@yazarruhluadam
|
Ünlü filozof ve Fransız yazar Albert Camus'un bir sözünü çok doğru bulurum. Çok büyük bir haklılık payı var o sözde. O söz şöyle miydi? "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, O ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın." demiş Albert Camus. Ne kadar doğru konuşmuş. Biz aslında 1996 yılından beri Woodsboro'yu tanıyoruz. Ama bu kadarı fazlaydı. Psikopat bir kadın ve hayalet katil insanları avlıyordu. Ya silahın kabzasıyla kafalarına vurup öldürüyordu. Ya fırına atıyordu. Son olarak ise hırsını alabilmek için defalarca kez bıçaklıyordu. Sadece bu 5 gün bile Woodsboro'yu iyice tanımama yetmişti. Ama buradaki baş kahramanlarımız olan Ellie ve Patrick yaşama tutunabiliyordu. Bunun sebebi ise bu baş kahramanlarımızın aydınlıktan korkması. Çünkü onlar hayatın bütün gerçekleriyle erken yüzleşmek zorunda kaldılar. Belki bu adam ne saçmalıyor diyebilirsiniz? O yüzden 1.Bölümün ilk kısmını okumanızı öneririm. Eğer okursanız belki bana hak verebilirsiniz. Belki bu kitabın takipçileri bütün bölümleri okuduysa bana hak verir. Aslında bölümlerin adında bile bir işaret var. Belki fark etmemiş olabilirsiniz. Ama hepimizin önü, arkası , sağı, solu, uçurum. Hepimiz zifiri karanlıkta savaşıyoruz. Ve bu savaşta her bir yanımız kabus. Hepimiz birer sıfır noktasından geçiyoruz. Daha doğrusu bir dönüm noktası diyoruz bu noktaya. Hepimiz bir sonun başlangıcındayız. İşte bunlar yaşanmışlığın ve aydınlıktan korkmamızın belirtileridir. Gene uzattım değil mi isterseniz hemen geçelim. İçim bir anda buz kesilmişti. Fotoğraf adeta beni dehşete düşürmüştü. Nancy, Jack ve Leo'nun ağzını burnunu kırıp fotoğrafını bana atmıştı. Gözlerim dolmuştu bir anlığına... Arkadaşlarım adına o kadar üzülmüştüm ki... Onları kaybetmek istemiyordum... Onlar her acı çektiğinde sanki ben acı çekiyordum... Yedikleri her darbede sanki o acıyı kalbimde hissediyor gibiydim... Onları bu şekilde kaybetmek istemiyordum... Eğer ben ve kardeşim biraz da olsa içimizde bir umut ve sevgi belirtisi gösteriyorsak onların bize olan inancı sayesinde olmuştu... Onlar bizim herşeyimizdi... Onlar... Onlar arkadaştan öte bizim ailemizdi... Patrick bir anda bütün masayı dağıttı ve bağırarak "GENE ELİMİZDEN KAÇIRDIK BU KADINI. " dedi. Ben ise adeta bir şok içindeydim. Bu kadın bu sefer arkadaşlarımızla uğraşmaya başlamıştı. Sonra Patrick ile beraber 911'i aradık. Polisler 3-4 dakika içinde gelmişti. Onlarda aynı bizim gibi şok içinde ekrana bakıyordu. Polisler "Bu iki çocuğu bu kadının elinden kurtarmamız lazım. Yoksa her şey için çok geç olacak." dedi. Ellie ağlayarak "Lütfen onları kurtarın." diye adeta yalvarıyordu. Polisler ise Ellie'ye "Ellie onları kurtaracağız lütfen sakin ol. Buradaki bütün ekipler onları bulmak için seferber oluyorlar." dediler. Patrick ise sinirlenerek "BU SEFERBER OLDUĞUNUZ HALİ Mİ?" diye bağırdı. Polislerden biri "KES SESİNİ." diye bağırdı. Patrick "ONLAR ŞU ANDA NEDEN ORADA CAN ÇEKİŞİYORLAR HA! SİZİN HER 5 DAKİKA ARAYLA BU LANET KADINI ELİNİZDEN KAÇIRMANIZ YÜZÜNDEN. ELLİE VE BEN AZ KALSIN ÖLÜYORDUK." diye çıkıştı. Polis susmayı tercih etti. Bir süre sonra telefonum çaldı. Nancy beni arıyordu. Telefonu açmamla beraber Nancy "Sürprizimi beğendin mi Ellie?" dedi. Ben artık dayanamayıp ağladım ve "Lütfen artık peşimizi bırak. Günden güne ölüyoruz lütfen artık peşimizi bırak." dedim. Nancy kahkaha atarak " Amacım zaten o Ellie." dedi. Ben ise daha fazla dayanamayarak "Burası Woodsboro Nancy. Burada bir Sidney Prescott veya Bir Gale Weathers varsa artık yaşama şansın yok demektir." dedim. Nancy ise o korkunç kahkahasına devam ederek "O zaman acı gerçekleri açıklayabilirim. Onlarda hiç beklemedikleri bir anda ölecek. VEEE SADECE ŞUNU SÖYLEYEBİLİRİM ELLİE, SADECE 2 GÜNÜNÜZ KALDI." Ben ise gülerek "Sonun başlangıcı için mi yoksa seni öldürmem için mi 2 gün kaldı? Gerçi Patrick bana bırakmadan seni kendi elleriyle öldürür Nancy." dedim. Nancy gülerek "Patrick'in ve Senin kanını akıtmak inan benim için çok zevkli olacak Ellie." dedi ve telefonu kapattı. Polislerden biri "Telefonun arandığı yerin konumunu aramaya çalışıyoruz ama sürekli parazitleniyor sistemler. Demek ki birileri dersine iyi çalışmış." dedi. Daha ne olduğunu anlayamadan polis merkezine geldik. Tabii ki benimle beraber Dizüstü bilgisayarım ve telefonumda öyle. Çünkü Nancy'nin bulunmasını sağlayacak olan tek kanıt bu iki delildi. Komiserlerden biri gelip "Microsoft şirketi ile iletişime geçmeye çalışıyoruz. Henüz cevap veren yok maalesef. Ayrıca daha henüz kullanıcıya yayımlanmamış bir edisyonu kullanıyorsun Ellie dedi. Windows 2000 daha çıkmadı. Bu işimizi maalesef daha da çok zorlaştırıyor." dedi. Neredeyse 3 hafta geçti. Ama ne bir sonuç vardı ne de bir kanıt. Artık her geçen gün ümidim daha çok bitmeye başladı. Derken pazar günü aniden telefonum çaldı. Karakolda konuştuğu memur bana Jack ve Leo'yu bulduk dedi. Hemen Patrick'e, Anneme ve Babama haber verdim. Karakola geldik. Gece civarlarında operasyon düzenleneceği bilgisi geldi. Saatler bir türlü geçmek bitmek bilmiyordu. Onları kurtaracağımız için mutlu hissediyordum kendimi. Ama bir yanımda bir huzursuzluk vardı. Sanki bir şeyler olacakmış gibi hissediyordum. İçim içimi kemiriyordu. Derken saat gece yarısına geldi. Operasyon başlamıştı. Patrick ve Ben çelik yelek giymiştik. Elimizde ise bir tabanca vardı. Bir depoya geldik. Etrafına bakıyorduk ama hiçbir şey yoktu. Telefonum tekrardan çaldı ve Nancy "Beni bulmanız bu kadar kolay olmamalıydı." dedi. Ben ise "Sonun yaklaştı cadı kadın." dedim ve deponun içine girdim. Nancy elini salladı ve "Rus Ruletine hoş geldin Ellie." dedi. Tam o anda Patrick içeri girdi ve "YOLUN SONUNA GELDİN SÜRTÜK." dedi. Patrick ve Ben koşarak Nancy'nin üstüne atladık. İkimizde tekme, tokat , yumruk ne varsa vuruyorduk. Nancy tüm gücüyle bizi itekledi ve yerde tekmelemeye başladı. Ve Patrick'e "İlk karşılaştığımız günü hatırlıyor musun Patrick beni böyle bir zeminde tekmelemiştin. Şimdi intikam zamanı dedi ve silahı Patrick'in başına dayadığı sırada Annem içeri girdi ve silahıyla çabuk o silahı indir dedi. Nancy pes etmedi. O vurucu darbeyi Annemizin kalbine vurmuştu. Ah canım annem o gün orada öleceğini nasıl bilebilirdi. Evlatlarını kurtarmaya çalışırken oracıkta can vermişti. Ve Ben ağlayarak "Anne lütfen ölme Anne." diyerek ağladım. Nancy ise gülerek "Acı çekmenin ne olduğunu anladınız mı çocuklar?" dedi. Tam o sırada arkadan Jack Nancy'nin kafasına sopayla vurdu. Ben ise artık cinnet geçiriyordum. Tam o sırada gözüme yerdeki kasap bıçağı ilişti. Yerden aldım ve hızlıca koşarak Nancy'nin ağzına ve karnına sapladım. Bir süreliğine yere düştü ve sonra gene kaçtı. Ve o gün yani 7 Ocak 2000 gününde anladım ölümün nasıl vurucu darbesini attığını. |
0% |