@yaziyoruzbacimm
|
1* GÜNLÜĞÜMÜN SON SAYFASI '' Sevgili günlük, yaklaşık on sekizimden bu yana beni ve dertlerimi, sevinçlerimi üzünçlerimi paylaştığın için teşekkür ederim. Bugün buraya son yazışım. Artık mazi kapanıyor, küçük kız Firuze yok, ya da mutluluk rolü yapmaya mecbur bir Firuze de yok. Firuze artık yirmi üçünde, kendini bulan özgüvenli bir kız. Bu süreçte kendimi bulmam da yardımcı olan sana teşekkür ederim. Az yemedin kalem darbelerimi.. Ah hayır sana hayatımın orta yerine bomba gibi düşen o komutan bozuntusunu anlatmayacağım! Hayır askerlere zaafım yok, ya da evet belki de. Ya ALLAH aşkına! Kamuflaj kimi yakışıklı göstermez ki? Her neyse, sevgili günlük. Bütün şansları, en kısmetli şeyleri kendime diliyorum. Hayat bana hep güzel gelsin.. Hoşçakal..'' İsmimin yazılı olduğu dolma kalemi yerine kapatarak ağrıyan omuzlarımı geriye doğru savurdum, derin bir nefesle birlikte boynumu kütürdettim. Geceden kalma bir yorgunlukta olsa, bu gece evime döneceğim için sabırsızdım. Yaklaşık üç aydır Şırnakta gönüllü hemşirelik yapmıştım ekibimle. Şimdi ise aileme kavuşuyordum. Ha, iyi insan laf üstüne, titreyen telefonumu kulağıma götürdüm. '' Alo, Neriman Sultan'ım'' Annem aramadan ağladığını belli eden naif bir tonda iç çekti. '' Kuzum, merak ettim seni. Ne zaman dönüş?'' '' Dokuzda uçağım annem. On buçukta havaalanındayım'' '' O zaman baban gelsin alsın seni'' '' Adamı yorma oraya kadar, ben gelirim taksiyle'' '' Olur mu yavrum? Vallahi baban duymasın!'' '' Tamam annem, sen ne yapıyorsun?'' Masanın üzerin de ki günlüğümü kapatıp karton kutuma koydum. '' Ne yapalım annem, biliyorsun karşı dairemizde oturan Fatma nine vefat edince, yeri doldu hemen. Dediydim ya sen gittin onlar taşındı. Akşama iftara davetliyiz onlara'' '' Annem, tanımadan etmeden gitmeyin öyle'' '' Ay yok Firuzem, bir görsen o kadın tam benlik vallahi, tertemiz, akıllı, namazında niyazında. A kızım birde sabisi var görsen. Küçücük. Birde kocaman oğlu var asker miymiş neymiş görevde'' Asker lafını uzun bir süre daha duymak istemiyordum! '' Kadın kaç yaşında ki anne?'' '' Toplasan elli çıkmaz yavrum. Sen de kırk iki, ben diyeyim kırk beşlerinde'' '' Allah Allah, ee bebeği kaç yaşında?'' '' A yavrum, küçük bir kızı var, bir yaşına daha girmemiş. Kocası geçen sene vefat etmiş, e yazık hamile kaldığını anlamamış bile çocuğum. Öyle işte annem. Çok iyi insanlar, hem onlarla da hemşeri sayılırız. Malatyalılarmış. Erzincanla kültürleri aynıdır bilirsin'' Annemin memleket sevdasına bir kez daha gülerek görmeyeceğini bile bile gülümsedim. '' Annem, konuşuruz bunları geldiğim de, ağabeyimler nasıl, babam nasıl?'' '' Yavrum baban balığa gitti arkadaşıyla, akşamına da fırında balık yapalım dediydi, biliyorsun son ramazan akşamımız. Ağabeylerin aynı. Tunç bildiğin gibi, bu aralar eve gelmez oldu. Bir Avm nin yapımını üstlenmişler. Eee Çınarım desen oda aynı. Seni bekliyorlar nişan için. Aylin de zati yok onu bekleyelim yok bunu kuruttu çocuğumu! Sen gel de hemen bir nişan Allah'ın izniyle'' Anneme tok bir kahkaha atıp Aylini savunmaya geçemedim, çünkü kafası atardı. '' Tamam annem ben kapatayım artık'' Karşıdan gelen bebek sesleri ile annem de gülerek cevap verdi başkasına. '' Aman Selma, hoş geldin anacım. Gel buyur. Oy benim minnoş suratlı Azra'm hoş gelmiş'' Yeni komşularımız olduğunu tahmin etmiştim. Annem de alalacele hayırlı yolculuklar dileyip kapadı telefonu. Neriman sultan birine anacım diyorsa, tamamdır. Onu çok sevmiştir. Telefonu kapatıp yaklaşan ezanla birlikte çadırdan çıktım. Bacaklarım tabiri caiz ise uyuşmuştu. '' Firuze hemşire'' Gelen Emir doktoru gördüğüm de suratıma takındığım gülümse ile ona doğru adımladım. '' Emir bey, hayırdır? Siz çıkmadınız mı?'' '' Çıkmadım, son iftarı baş hemşiremiz Firuze hanım ile yapalım istedim'' Gülümseyerek onayladım onu. '' Son yaralıların durumlarını rapora yazıp teslim edeceğim komutana. Sonrası çıkabiliriz'' '' Ben de hemen hazırlanıp geliyorum o halde'' Emiri ardımda bırakarak yardımcım Sevda'dan raporu aldım. '' Firuze hanım, son tetkiklerle birlikte sadece demir eksikliği var. Onun dışında ki tüm askerlere taburcu işlemi başlatabiliriz. Ameliyat sürecinde ki tüm hastalar da iyileşme belirtileri tamamlandı'' Sevdayı başımla onaylayarak uzanan hastanın yanına ilerledim. '' Geçmiş olsun, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?'' Ellilerinde kır saçlı bir adamdı, Çetin ceviz çıkmıştı doğrusu. Adam, o gıcık komutan dan sonra en yetkilileriydi. '' Teşekkür ederim, çok daha iyiyim'' Adının yazılı olduğu yatağa baktım. Kenan Aldemir. '' Kenan bey, iyileşme süreciniz tamamlandı fakat sonuçlarınız da demir eksikliğiniz olduğunu görüyorum'' Sesini etmedi, sadece dinledi. '' Doktorumuz gerekli ilaçları yazıp verecektir.'' '' Sen, Firuze misin?'' '' Evet'' Elimdeki rapora onay atarken adam doğruldu yerinden. '' Babasız büyüdü neredeyse komutan, elime verdiklerin de genç delikanlıydı. Senin bir komutana herkesin içinde bağırman akıl- '' Kenan bey orada durun. Burada konumunuz bilhakis bir hemşire olarak beni zerre ilgilendirmez. Onlar buraya geldiklerinde kimi vurulmuş, kimi yorgunluktan bitkin düşmüştü. O da açtı ve evet vurulan bir hastayla eş değer değildi ama bayılma evresindeydi. Her hasta küçük riskli büyük riskli ayırt etmeksizin benim için hastadır. Doktor eksiğimizin olduğu o gün direterek bizim zamanımızı çalması asıl en büyük bir saygısızlık, bu akıl karı mı?'' Karşımda ki kır saçlı adam dumura uğramıştı. Ayrıca neydi bu baba sömürüsü? '' Ayrıca herkesin aile sorunları var Kenan bey, kız kardeşim küçücük bir kızken yanarak can verdi. Bakın buradayım ama! Geçmiş olsun Kenan bey, o askerinize de söyleyin onun emirleri ancak erlerine söker bana değil!'' Cevap vermesine müsaade etmeden Sevdaya bir kaş işareti ile ilgilenmesini sezdirdim ve çıktım dışarıya. Çadırın arkasın da elinde evraklarla Eda koşturdu. Sevda ve Eda ikizlerdi. '' Firuze hanım, evraklar tamam tahliller temiz. İmzanız gerekli'' '' Tamamdır Eda, karargaha geçip teslimini bizzat yapacağım'' Edanın elinde ki evrakları alıp hemen iki çadır ötede ki karargaha geçtim. Kimse yoktu. Odasına geldiğim de bir kere tıklatmamla tok ve gür sesi yankılandı. '' Gel'' Kapıyı yavaşça açıp boğazımı temizledim. Masada ki evraklarda olan kahvelikleri kimin geldiğine bile bakmadı. '' Girebilir miyim? Müsait misiniz?'' Sesimle birlikte çatılan kaşları bana döndü. Eliyle geçmem için işaret verince kapıyı ardımda bıraktım ve isminin yazılı olduğu ahşap isimliğe baktım. Alpaslan Türkümdeyen. Alpaslan hayatımın orta yerine sadece bir haftadır düşmüştü. Düşmüştü diyorum çünkü, hiçte iyi bir işbirliği olmamıştı. ** '' Sedye getirin! Hemşire!'' Elimdeki çayın bile titreyişi ile hepimiz fırladık ayağa. Sevda elinde ki sedye ile çadırın dışına koşarken görüş alanıma iki asker iki yaralı askeri taşıdığı girdi. Hızla Sevda ve Eda askerleri sedyeye yatırıp ayaklı yatağa ilerlettiler. Elimde ki fincanı yere bıraktığım gibi fırladım hastalara. '' Neleri var?'' Dudakları kurumuş olan askerin ayakta duracak hali yoktu, onu da sedyeye alınca karşımda dimdik dikilen askeri üniformalı keskin bakışlı bu adama tutundu harelerim. Onun da bedenine tezat ölüm kokan gözleri kapanmak üzereydi. '' Biri sırtından vuruldu, diğeri ise bacağından. Çok kan kaybettiler'' Emir ve Rıza da hızla kontrol etmiş, ameliyat için başka bir çadıra aldırmışlardı hastaları. Sevda Emirle, Eda ise Rızayla gitmişti. Bayılan askere takılan serumla birlikte gözlerim kenarda öylece duran adama kaydı. Kolunda sıyrıklar, bacakların da kan lekeleri vardı. Yeşil kısa kollusunu şişik pazularını kapayamazken, heybetli omuzları bir an olsun çökmedi. '' Pardon, buyurun size bir pansuman yapalım'' Esmer tenine özenle çizilmiş kaşın da çizik izleri vardı. Dudakları dolgun, çıkmaya yüz tutmuş kirli sakalları çenesinin kavisini ortaya çıkarırken saçlarının üç numarası serserice göz kırpıyordu. Uzun boylu, iri kıyım bedenli bu adam doğrulduğun da benim gibi minyon bir kızın dili tutabilirdi. Şayet ona kafamı kaldırmış bulunmaktaydım. '' Gerek yok bana!'' '' Öyle şey olur mu? Yaralısınız'' '' Gerek yok dedim hemşire! İşine bak!'' Kaşlarım anında çatıldı, ne demekti bu yobazlık! Hangi dağdan inmişdi? '' Pardon? Siz kimsiniz de bana işimi öğreteceksiniz?'' Arkada sıralanan askerlerle birlikte Emir de ameliyattan çıkmış, arkamda duruyordu. '' İşine bak dedim sana hemşire!'' Gür sesi içimi titretirken durmadım bir adım öne atıldım. '' Bana böyle bağıramazsınız bu bir, şu an sağlık çadırındayız ve ben hemşireyim siz ise yaralı bir asker! Sizi tedavi etmem için izin vermezseniz, sizin için elimden bi- '' Gelmesin! Senin elinden gelecek bir tedaviye ihtiyacım yok benim! Askerlerimi tedavi et yeter!'' Küstah bir gülüş sergiledim, normalde sesim çıkmaz muayene bile etmeye yeltenmezdim fakat gıcıklığı benim inadımı tetikliyordu! '' Hayır efendim! Seni tedavi edeceğim!'' Yaslandığı duvardan kalktığın da hiç zorlanmadan üç adımda dibime kadar girmişti. Boyu uzun olduğun da absürt bir şekil de önümde ki boş tabureye çıktım, evet eşitlenmiştik. '' Haddini, sabrımı zorlama hemşire!'' Taburenin üzerine çıkmam ile arkada ki askerlerin gözleri koskocaman açılmıştı. '' Firuze, in oradan'' Emirin sert sesi aramıza girdiğin de o da ismimi duymuştu. '' İnmeyeceğim! Burası bir sağlık çadırı!! Sende asker değilsin yaralısın! Geç şuraya şimdi! Hayır bu şımarıklığın ve egonu tatmin etmek isteyişinle görev süremizi de etkiliyorsun!'' Durdu, arkada ki askerlere göz ucuyla baktıktan sonra bağırışım etki etmiş olacak ki oturdu ayaklı sedyeye. Derin bir nefes alıp tişörtünü sıyırdığım da, elimin altında ki kaslar parmaklarıma dokunuyordu. Oldukça yakışıklıydı, hatta heybetli ve ağırdı. '' Ağrın var mı?'' '' Hayır!'' Tok sesine aldırış etmeden duvara veyahut bir sert cisme sürtünmüş koluna pansuman yaparken kahvelikleri bir an olsun yeşillerimi bırakmadı. Öyle ki bir an utandığımı bile hissederek geri çekilmiştim. Onun keskin kahvelikleri, çoktan yeşillerimi sinirlendirmişti.. ** Kahveliklerine dalmışken yaşadıklarım bir film şeridi gibi gözümün önünden akıp gitmişti. '' Hemşire!'' Sert ses tonu ile kendime geldiğim de elimde ki evrakları sıkarak yanına ilerledim. '' Orada daha ne kadar vakit kaybetmeyi bekliyorsun? Senin için vakit nakittir'' Ses tonu, demek istenilen cümleleri benim inadımı yerle bir ederken öfke tohumlarını bırakıyordu adeta. '' Azar atacağın askerlerden biri değilim komutan! Haddini bil! Elbette zaman benim için çok önemlidir!'' Kaşlarını olabildiğinden daha fazla çatıyordu sanki. '' Oturmaz mısın?'' Küstahça önde ki koltukları gösterdiğinde kafamı olumsuz anlamda sallayıp evrakları masasına teslim ettim. '' Kenan beyin sağlık sorunlarından dolayı yedek vasi sizmişsiniz, raporlar ve askerlerin kan durumları. Her hangi bir sorun teşkil eden bir madde yok. İmzalarsanız görevimiz burada sona eriyor'' Gözlerini gözlerimden çekip evrakları inceledi. Elinde kurşun bir kalem, dudaklarına sürtüyor, sonra da kurumuşluklarını diliyle ıslandırıp duruyordu. Ona olan dikkatim tamamen dudaklarında iken bir an göz göze gelmemizle kendimi toparladım. '' Bunları imzalamam için kaç günüm lazım? Yani en geç kaçta verebilirim?'' '' Gün mü? Ne günü komutan? İmzalayıp vermen gerekiyor'' Suratımda ki hakimiyeti çoğalmak istercesine yüzümde gezindi. '' Bunları tek tek okuyup incelemem gerekli. Sonra da imzalayıp dosyayı kapayacağım ama şu an çok işim var'' Hayır bir işi yoktu! Çünkü ona ait bileti görmüştüm oda gidiyordu bu gece. Gıcıklık değil mi? Alasını görürdü o vakit. Ellerimi önlüğümün cebine sıkıştırıp dalga geçer gibi sırıttım. '' İmzaladıktan sonra okursunuz o vakit. Önünüzde ki rapor da baş hemşire olarak benim ismim var. Biz sözleşmeyi faksla ya da karargahınızın revir sorumlusundan elbette alırız. Ama ben bu gece gidiyorum komutan! O yüzden peşimde dolanan siz olursunuz. Anlatabildim mi?'' Gözleri sırıtışıma takıldı, sonra hemen gözlerime döndü. '' Küstahlığını nereden aldın?'' '' Siz benimle bu konuşma şeklinizde ki cürreti nereden aldıysanız oradan!'' Kaşları havalandı. '' Öyle mi dersin? Sizli bizli konuşunca mı saygı duyulmuş oluyor?'' '' Ah, sabrımın son dilimindesiniz!'' Ellerini masaya dayadığı gibi doğruldu, sesi tükürür gibiydi. '' Alla alla! Aşalım o dilimi ya!'' Ona doğru bir adım attım, bir adım o geldi. Benden uzundu, burun buruna asla gelemezdik ama öfkem onu sarmaya yetmişti. Onu omuzlarından ittiğim gibi, boşluğundan yararlanarak oturttum. '' Bana bak komutan bozuntusu! Aslanmı alp mi her neysen! Senin konumun, rütben, cürretin, saygın anca erlere söker bana değil. Sen sadece Alpaslan, ben ise sadece hemşireyim. Sana göre de ben Firuze sen bir askersin. Başka bir durum yok, aksi takdirde suratında çiçekler açtıracaksın en son! Ben senin yeni yetme erlere benzemem!'' Öfke ile kısılan gözlerim gözlerini tesir alırken dudakları kıvrıldı. Evet lanet olsun! Bu kışta açan güneş tam da onun pürüzsüz tenine değiyordu. Onu aydınlatmak istercesine yanağına düşmüştü. Uzun ve kıvrık kirpikleri odanın tozunda havalanırken, kahvelikleri parıl parıl parlıyordu. Kaşları, ne kadar da gür ve biçimliydi. Üstelik kokusu, mistik bir kokusu vardı. Erkeksi hali ön plana çıkarken bu odunsu koku kendisine de karakterine de ne uymuştu. Gözleri gözlerimden burnuma, oradan dudaklarıma kayınca istemsizce dilimle ıslattım, bu yaptığıma lanetler yağdırırken dudaklarımda oyalanan gözleri gözlerime çıktı. Toparlanmak adına bir adım attım. Bu adamın kokusunu ciğerlerime teneffüs ettirmek istemiyordum. '' Şimdi o elinde ki evrakları imzalarsan imzala, yoksa bir daha ayağına gelmem!'' Arkamı dönüp cevap vermesini beklemeden sırtımda ki bakışlarını es geçerek çıktım odadan. Ne gıcık, dediğim dedik, uğraştırıcı takıntılı psikopat manyaktı bu adam ya! Çattık be çattık! '' Firuze, iyi misin?'' Çadırın çıkışında rastladığım Emire iyi olduğumu kanıtlar bir şekilde gülümseyerek omzuna dokundum. '' İyiyim Emir bey, çıkalım mı?'' '' Üstünü değişmeyecek misin?'' Üstümü değiştirmeye vaktim yoktu bir daha merkeze in çık yapamazdım. '' Yemek yiyip döneceğiz nasıl olsa, formalarım temiz'' '' Temizliğinden kast etmedim, ama neyse hadi öyleyse'' Sevda ve Edanın da gelişi işe birlikte hızımızı kesmeden merkeze bir yere geçtik. Tek dikkat çeken bendim, çünkü Eda ve Sevda günlük kıyafetlerini geçirmişti üstüne. Hoş, üç aydır tek bir kıyafetle çıkmamıştım. Hep formalarım vardı üzerimde. E burada makyaj malzemelerimi kullanmakta absürttü bana göre. Süsüme çok önem versem de bu üç ay mahfolmuştum burada. İç sesimi duymuş gibi arkadaşlarımdan gelen mesaj ekranını açtım. **BU ÜÇLÜ ÇOK GÜÇLÜ** Nazo: Firuze, yarın dokuzda randevumuz bebeğim! Cilt bakımına aldım randevuyu. Sonra da çıkar kahvaltı ederiz. Sezin: Kızlar, kahvaltıya yetişirim o zaman nöbetim bitmedi daha. Mert: Cilt bakımına girmeyeceğime göre, bende kahvaltıya gelirim. Nazo: Aman ne anlarsınız! Sezin ne nöbeti bir haftadır? Sezin: Anlatırım karışık buralar. Mert: Firuze, güzelim sen nasılsın? Dönüyorsun, herhangi bir sıkıntı yok? Gelen mesajlara gülümseyerek okudum. Şayet onlar benim en yakın arkadaşlarımdı. Tabii Nazlıyla ayrı bir sempatikliğimiz vardı. Nazlı ve Sezin liseden arkadaşlarımdı. Sağlıkta okuduğumuz için Sezin mesleğine devam etmişti. Bir özel hastanede yoğun bakım hemşiresi olarak çalışıyordu. Nazlı ise bitirdiği liseden sonra üniversiteyi okumak istemeyince, babasının destekleriyle bir güzellik merkezi açmıştı. Kısa sürede tutulup ün kazanınca uğrak noktamız olmuştu haliyle. Mert Sezinin arkadaşıydı, sonradan dahil olmuştu. Makine mühendisliği okuyordu hala ama çalışıyordu da bir şirkette. Gruba geleceğimi sorun olmadığını dile getirerek telefonu cebime attım. '' Firuze hanım, İstanbula dönünce ne yapacaksınız?'' Edanın meraklı gözleriyle gülümseyerek döndüm onlara. '' Edacım biliyorsun ki ben zaten baş hemşireydim. Görevime devam edeceğim'' Sevda derin bir nefes alarak ikizini yanağından öptü. '' Gideceksiniz diye üzülüyor'' Çorbamdan bir yudum almıştım ki, çalan telefon ile hepimiz diken üstüne durduk. '' Efendim'' Emirin sesi oldukça sakindi. Duydukları her neyse bana baktı, sonra da onaylayıp telefonu kapadı. '' Firuze, gitmeden önce çadıra getirilen bir teröriste pansuman yapmanı istiyor komutan'' Kaşlarım havalandı. Bir teröriste pansuman yapacaktım, üstelik onun emri ile mi? '' Sebep?'' '' Firuze gider ayak yapmayalım bir şey olur mu? Beş dakikanı almaz. Gider geliriz hemen oradan da çıkarız'' '' Biz de yapabiliriz Emir bey'' Emir Sevdaya olumsuz anlam da kafasını salladı. '' Komutan Firuzeyi istemiş'' Sık bir nefes alarak çorbamı bitirmeye uğraşıyordum. Emirin sabırsız bakışları üzerimde kol gibi gezinince rahatsızca kalktım sofradan. '' Tamam, gidelim bakalım'' Siyah kabanımı üzerime geçirip saçlarımı gelişigüzel topladım. Emir Sevda ve Edayı taksiye bindirip evlerine yollarken bizde onun aracıyla çadır bölgesine gittik. Yol boyu sessizlik hakimdi. Çadırların girişinde park ettiği araçtan inerek sağlık çadırına ilerledim. Komutan bir put gibi dikilmişti. Bakışları dalgın, yüzü solgundu. Beni görünce gözleri kısıldı, sonra da doğrulup elinde ki askeri şapkayı sıkarak yanına ilerlememi bekledi. '' Hayırdır komutan, hasretimden öldün bittin de ayağına mı çağırır oldun?'' Dolgunlukları kıvrıldı, serserice sırıttı. '' Öyleyim, hasretinden bittim hemşire. Sende hasretimden erimişsin ki sorgusuz sualsiz geldin'' Bu adamın gıcık olduğunu defalarca dile getirmeme gerek yok değil mi? '' İş aşkı diyelim komutan! Hasta nerede?'' Çadıra girdiğim de o da peşimden geldi. '' Bizim çadırda elin de bomba ile yakalandı. Keskin nişancı hedefindeydi, vuruldu. Kurşunu çıkardılar ama pansuman cart curt, bu adam sağlam lazım bize'' '' Oradan bakınca Azraile mi benziyorum?'' '' Meleğe de benzediğini söyleyemeyiz'' Ona göz devirerek sedye de acıdan kıvranan adama baktım. Boynunda ki siyah beyaz kareli fuları tuttuğum gibi fırlattım köşeye. Omzundan vurulmuştu. Acıdan bir çığlık kopardığın da eli bana uzanıyordu ki arkamda dağ gibi duran komutan eli yakaladığı gibi büktü. '' Rahat dur!'' diyerek onu ikaz etti. Adam gözlerini bana çevirip yardım dilenir gibi omzunu gösterdi. '' Türkçesi çok yok'' Yarasına baktığım da çokta abartılacak bir durum yoktu, pansuman yapılabilirdi. Yırtık olan tişörtünün açıkta bıraktığı yarasına pansuman yaparken komutan bir kez olsun ayrılmamıştı yanımızdan. Arada adam bilmediğim bir dilde bir şeyler söylüyor, komutan cevap veriyordu. Pansumanı bitirirken kalkmak için dizlerimden güç alıyordum ki kalktığım an saçlarımda hissettiğim bir ağırlık ile arkamı dönerken tokam kıvrılıp sedyeye düştü, belime kadar uzanan saçlarım birer çarşaf gibi serilirken omuzlarıma, komutanın saçlarımda olan adamın elini tersiyle itmesiyle ona doğru döndüm. Saçlarım alnıma düşerken o ise gözlerini kırpmadan bana, saçlarıma bakıyordu. İlk defa saçlarımı açık görmesinden mi bilinmez gözlerinde ki o beğenti, hayran ifadeyi yakalamıştım. Ama kısa sürmüştü. Yine o soğuk bürüntüye bürünüp durdu. Önüme dökülen saçlarımdan gözlerini zor alıp gözlerime çıktığın da sanki rengimi yeni fark ediyormuş gibi irislerimi dikkatle inceledi. Eğilip tokayı aldığım gibi saçlarımı topladım ve çadırdan çıktım. O da benimle birlikte çadırdan çıkıp kolumu tuttuğu gibi döndürdü beni. '' Neden topluyorsun saçını?'' Kaşlarımı çatarak yüzünde gezindim. '' Ne??'' '' Saçlarını neden topluyorsun?'' Cümlelerin yerlerini değiştirmesi bana komik gelirken o dudaklarımda ki gülümsemeye kaydı. '' Canım öyle istiyor!'' Sessiz kalırken gözleri fırtına gibiydi. Kaşları havalandı ama bir şey demedi. Üzerinde ki askeri üniforma, çok yakışıyordu ve Allah kahretsin ki onu sivil görmek beni meraklandırıyordu. '' Gidiyorsun ha'' Kafamı olumlu anlamda salladım. '' Gidiyorum, uçağım yarım saate kalkıyor.'' '' Nereye?'' ''Firuze'' Emirin sesi ile bozulan sohbetimiz sorusunu askıda bırakırken gözleri öfke ile Emire döndü. Bu adamın yumuşak bakışları yok muydu yahu? '' Efendim'' '' Gitmemiz gerekiyor, uçağı kaçırmayalım'' Gözlerimi tekrar komutana döndürdüm. '' Kendine iyi bak komutan, her ne kadar uyuşmasak da, Allaha emanetsin.'' Dudakları kıvrıldı, tekrar o serseri hali ortaya çıkarken şapkasını kafasına geçirip önünü düzeltirken bir anda hiç beklemediğim bir hareketle bana döndü. Sağ elini şapkasının ucunda durdurup bana selam verirken o serseri bakışlarıyla bir kez daha kıvrıttı dolgunluklarını. '' Seninle çalışmak bir zevkti, küstahlık bilgim de çoğaldı. Teşekkür ederim yardımların için. Allaha emanetsin hemşire'' Ona aynı samimiyetle gülümsediğim de Emirin bakışları altında arabaya geçtim. Komutan istifini ben gidene kadar bozmamış, ardımdan öylece bakmıştı. Arabanın yanında ki camdan baktığım da hala arka da olduğunu gördüm, giderek silikleşti bedeni. Ve en sonunda sokağı dönmemizle oda gözden tamamen kaybolmuştu. İçimde ki burukluğun adını konduramadan hangi ara kendimi havaalanında buldum bilmiyordum... 🍃 Uykulu gözlerim babamı bulduğun da büyük bir heyecanla beni bekliyordu. Önce kollarına sardı beni, sonra da hasar tespiti yapar gibi gözleri üzerimde gezindi. '' Baba, sana da merhaba ve hayır yaralanmadım'' Derin bir iç çekişten sonra alnıma sıcak dudaklarını değdirdi. '' Çok şükür, hoş geldin yavrum'' '' Hoş buldum babam'' Birlikte sıkıca sarılıp hasret giderdikten sonra bavulumu alıp bagajıma attı ve ön koltuğa kurulurken ellerime sıcak çayı bıraktı. '' Üşümüşsündür dedim'' Gülümseyerek yanaklarına birer öpücük bıraktığım da hız kesmeden yola çıktı ve kısa sürede evin önüne geldik. Hava buz gibiydi ve kış bu sene İstanbul da çetin geçecekti anlaşılan. Kabanımı üzerimden sıyırıp soğuk havaya karıştım. Babam otoparka arabayı park ederken mahalleme şöyle bir göz attım. Aslında sessiz sakin ılıman bir tonda ilerliyordu Beykoz, havası hırçındı yazın bile üşüyebiliyorduk ama sessizliği o kadar iyiydi ki, buralarda hep tek veyahut iki katlı villalar vardı. Bizim evimiz aralıklı evlerden mahallenin sonundakiydi. İki katlı, dubleksti. Alt katta anne ve babamın odası, ağabeylerimin odası yer alırken üst katta bir daire gibiydi. Çatı katı tarzıydı. Odam burada ayrıydı. Misafir odası da üst kattaydı. Gelen giden burada kalırdı. Gözlerim karşı eve kayarken, annemin bahsettiği komşular aklıma geldi. Lambaları yanıktı ve o evin bahçesi bizim bahçeden daha ufaktı. Kocaman bir bahçemiz vardı bizimde. Evi incelemeyi bırakıp babamın da gelişi işe açık olan kapıdan geçip annemin sabırsızca beklediği girişe yöneldim. Üzerin de uzun bir hırka elleri kollarında sabit üşüyordu. Kendimi radarına soktuğum da önce göz ucuyla bana baktı, suratında ki titrek ifade yerini gurura, sevince bırakırken tok bir kahkaha sesi yankılandı. '' Annem, oh yavrum oh güzelim'' Kokumu içine çekerken kolları arasında sıkışıp kalmıştım. Onu bende çok özlemiştim, sarılıp öperken babam da arkamızdan bizim fotoğrafımızı çekince kapıda ayak üstü gülerek geçtik içeriye. ''Kuşum sen zayıflamışsın, vallahi şu haline bak!'' Mutfak masasında hazır olan sofraya kaydı bakışlarım. '' Abartma annem, gayet fitim. Siz yediniz mi?'' '' Yedik annecim biz, karşı evdeydik, şimdi geldik zaten. Aslında çaya çağırdı Selma bizi ama, sen gitmezsin diye yok dedim. O da kahvaltıya davet etti. Hem oğlu geliyormuş onun da zaten tanışırsınız'' Annemin son cümlesine vurgu yapmasına gözlerimi devirerek babama doğru döndüm. '' Bana eşlik eden kimse olmayacak mı?'' '' Valla biraz daha yerim ben'' '' Tarık! Yahu şekerin tansiyonun var be adam'' Güzel sohbet ve annemlerin didişmeleriyle geceyi sonlandırmış, yemekten sonra yatağıma kavuşmuştum. Öylesine yorgundum ki, duş alacak halim bile yoktu. Sabah alabilirdim, ve ağabeylerimi de yüksek ihtimal sabah görürdüm zaten. Kendimi yatağıma, özlediğim odam da huzurla uykuya teslim ettim... 🍃 '' Eh be Firuze! Dedim sana ama kahvaltıya çağırdı kadın diye çok ayıp!'' Sabahın sekiz buçuğun da Nazlının aramaları ile ayağa dikilmiş, duş almıştım. Annem ise gelen sus sesine gelmiş, merakla sabahın köründe Nazlıya gideceğimi öğrenince köpürmüştü. '' Annem, dedim ya, Nazlıya sözüm var'' '' E annecim, biz bir görseydik seni hemen ne bu Nazlı aşkı'' '' Nazlıyı bilmiyor musun anne? Rahat bırakmaz şimdi tüm gün nazını çekemem. Hem, üç aydır yüzüme bir krem dahi süremedim! Bırak bir toparlanayım.'' Annem sıkıntılı bir nefes verirken ılık sütü masaya koydu. '' İç öyle git. O zaman, kesinlikle kahveye yetişiyorsun kırarım bacaklarını. Kadın o kadar hazırlık yaptı bebesiyle ayıp Firuze'' Anneme gözlerimi devirerek onayladıktan sonra saçlarımı hızla kurutup ensem de sıkı bir topuz yaparak dolabın başına geçtim. Üç aydır neredeyse bir kez bile hazırlanmamıştım hem dağın başında kime neye hazırlanacaktım ki? Yeme içmeye zor vaktim oluyordu, birde buna mı harcayacaktım vaktimi? Dolabımda her şey yerli yerindeydi, akşam geldiğim de bavulumu boşaltmayı aklımın ucuna not ederek deri pantolonumu ve siyah transparanımı aldım. ( Firuzenin k.) İçime geçirdiğim siyah braletimi de son kez aynadan kontrol ettikten sonra siyah kabanımı giyip çantamı alarak çıktım evden. Arabayı aldığımı babama söylemiştim, o yüzden rahatça otoparka ilerleyip arabaya bindim. O sırada karşı evin otoparkında da bir hareketlilik vardı. Kapşonu kafasında arkası dönük, bagajdan bir şey çıkarıyordu bir adam. Gözlerimi ondan çekip yola verdiğim de aklıma gelen komutan ile irkildim. Adı bile derin bir nefes almama neden oluyordu. Onu düşünmeyi es geçerek yola döndüm. Yarım saatin ardından iki katlı güzellik merkezine geçtiğim de arabayı park ederek binaya girdim. Asansöre binip ikiyi tuşladıktan sonra beni kapıda bekleyen arkadaşımı görür görmez boynuna atladım. Nazlı beni sımsıkı kavrayarak yanaklarıma birer öpücük bıraktığın da ben de gülümseyerek karşılık verdim. '' Bebeğim, ya seni çok özledim!'' '' Bende çok özledim Nazo!'' Gülerek açık kapıdan içeriye girdik. Çalışanlara selam verdikten sonra odasına geçtik. '' Çok açım Firuze, hemen işlemini halledip çıkalım'' Sonrası çok hızlı gelişmişti. Klasik bir cilt bakımından sonra saçlarımı fönlemiş, jilet gibi dümdüz bir hale getirdiğim de Nazlı da arkamda dikilmiş aynadan saçlarıma bakıyordu. '' Firuze, saçların beline sallanıyor kuşum, biraz kessek mi?'' '' İstemiyorum, belki daha sonra düzeltiriz Nazo'' Sessiz kalırken o da aynadan giydiği beyaz uzun kollu crobunun altında ki kot eteği düzeltiyordu. Nazlı beyaz tenli, kızıl saçlı bir afetti. Öyle ki suratında ki çiller bile onu çok güzel gösteriyordu. Ben ise ona nazaran daha esmerdim. Dolgun dudaklarıma sürdüğüm parlatıcıyı yedirirken cildim yumuşacıktı, nemlendirip göz altlarıma bir kapatıcıyı yedirdim. Rimeli de kıvrık kirpiklerime sürüp fazla abartmadan çıktım odadan. Nazlı elinde ki fincanı mutfağa bırakırken yardımcısına bir şeyler söylüyor, tembihliyordu. '' Çıkalım mı? Ağaç oldular kafede bizimkiler'' Kabanları üzerimize geçirirken benim arabayla gitmeye karar verirken yol boyu katıldığı fuarları ve aldığı ödüllerden konuşmuştuk. Nazlının bu iş dışında tırnak tasarımıyla da uğraştığı aşikardı. Kafenin önüne geldiğimiz de o inmiş ben park edip geçmiştim. Sezinle ve Mertle hasret giderip kısaca üç aylığın acısını iki saate sığdırınca, kahvaltı bitmiş, çaylar içilmiş artık annemin de ısrarlı aramalarına dayanamayıp hesabı ödedik ve kalktık. Sezin ve Mert işleri olduğunu söyleyerek bizden ayrılırken Nazlıyı kliniğe götürme işi de bana kalmıştı. '' Şimdi sen hiç mi merak etmiyorsun bu adamı?'' Yolda ki bakışlarımı çekip kısa süreli Nazlıya göz attım. Ona komutanı anlatmıştım şimdi ise peşimi bırakmıyordu. '' Neyini merak edicem Nazo?'' '' Eminim çirkin bir şeydir, kamuflajlı kim iyi görünmez ki? Sivili çirkindir'' Heybetli duruşunun altında hangi kimliğinin yattığı hakkın da ne ufak bir fikrim yoktu. '' Sivil hiç görmedim zaten, hem adamın üstünde ki askeri kamuflajlar en son ameliyatla alacaktık o derece'' Gülerek kafasını salladı. '' Bu konuyu konuşalım yakın zamanda!'' '' Konuşacak bir şey yok balım, adam gitti o hikaye bitti. Kim bilir hangi dağın ayısı!'' Nazlı kıkırdayarak çantasından telefonunu çıkardı ve orta boylar da esmer bir çocuğun olduğu kareyi suratıma yaklaştırdı. '' Malum şahıs'' Nazlı uzun soluklu bir ilişki de nişan arifesinde aldatılmıştı. Tabii o süreçler bu kadar kısa olmamıştı. Şimdi ise aldattığı kızdan ayrıldığını, ona mesajlar yazıp pişman olduğunu söylüyordu. '' Ne dedin sen?'' '' Ne diyeceğim Firuze, ağlayıp sızlanacak halim yok, kalmadı da zaten. Engelledim ama bu sefer de Sezinden ulaştı bana. Tabii senin telefon kapalıydı görev boyunca, san ulaşamayınca kudurup Sezini bulmuş'' '' Nazo, bu iyice bozdu kafayı seninle.'' '' Aman, içim şişti. Geleceği varsa göreceği de var. Dağ değil ya burası! Neyse kuşum sen beni köşe de indir. Sipariş verdiğim mobilya takımlarında bir sorun çıkmış, onları halledip öyle geçeyim'' '' Görüşürüz sonra, gel bir ara bize annem bacaklarını kıracak. Ben yokken gelmemişsin hiç'' Gözlerini belerterek sırıttı. '' Neriman Sultan şikayete başlamış desene. Öp onu yerime, geleceğim elbette. Hem sen gittikten sonra bende şu totomun üzerine oturamadım ki. Neyse balım tutmayayım seni tontoşum daha fazla sinirlenmesin. Öpüyorum seni. Buralardasın değil mi?'' '' Bir haftalık bir izindeyim, buralardayım yani görüşürüz sonra canım'' Veda öpücükleri verildikten sonra o inmiş ben ise eve gelmiştim. Arabayı otoparka park ederken karşı dairenin açık otoparkında ki cip dikkatimi çekti. Kaba bir cipti, yüksek oturuşlu fakat bir o kadar güzeldi. Gözlerimi karşı evden çekip eve girdiğim de bahçe de üstünde kabanıyla hamakta sallanan ağabeyimi gördüm. Beni görünce gözleri kısıldı uzaktan, sonra da kalkıp yanına gitmemi bekledi sabırla. '' Tunç beyler!'' Tunç beni görür görmez gülerek kollarına alırken yanaklarıma sulu birer öpücük bırakmayı da ihmal etmedi. Tunç ağabeyim ufak ağabeyimdi. Peyzaj mimarı idi. Yoğunluktan nadir görüşebiliyorduk. '' Fıstık! Sen ne kadar güzelsin böyle!'' '' Ya ya sorma ağabey, üç aydır yüzüne bir çimdik krem sürememiş bir kız kardeşinin acısı var, haha. '' '' Nazo el atmış sana belli! Nerde o bıcırık?'' '' Gelmedi o uğrar sonra'' '' E kızım dağın başın da kime neye süsleneceksin? Eee hadi, koş karşı eve annem seni dört göz bekliyor valla'' '' Sorma sabahtan beri beni aradı. Gideyim de çenesinden kurtulayım. Çınar ağabeyim nerede?'' '' Aylinle alışveriştelermiş, akşama aileler yemeği var nişan konuşalacak. O zaman görüşürüz dedi bıcırıkla'' Gülümseyerek son kez sarıldım ona ve kabanımı ona bırakıp çıktım evden. Hava serindi fakat hemen bir adım da karşı bahçede olunca umursamadım üzerimdekileri. Braletimi son kez düzeltip kahkaha sesleri gelen dairenin ziline bastım. Elim boş gelmek ne kadar doğruydu diye sorgularken, kapıyı orta yaşlar da siyah uzun pileli elbiseli bir kadın açtı. '' Buyurun?'' Siyah yazmasını düzelterek bana şaşkınca bakarken gözlerinde ki tanıklık dikkatimden kaçmamıştı. '' Merhaba, Firuze ben karşı komşunun kızı'' '' Komşu kızı, Firuze!'' Kadın naif sevinçli bir tonda beni kucaklayarak omuzlarımı sıktı. Aynı şekil de sıcak bir karşılık verdim. '' Hoşgeldin kızım, kusura bakma bir an şaşırdım bende lütfen gel'' Topuklu botlarımı çıkarırken kadın da terliklere uzanırken durdurdum onu. '' Estağfurullah, lütfen alırım ben'' Pembe terlikleri alıp uzun geniş koridordan geçtik. Annem ve babam salonda kahvelerini içiyordu. Salonu gri ve zümrüt yeşili ağırlıklıydı. Salonun ortasından merdiven geçerken evlerinin büyüklüğü dikkatimi çekti. Tertemiz ve ferahtı. '' Hoş geldin Firuzem, gel babacım şöyle yamacıma'' Gülümseyerek oturdum babamın yanına. Kadın zaten hazır olan fincanda ki kahveyi hemen önüme bıraktı. '' Kızım, kalplerimiz temizmişki, şimdi yaptın kahveni gelirsin diye'' Gülümseyerek teşekkür ettim. Çok sıcak kanlı bir kadındı. Annem sanki kendi eviymiş gibi koltukta yayılmış, elinde ki zikirmatiği çekerken bir yandan da beni süzüyordu. '' Giymişsin gene cırtık şeylerini'' Ah, annemdi işte hiç değişmez.. '' Bırak yahu genç o ne giyerse giysin. Benim kızıma ne yakışmaz'' Babama minnet dolu bakışlarımı atarken kadın da gülümseyerek bana döndü. '' Selma ben kızım. Karşı komşunuz'' '' Selma teyze memnun oldum çok, bende Firuze komşu kızı'' dedim gülerek. Kadında gülümseyerek kahvesine uzandı. Tam o sırada bir bebek ağlama sesleri gelince Selma teyze ayaklandı fakat annem onu durdurdu. '' Bırak Firuze baksın, sen sabahtan beri koşturup durdun.'' '' Ayıp olur Neriman abla, kız daha yeni oturdu'' '' Selma, ne ayıbı kızım aileyiz biz şunun şurasında!'' Selma abla gülerek bana dönünce annemin bu emrivakiliğine sinirimi belli etmeden kalktım. '' Oğlum yukarıdaydı amma, duymadı herhalde. Sana zahmet kızım, üst katta ilk oda.'' Kalkıp merdivenlere yöneldim. Birer ikişer çıktığım merdivenler bitince ilk odaya girdim. Zaten pembe kapılı oda kendini belli etmişti. '' Merhaba'' dedim, beşikte ki küçük ağlak miniğe. O ne kadar da tatlı bir bebekti öyle. Saçları yeni uzamaya yüz tutmuş, kutu gibi yüzü vardı. Minik ağızlı, minik burunlu giydiği ayıcıklı eşofmanlarının içinde beni al diye bağırıyordu adeta. Gözlerim kısılarak şirin bir şekilde uzattığım elimle sustu, elimi tuttu ve bir süre şaşkınca bana baktı. '' Anni'' Muhtemelen anne diyordu. Gözleri kahverenginin en açık tonunda, kirpikleri upuzundu. Onu kollarının altından destekle kaldırıp kucağıma aldım. Alnına bir öpücük kondurduğum da arkamda ki kapıda bir hareketlilik oldu. Selma teyzedir diye ani bir dönüşle çarptığım beden arkaya sendelememe izin verse de düşmeme müsaade etmeyerek beni belimden kavradı. Kucağımda ki minik de şaşkınlığını yaşarken gözlerim uzun boylu adama döndüğünde, yuvalarından fırlayacaktı neredeyse. Tanıdık bir çift göz, keskin bir koku, çıplak koll- Bir dakika! Komutan belinde ince bir havluyla, karşımda yarı çıplak bu evde, bu odada ne yapıyordu Allah aşkına? **
|
0% |