@yazarruhluadam
|
İngiltere'nin erken sabah sisi, Londra sokaklarını gri bir örtüyle kaplamıştı. Havadaki yoğun nem, kaldırımlara ürpertici bir sakinlik getirmişti. Soğuk bir rüzgar, sanki kentin her köşesinde saklanan karanlık sırları fısıldar gibiydi. Hala uyuyan binaların, eski taş duvarların ardında kalanlar, bir gecenin sonunda yalnızca bir gizemi daha derinleştirmek üzereydi. Londra Üniversitesi'nin ağır demir kapıları bu kez biraz daha karamsar bir havayla açılmıştı. Patrick ve Ellie, binanın serin taş zemininde ağır adımlarla ilerlerken sessizce birbirlerine bakarak yürüdüler. Sessizliğin ardında fısıltılar dolaşıyordu; herkes göz ucuyla onlara bakıyordu. Ellie, başını azıcık eğerek Patrick’e fısıldadı: "Burada işler giderek daha da tuhaflaşıyor, değil mi?" Patrick derin bir nefes alarak etrafına göz gezdirdi. "Bunu nasıl açıklayabiliriz bilmiyorum, Ellie. Ama sanki eski dosyalar birer hayalet gibi peşimizi bırakmıyor." Arka planda hafif bir ayak sesi duyuldu. Noah, ellerinde birkaç gazete küpürleriyle yanlarına geldi. Gazeteler, çarpıcı başlıklarla doluydu; "Gizemli Cinayetlerin Ardındaki Karanlık Güç!", "Bıçaklı Saldırgan Londra’da Yeniden Hortladı!" Noah, kaşlarını çatmış bir şekilde Patrick'e döndü. "Dün gece… bir başka öğrenci saldırıya uğramış. Ve kimse bir şey görmemiş." Ellie'nin gözleri endişeyle açıldı. "Ne demek istiyorsun, kimse bir şey görmemiş?" Noah derin bir nefes aldı ve gazeteyi onlara gösterdi. "Polis açıklamıyor, ama öğrencilere göre olay yeri sanki özenle silinmiş gibi. Hiçbir iz, hiçbir ipucu. Biri burada oyun oynuyor ve bizim bilmediğimiz kuralları var." Bu sırada okul koridorunda Melissa, elinde kahve bardağıyla hızlıca geçerken grubun yanında durdu. Yüzündeki soğukkanlı ifade, yaşanan kaosun onda bir iz bırakmadığını gösteriyordu. Melissa, gazeteyi göz ucuyla süzdükten sonra, soğukkanlılıkla konuştu: "Bir cinayet daha, ha? Ve herkes yine telaş içinde. Anlaşılan bizden biri bu sefer daha dikkatli davranmak zorunda kalacak." Patrick'in bakışları bir an Melissa'ya kaydı, yüzündeki alaycı ifadeyi görmezden gelmeye çalıştı. Ama Ellie, hafif bir sinirle sordu: "Bu olanları eğlenceli mi buluyorsun, Melissa? Burada insanlar ölüyor." Melissa soğukkanlılıkla omuz silkerek cevap verdi. "Ben sadece, belki de bu kadar karmaşık bir işin içinde bir ipucu bulmamız gerektiğini söylüyorum. Korkuya kapılarak hiçbir şey başaramayız, Ellie." Bu sırada kapının dışında, sessiz bir gölge hafifçe kıpırdandı; odada hiçbir şey fark edilmemiş gibi görünüyordu, ama her şeyin onları izleyen bir çift göz olduğunu hissettirdi. Grup arasında kısa bir sessizlik oldu. Ardından Patrick’in telefonu ansızın çaldı. Gelen arama, tanımadığı bir numaraydı, fakat bir tür içgüdüyle cevap verdi. Telefonun ucundaki ses ince ve alaycıydı: "Günün nasıl, Patrick? Kendini hala güvende hissediyor musun?" Patrick şaşkınlıkla bir nefes aldı. "Kimsin sen?" "Ah, merak ediyorsan daha fazlasını öğreneceksin, dostum. Ama şu an… yalnızca bir uyarı olarak kabul et bunu. Karşılaşacağınız daha birçok sır var. Londra’nın gölgelerinde dolaşmak, bazen geri dönüşü olmayan yollara sokar insanı." Telefon kapanırken Ellie, Patrick'in yüzündeki ifadenin kasvetini fark etti. Başka bir şey sormadı, ama ikisi de biliyordu ki her adımlarında gerçeğe daha da yaklaşıyorlardı. Telefonun aniden kapanmasının ardından, Patrick birkaç saniye sessiz kaldı, zihninde yankılanan tehdidin ağırlığını omuzlarında hissetti. Ellie ise onun gerginliğini hemen fark etmiş, Patrick’in bu tavrını ilk kez görüyormuş gibi bir bakışla ona baktı. “Ne dedi?” diye sordu Ellie, sesi merak ve endişe doluydu. Patrick gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. “Bir uyarıydı… ya da bir meydan okuma. Kim olduğunu söylemedi, ama bizim Londra’da kök salmış bir şeyi aradığımızı ima etti.” Ardından başını hafifçe iki yana sallayarak mırıldandı, “Bu adam... tüm bu gizemle oynamaktan keyif alıyor.” Ellie’nin yüzü, duyduğu korkunun etkisiyle solgunlaştı. Kendisini toparlayarak, “Demek bizi izliyor,” dedi, gözleri koridordaki gölgeleri tararken. “Ve kim bilir daha ne kadar zamandır izliyor.” O sırada grup, koridor boyunca ilerleyen bir gölge fark etti. Kısa bir an, herkes birbirine bakarak aynı soruyu düşündü: Gözlerinin önündeki bu silüet onların ardında bıraktıkları dehşetin bir parçası mıydı, yoksa başka bir kurban mı olacaktı? Bir süre sonra, grup Londra Üniversitesi’nin geniş avlusuna çıktı. Bulutlar arasında parlayan solgun güneş, eski taş binaların soğuk yüzeylerini aydınlatıyordu. Herkesin aklında sorular ve kalplerinde gitgide büyüyen bir korku vardı. O sırada Noah ve Olivia, geride kalarak kendi aralarında konuşmaya başladılar. Noah, “Bence bu işin ardında sadece bir psikopat değil, köklü bir organizasyon var,” diyerek Olivia’ya düşündüklerini açıkladı. “Görüyorsun ya, son cinayetler sanki eski olaylara gönderme yapıyor. Bu kadar düzenli ve detaylı bir şekilde iz bırakmadan nasıl başarabilirler?” Olivia ise tedirgin bir ifadeyle etrafına bakarak, “Ya gerçekten de karanlık bir örgütse? Londra’nın yer altına kök salmış, tarihin tozlu sayfalarında adı geçen bir cemaat gibi,” dedi. Sesinde hem korku hem de merak vardı. Bu sırada diğerleri, Londra’daki karanlık geçmişin izlerini taşıyan yeni ipuçları aramak için etrafa dağıldı. Ellie ve Patrick, Üniversitenin arşiv bölümüne doğru ilerlediler. Eski gazeteler, dosyalar, katliamlarla ilgili raporlar arasında gezinirken Patrick, 2002 yılında Megan Larson’ın ölümüne dair bir haber kupürüne takıldı. Başlık, “Efsane Katil Geri Döndü mü?” şeklindeydi. Patrick, bu başlığı okurken Ellie’nin gözleri doldu; Ellie, karısının geçmişini hatırlamaktan her zaman kaçınmıştı. “Bunu neden buldun, Patrick?” diye sordu Ellie, sesi hafifçe titreyerek. Patrick nazikçe kupürü elinden aldı ve Ellie’ye baktı. “Belki de bu işin ucu çok daha derinlerde, Ellie. Bütün bu cinayetler, senin annenin ölümünden bu yana asla kapanmadı. Londra bir hayalet gibi karanlık sırlarını içinde saklıyor ve biri bunları ortaya çıkarmaya çalışıyor.” Ellie, Patrick’in omzuna hafifçe dokunarak, “O zaman, her şeyi öğrenene kadar pes etmeyeceğiz,” dedi, gözlerinde kararlılık parlıyordu. O sırada, okulun hoparlörlerinden çınlayan tiz bir anons sesiyle herkes bir anda irkildi. “Tüm öğrenciler dikkat! Londra Üniversitesi’ndeki son olaylarla ilgili soruşturma başlatılmıştır. Lütfen binayı yavaşça terk edin ve ekiplerin talimatlarına uyun.” Bu duyurunun ardından grup hızla çıkışa doğru yöneldi. Koridorlarda panikleyen öğrenciler, fısıltılar ve dedikodular eşliğinde hızla kampüsü boşaltmaya başladı. Patrick, Ellie ve diğerleri dışarı çıktıklarında, okulun kapısının önünde bekleyen gazeteci Gale Weathers’ı gördüler. Gale, kameralar eşliğinde olayları kayıt altına alıyor, öğrencilere sorular soruyordu. Patrick, Gale’i görür görmez yüzünü buruşturdu. “Gale burada olduğu sürece işler daha da karmaşıklaşacak. İnsanların korkularını kullanmayı iyi bilir,” dedi. Gale onları fark etmişti. Yanlarına doğru yaklaşarak mikrofonunu uzattı, “Patrick Larson! Şu an olanlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Tüm bu cinayetler, eski ve yeni korkular arasında bir bağ mı var?” Patrick, Gale’in gözlerine bakarak soğukkanlı bir ifadeyle, “Londra’da ne oluyorsa, herkesin bildiğinden fazlasını içeriyor. Ama biz bu kez hiçbir şeyin peşini bırakmayacağız,” dedi. Gale, Patrick’in bu yanıtını duyunca, bakışlarında alaycı bir ifade oluştu. “Umarım, Patrick,” dedi. “Çünkü Londra’da hayaletler uyanmışsa, bu hayaletler sizi asla yalnız bırakmayacaktır.” Patrick ve Ellie, Gale’in söylediklerini duymazdan gelerek yavaşça uzaklaştılar. Ancak ikisinin de içinde bir his vardı: Bu işin sonu daha büyük sırlar ve daha derin korkularla örülüydü. |
0% |