@yaziyoruzbacimm
|
KASIMDA AŞK BAŞKADIR 6. BÖLÜM/ 🍂YORUYOR, YARALIYOR DÜNYA İŞLERİ🍂
🍂 ERMENİSTAN/ 03.40🍂 Ruhunuza dokunan anlar oldu mu? Ya da sizi geçmişe sürükleyen, pişman ettiren, keşkelerle dolu bir sayfa açtıran anlar? Ağabeyimin ölümünün derinden sarsışı, anne ve babamın da beni bırakıp gitmeleriydi. Başımda kalan, uçarı hayalleri olan bir abla, aldatılmış bir teyze, görev icabı dolayısı ile sürekli ayrı kaldığımız bir ağabey. Ablamın da Amerikaya taşınması, koskoca dubleks evde yalnız başıma kalmam demekti. Kaldım da, ilk başlar da zordu çünkü ben hiç ailemsiz yatmamıştım. Ağabeyimi arayıp ' dayanamıyorum ' dediğim de ilk uçakla gelmiş, tüm iznini benim yanımda 15 gün kullanmıştı. Hatta askerliği bırakmayı bile düşünmüş, ' Güzce, böyle olmaz Aklım sende kalır. Koskoca ev, biri girse ruhun duymaz üst katta. Korkuyorum kızım başına bir şey gelir diye, dağın tepesindeyim ha desem de gelemem' diyerek istifa dilekçesini hazırlamış, hatta kendine buradan bir iş bile bulmuştu. Sonra döndü, işleri yoluna koyup geleceğim dedi ama, orada her ne yaşadıysa, her ne gördüyse ve tanıklık ettiyse bir gece ansızın beni aramış ' el kadar bebekleri biçiyorlar, nasıl geleyim? Nasıl bu zulme arkamı döneyim, affet abim' demişti. Lakin o dönemler koca bir buhramın içinde kalmıştım, ya ben ağabey?, ben ne olacaktım?; sorularını ona sormaya cesaret edemedim çünkü o çoktan kararını vermişti. Dönmeyecekti. Dönmedi de. Bir süre küs kalmış, beni yarı yolda bıraktığını sindirmeye çalışmıştım. Ta ki teyzemin beni arayıp, ' Bolu yaz tercihini, atla gel yeter gayrı ben senden uzak kalmak istemiyorum, bende gelemiyorum sürekli biliyorsun iş, valla aklım kalıyor' diyerek beni yanına almıştı. Şimdi ruhuma dokunan anlardan biri, daha beş dakika önce, bedenin de çürükleri, sigara izmarit izlerini ve lekesi kalmış yanıklarını tedavi ettiğim el kadar çocuk, Mari'nin teniydi. Şimdi seni daha iyi anlıyorum abim, iyi ki gelmedin, iyi ki nefesini verene kadar bu sabilere arka çıktın! Gece nöbetim çoktan bitmişti, lakin ben biraz daha kalarak Marinin bedeniyle ilgilenmiştim. Onun yaralarını sarmış, saçlarını taramş, güzelce sevmiştim. Bir ara annesi gelmiş, aynı dili konuşmasak da gözlerinde ki minneti göstermiş, hatta ayaklarıma kapanmaya çalışınca onu durdurmuştum. Kızını da ellerine tutuşturup göndermiştim çadırlarına. Az kalmıştı, bu gecenin sonun da, hepsi güvenli bölgeye indirelecekti. Ailelerine, belki de sevdiklerine kavuşacaklardı. Ha, bir de küçük bir kız çocuğu dünyaya gelmişti bu sabah, doğumunu Eylül yaptırmıştı. Minik gözlerini türk bayraklarına sarılı bir şekilde açmıştı. Önlüğümün yakalarını düzelterek yüzümde ki yorgunluğu daha fazla gizleyemeden çadırın arkasına kurulan bebekler için olan bölüme geçtim. Çünkü miniğin emme vaktiydi. Onu getirttiğimiz steril fanustan alıp, dikkatlice kucağıma aldım. Ah, nasıl da açmış ağzını etrafa bakıyordu. Bu güzel gözlerini böyle zulüm dolu dünyaya açtığın için, özür dilerim. Adımlarımı çadırın içine doğru ilerlettiğim de çadırın girişinde gördüm onu, belki de beni kucağına alıp çadırıma götürüp, hiç bir şey demeden gitmesinin ardından iki gün geçmişti. Koca iki gün, onu içimde özlememi sindirmeye çalışmakla geçmişti. Ben Gökalpi neden özlüyorum? Tamam yakışıklı adam, kaslı adam falan filan da neden bu özlem, sırf biri kaslı diye de onu özleyemeyiz! Aşık mı oldum? Tabii bu kalın uçlu sorudan sonra da düşünmeyi bırakmıştım. '' Güzce'' Elimde ki minik çığlığı basana kadar bakışmamızı kesmemiştim. Dağınık üstü başı, uykusuz hareleri, montunun bir köşesinin söküklüğü, her şeyiyle ta detaydı sanki. '' Acıkmış bir bebeğin önünde duramayız Gökalp, müsaade et annesine vereyim'' Yeni tıraş olmuştu, yaklaştıkca losyonunun kokusu, cildin de bıraktığı parlaklık netleşiyordu. '' İsmini ne koydular?'' Kucağımda ki miniğin örtüsünü hafifçe kaldırığında ağlamayı kesti, Gökalpin kalın işaret parmağı miniğin yumuşak yanağında sürtündü. O bundan memnun gibi parmağa ağzını götürmeye çalışıyorken koca eli minicik ellerle tuttuğunda, yüreğim sancıdı sanki. Seni de ondan uzaklaştıran olsa bile olmasın dedirten bir durum vardı işte, çocuk. Gökalp kıstığı gözleriyle gülümsüyor, öpmekle öpmemek arasında gidip geliyordu sanki. '' Eylül koymak istiyorlar, ebesi olduğu için ama baba hala Eylül demekte zorlanıyor'' Gözlerimde fazla oyalanmadan bir bakış attı sırıtarak. '' Eylül bebek, dünyanın çirkinliğini örseleyen Eylül bebek'' İkimiz de kucağımda ki bebeğe odaklanmıştık. '' Gökalp, ne zaman gidiyoruz?'' '' Seni almaya geldim, baş tabip olarak yardımcını alıp gelmen lazım çıkıyoruz on dakikaya.'' Duygunun haberi olmuş olacak ki Gökalp haver ver dememişti. '' Bebeği teslim edeyim'' Onu ardımda bırakıp bebeği annesine teslim ettim. Önlüğü çıkarıp kabanımı üzerime geçirdim ve çadırların oraya geçtim. Zırhlı araç hazır, bizi bekliyordu. Duygu da elleri cebinde, aracın içinde beni bekliyordu. '' Sonun da!'' '' Kızlarla konuştum geldim. Gidebiliriz'' Gökalp kafasını kaldırıp bana bakarken arkada ki Şahin denilen asker çadırların orada nöbet tutuyordu. '' Gidiyoruz!'' dedi sert bir dille, herkes yerlerini alırken hep bir ağızdan ' emredersiniz komutanım! ' demişti. Ben, Duygu, ve Demir bilekler timi aynı araçta, Eymen ve timi de arkadan geliyordu. Yönüm demirliklerin izin verdiği kadar olan yola döndü. Yorgun, uykusuz kalsam da bir şeyler yapıyor olmak, şimdi birilerini kurtarmak hissi içimi gıdıklıyordu. '' Gittiğimiz köy, elli kişilik nüfuzlu. Çoğu kadın ve çocuk. Güvenli bölge alanına geldiğimiz de herkesi zırhlı araca bindirip devletine teslim edeceğiz.'' Herkes bir solukta Gökalpi dinlerken araç durdu. '' Köyün için giremeyiz, dolanacağız mecbur. Duygu Rıza ve Rıfatın ortasında olacak. Güzce sen de benim arkamda, Naimin önünde olacaksın, sarmal sistemde içeri giriyoruz.'' O sırada hepsi oturduğu bölgenin altından çelik yelekleri çıkartıp giydi, Gökalp ise karşı karşıya oturduğumuz dan kolayca aralık dizlerimin arasına yerleşti. Nefesi yüzümü yalayıp geçerken, kalbimin toklaması, ah hayır şu an değil! Karnımın sancılanması, ellerinin vücudumda gezişi ile elektriklenmeye yol açıyordu. Kabanımı çıkarttı, soğuk elleri tenime değdikçe bende ki şuh hisler cereyan ediyordu sanki. Herkes birer ikişer inmişti araçtan bir ikimiz kalmıştık. Yeleği giydirdi, yeleğin yanlarına iki tane küçük çakı yerleştirdi. '' Etrafımızı saran büyük bir terörist grubu var! Dikkatli olmalıyız, önce senin canın doktor! Emirlerime itaatsizlik istemiyorum. Tek kurşunla geberip gitmek onların elinde!'' Gözlerimi ondan kaçırırken yeleğin göğüs altımda ki ipini sıklaştırdı, eli göğüs altıma değdiğinde kesik bir nefes bıraktım. '' Ben doktorum yüzbaşım,patlayan silahları sen kontrol altına alacaksın ben de tedavi edeceğim. Önümde biri yardıma muhtaçsa, umrumda değil başımda patlayan silahlar!'' O yüzüme gurur dolu ifadeyle bakarken, onu itip indim araçtan. '' Şu görev bitsin bir tavuk pilav gömeriz ha?!''-Naim '' Aklın fikrin yemek te anasın satayım!''-Rıza '' Seviyorsun herhalde?''-Duygu '' Duygu bacım, sevilmez mi yav tavuk pilav!'' '' Dönünce ben yaparım sana, söz'' Kolumu Gökalpin kısık bakışları eşliğinde koluna attım. Naim gülümsedi nafiçe. '' Essah mı doktor?'' '' Essah ya'' '' Siz ölmeyi bayılmak sandınız herhalde! Kel aynak gibi dikildik, itler aşağı inmeden gidelim hadi'' Böylelikle Rızanın uyarısı ile, Duygu ikisinin arasına, bende Gökalp ve Naimin arasına geçip sarmal bir halde köye ilerledik. Arkamı hafif bakmak için kafamı çevirdiğimde, Eymenin de timiyle ellerinde silahlar, ilerliyorlardı. Naim beni önüme döndürüp kaskını çıkardı kafama yerleştirdi. '' Ben alışığım kalsın sende doktor'' '' Köy girişi temiz komutanım, helikopter teller de hareket halinde bekliyor.'' Kulaklıklardan konuştukları kadarı ile duyabiliyordum. Gökalp elini havaya kaldırdığın da Eymenin timi öne geçti, Şahinle kesişti bakışlarımız, sert duruşu hala aynıydı. Eymen Köyün giriş tahtasına elini yaslayıp Gökalpe baş parmağını kaldırarak ' temiz ' işareti verdi. Etrafta ki kanları gördüğüm de istemsizce, benden bağımsız ellerim Gökalpin montunun eteklerini kavradı, Gökalp bana doğru dönüp kara harelerini ' sorun yok ' dercesine kapadı. Naim silahının pozisyonunu alıp arkamdan çekildiğinde çoktan sıralı evlerin olduğu köye girmiştik bile. Ölüm sessizliği vardı. Bileğimden kavradı, naifçe omzumu sıvazladı. '' Önce senin canın Güzce, ölen kalan ne varsa önce senin canın. Sen yaşamalısın ki, yaşatasın.'' Uzanıp kaskına küçük desibelde yumruk vurdum, gülümsememe kayan hareleri kapandı. Uzun kirpiklerinin çepeçevre sardığı karaları açıldığında parlıyordu. '' Dikkat et yüzbaşı, geri bana gel'' Ağzımdan çıkanı kulağım duysaydı bu cümleyi kurar mıydım bilmiyorum. O da bu cümleme bir anlam yüklemek istiyordu, yada istemek eylemine tutunuyordu bilinmez, dolgunlukları kıvrıldı, bakışları çehremde gezinirken kocaman gülümsedi. Sanki bu kan dolu arazide, çiçekler açtı. '' Geri sana geleceğim doktor'' Serserice göz kırptı, döndük arkamızı lakin iki adımda zikretti ismimi. Yerimden kıpırdamadım ki o da arkası dönüktü. '' Döndüğümüz de, benimle yemek yer misin?'' Şimdi değil, hayır şu sırada kasıklarıma sancı giremez, katiyen kalbim gümbürdeyemezdi ama hepsi oldu.. Sabahtandır kanatları hazır bekleyen kelebeklerim arsızca kanat çırptığında, dilim bana ihanet ederek, ağzım aralandı '' Yiyelim, birlikte yemek yiyelim'' Ve ayrldık, adımlarımız birbirinden ayrıldı. Yerde ki cesetlere basmadan sükun içinde ilerledim, Duygu kucağında ki korkunun en koyu halini yaşayan bir oğlan çocuğunu kucağına almıştı. '' Durum ne?'' '' Vahşet, bunun adı vahşet Güzce, çocuğu helikoptere götürüyorum, arka evde yaralı biri var'' Sırtımda ki çantayı sıklaştırıp sıra sıra gezdiğim evler de sağlıklı, görünüründe bir durum olmayan insanları kapıda ki askerlere teslim ederken yaralının olduğu odaya girdiğim de yerde acı içinde kıvranan bir delikanlı karşıladı beni. Önüne çöküp çantayı yanıma indirdim, göğsünden vurulmuştu ve kan kaybı vardı. Acıdan terlemiş, konuşamıyordu bile ama bilinci yerindeydi. Çıkardığım kumaş parçasını omuzundan geçirip göğsüne bastırdım, onu yarı oturur pozisyona getirdim. '' Çıkmamız lazım, seni helikoptere bindireceğim'' Anlamıyordu, lakin bunu bile bile kendi kendime konuşuyordum. Silah sesleri yükseldiğinde, çocukların ağlayışları da karıştı. Onu buradan bir an önce çıkarmalıydım. Kolundan destekledim, onu kaldırmaya biraz uğraştıktan sonra zor bela kavradım belinden. Adımlarını atamıyordu ama, zor da olsa mermi yağmuru olan toprağa adımımı attım. Etrafta tanıdık kimse yoktu, arkamı döndüğümde gördüm onu, etrafı dağıtıyordu. '' Şahin!'' Şahin elinde ki silahı yarı indirir pozisyonda bana döndü, kolunun altında büzüştüğüm adama baktığında hızlı adamlarla geldi dibime. '' Yaşamaz doktor'' '' Yani? Ölüme mi terk edelim?'' '' Yaşayacak ve yaşayanları alma- '' Belli sen yardım etmeyeceksin, lakin bu adam yaşayacak! Ellerimde ölse de onu burada bırakmayacağım!'' Şahini es geçip zor bela tellere kadar ilerledik lakin korkudan dizlerim titriyordu. Mermi sesleri, etrafın toz bulutu olması beni ağlatmaya itiyordu. Birden boş düşen kolumla arkamı döndüğümde adamın yere yığıldığını sansamda o havalandı. Şahin onu kucağına aldığında tamponuna bastırdım, ela gözlerini gözlerime dikerek kafasıyla helikopteri işaret etti. Birlikte koştuğumuz da Duygu adamı benden alıp tampona devam ederken Şahinin kulaklığı cızırdadı. '' Topluyoruz, dönün'' Şahin önümüz de beliren peçeli, gözleri sürmeli korkutucu insanları tek tek vururken beni arkasına itti. '' Bende kal! Kafanı eğ ve kaldırma! Gel, gel orospunun dölü!'' Silah sesleri ardı arkasını vermezken tekrar giriş yapmıştık köye. Adımlarımız hızlandı, teker teker evin içini boşaltmaya başladık. Duvar dibine sinmiş bir kadının kolundan destekle kaldırdım, üstü başı kan içindeydi, onun kanı olmadığı yerde ki adamın cesedinin elini tutuşundan belliydi. '' Korkma gel'' Kadın avucunun içine hapsettiği ufak, türk bayraklı nakışlı mendili gösterdi. Sorgu dolu gözlerine döndüğümde kadına bir el daha uzandığında her şey o kadar ani oldu ki, Naimin bizi kaldırması ile ev saniyeler içinde yıkıldığında son dakika kurtulmuştuk. Kadın feryat içinde cesetlere bağırırken onu kavradım kolundan. '' Evet, türk askeriyiz!'' dedi Naim kadına dönüp, Naim de mi biliyordu ermenice? '' Doktor, dönüyoruz! Çok fazlalar ve gitmek zorundayız.'' '' Naim? Geride kalanlar?'' '' Kimse kalmadı, dönü- '' Yüzbaşı vuruldu!'' Tanımadığım bir ses kulaklıkta yankılandığında dizlerimin bağı çözüldü sanki, ellerim titriyor, ne idü belirsiz bir korku yapışıyordu göğüs oluğuma. '' Gökalp?'' dedim fısıltı halinde. '' Doktor helikoptere dön!'' Naime dokunamadan gitti, öylece titrerken kadını tutup helikoptere götürdüğüm de Duygu kolumdan tuttu. '' Nereye? Gidiyoruz!'' '' Gökalpi görmem lazım!'' '' Güzce! Manyak mısın, az önce dağdan elli adam indi elli! Gitmemiz lazım!'' Kafamı olumsuz anlamda salladım, çünkü gitmek istemiyordum, onu sapasağlam görmek istiyordum. Hayır, vurulan o olamazdı ki sözü vardı bana. Ağabey, lütfen lütfen alma onu yanına. Belimden kavrandım, arkamı dönüp bakmaya müsaade edilmeden helikoptere zorla oturtulduğum da kapı kapandı, Şahinin camın arkasından helikopter pilotuna el işareti verdiğinde yumruklarımı cama geçirirken Şahin başını iki yana salladı. '' Aç şunu! Aç geri zekalı ineceğim!'' Çoktan ayaklarımız yerden kesilmişti.. Karşımda ki korkudan titreyen insanlara kısa bir bakış atıp öfke ile oturduğum yerde gökyüzünü seyre daldım. Ölesiye korkuyordum, ya oysa? Ya o vurulmuş, ama tabib olmadığından dolayı öl- hayır hayır! Helikopter hareketi derinleştiğinde büyük bir rüzgarın içinden iniş yaptık, etraf çöldü, geri dönmüştük. Hali hazırda bekleyen askerlerin önünde onların yardımı ile indiğimiz de Sılanın şükredici bakışları göğe yükselirken Eylül getirdiği sedyeyle önümüzde durdu. '' Güzce kalbi durdu!'' '' Siktir! Allah kahretsin!'' Sedyeye yatırdığımız adamın sedyesine iki adımda tırmanıp, bacaklarımı araladım, dizlerinin tam üstüne oturup pozisyon aldığımda sedeye hareket etti, aklımın köşelerinde Gökalp, türlü senaryolar ve yaptığım kalp masajı.. '' Hadi! Hadi!'' İlerimizden gelen Şahinlere baktığımda o bana şaşkınca bakarken ben hem kalp masajı yapıyor, hem de etrafı izliyordum. Onu arıyordu gözlerim, ama yoktu sanki. Sonra Naimi gördüm, sağlık çadırı gözüme çok uzak geldi. Park halinde ki araçtan Rıza, Rıfat indi, hepsi toz toprak içindeydi, aracın kapısı kapanıyordu, o yok muydu? O neredeydi? Sonra bir hareketlilik sezdi harelerim, tutundum tek umuda, indi. Araçtan sapa sağlam, yüzü gözü kir içinde indi. Bakışlarımız kesişti, pozisyonuma baktı, tekrar çıktı harelerime. İyi olduğumu gördü, gördüm ve derin bir nefes aldım. Çünkü elimin altında ki kalp atmaya başladı, öksürük krizi tuttu, nefes almaya çalıştı, ve tüm askerler alkışladı anlamadığım biçimde. Eylül yaralıyı devraldığında indim ama dizlerim tutmuyordu sanki. Koştum, nefes nefese koştum. Öylece dikilmiş ona koşuşumu seyrediyordu. Önce kollarını kavradım, iyi olduğuna kanaat getirdim, bacaklarına baktım, göğsüne, çenesinden tutup yüzüne ve ensesine baktım. Kir ve toz dışında hiç bir şey yoktu. '' Şükürler olsun!'' Gözleri gözlerime tutundu ama o kadar değişik bakıyordu ki, ben buna anlam veremiyordum. Sanki bir şeyden emindi. '' İyi misin?'' Avuçlarım arasına aldığım elim, onun tarafından tutuldu, Ben belimden kavrandım, enseme attı elini ve zaman kavramını yitirdi. Dudaklarını dudaklarıma birleştiğinde görüş alanımda kapalı hareleri, uzun kıvrık kirpikleri vardı. Yüreğim en sonunda atmayı kesti, kuş sesleri sustu, nefeslerimiz tutuldu, ve bir kez daha zamanı yitirdim. Yüzbaşı Gökalp Türkeş, beni öptü.. 🍂 Alev aldı alev!!!! Yüzbaşım, neler yaptınız yahu?!!! Bir hattırlatma yapmak istiyorum. Hiç bir zaman beğeni delisi olmadım, okuyan üç beş kişide olsa mutlu olarak yazardım zaten ama kısa sürede hızla büyüyoruz sanki. Yorum attıkça siz, ben heyecanla okuyorum. Yorumlarınızı eksik etmeyiniz!! İyi okumalar! |
0% |