@yazarperest
|
Tanrılar, güçlerinin doruğundayken dahi sınırlarının olduğunu unuttular. Onlara verilen kudreti, kibirle ve oyunlarla harcamaya başlamışlardı. Melezleri, yani tanrı ve ölümlü kanından gelenleri, gözlerinde küçümsediler. Onları savunmasız ve zayıf görüp, birer piyona çevirdiler. Ancak bu kibirli hareketler, kadim zamanların Tanrıçası Rhea’nın sabrını taşırdı. Yüce Tanrıça’nın içi, tanrıların adaletsizliğine karşı duyduğu öfkeyle dolmuştu. Gözlerinin önünde, masum melezlerin acı çekmesine daha fazla izin veremezdi. Sabırla izleyen bir tanrıçadan, adaletin tecellisi olmaya doğru dönüşüyordu artık. Dünyayı titretme vakti gelmişti.
Rhea, doğanın güçlerine hükmeden, evrenin en derin dengelerini anlayan, kudretiyle saygı duyulan bir tanrıçaydı. Fakat bu kez, yalnızca gözlemci olmayacaktı. Olimpos’un görkemli saraylarının üstünde gökyüzü kararıp gürlemeye başladı. Yıldırımlar, tanrılar arasındaki tedirginliği gün yüzüne çıkarırken, toprak ise hafifçe titredi. Rhea’nın doğa ile kurduğu bağ, yeryüzüne bir uyarı niteliğinde yankılanıyordu. Gökler öfkesini taşıyamadı, yağmur yüklü bulutlar ağırlaştı, doğanın kalbi Rhea’nın huzursuzluğunu hissetti. Her adımında, Olimpos’un zirvesinde bir titreme meydana geldi. Altın saraylar ve devasa sütunlar bile onun kudreti karşısında zayıf ve dayanıksız görünüyordu.
"Nasıl olur da size verilen güçleri böylesine kirli oyunlarınıza alet edersiniz!" Rhea'nın yankılanan sesi Olimpos’un zirvelerini sarstı. Bu ses, tanrıların bile titreyeceği kadar kudretliydi. Rüzgarlar Rhea’nın fırtınasını taşıdı, denizler dalgalandı ve dağlar sarsıldı. Doğanın her bir unsuru, onun öfkesiyle birleşmiş, bir birliktelik içinde hareket ediyordu. Atmosfer, aniden ağırlaştı. Gökyüzündeki bulutlar karardı ve fırtınalı bir deniz gibi kabardı. Her bir köşede Rhea’nın gücünün bir yankısı hissedildi; devasa altın sütunlar bile bu öfkenin altında eğildi.
Zeus ve diğer tanrılar, bu kuvvet karşısında sessiz kaldılar. Sonsuz özgüvenle hareket eden tanrıların bakışları şimdi korkuyla dolmuştu. Tanrıların bile korkuyla bahsettiği Rhea’nın kudreti, karşı konulmazdı. Zeus’un bile kalbi sıkıştı; annesinin öfkesini hissettiğinde her zamanki ihtişamından bir iz bile kalmamıştı. Zamanında babası Kronos’u devirdiğinden beri annesiyle aralarındaki mesafe büyümüş, iktidar hırsıyla dolmuştu. Ancak şimdi, annesinin bakışlarındaki derin öfke, aralarındaki tüm mesafeyi eritiyordu. Zeus fısıltıyla, korkudan titreyen bir sesle, "Anne…" dedi.
Olimpos’un zirvesinde ışıklar söndü, sarayların altın duvarları griye döndü. Fırtınalar patlarken, yeraltı sularının uğultusu, toprağın derinliklerinden yükseldi. Doğa, Rhea’nın gazabını yankılıyordu. Dağın zirvesinde toprak çatladı, yer küre Rhea’nın ayak izleriyle çiçekleniyor, ardından bu çiçekler solup çürüyordu. Yaşamın ve ölümün tanrıçası, iki zıt gücü birleştiren bu ihtişamıyla zirvede tek başına duruyordu. Doğanın kadim dengesi, bir annenin öfkesiyle sarsılıyordu.
Zeus, çaresizce bir adım geri çekildi, fakat kaçmanın faydasız olduğunu biliyordu. Rhea’nın gazabı, kaçınılmazdı. Tanrılar ne kadar güçlü olursa olsun, Rhea'nın karşısında boyun eğmekten başka seçenekleri yoktu.
"Yaptıklarınızın cezası olacak elbet. Cezanız, her şeyin en baştan başlaması!" Rhea’nın sesi, tanrıların üzerinde bir hüküm gibi yankılandı. Melezleri savunmasız gören, onların zayıflıklarını oyunlarına alet eden tanrılar, şimdi en savunmasız hallerine geri döneceklerdi. Rhea’nın vereceği ceza, tanrıları gençlik hallerine döndürmek ve onları melezlerle birlikte aynı akademiye göndermekti. Olimpos’un altın saraylarından, ölümlüler dünyasına inmeye mecbur olacaklardı.
Bu ceza, tanrılar için tahmin ettiklerinden çok daha ağırdı. Artık yalnızca güçleriyle değil, bilgelikleriyle de sınanacaklardı. Poseidon, Rhea'nın gözlerindeki öfkeye rağmen bir adım öne çıkıp konuşmaya yeltendi. Denizlerin tanrısı olarak kendini her daim güçlü, sözü geçer hisseden Poseidon, yine de bir açıklama yapabileceğini düşünmüştü. Tam o anda, Rhea elini hızla kaldırdı. Parmaklarının hafif bir hareketiyle tüm atmosfer dondu. Poseidon’un ağzından çıkacak tek bir kelime bile, Rhea’nın istemediği bir anda havada yankılanamazdı. Rhea, Poseidon’un cesaretine şaşırmamıştı; onun ve diğer tanrıların nasıl böylesine kibirli olduklarını iyi biliyordu. Ancak şimdi konuşmak değil, dinlemek zorundaydılar. Söz hakkı onlara verilmediği sürece, bir fısıltı bile çıkarmaya cesaret edemeyeceklerdi. Rhea’nın bakışları, adeta Poseidon’un ruhunu delip geçti. Bir an için, denizlerin en kudretli tanrısı bile bu bakışların altında sarsılmıştı.
"Hayır," dedi Rhea, sesi her zamanki yumuşaklıktan yoksundu, fakat taşıdığı otorite o kadar keskindi ki, Poseidon’un başını eğmekten başka bir seçeneği kalmamıştı. Her adımıyla yer sarsılıyordu; fırtına dolu bulutlar hâlâ dağın tepesinde dolanıyor, doğanın kalbi onun nefesleriyle yankılanıyordu.
Rhea derin bir nefes aldı ve Olimpos’un saraylarını inleten sesiyle devam etti: "Ayrıca…" dedi, sesinin tonundaki kararlılık her kelimenin vurgusunu daha da keskinleştiriyordu. "Olimpos'a geri dönmek? Bu, ancak hak ederseniz mümkün olacak. Güçlerinizi sınırlandırıyorum. Mezun olmadan, Olimpos’a adım atmanız yasak. Unutmayın, bugünden itibaren, kendi koyduğunuz yasaklar sizin için de geçerli olacak."
Tanrılar şaşkın ve korkuyla birbirlerine baktılar. Olimpos’un kadim yasaları, yüzyıllardır ölümlüler için geçerliydi. Fakat şimdi Rhea, bu yasaları tersine çevirmiş, tanrılara bile aynı sınırları dayatmıştı. Bu, onların tahmin edemeyeceği kadar ağır bir cezaydı. Güçleri ellerinden alınmış, birer öğrenciye dönüşmüşlerdi. Her biri artık melezlerle aynı üniversitede okumak zorunda kalacaktı. Göklerde hüküm sürmeye alışmış tanrılar, ölümlülerin dünyasında, onların arasında yaşamayı öğrenmek zorundaydı.
Olimpos’un ışıkları birer birer sönmeye başladı. Altın tahtlar ve saraylar artık eski görkeminden uzak, soğuk ve gri bir manzaraya bürünmüştü. Yüzyıllardır tanrıların hüküm sürdüğü bu dağın zirvesi, Rhea’nın gazabının ardından bomboş ve sessiz kalmıştı. Doğanın kudretiyle büyüyen Rhea, yavaşça tanrılara baktı; her birinin içinde şimdi derin bir korku ve çaresizlik vardı. Zeus, Athena, Poseidon… Hepsi artık sıradan birer öğrenci olacak, kendilerini yeniden ispatlamak zorunda kalacaklardı.
Rhea’nın sözleri, birer hüküm gibi Olimpos’un üstünde yankılandı. "Melezlerle birlikte aynı üniversitede, aynı şartlarda yaşayacak ve okuyacaksınız. Gücünüz, yalnızca bilginiz kadar olacak. Bu, ilahi adaletin tecellisidir."
Her kelime, doğanın öfkesiyle birleşip dağları titretiyor, Olimpos’un yüksek zirvelerinden denizlere kadar her yere yankılanıyordu. Tanrılar, sonsuz yaşamlarında hiç bu kadar savunmasız hissetmemişlerdi. Her biri, kaderlerinin artık Rhea’nın ellerinde olduğunu anlamıştı. Rhea’nın kararı, Olimpos’taki tanrıları sarsmıştı. Tanrılar, ilk kez bu kadar sert bir cezayla karşı karşıya kalıyor, gücün ellerinden alınması fikriyle savaşmak zorunda bırakılıyorlardı. Gözlerindeki korku ve şaşkınlık açıkça belliydi, ancak içlerinden bazıları, kibirlerinden sıyrılıp durumu kabullenememişti. Athena, bilgeliğiyle tanınsa da, bu karar ona bile fazla gelmişti. Yanında, her zaman savaşın kudretiyle gururlanan Ares de aynı hiddetle itiraz etti.
"Bu karara karşıyız!" dedi Athena, sesi her zamanki serinkanlılığını kaybetmişti. “Biz tanrıyız! Nasıl melezlerle aynı yerde olabiliriz? Nasıl onların seviyesine indirilebiliriz?” Ares, yanında homurdandı, savaşçı bakışları şimşek gibi çaktı. "Bu, onurumuza hakarettir!" diye ekledi. Olimpos’un en korkusuz savaşçısı Ares, savaş meydanında bile böylesine öfkeye kapılmamıştı. Ancak bu ceza, tanrılar için düşündüklerinden çok daha ağırdı.
Tam o anda, Rhea’nın yüzünde bir gülümseme belirdi. Bu gülümseme, öfke dolu bir ironiyle doluydu. Ardından, Olimpos’u dolduran bir kahkaha attı, öylesine güçlü ve derin bir kahkaha ki, rüzgar bile saygıdan duraksadı. Olimpos’un zirvesinde fırtınalar aniden kesildi, dağlar ise sarsıldı. Rhea’nın kahkahası doğanın kalbinden yükselip göklere yayıldı, yankısı yeryüzünün en derin köşelerine ulaştı. Bu, tanrılara gerçek gücün ne olduğunu bir kez daha hatırlatan bir kahkahaydı.
"Saygı mı istiyorsunuz?" dedi Rhea, sesi bir hüküm gibi yankılanıyordu. "Saygı, yalnızca hak edenlere verilir. Sizler bu saygıyı çoktan kaybettiniz." Sesi dağların zirvelerinden yankılandı, her kelimesi adeta doğanın damarlarından süzülen bir güç gibi hissedildi. Tanrılar, ilk defa kendilerinden daha üstün bir kudretin karşısında bu kadar savunmasız olduklarını kabul etmek zorundaydılar.
Rhea adımlarını ağır ve kararlı bir şekilde atarken toprak titriyordu. Her adımıyla yeryüzüne çiçekler açıyor, aynı zamanda soluyordu. Yaşam ve ölümün dengesini avucunda tutan bu tanrıça, sadece doğaya değil, tanrılara bile hükmediyordu. Athena ve Ares, güçlerine duydukları güvenle Rhea’ya karşı çıkmışlardı, ancak şimdi bu güvenin ne kadar boş olduğunu anladılar. Tanrılar, kibirlerine yenilmişti.
"Unutmayın," dedi Rhea, sesi artık daha sakin ama bir o kadar da keskin, "Tanrı da olsanız, zirveden aşağı düşmeyeceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Her şeyin elbet bir bedeli vardır. Sizler, melezleri küçümsediniz, oyunlarınıza alet ettiniz. Şimdi ise aynı yolda yürüyecek, aynı sınavlardan geçeceksiniz."
Rhea’nın son sözleri Olimpos’un her köşesinde yankılandı. Tanrılar, doğanın ve evrenin bu en kadim ve en güçlü varlığının önünde diz çökmeyecek kadar gururlu olabilirlerdi, ama artık kaderlerinin ondan kaçamayacak kadar da farkındaydılar. Gözlerinde itaatkarlık ve pişmanlık parıldıyordu, ama bu pişmanlık, Olimpos’un soğuk ve griye dönmüş saraylarına yansıyan bir gölgeden öteye geçemedi.
|
0% |