım dileniyordu; çünkü Elayne orada olmasaydı, Barlar ve Kadeen onu çiğ çiğ yerlerdi, bundan emindi. Elayne, Ardin’in bu çaresiz ifadesine gülümseyerek karşılık verdi, durumu anladığını gösteren bir bakış attı. Barlar ve Kadeen’in Ardin’den hoşlanmadıkları belliydi; bunun sebebi net olmasa da, her ikisinin de genç savaşçıya karşı duyduğu gizli husumet, havada asılı duran bir gerginlik gibiydi.

 

Elayne, Aşına’nın yanından bir adım ileri çıkarak Barlar’a döndü. "Hey, koca oğlan, Ardin’i rahat bırak, o da akademiye gelecek," dedi, sesinde bir parça alay vardı, ama aynı zamanda ciddi bir uyarı tonu da taşıyordu. Ancak Elayne’nin bu cevabı, ne Kadeen’in içindeki öfkeyi yatıştırdı ne de Barlar’ın durulmasına yardımcı oldu.

 

Barlar’ın kaşları çatılmış, gözlerinde soğuk bir parlaklık belirmişti. Elayne’nin hafifletmeye çalıştığı bu gerginlik, aksine daha da derinleşiyordu. Kadeen’in gözleri ise alev alev yanıyordu, sanki içinde patlamaya hazır bir volkan vardı. Ardin’e duydukları bu rahatsızlık, yılların getirdiği birikmiş bir öfkenin dışavurumuydu, Elayne bunu hissediyordu.

 

Elayne, Barlar’ın öfkeli bakışlarının Ardin üzerinde bıraktığı baskıyı hissedebiliyordu. Genç savaşçı, Barlar’ın bu gözlerinden kaçmak istercesine geri adım atıyordu. Fakat Elayne, Ardin’in yanında durarak, ona bu meydan okumada yalnız olmadığını hissettirmek istiyordu. Barlar ve Kadeen’in düşmanca tavırları, Elayne’i de bir kararın eşiğine getiriyordu. Bu, sadece bir akademi yolculuğu değildi; aynı zamanda geçmiş hesapların kapanmadığını gösteren bir yüzleşme anıydı. Ve bu yüzleşme, Elayne’in hem Ardin’i hem de kendi yerini yeniden tanımlaması gereken bir savaşa dönüşüyordu.

Aşına , Ardin’in neresini sevmediklerini anlamıyordu. Kötü yanları olabilir, ama herkesin kötü yanları vardı. Kimse kusursuz değildi bu hayatta. Barlar ve Kadeen , sonunda mecburen kabul etmek zorunda kaldılar.

 

Aşına, Ardin’in neden Barlar ve Kadeen tarafından sevilmediğini anlamıyordu. Evet, Ardin’in kötü yanları olabilirdi, ama kimin yoktu ki? Hayatta kimse kusursuz değildi. İnsanların eksiklikleri ve hatalarıyla bir bütün olduğunu kabul etmek gerekiyordu. Ancak Barlar ve Kadeen, Ardin’i kabul etmekte büyük zorluk çekiyorlardı. Bu durum Aşına’yı düşündürüyor, ama bir türlü tatmin edici bir cevap bulamıyordu.

 

Ardin’le ne dertleri vardı, Aşına bunu bir türlü çözemezdi. İçinde bir huzursuzluk hissiyle, valizini sürükleyerek akademiye doğru yürürken, Kadeen’in sesi o anki düşüncelerini böldü.

 

"Aşına, Akil’in katilini bulabildin mi?" diye sordu Kadeen, sesinde ağır bir ciddiyet vardı. Bu soru, bir kılıç gibi Aşına’nın kalbine saplandı.

 

Elayne’nin boğazı düğümlendi, yutkunmakta zorlandı. Ne diyeceğini bilmiyordu. Gerçekleri söylemek, bir zincirleme felakete yol açacak kadar tehlikeliydi. Akil’in katili, en iyi dostu Ilena'nın sevdiği adam Darin’di. Bu gerçeği söylemek, yalnızca Ilena’nın dünyasını yıkmakla kalmayacak, aynı zamanda aralarındaki güveni de sonsuza dek yok edecekti. Elayne, bu büyük sırdan ötürü hem kendini hem de Ardin’i bu suçun içine çekmişti.

 

Sessizlik, Aşına’nın üzerine ağır bir yük gibi çöktü. Bu sessizliğin altında eziliyordu, omuzlarına binen bu ağırlık adeta onu yere çiviliyordu. Gerçekleri konuşursa, yalnızca kendini değil, tüm sevdiklerini de tehlikeye atacağını biliyordu. İlk defa, söyleyeceği bir yalanın ağırlığını omuzlarında bu kadar derinden hissediyordu.

 

Aşına, bakışlarını yere indirdi, kalbi hızla çarpıyordu. Kadeen’in meraklı bakışları altında ezilirken, zihninde dönen düşünceler ona bir çıkış yolu sunmuyordu. Konuşmak, gerçeği açığa çıkarmak anlamına geliyordu, ve bu onun omuzlayabileceğinden çok daha fazlaydı. Ama bu sessizlik, onun iç dünyasında patlamak üzere olan bir volkan gibi, yavaşça büyüyen bir baskı yaratıyordu. Her şeyin altında ezileceğini bilse de, yalan söylemek zorundaydı.

 

"Hayır… Henüz bulamadım," dedi Elayne, sesi boğuk ve alçaktı. Sözler ağzından çıkarken, her bir kelimenin ağırlığını derinlemesine hissetti. İçinde, bu yalanın getirdiği yükle bir parçanın daha koptuğunu hissetti. Ancak başka bir seçeneği yoktu; bu sır, onu ve sevdiklerini korumanın tek yoluydu. Ama bu yalanın onu ne kadar daha taşıyacağı konusunda hiçbir fikri yoktu.

 

Yalan, Elayne’nin sırtına ağır bir kambur gibi oturmuştu. İçindeki bu yük, her adımda daha da ağırlaşıyor, kalbini bir sıkışmışlık içinde bırakıyordu. Hiçbir şey demeden, sessizce akademiye doğru yürümeye devam etti. Adımları, bu yükün ağırlığı altında yavaşça düşüyordu, her biri bir öncekinden daha sessiz ve düşünceliydi.

 

Biri neden yalan söyler sorusunun cevabı, genellikle sevdiklerini korumaktı. Elayne’nin içindeki bu yalan, sevdiklerini koruma çabasıyla ağırlaşmıştı. Bu, bir nevi kendini ve sevdiklerini koruma mücadelesiydi, ama aynı zamanda onu derin bir yalnızlığa sürükleyen bir zincir gibiydi.

 

Elayne Aşına, henüz 3 yaşındayken annesini, 10 yaşında ise abisini kaybetmişti. Bu kayıpların acısı, kalbinde büyük bir ateş gibi yanıyordu. Bu ateş öyle büyüktü ki, etrafındaki herkesin hayatını da etkiliyordu. Elayne, içindeki bu acıyı ve boşluğu, etrafındakilere yansıtarak, adeta tüm dünyasını bu ateşle sarmalamıştı. Her adımı, ardında bir iz bırakarak ilerliyordu; bu izler, hem kendi acısının hem de etrafındaki insanların yaşadığı duyguların bir yansımasıydı.

 

Akademiye yaklaştıkça, Elayne’nin düşünceleri bir labirente dönüşüyordu; içindeki ateş, kalbini kemirirken, akademinin taş duvarları arasında sanki daha da büyüyordu. Gözleri, hafifçe buğulu ve uzaklarda bir yeri görüyormuş gibi dalgın. Her şeyin içinde kaybolmuş gibi görünüyordu. Sevdiklerinin acısını korumak için taşıdığı yalan, onun iç dünyasında bir kambur gibi büyürken, Elayne'nin yalnızlığını ve mücadelelerini her zamankinden daha derin hissettiriyordu.

 

"Neden onlara gerçeği söylemedin?" diye sordu Ardin.

 

“Neden onlara gerçeği söylemedin?” diye sordu Ardin, sesi yorgun ama meraklıydı. Soru, Aşına’nın içindeki karmaşayı bir kez daha alevlendirdi. Derin bir nefes aldı, aralarındaki bu sessizliğin ağırlığını hissetti.

 

Gerçeği söyleseydi, Ardin yanardı. Belki Ardin, bu ağır sırla baş edebilirdi, ama Ilena… Ilena’nın bu gerçeklerle yüzleşmesi, onu tamamen yıkardı. Elayne, içindeki gerçeğin bu kadar yıkıcı olabileceğini biliyordu ve bu düşünce, kalbini sıkıştırıyordu. Ilena’nın yaşadığı acıyı görmek, Elayne’nin gözünde her zaman korkunç bir yük olmuştu. Belki Ardin, gerçeklerin ağırlığını kaldırabilecek güçteydi, ama Ilena, bu ağır gerçeği kaldıracak kadar kuvvetli değildi.

 

Akademinin kapısından içeri adım attıklarında, geride bir yalan bırakmışlardı. Bu yalan, onların iç dünyasında bir boşluk bırakmıştı; hem gerçeklerin hem de kayıpların bir yankısıydı. Aşına, adım adım içeriye girerken bu yalanın ağırlığını hissedebiliyordu. Her adım, geride bırakılanların yankısı gibiydi, ve bu yankı, akademinin taş duvarları arasında uzun bir gölge gibi uzanıyordu.

 

Aşına, düşüncelerinden yavaşça sıyrılırken, Akil abisinin kaybının ardından yakınlarının gerçek değerini anlamaya başlamıştı. Akil’in ölümünden sonra, ağabeyinin hayatındaki yeri daha net bir şekilde kavramıştı. Akil, sadece bir aile büyüğü değil, aynı zamanda bir destek ve güç kaynağıydı. Onun yokluğunda, akrabalarının ve sevdiklerinin değerini derin bir şekilde hissetmişti. Akil’in kaybı, ona bir insanın ne kadar önemli olabileceğini ve kaybının acısının ne kadar derin olabileceğini gösterdi.

 

Akademinin kapısının eşiğinde, Aşına’nın içinde bir sessizlik vardı. Bu sessizlik, geride bırakılan yalanların ve yaşanan acıların yankısıyla doluydu. Artık, Akil’in yokluğunda, ona olan bağlılığı ve değerini daha iyi anlamıştı. Her şeyin ne kadar önemli olduğunu ve sevdiklerinin değerini kavramıştı; ama bu farkındalık, içindeki acıyı hafifletmiyor, aksine daha da derinleştiriyordu.

 

Düşüncelerinden arındıktan sonra, Aşına ejderhasına binerek doğrudan akademiye doğru yola çıktı. Yıllar önce, Akil abisiyle birlikte bu yere gelme hayalini kurarken, şimdi bu yolculuğu Ardin ile yapmanın hüzünlü bir anlamı vardı. Ejderhasının sırtında, yol boyunca etrafına dikkatlice bakındı. Manzara tanıdık ama bir o kadar da değişmişti; eski hatıraların izleri yeni gerçeklerin üzerine örtülmüştü. Her bir ağaç, her bir dağ, Akil abisiyle paylaştığı anıları hatırlatıyordu ve bu düşünceler, içinde derin bir hüzün oluşturuyordu.

 

Akademiye yaklaştıklarında, gözleri etrafındaki binaları ve hareketli öğrenci kalabalığını taradı. Burası, Akil abisinin abartılı anlatımlarıyla soluksuz dinlediği, rüya gibi bir yerdi. Şimdi, o anlatımların canlı birer parçası karşısındaydı. Binaların yüksekliği, bahçelerin yeşili ve öğrencilerin enerjik hareketleri, hem tanıdık hem de bir o kadar da yabancıydı. Aşına, Akil’in bu yer hakkındaki heyecanını yeniden hissederken, içindeki boşluğu biraz olsun doldurabildi.

 

Aşına, Ardin’i yanında hissederek biraz rahatladı. Ardin’in varlığı, hem destek hem de bir nebze güven veriyordu. Artık Akil abisinin yokluğuna alışmaya çalışırken, bu yeni başlangıçların ve olasılıkların heyecanını da hissetti. Yavaş yavaş, yeni arkadaşlıklar kurmanın ve bu akademi hayatının sunduğu fırsatların heyecanını hissetti. Akil’in anılarının gölgesinde ilerlerken, geleceğin sunduğu yeni deneyimlerin ışığında biraz da olsa umut buluyordu.

 

Akademinin koridorlarında yürürken, Aşına’nın aklı hala Akil abisine ve geçmişe dolup taşıyordu. Ardin onun omzunda, ona destek olmak için her adımda yanındaydı. Elayne Aşına , sevdiklerinin hatıralarını canlı tutmaya kararlıydı ve bunu en iyi şekilde yapmak için zamanla ilerlemeyi hedefledi.

 

Sonunda Ardin ile yatakhanelere varmışlardı. Aşına eşyalarını yerleştirdikten sonra bir an durup iç çekti. Buraya Akil abisiyle geldikleri zamanları düşününce, içinde karışık duygularla dolup taştı. Şimdi ise sevdiği çocuk Ardin ile aynı yatakhanede kalıyorlardı.

 

Yatakhane odasında otururken sessizliği bozan adımları duydu ve hemen gözleri kapıya çevrildi. Kapının ardından gelen kişi kim olabilirdi diye merak etti. Heyecanla baktığı anda, Ardin’in yüzü gülümseyerek belirdi. Aşına’nın içi huzurla dolarken, kalbinin içinde bir sıcaklık yayılıyordu. Ardin, onun için Akil abisinin ardından gelen değerli bir kişiydi ve şimdi onunla birlikte olmak çok güzel bir duyguydu.

 

Yatakhane odasının havası hala biraz melankolik olsa da, Elayne Ardin’in gülüşüyle rahatlamıştı. İki aşık, odada otururken birbirlerinin yanında güvende hissediyorlardı. Masanın üzerindeki kitaplar, odanın sıcak aydınlatması ve mobilyaların sessizliği, onlara yeni bir başlangıç hissi veriyordu.

 

 

Yatakhane duvarlarından yankılanan sessizlik, Elayne’nin düşüncelere dalmasına izin veriyordu. Anılar beyninden geçerken, yüzünde bir tebessüm belirdi. Ardin ile burada geçireceği yeni anılar ve maceralar için sabırsızlanıyordu.

 

Odada sessizlik hüküm sürerken zamanın akışını unutmuşlardı. Aşına’nın içinde, geçmişe ait anılar ve geleceğe dair umutlar yavaş yavaş birleşiyordu. Akil abisinin yokluğu hala hissediliyordu, ancak Aşına , ona saygı duymak ve onun anılarını yaşatmak için hayatını sürdürmeye kararlıydı.

 

Yatakhanedeki sessizliği hafifçe bölen adımlar, Sui'nin gözlerini kapıya yönlendirdi. Charles'ın gülümseyen yüzü, odanın içinde neşe ve sevgi dolu bir atmosfer yarattı. İkisi birlikte burada yeni bir başlangıca adım atmışlardı ve eşsiz bir an paylaşacaklardı. Bu düşüncelerle, Sui'nin yüzünde yeniden bir umut parladı ve ikisinin gelecekteki maceralarına dair heyecanı daha da arttı.

 

Elayne, iyice derin nefes aldı ve kendini banyoya doğru yönlendirdi. Kapıya yaklaştı, sol elini kapının kulbuna doğru uzatıp hafifçe çevirerek kapıyı açtı. O an, içinde büyük bir karar almanın gerekliliğine olan inancı artıyordu. Aynaların yansıttığı görüntü yere çekiyordu onu. Karanlık dolapta saklanan hançeri almak için yaklaştı ve titreyen elleriyle kapıyı açtı.

 

Nefesleri hızla sıklaşmıştı, elleri hançerin keskin soğukluğunu hissediyordu. Başka bir dünya gibi görünen yüzünde bir sis vardı. Anılar, hayaller ve acılar, hepsi birbirine karışmıştı. Elayne, sol elini ağzına götürerek içine düşen çığlıkları bastırmaya çalıştı. Gözyaşları hızla gözlerinden süzülüp yüzüne ulaşıyordu.

 

En sonunda cesaret toplayıp hançeri yavaşça kanatlarına yaklaştırdı. Her hareketinde kalbinin ritmi artıyordu. Hançeri keskin bir şekilde kanatlarına gömdü ve acı içinde çırpınan bedeniyle yere çömeldi. İçindeki ağıt, sessiz odanın her köşesini doldurdu. Acı dolu bir çığlık, sonsuzluğun derinliklerine gömüldü.

 

Elayne,göz yaşları ve çığlıklarla bedenini sarstığı o an, hayatının belirli bir anlamını terk etmişti.

 

 

Loading...
0%