Yeni Üyelik
14.
Bölüm

3.Bölüm

@yazarperest

Valizimi yerden kaldırıp sırtıma aldım. Adamın yanından geçerken ona son bir sert bakış fırlattım; gözlerimdeki kararlılık ve soğukluk, ruh halimi açıkça yansıtıyordu. İçimde, onunla bir daha yüz yüze gelmek istemediğime dair güçlü bir his vardı, ama aynı zamanda sanki bu karşılaşma bir şeylerin habercisi gibiydi. Tehlikeli bir şeylerin...

 

Adımlarım hızlandı, karargaha doğru yürürken çevremdeki sessiz sokaklar sanki benim yalnızlığımı yankılıyor gibiydi. Ayaklarımın altında yankılanan her adım, kafamdaki düşünceleri daha da büyütüyor, içimdeki huzursuzluğu besliyordu. Kapıya yaklaştığımda nöbetçi askerler, kimliğimi kontrol ettikten sonra ağır sürgülü kapıyı sessizce açtılar. İçeri girdiğimde, karargahın karanlık ve uzun koridorlarında adımlarımın yankısı eşlik ediyordu bana. Her nefes alışım o kadar net duyuluyordu ki sanki bu sessizlik beni daha da içine çekiyordu.

 

Valizimi sırtımda taşırken koridorda ilerlemeye devam ettim. Bir yandan, içimdeki ağırlık gitgide artıyordu, sadece valizim değil, zihnimde taşıdığım belirsizlikler de beni yavaşlatıyordu. Ardımda birinin adımlarını duydum, sanki bir gölge gibi peşimden gelen o ses. Bir an arkamı döndüğümde, onun – o sinir bozucu adamın – da peşimden geldiğini fark ettim. İçimdeki gerilim, o an zirveye ulaştı.

 

İlerlerken gözüm, biraz ileride gülüp eğlenen bir grup askere takıldı. O an, içimde tarifsiz bir duygu belirdi; bu sıcak ve samimi ortam, babamın yıllar önce söylediği o sözü hatırlattı bana: "Dolunay, askeri okuldan mezun olduğunda, girdiğin timdeki kişiler yeri geldiğinde kardeşin, dostun olacak. Yeri geldiğinde aileden öte olacaksınız."

 

Babamın sözleri kalbimde yankılanırken, grubun enerjisi ve samimiyeti içimi burkuyordu. Birbirlerine olan bağlılıkları, birlikte güldükleri ve eğlendikleri anlar, gözlerimin dolmasına neden oldu. Bu insanlar sadece arkadaş değil, aynı zamanda birbirlerine bir aile gibiydiler. Belki de gelecekte ben de bu grubun bir parçası olacaktım, ama şu an için içimdeki o yalnızlık ve belirsizlik çok daha ağır basıyordu.

 

Tam bu düşüncelerin içinde kaybolmuşken, grubun bir üyesi bana doğru yaklaştı. Gözlerindeki sıcaklık ve gülümsemesi beni o kasvetli düşüncelerden uzaklaştırdı.

 

“Siz timin yeni üyesisiniz herhalde, Astsubay Dolunay Sakur, değil mi? Ben Metehan, lakabım Atsız. Memnun oldum, Astsubayım,” dedi. Enerjisi o kadar içten ve neşeliydi ki, adeta çevresine ışık saçıyordu.

 

Metehan’ı selamladıktan sonra, etrafa göz gezdirdim. Selim amcamı arıyordum, ancak o sırada Metehan'ın yanında duran sarışın ve yeşil gözlü başka bir adam bana doğru yaklaştı.

 

“Sanırım Tümgeneral Selim Akyürek’i arıyorsunuz, astsubayım. İleride sağ tarafta. Bu arada adım Mehmet, lakabım Dikişsiz,” dedi, dostane bir gülümsemeyle.

 

Mehmet'in “Dikişsiz” lakabı aklımda soru işaretleri uyandırsa da şimdilik merakımı bir kenara bırakıp, Selim amcamın odasına doğru ilerlemeye başladım. Ama içimde bir huzursuzluk vardı; sanki işler düşündüğümden daha karmaşık hale gelecekti.

 

Kapıyı tıklatıp, "Komutanım, girebilir miyim?" diye sordum. Kapının ardında uzun bir sessizlik oldu, derin bir nefes aldım. Ardından Selim amcamın sesi duyuldu:

 

“Gel Sakur... Sen de gel, Böge.”

 

O an, arkamda birinin olduğunu fark ettim. Döndüğümde göz göze geldik – Böge de oradaydı. Evet, o kaba adam meğer timin komutanıydı. O soğuk bakışlar arasında geçen birkaç saniye bana saatler gibi geldi. Selim amca’nın odasına adım attık ve asker selamı verdik. Selim amca gözleriyle bizi süzdükten sonra, derin bir nefes aldı.

 

“Görüyorum ki tanışmışsınız,” dedi, sesinde hafif bir alay vardı. “Sakur, timin komutanı Bulut Böge Aksoy. Böge, bu da timinin yeni Pilot Astsubayı Dolunay Sakur. Kendisi, Şehit Tuğgeneral Muhammed Alparslan Balzaç’ın kızı.”

 

Bu sözler odayı bir anlığına dondurdu. Babamın adı, ortamın üzerine bir ağırlık gibi çöktü. Kalbim sıkıştı, gözlerim donuklaştı. Böge'yle yaşadığım küçük çatışma bir anda önemsizleşmişti, çünkü o sadece bir adam değildi – o, babamın hatırasıyla bağlantılı bir adamdı. Zihnimde dönen belirsizlikler daha da arttı.

 

Selim amcam, sert ama kararlı bir ses tonuyla konuştu:

 

“Sakur, ilk göreviniz hem tehlikeli hem de önemli. Doğu Türkistan’daki soydaşlarımızı Çin zulmünden kurtarmak için gidiyorsunuz. Baban da bu görevde şehit oldu.”

 

Babamın adını duymak, kalbime bir bıçak gibi saplandı. İçimdeki öfke, hüzün ve kararlılık birbirine karıştı. Doğu Türkistan’ın acılarını düşünmek bile yüreğimi sıkıştırıyordu. Ama bu görev, babamın mirasını taşımak demekti.

 

“Emredersiniz, komutanım,” diye cevap verdim. Gözlerimdeki kararlılık ve gurur, içimde yanıp tutuşan görev bilincini yansıtıyordu.

 

Selim amcamı selamlayıp odadan çıkarken, bir an için durup üniformama baktım. Bu üniformayı giymek, babamın bana bıraktığı en büyük mirastı. Bir süre durup düşündüm. Baba, senin izinden gidiyorum, ama seni hala özlüyorum.

 

Aynaya son kez baktıktan sonra, rüzgarın yüzüme dokunuşuyla babamın o son nasihatini hatırladım: “Kalbini öyle birine teslim et ki sana me

ltem rüzgarı, diğerlerine lodos olsun.”

 

Loading...
0%