@yazarperest
|
Şarkının son sözleri, hafızamda bir şeyleri tetiklemişti sanki. Silik ve bulanık da olsa, hatıralar yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı. Bu geri dönüş, beynimde bir ağrıya neden oluyordu, ama yine de hatırlamak iyi bir haberdi.
O sırada Dolunay' a bakıp onu izlerken, küçük Dolunay’ın sesi ve görüntüsü birden zihnimde canlanıverdi. Onun heyecan dolu sesi, yılların ötesinden yankılanır gibi kulağımda çınladı:
"Ben büyüyünce F-16 savaş uçağı pilotu olacağım, Bulut biliyor musun?"
Bu sözler yüzümde sıcak bir gülümsemeye neden oldu. Sakur Hanım, çocukluğundaki bu hayalini gerçekleştirmeyi başarmıştı. Bu düşünce zihnimde dolanırken, birden geçmişe, kendi çocukluğuma gittim. Küçük halim, kendine özgü o net ve keskin sesiyle adeta beynimin içinde yankılandı:
"Sen pilot falan olamazsın kızım, boşuna hayal kurma."
Bu sözleri hatırlamak, içimde bir burukluk yarattı. Bir zamanlar, o masum hayallerin karşısında ne kadar sert ve acımasız olabildiğimi fark ettim. Anılarımdan sıyrılıp tekrar şimdiye döndüğüm de Dolunay elimi sımsıkı tutmuştu, ona gülümsedim ve imada bulundum. "Demek, o inatçı küçük kız her şeye rağmen hayalini gerçekleştirdi?" dedim, şaşkınlıkla ona bakarken. Sözlerim, gözlerinde bir şeyleri harekete geçirmişti. Gözleri doldu, yanaklarına süzülen bir damla yaşa engel olamadı. Ancak o gözyaşının ardında, tarif edilemez bir mutluluk saklıydı. Gözlerine baktığımda, bir an için karşımdaki kişi yerine küçük Dolunay'ı gördüm; hayallerinden asla vazgeçmeyen, zorluklara rağmen dimdik ayakta duran o cesur kızı.
Gözlerinin derinliklerinde, her darbede yaralanmasına rağmen hayata tutunmak için verdiği o büyük mücadeleyi hissettim. Karşımda duran kadın, bir zamanlar küçücük bir çocuk olan Dolunay’dı; düşse de, yaralansa da hayallerinin peşinden koşan, vazgeçmeyen bir savaşçıydı. Dolunay’la birlikte revirden çıkıp arabaya doğru ilerlerken, gözleri sürekli çevresini tarıyordu. Sanki olayın gerçek olup olmadığını anlamak için etrafı kontrol ediyordu. O an, ona dönüp yumuşak bir sesle sordum, "Senin evin nerede olduğunu bilmediğim için bizim eve gitsek sorun olur mu?"
Şaşkınlığı hala geçmemişti; sorduğum soruya yanıt vermek yerine sadece başını hafifçe salladı. Onu dikkatlice arabaya bindirdim, ardından sürücü koltuğuna geçtim. Tam motoru çalıştırmak üzereyken arkadan gelen bir sesle irkildim: "Bizi de bekleyin, Komutanım!"
Başımı çevirince peşimizden gelenin Tırpan ve Dikişsiz olduğunu fark ettim. İkisi de sabırsızlıkla yerlerinde duramıyor, neredeyse koşar adım arabaya doğru yaklaşıyorlardı. Onları durdurmak için hafifçe kaşlarımı çattım ve biraz sert bir ses tonuyla uyardım, "Yerinizde durun bir! Kız zaten yeni çıktı, sonra ziyarete gelirsiniz."
Sözlerim üzerine ikisi de bir an için duraksadı, ama gözlerindeki endişe ve merak hala dinmemişti. Durumu kavramaya çalışıyorlardı, ama Dolunay'ın hâlâ toparlanmaya ihtiyacı olduğunu biliyordum. Bu yüzden dikkatlerini toparlamalarını bekledim, ardından yeniden yola odaklandım. “Neden Tırpan?” dedi Dolunay, sesi merak doluydu. Ona dikiz aynasından baktım; hasta olduğu hiç belli olmuyordu. O an, ne kadar meraklı bir kız olduğunu bir kez daha fark ettim. Maşallah, sorgulayıcı zihni hiç durmuyordu.
Gözlerimi tekrar yola çevirirken cevap verdim, “Savaş alanında tırpan gibi düşmanları biçiyor çünkü. Kandan hoşlanıyor üstelik. Normal değil yani.”
Sözlerim üzerine Dolunay'ın gözleri iyice açıldı. Tırpan hakkında söylediklerim onun hayal gücünü harekete geçirmiş gibiydi. Ama bu konunun onu ürkütmek yerine daha da meraklandırdığını görebiliyordum. Yüzündeki ifade, bu ilginç karakteri daha yakından tanımak istediğini açıkça belli ediyordu. Ne olursa olsun, Dolunay’ın bu güçlü iradesi ve meraklı yapısı, onu her durumda ayakta tutan en büyük özelliğiydi. |
0% |