@yazdostum
|
İlk başta şunu söylemek istiyorum bölüm daha erken gelecekti ama maalesef iki kere kaydetmeden çıkmışım :d Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum, iyi okumalar...
Dumanı üstündeki kahvemi alıp salona geçtim, tekli koltuklardan birine oturup ayağımı karşımdaki küçük sehpaya uzattım, mayışan vücudum ve sıcak kahve kokusu özlediğim şeylerden biriydi. Sırtımı iyice koltuğa yasladığımda kahvemden bir yudum aldım ve pencereden dışarı baktım. Gökdelende oturduğum için her şey küçük görünüyordu, etrafı incelerken kar yağmaya başladı, beyaz noktalar yavaşça süzülürken bazıları cama çarpıyordu. Etrafta ses yoktu, tamda istediğim gibiydi, rahatlamalık ve kafa dinlemelik bir ortamdı. Kahvemden bir yudum daha aldığımda kapım gürültülü bir şekilde çalmaya başladı, her kim kapıya vuruyorsa aynı zamanda zile de basıyordu, kahvemi sehpanın üstüne koyduğumda kapıyı açtım, Barış nefes nefese bir şekilde içeriye girdi, kapıdan dışarıya baktığımda kimsenin olmadığını gördüm ve kapattım "Hayırdır peşinde biri mi vardı bu ne hal?" Barış nefesini toplamaya çlışırken "Neden aradığımda açmıyorsun?" dedi. Ayda yılda bir izin aldığımda kafa dinlemek ve olabildiğince az insanla muhattap olmak için telefonumu kapatıyordum bunu da menejerimin yani Barış'ın biliyor olması lazımdı "Telefonum kapalıydı" daha fazla ayakta kalmamak için çalışma odasına doğru ilerledik, ben kolyuğuma oturduğumda Barış da karşımdaki koltuğa oturdu, nefesini düzenlemişti "Bir görevin var." duyduğum şeyle kahkaha atmaya başladım "İzinliyim, maaşımı kesseniz bile yapmam bu işi" Barış yanındaki çantadan birkaç dosya çıkarıp masamın üstüne koydu "Önder Bey bu işi sana verdi, anlayacağın öyle sıradan bir iş değil." koltuğumda geriye doğru yaslandım, sikseler bu işi yapmam "Umurumda değil, izinliyim!" Barış konuşacağı an telefonuna bir mesaj geldi ve ona baktı, birkaç kelime bir şey yazdı ve gönerdi, bakışlarını tekrar bana çevirdiğinde böyle davranarak onu zor duruma düşürdüğümü anladım "Önder bey tatilini sonra yapabileceğini söyledi." Önder beyde çok sikimdeydi zaten. Barış'ın beni ikna edemeyeceğini söyleyecekken cebimdeki telefonum çaldı. Arayan kişiyi görünce Barış'a yandan bir bakış attım ve aramayı cevapladım "Kara Vezirlerin patronu Oğuz Beyler bizi ararlar mıymış ya(?)" alaycı bir şekilde konuşmaya başlamama Oğuz şaşırmamıştı "Bak Mavi bu görev çok önemli, yapmak zorundasın, imzalar atıldı ve sürenin başlamasına az kaldı." dedikleri bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyordu "Yani?" karşı taraftan bir oflama sesi geldi "Bak Mavi bu olaydan sonra istersen bir ay izin al ama lütfen şimdi şu işi yap hem eğer bu işi halledebilirsen ünlü olursun." yavaştan merak etmeye başlamıştım, kimin imfaz emri verilmişti ki? "İnan bana ünlü olmak sikimde değil ama bir aylık izin ilgimi çekti." Karşımdaki Barş da merakla beni dinliyordu "Yemin ederim bir ay izin veririm yeter ki sen evet de" yemin etmeler, lütfen demeler noluyor lan! "Tamam kabul" Oğuz'un 'şükür' diyişini duydum "Ama bir aylık iznimi alırım" dememin ardından Oğuz ağzında bir şeyler geveledi ve ardın devam etti "Yalnız imfaz emrini çıkartan adam seninle buluşmak istiyor" bakışlarımı Barış'a çevirdim, Oğuz'un dediklerini duymuyordu bu yüzden bir anda ona bakmamdan korkmuştu "Ne alaka bu şimdi?" bir de başımıza bu iş çıktı "Bilmiyorum adam istedi, boş ver yarım saat konuşursunuz, sana bir konum ve saat göndereceğim orada adamla buluşursunuz ayrıca Barış sana anlatır detayları hadi kolay gelsin" ardından telefon kapandı, kapanan telefonun ardınan bakakaldım, az önce ben tatilimin içine mi ettim? Bu kadar hızlı kabul etmemeliydim, ne oldu bana? Telefonumu kapatıp Barış'a yöneldim "Anlat bakalım" Barış kısa bir boğaz temizlemenin ardından anlatmaya başladı: "İnfaz emrini veren Alex diye biri, yani buluşacağın adam, imfaz edilecek kişi de Rüzgar Morgan-" Morgan adını duyduğum gibi söze atladım "Bildiğimiz, ingiliz mafyası olan Morganlardan mı bahsediyoruz?" Morganları tanımadım ama şanlarını duymayan kalmamıştır "Evet, William Morgan'ın oğlu Rüzgar Morgan" kaşlarım hayretle havalandı "Oğlu bir de? Hem onlar Türkiye de mi, ne işleri var onların burada?" Barış sabır dilenircesine tavana baktığında sınırları aşıyor olmalıydım ama adı üstünde Morganlar babası neyse oğlu da o dur "Türkiyedeler ve neden burada olduklarını bilmiyorum eğer izin verirsen anlatacağım" kafamı salladığımda devam etti: "Anlaşmlara imzalandıktan 24 saat sonra bir haftalık süreç başlayacak, Alex'in koyduğu maddeye göre sen Rüzgar'ı öldüreceğin an o da orada olacak." anlamak istercesine yüzüne baktım ama sonrasında "Bu etik değil, deşifre olabiliriz ve ya başka bir şey ayrıca bu yönetmeliğin kurduğu kurallara aykırı" Barış bilmiyorum dercesine omuz silkeledi "Haklısın ama bunun için ayrıyetten bir gizlilik anlaşması imzaladılar onlar da burada." masanın üstündeki dosyalardan birinin içinden bir kağıt çıkardı ve devam etti "Ama belki böyle bir anlaşma yapmış olmalarında Alex'ın vereceği paranın üç katını teklif etmesi etkili olmuş olabilir." elimdeki kağıdı incelerken duyduğum şeylerle gözlerimi belertip Barış'a baktım "Ne diyosun!" şaşırmıştım ve bu adamın kim olduğunu cidden merat etmeye başlamıştım. "Gördüğün gibi gizlilik sözleşmesi öyle, burada da Rüzgar Morgan hakkında yaptığım araştırmaların sonucu" eline kalın sayılabilecek bir dosya alıp önüme koydu "Öyle bayıltıp götürelim, kaçsın yakalayılım tarzı bir şey yapamayız, adam restoranta gitse mutfak bölümü kendi adamı kaynıyor zaten öyle kaçacak birine de benzemiyor, benim aklıma bir fikir gelmedi" Barış söylediklerinde haklıydı, zeki bir plan lazımdı bize "Peki öldüremezsem" insanın ilk aklına bu geliyordu, zor iş değildi, yapabilirdim ama sonuçlarını öğrenirsem belki hırslanırdım "Ne öldüremezsen" gözlerimi devirdim "Hani normalde imfaz emri verilen kişiyi öldüremediğimizde para iadesi yapıyoruz ya, bu adam eminim ki para iadesi gibi kolay bir yolla bu işten sıyrılmamızı istememiştir"Barış elleri titreyerek önümdeki bir dosyadan kağıt çıkardı ve önüme koydu, anlaşmayı dikkatlice inceledim. Toplamda on sekiz maddeden oluşan ancak bir maddesinin puntosu diğer maddelerin puntosundan farklıydı, kırmızıydı. Kırmızı olan madde de zaten bildiğimiz gibi Alex denen adam Rüzgar Morgan ölürken orada olmak istediğini belirtmişti, hızlıca göz attığında herhangi bir sorun görünmüyordu ama ben yine de bütün maddeleri tek tek okudum, sıra yedinci maddeye geldiğinde, okuduğum şeylere hem inanamadım hem de patronum olacak o adamın bunu nasıl kabul ettiğine sinirlendim. Barış bir şeylerin ters gittiğini anlamış olmalı ki ayağa kalkıp yanıma geldi, aynı yedinci maddeyi okuduğunda ağzından şaşırma nidaları döküldü "Ama bu bildiğin saçmalık, hatta saçmalık değil farklı bir boyut bu" Barış olayı anlamaya çalışırken ben hala 'acaba yanlış mı okudum' diye tekrar okuyordum. 'Rüzgar Morgan'ın öldürülememesi takdirinde *1000000* dolar para cezası geçerli olacaktır. Para verilemeyecek olursa bu işte başarısız olan kişi... "Amına koyayım üç nokta ne!" bütün maddeleri tek tek okuduğumda daha önceki sözleşmeler gibi olduğunu gördüm ama bu yedinci madde hiç bir şey ifade etmiyordu, 'bu işte başarısız olan kişi' yani ben, devamı yok ve bunu muhtemelen bilerek yaptılar. Ayağa kalktım ve odanın içinde turlamaya başladım, al sana hırslanacak bir neden, belirsizlik mi yoksa ölüm mü derseniz ölümü seçerim, bu belirsizlik her şey olabilirdi, Oğuz'un dedikleri aklıma gelince telefonu elime aldım, mesaj atmıştı, saat üç buçuk da bir kafede Alexle buluşacaktım, şu anki saate baktığımda sadece yarım saatimin kaldığını anladım, burada fazla zaman kaybetmiştik. Odama geçip dolabımı açtım, dışarıda hala kar yağdığı için, kazak ve pantolan tercih etmiştim, çizmelerim, montum ve eldivenimi de yanıma aldım, kapıda çizmelerimi giyerken Barış'a seslendim "Kendi evin gibi takıl, ben gelene kadar da şu Fırtına mıdır, Rüzgar mıdır her neyse onu biraz daha derin araştır." Kapıyı çekip çıktım, Oğuz'un attığı konum evime yakındı bu yüzden yürüyerek gidecektim. Asansör geldiğinde binip zemin kata inmesini bekledim bu sırada cebimdeki telefonum titredi, muhtemelen kaşla göz arasında Barış telefonu cebime koymuştu, eldivenlerimi koltuk altıma koyup telefonu açtım, bildirim Barışdan gelmişti 'Dikkatli ol!" diye, tebessüm edip 'Tamamdır' yazdım ve telefonu sessize alıp asansörden indim, elime eldivenlerimi geçirip, montumun şapkasını da kafama geçirmiştim, dışarıda ayaz varken cicili bicili şeyler giyemezdim, zaten pekte ilgimi çektiği söylenemez. Buluşma noktası olan kafeye gelmiştim, cebimdeki telefondan saate baktığımda 15.42 olduğunu gördüm, geç kalmıştım. Kafeden içeri girdiğimde ortamın sıcaklığı hoşuma gitmişti, etrafa göz gezdirdiğimde Alex denen bu adamın dış görünüşünü bilmediğim için nasıl bulacağımı düşünüyordum, tam bu sırada arkamda birini hissettim, arkamdaki kimse çok yoğun bir şekilde tarçın kokusu aldım, arkamı döndüğümde sarı saçlı, kahve gözlü bir adam gördüm, ellerini cebine koymuş bana bakıyordu, saatine bakıp "14 dakika!" dedi, ingilizce aksanıyla türkçe konuştuğunda Alex'in bu olduğunu anladım "En azından geldim" alaycı bir şekilde güldüğünde yanımıza bir çalışan geldi "Hanımefendi montunuzu alabilirim isterseniz." dedi, montumu çıkarıp çalışana verdiğimde Alex eliyle önden yürümemi işaret etti, önden yürümeyecektim, aynı şeyi ben ona yaptım ve yine alaycı bir şekilde gülümseyip önden yürüdü. İnsanlardan uzak köşede biryerdeki masaya ilerledik, oturmam için sandalyeyi çekmişti ama umursamayıp karşısındaki sandalyeye oturdum, eldivenlerimi ve telefonumu masanın üstüne koyduğumda o da oturmuştu "Ne içersin?" Buraya çay kahve içmeye gelmemiştim ama anlaşılan o böyle düşünmüyordu "Çay" garsonu yanımıza çağırıp iki çay söyledi, bakışları bana döndüğünde bütün yüzümü incelemeye başladı, bundan çok rahatsız olmuştum "Yüzümü incelemeyi bırakırsanız konuya geçelim" pişkin bir şekilde sırıtmaya başlayınca bu adamın ne kadar gevşek olduğunu anladım "Siz Türkler ne kadar acelecisiniz, biz İngilterede oturur tanışır sonra konuya geçeriz" onun aksine ciddi bir tavırla "Biz lafı uzatmayı ve boş yapmayı sevmiyoruz demek ki" dediklerimin ardından sinirlenir falan sanıyordum ama sesli bir şekilde kahkaha attı "Anlaşıldı patron, o zaman çaylarımız gelsin başlayalım" kıymetli zamanımın içine ediyordu, sanki hiç işim yoktu "Rüzgar Morgan'ı neden öldürmemizi istiyorsun?" yapmacık bir şekilde şaşırdı "Bir anda böyle bir soru beklemiyordum şaşırdım." şaşırmamıştı yalancı. "Ayrıca onu öldürürken yanı-" rahat bir şekilde sözümü keserek "Ama daha çaylar gelmedi, çaylar gelmeden hiç bir şey anlatmam" dedi. Oyun istiyordu, peki, oynarız madem. Bakışlarını yüzük parmağına çevirdim, evli değildi, zaten en fazla 30 yaşındaydı, gözlerim dudaklarına kaydı, öpüşmesini bilen bir kadınla öpüştüğü kesindi çünkü dudakları şişti, boğazlı bir kazak giymeşti çünkü muhtemelen boynunda morluklar vardı, bu sefer de kol kaslarına baktım, aman aman diyecek kadar kası olmasada kası vardı, ayaktayken ki boy farkına bakacak olursak ben bir yetmiş beş iken o bir seksen iki ya da üç olmalıydı. "Evli değilsiniz ama gece barlardaki kadınlarla hoş vakit geçirdiğiniz belli, eğer rahat olmasanız keyfinize bakacak vaktiniz olmaz, Rüzgar Morgan'ı öldürmemiz işinize gelir ama öldürememiz de işinize gelir ama siz böyle bir hamle yaptığınızda Rüzgar Morgan'ın boş duracağını sanmıyorum, istediğiniz gibi eğlenin ama arkanızı da kollayın." kaşları hayretle havalandığında doğru bir tespit yapmış olduğumu anladım, rahat bir şekilde sırtımı yasladım, Alex şaşkın bir şekilde bana bakarken çaylarımız gelmişti "Nerede kalmıştık" şu konuyu hemen halletmek istiyordum "Gözlem yeteneğin çok iyi, auran çok yüksek kısaca mükemmel bir kadınsın" konuştuğumuzdan beri ilk defa alaycı bir şekilde değil ciddi bir tonda konuşmuştu, sesli bir şekilde nefes verip "Benimle neden görüşmek istediniz?" o cevap vermeden ben tekrar konuştum "A! pardon, muhtemelen toplantıda adım geçmiştir sizde merak etmişsinizdir sonuçta koskoca Rüzgar Morgan'ı öldürmekten bahsediyoruz değil mi, hatta beni hırslandırmak için bile buraya gelmiş olabilirsiniz ki onun için de buradasınız atladığım bir şey var mı?" çayıma uzanıp bir yudum aldım, Alex ağız açık bir şekilde bana bakıyordu, ben sadece aklıma geleni söylemiştim sanırım yine doğru bilmişim. Alex de çayından bir yudum aldı "Yok vallaha her şeyi söyledin bana diyecek bir şey kalmadı ama yanıldığın bir nokta var Rüzgar'ı öldürememeniz işime gelmez." Barışla beraber okuduğumuz madde aklıma geldi "Ah! Tabi pardon işinize gelmediği için onun sözleşmeye bir milyon dolar para cezası koydunuz ama anlayamadığım bir şey var, maddenin devamında ne demeye çalıştınız?" İki türlü de işine geliyordu, Alex iki elini de masanın üstünde kenetledi ve masanın üstüne eğildi "Demek fark ettin, güzel, ne demek istediğimi istersen Rüzgar'ı öldüremediğinde konuşalım ha ne dersin" soğuyan çayımı fondipleyip eldivenlerimi taktım "Konuşuruz tabi ki ama siz beni sağ bırakırsanız" göz kırpıp masadan kalktım "Çay için teşekkürler, umarım bir daha görüşmeyiz" sahte bir şekilde tebessüm ettim, çalışandan montumu istedikten sonra montumu giyip çıktım. Kaçık adamın teki, o kesin ama yine de aralarındaki meseleyi öğreneceğim...
|
0% |