Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16.Bölüm Genç Han Vuruldu

@yazarperest

Cumhurbaşkanı Karakoç’un vurulduğu haberi geldiğinde, gözlerimi bir an olsun televizyondan ayıramadım. O an, bir askerin kalbinde yankılanan o derin ürpertiyi hissettim. Ekranda, dudakları titreyen sunucu, Cumhurbaşkanının kendi evinde hain bir saldırıya uğradığını açıklıyordu. Yanında eşi Ömür Hatun da bulunuyormuş, ikisi de yaralanmışlardı ama, çok şükür ki hayattaydılar. İçimde bir nebze huzur belirmişti; fakat bu huzur, kısa sürede öfkemin alevleri arasında kayboldu. Cumhurbaşkanını, liderimizi koruyamamış olmanın verdiği suçluluk duygusu yüreğimi yakıyordu. Bu ülkeye huzur ve güvenlik getirmek için canla başla mücadele eden bir lider, evinin içinde saldırıya uğramıştı!

 

Muhaliflerin bu haberi duyduğunda içten içe sevinmiş olabileceklerini düşünmeden edemiyordum. Biz burada, elimiz kolumuz bağlı bir şekilde beklemek zorundayken; ülkenin iyiliği için çabalayan bir lidere saldırıda bulunulmuştu. Ziyaretine gitmek istedim; ona duyduğum sadakati göstermek, moral vermek istedim. Ancak güvenlik önlemleri nedeniyle kimsenin içeri alınmadığını öğrendim, bu durum içimdeki huzursuzluğu daha da artırıyordu.

 

Bir yandan da, orada ikinci eşi Mei Ling Hatun’un da bulunacağını biliyordum. Mei Ling Hatun’la aramız hiçbir zaman iyi olmadı. Çin asıllı olması, benim ise Doğu Türkistan ve Azerbaycan kökenli olmam, aramızda her zaman soğuk bir mesafe oluşturmuştu. Onun bana karşı küçümseyici bakışlarını hep hissetmişimdir. Cumhurbaşkanının, onu ikinci eş olarak seçmesi ise içimde burukluk yaratmıştı. Fakat yine de, Karakoç’a duyduğum saygı, Mei Ling Hatun'a duyduğum nefretin önüne geçiyordu. Bir asker olarak onun ideallerine inanmış, onun emrinde görev yapmıştım. İçimdeki korkuya rağmen, sağlıklı bir şekilde yeniden ayağa kalkacağını bilmek bana teselli veriyordu. Bu ülke, liderini kaybedemezdi.

 

Yanımda bekleyen Böge’nin sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. “Ne yani biz öylece bekleyecek miyiz? Genç Han’ı resmen evinde vurmuşlar, hem de eşiyle beraber!” dedi öfkeyle.

 

Böge'nin serzenişine hak veriyordum. Bir asker olarak, elimiz kolumuz bağlı bir şekilde beklemek hepimizin zoruna gidiyordu. Karakoç iyileşmezse, muhaliflerin lideri İlham Koçoğlu’nun derhal yeniden seçim isteyeceğini biliyordum. Ülkedeki düzenin tehlikeye girmesi ihtimali, içimdeki endişeyi daha da artırıyordu. Hem cumhurbaşkanımızın iyileşmesini, hem de bu saldırının arkasındaki kişilerin bir an önce ortaya çıkarılmasını bekliyordum.

 

Bu ülke, daha iyi bir geleceğe yürürken Karakoç’un liderliğine muhtaçtı; kaybı, bize daha fazlasına mal olabilirdi.

"Yanına gitsek desem, hem güvenlik önlemleri hem de Mei Ling Hatun engeli var," dedi Dikişsiz alçak bir sesle. "O kadın… beni ürpertiyor resmen."

 

Dikişsiz’in söylediklerine katılmamak elde değildi. Mei Ling Hatun’un keskin bakışları ve ince bir alayla yoğrulmuş sözleri, birçoğumuzu rahatsız ediyordu. O kadın, ne yapsak gözünde bir anlam bulmazdı. Öyle bir konuşurdu ki, ne kadar çabalarsak çabalayalım onun soğuk ve küçümseyici sözleri altında adeta ezilirdik. Serzen timinden hoşlanmadığı açıkça belliydi, ve biz de içten içe onun bu mesafeli tavrından hiç hoşlanmıyorduk. Cumhurbaşkanımıza duyduğumuz saygıdan ötürü Mei Ling Hatun’a saygılı davranıyor, mesafemizi koruyorduk; ancak Serzen timi olarak onun bizi gerçekten kabullenmediğini biliyorduk.

 

Gece geç vakit olmuştu. Karargahın karanlık ve rutubetli duvarları arasında yankılanan sessizlik, gerilimi daha da artırıyordu. Soğuk, betondan yapılmış duvarlar ve loş ışıklarla aydınlatılmış koridorlar, hepimizin içinde bir endişe ve huzursuzluk hissi yaratıyordu. Dışarıda şiddetli rüzgar esiyor, karanlık gökyüzü ara sıra çakan şimşeklerle aydınlanıyordu. Bu fırtınalı gece, içinde bulunduğumuz kaosun adeta bir yansıması gibiydi.

 

Saatler geçtikçe huzursuzluğumuz artıyordu. Cumhurbaşkanının durumuyla ilgili haber beklerken, bu sessizlik içinde gergin bir bekleyişle oturuyorduk. Her birimiz, zihnimizde bu hain saldırının sebeplerini ve arkasında kimin olduğunu tartışıyorduk. Dikişsiz ara sıra düşüncelerini dile getiriyor, ama sesini alçaltarak konuşuyordu. Herkes öfkesini bastırmaya çalışsa da, zaman zaman fısıltılar yükseliyor, duygular kontrolden çıkacakmış gibi geliyordu.

 

O sırada Bögü, sessizliği bozdu. "Mei Ling’in o küçümseyici bakışları... İnsan gerçekten irkilmeden edemiyor," dedi öfkeyle.

 

Mei Ling Hatun, dışarıdan bakıldığında soğuk bir kraliçeyi andırıyordu. Siyaha çalan uzun saçları, keskin yüz hatları ve duruşundaki o soğukluk, onun gizemli bir hava katıyordu. Birkaç kez karşılaştığımızda, gözlerini üzerimize diktiğinde sanki ruhumuzun derinliklerine kadar gördüğünü hissediyorduk. O, asla duygularını açık etmeyen, yüzünde sabit bir ifadeyle konuşan biriydi. Cumhurbaşkanının yanında onu görmenin verdiği rahatsızlığı kelimelere dökmek bile zor oluyordu.

 

Bu gergin gece boyunca, Serzen timi olarak hepimiz içimizde fırtınalar koparken sessiz kalmaya çalıştık. Bir yanda Cumhurbaşkanımızın durumu için duyduğumuz endişe, diğer yanda Mei Ling’in varlığıyla duyduğumuz huzursuzluk, bizi zorlu bir sınava tabi tutuyordu.

"Bende anlamıyorum. Ömür Hatun gibi bir eşi varken, niye Mei Ling Hatun'la evlendi?" diye sordu Öksüz, alçak bir sesle. "Tamam, Genç Han'ın elbet nedenleri vardır ama insan merak etmeden duramıyor."

 

Öksüz’ün bu sözlerinde, hepimizin içinde gizlice yankılanan o soru saklıydı. Cumhurbaşkanı Karakoç, yanında Ömür Hatun gibi sadık, bilgili, her daim devlet işlerinde ona destek olan bir eşi varken neden ikinci bir evliliğe ihtiyaç duymuştu? Evet, dinimizin iki eşe izin verdiğini biliyorduk; ama yine de Mei Ling Hatun gibi bambaşka bir kültürden gelen, soğuk ve mesafeli bir kadınla evlenmiş olması bize hep bir muamma olarak görünüyordu.

 

Bir süre sessiz kaldım, zihnimde Cumhurbaşkanı'nın bu kararının ardındaki nedenleri anlamaya çalışarak. Ancak yine de bir neden bulamadım kendimce, üstelik Ömür Hatun’un duruşu, onun her şeyin ötesindeki o zarafeti ve fedakarlığı, Mei Ling’in varlığını bizler için daha da sorgulayıcı kılıyordu.

 

Etrafı bir hüzün ve gerilim sarıyordu. Loş ışıkların aydınlattığı karargah odasında, yüzlerimizdeki düşünceli ifadeler birer gölge gibi beliriyordu. Beton duvarlardan yayılan soğukluk, dışarıdaki sert rüzgarın uğultusuyla birleşiyor ve geceyi adeta bir bilinmezlikle dolduruyordu. Bir yanda Cumhurbaşkanımızın durumu hakkındaki belirsizlik, diğer yanda Mei Ling Hatun’un neden hayatımıza girdiğine dair içimizde birikmiş sorularla boğuluyorduk.

 

Böge de düşüncelere dalmış bir halde, pencereden dışarıya, karanlık gökyüzüne bakıyordu. "Belki de kendince hakli sebepleri vardır Öksüzun dediği gibi " diye mırıldandı sonunda. "Ama insan yine de anlayamıyor. Ömür Hatun’un sevgisi, sadakati ortadayken..."

 

Ömür Hatun denince, yüzümde belirsiz bir tebessüm oluştu. O, Cumhurbaşkanının yanında her daim güven veren bir güçtü. Ömür Hatun’un Cumhurbaşkanına duyduğu bağlılık, bizlere örnek teşkil edecek kadar sağlamdı. Onun sıcakkanlılığı ve içtenliği, etrafında adeta bir ışık saçardı. Mei Ling Hatun ise, onun tam zıttıydı; mesafeli, kapalı bir kutu gibi, içine kimseyi almayan biriydi. Cumhurbaşkanının yanında olduğu her seferinde, soğuk bakışları ve hiç değişmeyen yüz ifadesiyle içimizde tuhaf bir tedirginlik uyandırıyordu.

 

O anda hepimiz, zihnimizde Cumhurbaşkanının kararlarına saygı duymaya çalışarak bu düşüncelerden sıyrılmaya çalıştık. Bizi burada bir araya getiren, Serzen timi olarak verdiğimiz söz ve görevimizdi. Fakat yine de, Cumhurbaşkanının yaralı halde odasında yattığını bilmek, burada onu göremeden beklemek zorunda olmak içimizde fırtınalar kopartıyordu.

“Bize saygı duymak düşer sadece bu karara,” dedim sert bir sesle. “Hadi, herkes işinin başına!”

 

Sözlerim odada yankılanırken, arkadaşlarımın gözlerinde endişe ve öfke dolu bakışlar vardı. Herkesin zihnini kurcalayan bu soruları bir kenara bırakıp görevlerimize dönmemiz gerektiğini biliyordum. Önemli olan, şu anda Cumhurbaşkanı Karakoç’un iyileşmesiydi. Bize düşen de ona olan sadakatimizi, bu zor zamanda gösterdiğimiz kararlılıkla ispatlamaktı.

 

Gündemden geri kalmamak adına, sosyal medyayı sürekli takip ediyorduk. Özellikle _seyofficial_ adında bir Instagram hesabı, her türlü son dakika bilgisini hızlıca yayımlayan güvenilir bir kaynak haline gelmişti. İlk olarak Cumhurbaşkanımızın vurulduğunu, yine _seyofficial_ hesabından öğrenmiştik. O an, telefon ekranında beliren bu acı haber, içimizde sarsıcı bir yankı yaratmıştı. Her birimiz için o an, görev bilinciyle bir araya gelmiş Serzen timinin adeta sınav günüydü.

 

Gecenin koyu karanlığı, karargahın sessizliğinde ağırlaşıyordu. Zaman ilerledikçe, her birimiz daha da geriliyorduk. Soğuk betondan duvarlar arasında, ışıkların solgun parıltısında birer gölge gibi hareket ediyorduk. Dışarıdaki sert rüzgar, bazen pencerelere vuruyor, binanın içinde bir uğultu gibi yankılanıyordu. Bu rüzgarın soğukluğu ve geceye sinmiş karamsarlık, hepimizin içine işlemişti.

 

İçimizdeki huzursuzluk da artıyordu; çünkü sürekli kontrol ettiğimiz Şey hesabı ve diğer haber kaynakları, Cumhurbaşkanının durumuyla ilgili yeni bilgiler yayımladıkça, endişemiz katlanıyordu. Sağlık durumu hakkında belirsiz açıklamalar yapılıyor, net bilgi verilmiyordu. Her birimizde, bu sessiz bekleyişin ağırlığı gittikçe büyüyordu. Cumhurbaşkanımızın yeniden ayağa kalkacağına olan inancımızla bekliyor, bu hain saldırının arkasındaki kişilerin adalete hesap vereceği günü iple çekiyorduk.

 

Telefonlarımıza birer umut kırıntısı için göz gezdirirken, bu hesaplardan gelecek her bilgiye tutunmaya çalışıyorduk. Görevlerimize dönüp dağılmadan önce göz göze geldiğimizde, her birimizin bakışında aynı sadakat, aynı öfke, aynı sabırsızlık ve aynı umut vardı.

 

Loading...
0%