Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@yazarperest

 

 

"Zaman herkesin yarasını iyileştirir derlerdi; ama benim için zaman, derin bir zehir gibi damarlarımda dolaşıyordu. Babamın şehit düştüğü günün üzerinden tam 25 yıl geçmişti. O, yanında en yakın arkadaşı Haşim amca ve onun eşi Meryem abla ile aynı mekânda, aynı anda sonsuzluğa doğru yola çıkmıştı. O günkü patlamanın yankıları hâlâ kulaklarımda çınlıyordu, sanki zamanla değil, yalnızca sessizlikle kaplanmıştı o karanlık an.

 

 

 

Babamın ölümünden sonra, evimiz bir daha asla eskisi gibi olmadı. Annemin bakışları sertleşmiş, sözleri zehirli bir ok gibi bana yönelmişti. Onu suçlayan her kelimesi, içimi biraz daha parçalıyor, beni uzaklaştırıyordu. Her şeyin sorumlusu benmişim gibi hissettiriyordu. Sonunda, bu ağır suçlamalarla baş edemediğim bir gün, evi terk ettim. Arkama bile bakmadan çıktım, annemin varlığında bile yetim hissettiğim o yerden. O günden sonra bir daha asla aynı kişi olamadım.

 

 

 

Annemin sevgisizliği, ruhumda açtığı yaralarla her geçen gün biraz daha derinleşti. Bir başıma sokaklarda dolaşırken, yalnızlığın keskin soğuğu yüzüme vuruyordu. Gözlerimin önünde sürekli babamın yüzü, o hüzünlü gülümsemesi canlanıyordu. Zaman geçtikçe acı hafiflemedi; aksine, derinlere gömüldü ve beni her şeyden daha çok yaralayan bir ağırlık haline geldi. Zamanın iyileştirici gücü yoktu benim için, sadece acıları daha görünmez kılıyordu, ta ki içimdeki boşluk onları tekrar su yüzüne çıkarana kadar.

 

 

 

Terk ettiğim evin kapısı, içimde her zaman kapalı kalacak bir anı oldu. O ev, sanki yıllar önce boşalmış bir kabuk gibi; içerisi soğuk, sessiz ve terk edilmiş. Annem orada hâlâ yaşıyor olabilir, ama artık bu benim evim değil.

 

 

 

 

 

 

 

Düşüncelerimin derinliğinde kaybolmuş yürürken, bir anda sert bir çarpışmayla sarsıldım. Başımı hızla kaldırdığımda, karşımda duran kişiyle göz göze geldim. Yaklaşık 180 cm boyunda, kaslı yapısıyla güçlü bir duruş sergileyen bu genç, o anki gerginliğiyle neredeyse devasa görünüyordu. Hemen ardından, hızla yere eğilip düşen kulaklığını alırken yüzüne yayılan sinirli ifade beni olduğum yere mıhlamıştı.

 

 

 

Etrafımızdaki dünya sanki aniden durdu, etrafımızı çevreleyen caddelerin gürültüsü bile arka planda silikleşti. Gözlerindeki o yoğun öfke, içimdeki tüm savunma mekanizmalarını yıkan bir güç gibi hissettirdi. Gözlerinde parlayan ateş, beni yakıp kül edecekmişçesine bir alevle bakıyordu. Koyu bakışları, içime kadar işleyen bir tehdit gibi üzerime çöktü.

 

 

 

Etrafımızdaki mekân bir an için bulanıklaştı; sanki tüm dünya sadece bu karşılaşmaya odaklanmıştı. Yoldan geçenlerin sesleri, araçların uzaktan gelen uğultusu bile silikleşti. Burası, sokak lambalarının sarı ışıkları altında parıldayan boş bir caddeydi artık, ikimizin arasında görünmez bir gerilim hattı gerilmiş gibiydi. Kalbim hızla atıyor, etrafımdaki her şey yavaşlarken kendi nefes alış verişimi bile duyar hale geliyordum. O an, sadece gözlerinin içindeki öfkeyle yüzleşiyordum, ne yapacağımı bilmeden.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Dikkat etsene!” dedi sinirli bir sesle, kelimeleri havada asılı kalmış gibi sert ve keskin yankılanıyordu. Sanki bu kelimeler, aramızda anında donmuş bir hava yaratmış ve içime doğru buz gibi bir esinti göndermişti. O anda, bu basit uyarının bile damarlarımdaki kanı donduracak bir etkiye sahip olduğunu hissettim. Sesindeki soğukluk, içimde kopan fırtınaları daha da körüklüyordu. Karşımda duran adamın, o sert ve soğuk bakışları tüm özür dileme niyetimi söndürüyordu.

 

 

 

Kelimeleri kulaklarımda yankılanırken, içimde beklenmedik bir öfke kabarmaya başladı. Alt tarafı bir kulaklık! Düşürdüğüm valizim için bu kadar bağırmasına gerek var mıydı? Sinirlerim geriliyor, ellerim istemsizce yumruk oluyordu. Yüzündeki ifade, beni daha da kışkırtıyordu, sanki bana hakaret eder gibi. Sıradan bir çarpışmaydı bu, dünyanın sonu değildi ki!

 

 

 

Ama tam o anda, iç sesim devreye girdi. Derin bir nefes aldım, “Sakin olmalıyım, sakin olmalıyım” diye kendimi telkin etmeye çalıştım. Bu duruma öfkeyle karşılık verirsem işler daha da kötüye giderdi. Gözlerimi adama dikmişken, derinlerde bir yerden gelen sakinleşme çağrısını duyuyordum. Çevremiz sessizleşmiş, sanki tüm dünya bu gerilimi izlemek için durmuş gibiydi. Sokak lambalarının hafif titreyen ışıkları altında, bu karşılaşma bir anlığına sonsuz gibi hissettirdi. Ama içimdeki fırtınayı dizginleyip bu soğuk bakışlarla karşı karşıya gelirken, sakinliğimi korumak tek seçeneğimdi.

 

 

 

 

 

 

 

“Fark ettiysen çarpan sensin! Ayrıca önüne baksana, dağdan mı indin?!” dedim, sesimi zorlukla kontrol ederek. Kelimelerimden çok, onları nasıl söylediğim daha önemliydi. Sinirlerimin gerildiğini hissediyordum, ama kontrolümü kaybetmemek için tüm gücümle çabalıyordum. Karşımdaki çocuğun yüzündeki öfke daha da belirginleşti, kaşları iyice çatıldı, gözlerindeki alev sanki her an beni yakacakmış gibi parlıyordu.

 

 

 

Onun bu alev alev yanan bakışları karşısında bir an için tereddüt ettim. Ama içimde yükselen öfkeyi bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Soluğum, sanki gerilim dolu havayı içime çekmişim gibi ağırdı. Kendimi sakinleştirmeye odaklandım. Eğilip yere düşen valizimi nazikçe kaldırırken, bu küçük hareket bile içimdeki fırtınanın bir nebze dinmesine yardımcı oldu.

 

 

 

O an, kararlılıkla elimi çantama attım, bir defter çıkardım. Deftere ismimi ve IBAN'ımı yazarken, gözlerim karşımda hâlâ sinirle bana bakan çocuğun gözlerinde gezindi. Parmaklarım sert hareketlerle yazıyı tamamlarken, sonunda defteri eline verdim. “Çok önemliyse, neyse parası öderiz,” dedim, sesimdeki kararlılığı vurgulamak için tonumu bilerek biraz daha sertleştirdim. Her şeyin kontrolüm altında olduğunu ona hissettirmek istiyordum.

 

 

 

Defteri eline aldığında, gözlerindeki öfkenin izleri hala duruyordu; fakat yüzündeki sert çizgilerde hafif bir yumuşama fark ettim. Kaşları biraz açılmış, dudaklarındaki gerginlik yerini bir şaşkınlığa bırakmıştı. Ancak bu şaşkınlık bile kısa sürdü, çünkü bakışları hala soğuktu, sanki beni tartıyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde. O an, sessizliğin içinde birbirimize baktık. Sokak lambasının loş ışığı altında, bu gerilimli an bir buz gibi aramızda donmuştu.

 

 

 

 

 

 

 

Elimi cebime sokup derin bir nefes aldım, sanki tavrımı daha da belirginleştirmek için. Dik duruşumla, kendi haklılığımı ve kararlılığımı hissettirmeye çalışıyordum. Bu küçük hareketle, ona karşı üstünlüğümü ve kendime olan güvenimi ifade etmeye çabalıyordum.

 

 

 

 

 

Adam, resmen beni baştan aşağı süzdü ve o sinir bozucu, alaycı gülüşü dudaklarının köşesinde belirdi. İçimdeki öfke, her geçen saniye daha da büyüyordu. Bu adam kendini ne sanıyordu? Sanki bilerek çarpmışım gibi davranıyordu. Gözlerini kısarak, yüzünde hoşnutsuz bir gülümsemeyle konuşmaya başladı:

 

 

 

“Bu kulaklık orijinal parça, paranın yeteceğini sanmam,” dedi, sesi alayla doluydu.

 

 

 

Söyledikleri bir yana, o küçümseyici tavrı, beni içten içe ateşe atıyordu. Gözlerindeki o kibirli bakış, bana değer biçercesine süzüşü, sabrımın sınırlarını iyice zorluyordu. O an, o kadar öfkeliydim ki, sanki damarlarımda kan yerine kızgın lavlar dolaşıyordu. İstemsizce yumruklarım sıkıldı, ama kendimi zorladım. Bu kadar küçümsenmek, böylesine aşağılanmak... İçimde yükselen o patlamaya hazır öfkeyi geri çekmeye çalıştım.

 

 

 

Kendi halinde yürüyüp giderken bir anda bu kaba adamın hedefi olmuştum. Haksız yere suçlanıyordum ve alay ediliyordum. Gözlerimi sinirle devirdim, derin bir nefes alarak sinirlerimi yatıştırmaya çalıştım. Etrafımdaki dünya, yine bir an için durdu sanki. Caddeyi çevreleyen binaların gölgeleri, geceyi kaplayan o karanlık ve yalnız atmosfer içinde iyice üstüme çöküyordu. İçimdeki öfkeyi sakinleştirmek için, o sessizliğe tutunmaya çalıştım.

 

 

 

Ama adamın küçümseyici bakışları ve alaycı gülüşü, bu anı daha da dayanılmaz hale getiriyordu. Gözlerimi ona dikip, öfkemi bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Ama o soğuk tavrı karşısında, sabrım ince bir ip gibi geriliyor, her an kopmak üzereydi.

 

 

 

Loading...
0%