@yaziyoruzbacimm
|
7* BELKİ DE BİZ, SEVMEMELİYİZ
Onun yanın da sonrası yoktu, onun yanında şimdi vardı. Saniyeler işliyordu ama ben yarını düşünmekle anımı mahfetmiyordum. Onunla her gün yeni bir his kazandıkça, içimde ki kaybetme korkusu da bir o kadar artıyordu. Hayat garipti, sevinçlerin, zevklerin ve arzuların çoğaldıkça kaygıların da artıyordu. Her aşk bir gün biterdi, ama bizimkisi ne aşk denilecek kadar adı konmuş bir durumdu, ne de arkadaşlık diyeceğimiz kadar masum.. Bildiğim tek bir şey vardı. Bedenimin onun bedeni arasında cayır cayır yandığı. Ateşle Barut yan yana durmaz... ** '' Sana diyorum kızım sağır mısın!'' Ayazın suratıma vurduğu gecenin bu vaktin de ellerim kabanımın cebinde, boynumda ki kalın yünlü atkıya sarılırken aptal gibi sırıtıyordum. '' Kız sen manyak mısın!'' Kafamı kaldırıp dibim de söylenen Nazlıya ne var der gibi bir bakış yolladım. '' Sensin salak! Ne var sabahtan beri ne zırvalıyorsun tepemde!'' '' Diyorum ki ağzın bir karış iki gündür hayırdır?'' Doğru, o geceden sonra iki gün geçmiş hayat normal seyrinde ilerlemişti. Tabii biz tuvalette öpüşmekten ileriye gidememiştik çünkü sırtımın dayandığı kapı zorlanmıştı bir el tarafından. Sarhoştu Allahtan kadın da, farkettirmeden ayrı ayrı çıkmıştık dışarıya. Gecenin sonun da bana beresini vermiş, eve bırakmıştı aynı zamanda. Karşı evinde oturduğu için birlikte gitmediniz yani! Bana düşman olan iç sesime aldırış etmedim tabii ki! O geceden sonra aslında küçük ama benim için büyük bir adım daha vardı. Gecenin sonun da gelen mesajdı. Komutanın Teki: Giydiğin eteğin parçası yetmemişti herhalde, annemden parça ekletmemi ister misin? :) Ben parçası yetmeyen eteklerimle mutluyum. Sana gömlek düğmesi dikmemi ister misin? Böğrünü açmaya pek bir meraklısın. :) Komutanın Teki: Ellerinle kapatmayı tercih ederim. Odanın ışığı hala yanıyor, bence uyu yoksa sabaha kalkamayacaksın. Birlikte mi uyusak? Hayır yani sende uyu ama yatağında yani uyu! Komutanın Teki: İyi geceler Firuze, utanınca çok tatlı oluyorsun.. O geceki mesajdan sonra ilk günaydın bendendi. Birlikte konuşmayı da ilerletmiştik. Şimdi ise Jale ve Cihatla yemek yemiş, Nazlı ile de bir yerde oturup kahvelenmiştik. Bu süreçte Nazlı da Muratla sık sık görüşür olmuştu. Hatta birlikte bir lansmana bile katılmışlardı. Nazlı onu da davet etmişti. Şimdi ise çağırdığımız taksiyi bekliyorduk. '' Hayır hayır, benden hayırsız bir şey mi gördün?'' '' Yok canım, ne bileyim. Doksanlar yaradı sana.'' Doksanlar mı, bedenine dokunanlar mı? Telefonuma gelen mesajla dağıldı tüm dikkatim. Komutanın Teki: Naptın, çıktın mı? Çıktık, Nazlıyı eve bırakır oradan dönerim eve. Sen ne yaptın? Komutanın Teki: Karargahta az bir işim kaldı. Köfte ekmek yer miyiz? Nazlıyı bırak sahile gel. Olur, ararım gelince. '' Firuze şu boş geliyor.'' '' Durdur çabuk'' Taksiye binip uzaklaştık kahve içtiğimiz mekandan. '' Koray, özür dileyen bir mesaj yazdı. Bir daha rahatsız etmeyeceğim dedi'' '' İnşallah Nazlı, o herif bana hiç güven vermiyor'' ''Biliyorum, merak etme daha dikkatli olacağım. Murat çoğu akşam beni alıp evime bırakıyor.'' Gözlerimi Nazlıya çevirdiğim de o da gözlerini benden kaçırdı. Konuşmak, ne olduğunu dile getirip adını koymaktan korkuyordu. Hoş benim durumum farklı mı? Ben hiç adını koymak istemiyordum. Çünkü adının konup, hislerin bitmesinden ölesiye korkuyordum. Böyle iyiydi. '' Bahçeli evin kapısında inebilir miyim'' Taksici evin önünde durduğunda sarıldı bana. '' Arayı açma, darılırım.'' '' Serseri! Hadi görüşürüz'' Öpüp vedalaştıktan sonra sahile doğru sürdü aracı. '' Girişte ineyim ben.'' Ücretini ödedikten sonra indim araçtan. Tam telefonuma sarılıyordum ki, arabasının önünde elleri cebinde telefonuyla ilgileniyordu. Ona doğru ilerlediğim de beni fark etti, suratında ki o sert ifade yumuşadı. Telefonunu cebine koydu. '' Naber'' dedim sesim içime kaçmıştı. Farklı bir heyecan vardı. Dindiremiyordum bu hissi. '' İyidir, açım sen'' Gülerek kafamı salladım. Aç olunca çok tatlı oluyordu. '' Ne yapalım geçelim mi hemen'' '' Geçelim'' dedi. Birlikte Mahsun ustanın yerine geçtik. Bu sırada burası çok kalabalık değildi ama boş sadece iki masa kalmıştı. Mahsun usta bize yarımşar ekmekle ayran getirdi. '' Doyacak mısın bununla?'' dedim. Kaşlarını havalandırdı. '' Çok tıkama kendini, irmik yiyeceğiz sonra'' Heyecan boğazımda atıyordu. İrmik yemeye değil, birlikte bir yerlere gidecek olmamızdan. Sırıttım aptal gibi. Onunla ilk defa tek kalmıyordum ama ilk defa bu olanlardan sonra tektik. Köfte ekmeğimi bitirip ayranı diktim kafama. Çok iyi gelmişti bu ayazda karnımın doyurması. Alpaslan da ekmeğini yedi ve ayranını içti. Suratı suratıma döndüğün de gözleri dudaklarım da takılı kaldı. Dudaklarının köşesi kıvrıldı. Masada ki peçeteyi alıp elini ağzıma götürdü. Dudağımın üstünü temizledi. '' Ayran mı kalmış?'' '' Köpüğünden bıyık yapmışsın kendine'' Alpaslanın içten gülüşünü bu ikinciye yakalıyordum. Ve bundan çok memnundum. Gülüşüne eşlik ettim. '' Kalkalım mı? İrmikcide çok sıra olur'' Saat neredeyse on bire geliyordu. '' Bu saatte mi?'' Gerçekten de dediği gibi oldu. Alpaslan ne kadar ısrar etsem de hesabı ödetmedi. Kalkıp arabaya bindiğimiz de on dakika sonra durdu bir dükkanın önünde. O önündeki beş kişi, ondan sonra bi ton insan sıraya girmişti. Helvaları sıcak sıcak getirip bir daha gittiğin de çayda almıştı. Arabayı sahil kenarına çektiğin de helvadan bir kaşık aldığım da gülen gözlerle ona döndüm. '' Alpaslan! Çok güzel'' '' Çok güzel, gerçekten çok güzel'' dedi gözlerimin içinde kaybolurken. Gözlerimi yanaklarıma inen kanla beraber kaçırdım. Oda derin bir nefes alıp helvasından yedi. Altında ki dondurmasını da yedim ve üşümüş ellerimin arasına sıcak çayı aldım. '' Yıllardır buradayım ama bilmem buraları. Sen yenisin ama maşallah'' Güldü. Çayından bir yudum aldı. '' Severim nerde ne var öğrenmeyi. Bir gün seni eski mahalleme götürürüm'' '' Neresi ki?'' '' Kocaelindeydik eskiden. Bak tahinli çörekleriyle meşhur bir dükkan var. Her hafta sonu giderdik arkadaşlarla.'' Bana hayatını, yaşamını anlatması mutlu ediyordu. Çünkü Alpaslan şu an gerçekten Alpaslandı. '' Olur, gidelim. Kocaelinde üniversite arkadaşım var. Evlendi eşinin mesleğinden dolayı oraya yerleşti.'' '' Ne işi?' '' Polis'' Kafasını olumlu anlamda salladı. '' Arkadaşın mı polis eşi mi?'' Güldüm cinsiyeti öğrenme çabasına. '' Kız arkadaşımın eşi polis, arkadaşım yani'' '' Hımm, anladım. Merak, bilirsin insanın başına ne gelirse meraktan işte.'' Kafamı salladım. O da cebinden sigara paketini çıkardı. Sonra ne düşündüyse geri koydu cebine. '' Rahatsız olmam'' '' Saçlarının güzel kokusunu kirletmek istemem'' dedi elleriyle saçlarımı okşarken. Karıncalaşan ellerimi önümde birleştirdim. Elleri o kadar naif dokunuş sergiliyordu ki, hissetmedim bile tutamları avucunda. '' Neredeydin cumartesi günü?'' Bakışlarımı çektim ondan. '' İşim vardı.'' '' Bana da mı bahanen var?'' '' Bahanem sana değil, bahanem kendime. Sen bizde miydin?'' '' Hayır, akşam uğradım. Annen çok kötü görünüyordu. Onu böyle çaresiz bıraktığın için kızdım sana. '' '' Bende çok kızdım, evlat acısını diğer evlatlarından çıkardığı için'' Toparlandı ve kucağımda ki elimi avuçları arasına aldı. '' Evlat acısı. Anla onu da'' '' Yangın çıktığın da lise ikideydim. Çok yaramaz bir kız çocuğuydu. Evin en küçüğüydü. Çok severdi annem, tapardı resmen. Anlamadım yangının nasıl olduğunu. Ders yapıyordum. Babamın bağırdığını duyunca koştum. Merdivenlerde dumana maruz kalınca adım atamadım.'' Elimdeki varlığı güçlendi. '' Babam kucakladı beni. Dışarı çıkardı, sonra kız kardeşimi almak için dönmek isteyince, alevler kapının eşiğinden taştı. Giremedi. Eğer benimle birlikte o evde kız kardeşimi arasaydı ben dumandan zehirlenir ölürdüm, o da alevlerden. '' Gözleri buğulandı. Kısık bir sesle 'Allah korusun' dedi. Korumuştu ya, oda komikti. ''Annem hem kocasını hem de iki kızını kaybedecekti. Tunç staj yapıyordu o zamanlar. Çınar ağabeyim ise yurt dışına çıkmak için evraklarını hazırlatıyordu. Sonra annem ayıla bayıla evin önünde bir hafta nöbet tuttu. Tespit edilene kadar ceset, durdu. Feryat figan, her gecemiz çığlıklarla geçti. Yüzüme bile bakmadı senelerce. Neden ders çalıştın dedi, neden bakmadın kız kardeşine uyandı mı, nerde aç mı tok mu neden sormadın dedi. Beni yaşarken öldürdü. Şuncacık kızdım, bende suçladım kendimi. '' Saçlarımı okşadı. Boydan boya sevdi her tutamını. ''Bir gece kavga ettiler babamla. Neden dedi, neden Firuzeyi kurtardın da diğer kızını kurtarmadın dedi. Ailemiz dağıldı. Çınar ağabeyim şanslıydı, o gitmişti yurt dışına o kötü zamanları orada Aylinle atlattı. Tunç eve gelmezdi hiç, sabahlara kadar çalışır bilerek gelmezdi. Ortada kalan ben oldum. Babam kalp krizi geçirdi tabii o dönemler. Tansiyon şeker hastası oldu, sonra da iflas etti. İlk senemde tıp kazanmıştım. Çok isterdim doktor olayım. Ama olmadı. Annem göndermek istemedi. Ya onun da başına bir şey gelirse dedi. Birini kaybettim birini daha kaybetmem dedi. Para desen yok, iflastayız. Sonra amcamın hisseleri devrolunca yeniden kurduk şirketi. Babam o hasta haliyle emeklerini, amcam ise sermayesini koydu ortaya. Sonra amcam rahmetli olunca tamamen bize ait oldu. Bir mirasçısı yoktu. Bize devretmişti hepsini. Yani anneme kızacak çok şeyim vardı ama hep erteledim, ama o ertelemedi.'' Derin bir nefes aldığım da o da benimle birlikte öfkeli gözlerini çekti. '' Bir anne, evlatları arasın da ayrım yapmaz, o acıdan saçmalamış'' Cevap vermedim, ne diyebilirdim ki? Dahası vardı. Ama ona anlatamazdım. Utandığımdan ya da başka bir sebepten değil de ağlamak istemediğimden. Göz pınarlarımda ki nemi benden önce davranarak o sildi. Birisinin sizi düşünüp harekete geçmesi ne kadar da güzelmiş öyle.. '' Dönelim mi? Geç oldu'' dedi kısık sesle. Kafamı olumlu anlamda sallayıp kemerimi taktım. Sahil bize yarım saat uzaklıkta olduğundan arabayla hızla geldik. Araba durmuştu ama inmek için bir hamle yoktu. '' Azra seni özlemiş anlaşılan, abla deyip duruyor'' '' Uzun zaman oldu görmeyeli'' Saatine baktı. '' Uyumuştur'' dedi. Kafamı olumlu anlamda salladım. Bu saatte ayakta olması saçma olurdu küçücük kızın. '' Yükün ağır, omuzlarım geniştir'' Kemikli suratının, karanlıkta nasıl da biçimli olduğuna göz gezdiriyordum. '' Alpaslan'' dedim can çekişir gibi. Onu şu an öpmemek, kokusunu solumamak için zor tutuyordum kendimi. '' Firuze, ismim şu öptüğüm iki dudağının arasından çıkınca ben kafayı yiyecek gibi oluyorum. Yapma'' Arsızca sırıttım. Kemerimi çözüp çantamı alırken dönüp yanağına bir öpücük kondurdum. '' Bu yeter bana '' dedim göz kırparak. '' Bana yetmez ama'' Ağzının içinde gevelediği cümleye sadece gülerek tepki verdim. '' İyi geceler'' '' İyi geceler'' Arabadan inerek eve geçtiğim de bahçenin köşesinde ayakta dikilen Çınar ağabeyim ile durdum. '' Firuze'' '' Ağabey, hayırdır bu soğukta ne yapıyordun?'' '' Aynısını kız kardeşime soracaktım, ne işin var bu saatte bu adamla?'' '' Bu adam? Alpaslan bu adam mı ağabey?'' '' Ya ne Firuze? Annem bir sen iki mi oldun? Bu aileyi sadece beş altı aydır tanıyoruz. Nişanıma geldi yardım etti diye can ciğer mi yapalım elin insanlarını? Hadi kadın neyse çocuğuyla gelip anneme gün içinde uğraş oluyor ses oluyor. Ya bu adam? Ne zaman görsem bu adam hep etrafında!'' Şaşkınlıkla araladım ağzımı. Neler diyordu, kulağı duyuyor muydu? '' O ne demek? Ne demek uğraş, koskocaman kadın işi yok kucağında kızıyla anneme uğraş mı oluyor? Annem yapacak başka uğraş mı bulamıyor'' '' Firuze! Komşuyuz biz, aile değil! Bu adamı gözüm tutmadı'' '' Neyini gördün?'' '' Görmüyorum sorunda o. Adamın evine uğradığı mı var Firuze!'' '' Ağabey seninle burada bu seviyesiz konuşmayı yapmayacağım!'' Cevap vermesini beklemeden eve girdim. Kapı aralıktı, evden ses gelmiyordu. Odama çıkıp kapımı ardımdan kapadım ve kilitledim. Ağabeyimin hangi hadle bana bunu söylediğini hala aklım almıyordu. '' Densiz!'' Söylenerek üzerimdekileri çıkardım ve eşofmanlarımı geçirdim. Yatağıma girdiğim de sinirden uyuyamamıştım resmen. Adam gelip nişanda altın bile takmıştı. Utanırdı insan az! Utanırdı canım! Utanmazdı işte! 🍃 '' Evet, sorusu olan?'' Kalçamı dayadığım toplantı masasından çekip diklendim. '' Hocam, acaba plana Serranın nöbetiyle değişiklikten mi başlasak?'' Cihana döndüm merakla. '' Sebep?'' '' Önemli bir işi varmış o akşam nöbette kalmak istemiyordu'' '' Arkadaşlar haftalık plan hekimlere veriliyor. Çocuk oyuncağı değil bu hastane planı! İşiniz varsa erkenden söyleyeceksiniz. Ayrıca arkadaşının dili vardır diye umuyorum Cihancığım'' '' Var ama çekiniyor'' '' İyi, o zaman ona deki hayat söyleyemediklerimiz kadar kısa. Red edildi izin. Nöbet listesini Asude asarsın. Ayın hemşire ve hemşirini seçmek için hepinizin puan listesine bakacağım ayrıca. Hadi kolay gelsin, zor bir hafta sizi bekliyor'' Elimde ki bilgisayarın kapağını kapayıp çıktım toplantı salonundan. Giydiğim topukluların tıngırtısı ahenk oluştururken ellerimi yıkamaya tuvalete gittim, odama eşyalarımı bıraktıktan sonra. Üzerimde olan gömlek elbisenin yakalarını düzeltip parlatıcımı yeniledim. Dalgalandırdığım saçlarımı da omuzlarımın arkasına atarak çıktım. '' Firuze hemşire buralarda mı?'' Cihat kapımın önünde Asudeye beni soruyordu. '' Buradayım hocam'' '' Ha, Firuze askeriyeden kan vermeye gelenler olacak. Ayrıca tetkik, sonuçlar bizzat ilgilenmeni istiyorum'' '' Tabii hocam nasıl arzu ederseniz. Karargahtan mı geliyorlar yoksa?'' '' Tim tim gelecekler ama on on beş kişini ölçümleri yapılacak ona göre hazır olalım'' Alpaslanın timi de gelir mi diye heyecan içinde kalmışken mesajım gecikmedi. Komutanın Teki: Hastanede misin? Evet, sizin tim mi geliyor? Komutanın Teki: Evet, bizimle birlikte tanımadığım üç tim daha. Gözümün önünden ayrılma Firuze. Bu dediğine gülerken bir yandan da eşyaları hazırlatıyordum. Telefonu cevap vermeden önlüğümün cebine attım. '' Asude ve Cihan kan alsınlar, ben genel tetkiklerinde yanlarında olurum. Gereksiz konuşmalar istemiyorum! Askeri vakalar, askeri tetkitlerde ne olduğunu biliyorsunuz değil mi?'' Asude ve Cihan kafalarını olumlu anlamda salladı. kan alma odalarından birini onlar içip ayırıp bir masa ve sandalye attırdım. Bir de laptop ve a4 getirip ufak bir masa hazırladım. Askeri araç hastaneye giriş yaptığın da Asude ve Cihan maskelerini takarken bende maskemi geçirdim. Alpaslanı henüz görememiştim. Hatta Muratı bile görmüştüm. Elleri cebinde yanıma geldi gülerek. '' Naber Firuze'' '' İyidir Murat, sen nasılsın'' '' İyilik, klasik işte. Bizimki aşağıda dolanıyor. Göz doktoruna randevusu varmış bizden birinin'' '' Anladım. Murat ben bir ekibi alayım, siz bekleyin olur mu'' '' Tabii canım patron sensin burada'' Karşılıklı gülüşlerimizden sonra gelen ilk timi aldık. Beş tane askerdi. Herkes sıraca uzanmış kanlarını alan Cihan ve Asude tüpleri plastik kaplara koyarken ben de tansiyonlarına bakıyor, soru soruyor ve listedeki formları düzenliyordum. '' İkinci ekip için hazır olun, hızlı'' İçeriye giren iki görevli kadın sedyelerin üzerinde ki beyaz örtülerin yenisini değiştirip dezenfektanladılar. İkinci grup geldiğin de onlarında kanı alındı. Son grup Alpaslanın timiydi. Ama hala o yoktu ortalıkta. Asude Muratın ve Nazımın kanını alırken Cihan ise Akifin kanını alıyordu. '' Hemşire hanım'' dedi Nazım. Ona doğru adımladım. '' Buyurun'' '' Gözlerim de hafif bulanıklık oluyor dürbünden bakınca.'' '' Göz doktorumuz Halit bey bugün burada, evrağınızı hazır ederim. O sırada siz de dinlenin'' '' Benim gözlerde de var bulanıklık ama size bakınca'' Akifin söylemi ile Murat tok bir kahkaha attı. '' Bu güzelliği Nazlının merkezinden almadığı kesin Murat komutanım'' dedi Nazım. Muratın gülüşü suratında donuklaşırken devam ettirdi Akif. '' Ah kör ettiniz bu gün siz hemşire hanım'' '' Cıvımayın lan! Ben edeceğim sizi kör'' Alpaslan kapının eşiğinde elleri cebinde bize doğru adımladı. Elimde evrak onlara bakarken belime dolanan eli ile şaşkınca ona bakarken Cihan ve Asude de bize, daha doğrusu belimde ki elin sahibine bakıyordu. '' Kanlar tamam Firuze hanım, evrakları Halit beye teslim edelim'' '' Evet lütfen, ayrıca kulak burun boğaz içinde evrak teslim eden var. Onu da es geçmeyin'' İkiside anladığına dair bir baş eğmesi ile çıktılar odadan. Murat ve diğerlerinin gözü belimde ki eldeydi. '' Naber '' dedi bana doğru. Heyecandan ölecekken rezil olamazdım. '' İyidir senden naber?'' '' İyi vallahi, bir kahve molasımı versen?'' Günden güne çoğalan samimiyeti beni şaşırtırken bir yandan da mutlu ediyordu. '' Olur ama önce senin kanını almamız lazım komutan'' Ona uzun zaman sonra ilk defa komutan demek midemi kaynatırken o ise güldü. '' Olur hemşire'' dedi Akifin kafasına vurup onu kaldırarak. '' Ya komutanım ya!'' '' Az önce bülbül gibi şakıyordun koçum! Karargaha dönelim de şakıtıcam ben seni'' Akif gülerek Muratın yanına gitti. Alpaslanın kanını almak için kolunu sıyırdığım da kavruk teni şimdi ellerim arasındaydı. O dikkatle her hareketimi izlerken kolunu tamponlayıp turnikeyi geçirdim koluna. '' Ellerin titriyor'' diye fısıldadı sadece benim duyabileceğim şekilde. '' Sus Alpaslan dikkatimi dağıtma'' Kokun zaten yeterince dağıtıyor... Alpaslan yalandan ağzına fermuar çekti. Bu hareketine gülerek damarını hissetmek için baş parmağım ile bastırdım. İğneyi damarına geçirip yumuşak hareketlerle işimi bitirip tüpü kaba koydum ve eldivenlerimi, maskemi çıkardım. '' Yüzü gözü aydınlandı'' dedi Nazım Alpaslana doğru. Alpaslan çattığı kaşları ile Nazıma cebinde ki kalemi fırlattı. '' Lan! Komutanınız burada iken cıvımayın! Ben sana karargahta aydınlığı yaşatıcam Nazım!'' Murat gülerek kalktı sedyeden. '' Gevşemeyin! Hadi kalkın'' Nazım ve Akif ile vedalaşıp Alpaslanın yanına geçtim. '' Hadi kalk sende de kahve içelim'' '' Burada da baş başa içeriz'' dedi. Serserice bir bakış attığında ona gözlerimi devirdim. '' Şşş, biri duyacak! Kan alma odasında kahve mi içilir?'' Güldü ayaklanarak. '' Öyle olsun. '' dedi aksi bir şekilde. Birlikte kantine geçip birer kahve aldık ve odama çıktık. O odamı ilk defa görüyordu. Sade ama karışık bir odaydı gerçi. Deri siyah koltuğa oturup kahvesinden bir yudum alırken beni izliyordu. Karşısına gözlerinin esiri eşliğinde oturdum. Gülümsüyordu. Ve ben Alpaslanın gülümsemesini bütün bir gün oturup izleyebilirdim. Askeri botları yer yer çamurlanmıştı. Masamın üzerinde ki ıslak mendili çıkarıp ayakkabısının kenarında ki çamuru alıp mendili ona uzatıyordum ki önüme dağılan saçlarımı elleriyle yüzümden çekip dudaklarıma yapıştı. Kalbim dudaklarımı şehvetle emdiği ağzımda atarken titrek ellerimi dizlerine sabitledim. Şu an şu iş yerinde, odamda, her an çalınacak bir kapı olmasa kendimi onun kucağında bulurdum... '' Alpaslan'' dedim dudakları dudaklarımda iken. Homurdandı ağzının içinde ve nemli dudaklarımın ürpermesine neden olarak çekildi. '' Hastanedeyiz.'' dedim çatık kaşlarına gülme isteğimi bastırarak. '' Senin odandayız hangi dangalak kapıyı çalma- '' Komutanım!'' Ona eğik bedenimi hemen düzeltmemle Muratın içeriye girmesi bir oldu. '' Murat dangalağıymış! Ne var oğlum göt laleli gibi peşimdesin! Hayırdır? Kapısız yerden mi çıktın?'' Murat tok bir kahkaha patlattı. Az daha yakalanıyorduk. '' Komutanım, aşk olsun ama görüyorum ki oda oluyor. Sahranın sonuçları çıkmış sıkıldı aşağıda. Gidelim mi?'' Sahra? Alpaslanın peşinde çocuk gibi dolandığı gözü bozuk Sahra mıymış? Suratımda ki dengesizliği farkettirmeden ayaklandım. '' Murat gitmeden bir kahve ister misin ?'' '' Sağol hemşire, gidelim askerler cıvıdı iyice. Gelirim ama bir gün özel olarak, Nazlının da selamı var az önce konuştuk da'' Kafamı olumlu anlamda sallayıp, söz konusu Nazlı olunca parıldayan gözlerine baktım. Alpaslan da fark etmiş olacak ki Muratın aşağıda beklediğini söyleyip gitmesi üzerine kolumu tuttu. '' Firuze, Murat saf çocuktur. Ne anası ne babası. Bir kız kardeşi oda Mardin de öğretmen . Nazlıya benzemez yaşantısı. Nazlı eğer öylesine konuşuyorsa- '' Alpaslan! Çok ayıp bu yaptığın! Nazlı ve Murat yetişkin insanlar! İster konuşur ister konuşmayı bırakıp takılırlar. Bu bizim karışabileceğimiz bir durum değil!'' Alpaslan tam ağzını açıyordu ki çalan kapı araya girdi. '' Gir'' '' Firuze hanım girebilir miyim, tesliminiz var'' dedi kapının arasından temizlik görevlisi Hanife abla. '' Hanife abla gel lütfen, hayırdır ne teslimi?'' Hanife abla elinde kocaman bir orkide ile geldi. '' Kargocu seni arıyordu da, ben veririm dedim. Çiçek gelmiş kızım sana'' '' Zahmet oldu Hanife abla gel kahve içelim'' '' Yok kızım benim işim var afiyet olsun sana, hadi selametle'' Çiçeği Alpaslanın meraklı bakışları eşliğinde elime tutuşturup çıktı. '' Kimden?'' dedi dan diye sorarak. Kartviziti açtığım da oda benimle beraber okudu. '' Okeyin kraliçesine.. İyi ki döndün çünkü artık bende buradayım. Ara beni güzellik, Bora..'' Bora! Ah Bora! Lise zamanlarında platoniğim olan Bora. Alpaslan ellerini cebine atmış bana sorgulayıcı bir bakış atarken tebessüm ettim. '' Lise arkadaşım.'' Kaşları havalandı. '' Ne çok erkek arkadaşın var Firuze'' dedi imalı bir sesle. Kaşlarımı bu sefer ben çattım. '' Ne demek istiyorsun?'' '' Bir şey demek istemiyorum! Sahra bekliyor bekletmeyeyim daha fazla kolay gelsin'' Kolunu tutmamla beni sert bir şekilde savurması bir oldu. '' Alpaslan!'' Sahra bekleyebilirdi! Ama o beklemedi. Duymamazlıktan gelerek çıkıp gitti. Hayır ilk tribimi mi yemiştim yoksa tamamen kıskançlık mıydı? Modum tamamen sıfır bir şekilde çiçeği diğer çiçeklerin yanına koyup gönülsüzce aradım Borayı. Bir iki çalış sonra açtı. '' Güzelim, naber?'' '' Bora, uzun zaman oldu. İyilik senden ne haber asıl?'' '' Döndüm Amerikadan. Öğrendim ki senden görevinden dönmüşsün, ne zaman görüyorum seni?'' '' Çiçekler için çok teşekkür ederim çok naziksin. Ama o kadar dolu bir programım var ki,'' '' Yapma Firuzem, yılların arkadaşlığı hatrına bana da bir yer ayarlarsın diye düşünüyorum'' '' Nazlıyla bir konuşalım da'' '' Hayır Firuze, sen ve ben. Ne oldu sana, evlendin de benim mi haberim yok?'' '' Hayır ama, neyse tamam yarın akşam diyelim mi o zaman?'' '' Diyelim, alırım seni gelmene gerek yok'' '' Yok yok, ben gelirim hem çok ters oturuyoruz bir daha yol çekme'' '' Peki, yarın yedide akaretler diyelim mi?'' Onu onaylayarak kapadım telefonu. İçimde ki huzursuzluk kol geziyordu ama düşünmeden de edemiyordum. O benim neyimdi, biz neydik? Sürekli böyle azgın çiftler gibi öpüşüp sevişip bir sona bağlayamayacak mıyız? Ne hadle beni böyle bırakıp gidebiliyor onu da bilmiyordum! İçimde ki öfke dinene kadar öylece oturdum yerime. Salak Alpalsan! Salaktı işte! 🍃 '' Nazlı, evde misin?'' '' Evdeyim bebeğim sen nerdesin?'' O gün öylece gelip geçmiş, ne bir mesaj ne bir arama hiç bir şey yoktu. Şimdi de Bora ile buluşmama daha iki saat varken hastanede işlerim bitmiş, Nazlının kapısında almıştım soluğu. '' Aç kapıyı'' dedim. Telefonu kapattı hemen ve kapı açıldı. '' Kuzu, gelsene. Hayırdır ne oldu?'' Suratımda ki düşüklüğü farketmişti ki fark edilmeyecek gibi de değildi. İçeriye geçip kabanımı çıkardım ve koltuğa gömüldüm. '' Kim var?'' '' Babam ama uyuyor merak etme üst katta, kuzu neyin var ya?'' Nazlıya kısa bir özet geçtikten sonra getirdiği çaydan bir yudum aldım. '' Alpaslanla olan samimiyetin artsa da, daha aranızda ki bu ilişkinin adını bile koymadınız! Her öpüşenle sevgili olsaydık ohoo'' dedi yaramaz bir tonda. '' Bilmiyorum Nazlı, tamam çok doğal kıskanması ama bunu benimle daha düzgün bir şekilde konuşabilirdi'' '' Haklısın, nerede kaldı artık o hanzo kıskançlıklar ya! Delirdin mi sen?'' '' Yapma Nazlı! Alpaslandan bahsediyoruz .'' '' Firuze, arkadaşların hep olacak, deli misin sen bu adam daha flört halindeyken bunu yapıyorsa vay haline!'' '' Aman Nazlı napsın adam, ona çiçek gelse bir kadından benim tepkim ne olurdu önce onu kararlaştırmak lazım!'' Göz devirdi bana ve ellerini göğsünde bağladı. Yanıma oturup bacak bacak üstüne attı. Çayımın son yudumunu da alıp bardağı kenara koyarken bilgisayar da ki açık diziye baktım. '' Doktorları ne diye hala izliyorsun Nazlı! Yıl 2024, manyak mısın sen?'' '' Leventin her hareketini kazıyorum ki, erkeklere güven olmadığını hiç unutmak istemiyorum!'' '' Manyaksın kızım sen! Ne oldu Murat mı?'' '' Yoo, Muratla neden konuşmayı keselim ki, Özay vardı ya kız kardeşini merkeze getiren. Konuşuyorduk zaten ama, bir kızla daha birlikteymiş . Soruyorum, bizim bir adımız mı vardı diyor! Orospu çocuğu! Ne diye çiçek yolladın bana o zaman!'' '' Nazlı! Kızım sen Muratla konuşmuyor musun? Ne diye Özayla ilişkini sürdürüyordun?'' Gözlerini kısarak bana baktı. '' Firuze, ben Murata bağımlı bir kız değilim, kimle istersem konuşurum!'' '' O da konuşuyor mu peki?'' Sessizleşti, tahmin edebiliyordum Muratın Nazlıya olan hislerini. '' Murat senden hoşlanıyor, bunu sakın kullanma. İstemiyorsan başından konuş! Çocuğu oyalama, burada kimi kimsesi yok, o senin gibi onla bunla gününü gün etmiyor!'' Dumura uğramıştı, benden bu çıkışı beklemiyordu. Gözlerini benden kaçırdı. '' Ama- '' Aması yok Nazlı! O çocuk ciddi, takıldığın pezevenklere benzemiyor. İyi niyetli bir insan, suistimal edeceksen hiç başlama. Sen de çocuk değilsin, artık kendine çeki düzen ver. Flörtle hayatını idame ettiremeyecek kadar büyüdün!'' Bütün bu sözler benden mi çıkıyordu, nasıl çıkıyordu hiç bir fikrim yoktu ama öfkem tazeydi. Bir hışımla kalktım, ne kadar kızarsam kızayım kıyamıyordum Nazlıya. Yaşadıklarını ben bildiğim için, ona öfkem harlanamıyordu. '' Ayrıca!'' dedim ayağa kalkarak. Gitme vaktim gelmişti. Alpaslanla konuşup aramızdakileri netleştirmek için karar vermiştim. '' Leventin şerefsizliğini köşeye atta Elanın o berbat gelinliğini niye kimse konuşmuyor! İğrenç!'' diyerek kabanıma sarıldım. O tok bir kahkaha patlatırken bende kendimi tutamayıp güldüm. Ayaklandı benle beraber, sarıldı kollarıma. '' İyiki benim arkadaşımsın Firuze'' '' Bebeğim, inan bana yaşadığın aldatılmayı, yaşadıklarını bir başkasına faturasını kesmek çözüm değil. Her erkek bir değil ki, herkesin hatası karakterine!'' Kafasını salladı. '' Kötülüğünü istemem sen benim biriciğimsin, ama o çocuğunda tutanacak bir dala ihtiyacı var, sağlam değilsen bırak gitsin tutundurma'' Gözlerinde ki pişmanlığı görebiliyordum. Sesini etmedi. Ama biliyordum anladığını. Vedalaşıp çıktım evden. Arabaya geçerken Alpaslana Bora ile Akaretler de buluşup eve geçeceğimi ve konuşmak istediğime dair bir mesaj attım ama tabii ki gece boyu asla cevap vermedi. Bora ile onun ısrarlarına rağmen kabul etmediğim içki gecesini iptal edip kahve içtik. Anıları yad etmiş, Nazlıdan ve bizimkilerden konuşmuştuk. Bora aynı Boraydı ama ben ona o samimiyeti vermemiştim. Çünkü temas etmekten hoşnut olan bir çocuktu. Kahvemde ki son yudumu alırken telefonum titredi. Komutanın Teki: Neredesin? '' Tabii sonra liseden atılmıştık, hatırlıyorsun değil mi Osman bizi satmıştı!'' '' Bora tabii ki hatırlıyorum'' dedim gözlerim telefonda iken. Akaretlerdeyim, sen? Komutanın Teki: Beşiktaş çarşıdayım. Gel hadi. Gözlerimi telefondan bir tuhaf heyecanla alıp çantamı topladım. '' Bora beni arkadaşım bekliyor, kalkayım artık'' '' Nereye ya? Bir iki kadehh '' Bora lütfen, hayır demiştim'' Bora suratında ki düşük hislerle ayaklandı. '' Tamam o zaman, başka zaman görüşür müyüz?'' '' İnşallah, yoğunum biliyorsun anlattım. Ağabeyimin de düğün kına arefesi var yakında. Gel sende'' '' Olur, davetiye mi alırsam gelirim güzelim'' Gülümseyerek eşyalarımı toparladım ve çıktık kafeden. '' Arabamla gelmedim, beni de bırakır mısın çarşı da'' '' Tabii gel'' Borayı hem Alpaslanla tanıştırır, hem de biraz olsun Alpaslanın onu tanımasını sağlardım. Birlikte çarşının girişine kadar gittik. Aracı park ettim bir köşeye ve indik. Gözlerim Alpaslanı arıyordu kalabalıkta. '' Ben de gideyim artık Firuze'' Bana doğru bir adım attığın da gafil avlanmıştım çünkü sarıldı bana. '' Bora, görüşmek üzere, haberleşiriz'' '' Haberleşelim Firuze'' Hala sarılı bir şekilde dururken artık çekilmek için bir hamle yapıyordum ki saçlarımın arasında elini hissettim. '' Bora, çekilir misin?'' dedim onu kendine getirir gibi. Belimde ki eli gevşemedi ama yüzü yüzüme dönüktü. İçimde bir korku vardı. '' Firuze cesaretimi topladım, bırak söyleyeyim'' Bütün bir gece bu konuyu açmamak için cebelleşiyordum ama korktuğum başıma gelmişti. Aslında iki şeyden korkmuştum, ikiside başıma gelmişti. '' Bora hayır hayır, inan bana duymak istemiyorum hem benim erk- Yüzünü daha çok yaklaştırınca öpüceğini anlayıp onu ittim ama bir adım gerilemedi. Etrafıma bakınıyordum Alpaslanın burada olmamasını dileyerek ama buradaydı. Elleri cebinde, aracına yaslanmış bir şekilde gözlerini ayırmadan aramızda ki üç adımlı mesafede bizi izliyordu. Borayı alalacele ittiğim de sendeledi. '' Sana karşı öyle bir durumda değilim ve benim erkek- Kolumu sıkıca kavradığın da ondan kurtulmak için çırpınıyordum ki Boranın kolu kolumdan sancılı bir şekilde koparıldı. Alpaslan tüm heybetiyle Borayı yakalarından tuttuğu gibi arkaya savurdu. Bora sendelese de çabuk toparladı. '' Ne oluyor ya!'' '' Seni itiyor, seni istemiyor ve hala yapışmaya çalışıyorsun!'' '' Sen kimsin be!'' '' Bora! Lütfen git artık lütfen'' Bora bir adım daha atıyordu ki bize Alpaslanın yumruğunu burnuna yemesi ile yere kapaklandı. Şıpır şıpır kanları boşanınca ufak bir çığlık kopardı dudaklarından. Bora astım hastasıydı ve tıkanırsa ne halt yiyeceğimi bilemezdim! Korku ile yere eğildiğim de Alpaslan müsaade etmedi. '' Yürü gidiyoruz!'' Onu bu halde bırakamazdım asla. '' Alpaslan ne yaptığını sanıyorsun sen!'' '' Firuze yürü dedim!'' Bu sırada Bora acı içinde kıvranıyordu. '' Firuze!'' '' Bırak! Manyak mısın sen Alpaslan önüne her gelen yumruğunu çakamazsın!'' Durdu, kolumda ki varlığı azalınca eğildim yere doğru. Eli kan dolmuştu. '' Bora, iyi misin?'' '' Firuze, tıkanıyorum sanırım'' '' Şşşş sakin ol lütfen hemen gidelim bir hastaneye'' '' Tam bir hayal kırıklığın sen Firuze!'' dedi tükürür gibi konuşarak. Lafın ağırlığı altında ezilmeye vaktim yoktu çünkü Bora kıpkırmızı kesilmişti. Alpaslan tüm öfkesi ile yeri titrete titrete yürüdüğün de arabasına binip tekerleklerinin çığlıklarını bizim ardımızda bırakarak gitti. Borayı kaldırıp arabaya oturttuğum da gömleğinin düğmelerini çözdü. '' Bora lütfen sakin ol gidiyoruz hemen'' İlk bulduğum klinikte durdum. Hızla içeriye girdiğimiz de acile yönlendirildik. Doktor burnunu kontrol etmiş, elinde ki eldivenleri çıkarken yanıma geldi. '' Doktor bey neyi var?'' '' Nesi oluyorsunuz?'' '' Arkadaşıyım. Astımı da vardı'' '' Delikanlının astım krizi tutmamış Allahtan ama burun çok fena bir darbe almış. Kırılma yok ama zedelenme çok, arkadaşınızın burun dolgusu kaymış. İsterseniz bir estetik cerrahi müdahele etsin'' '' Kendisi isterse neden olmasın'' '' Buyurun içeride kendisi, kanaması durdu'' Yanına ilerlediğim de beni görmesiyle ayaklandı. '' Firuze'' '' Bora, bora çok çok özür dilerim'' Bana zorla sarılıp isteğim dışı temasından dolayı ondan özür dilemek koysa da, Boranın Alpaslanı şikayet etmesini istemiyordum ve Boranın babası hakimdi. Mesleği tehlikeye girerdi. '' Sen neden o dağ ayısı için özür diliyorsun ki? Kimdi o Allah aşkına Firuze, senin böyle yobazlarla işin ne?'' '' Bora! Düzgün konuş!'' '' Firuze adam burnumu yamulttu! Ya astımım tutsaydı? Babamı arayacağım hemen alsınlar bu ayıyı içeriye'' Kalan dolgularını da ben patlatmak istiyorum demek istesem de sustum. '' Hayır lütfen, şikayetçi olma. Bak tamam etik değil yapılan, ama lütfen'' '' Hayır Firuze! Babamı araya- '' İyi ara! Ben de bana zorla dokunduğunu söyler şikayetçi olurum'' Gözleri fal taşı gibi açıldı. '' Şaka mısın?'' '' Sen bana istemememe rağmen dokunmuyor olsaydın yamultmazdı burnunu!'' Bora histerik bir gülüşle omzuma çarparak çıktı odadan. Derin bir nefes verip peşinden ilerledim. Ödemeyi yapıyordu. '' Buradan taksi çağırıp dön evine! Unutma ki kısasa kısas!'' diyerek çıktım hastaneden. İçimde ki burukluk öfke ile bindim arabaya. Alpaslanı aradım bir kaç çalıştan sonra açıldı, ama kulaklarımın pasını da sildi. '' Sakın! Sakın bir daha beni arama sakın!'' Cevap vermeme izin vermeden kapadı suratıma. Sinirden kahkaha atıyor öfkemle baş başa evime gidiyordum şimdi. Evin önüne park edip karşı eve geçtim. Evde değildi ama, belki de arabayla değildi. Zili çaldım. Selma teyze çok geçmeden yazmasını bağlarken açtı kapıyı. '' Firuze, yavrum gel'' '' Yok Selma teyze, Alpaslana ulaşamadım da evde mi?'' '' Yok yavrum, o karargahta bu gece, toplantıları neyi varmış. Hayırdır kızım?'' Biz öpüşüyoruz, hatta dokunuyoruz da birbirimize, ama oğlun beni bir erkekle samimice yakaladı çocuğun burnunu yamulttu şimdi de onu arıyorum hayır yani hayır Selma teyze! Tabii ki böyle konuşamadığıma göre gülümsedim. '' Bir şey yok Selma teyze, iş ile ilgili'' '' Ha kuzum, bir şey oldu sandım. Deli gibi esiyor bu aralar zaten. Kavga mı ettiniz siz yoksa?'' Şaşkınca baktım Selma teyzeye. Ellerimi tuttu bir anne edasıyla. '' İki gece önce konuştuk yavrum, ilk defa geldi istiyorum anne dedi. Hislerim var dedi. Ah kuzularım benim aranızda ki çekimi biliyordum ya Allah aşkına, seni de severim Firuze'' İşte dumura uğramak diye buna nedirdi. Ağzım açık kadının karşısında kalakalmıştm. Alpaslanın bu derinlikte olduğunu bilememiştim. '' Denemek istiyorum dedi yavrum, Firuzem inan çok mutlu oldum. Alpaslanım bir ailenin eksikliği ile yaşadı hep. Bunca zaman çekti çilesini yeter gayrı'' Kalbimde ki korku tohumları serpilmişti. Şimdi anlıyordum, aramız da ki farkı. Biz bir sevgili bile olamadan annesinin aile yakıştırmaları, ah nasıl bir şeyin içine girdim ben? Karşımda tüm samimiyeti ile duran kadın için kültür çatışması yapan kendime kızdım. '' Selma teyzem bunları konuşmak için çok erken. Ben daha müsait bir zamanda gelirim'' '' Tamam kuzum, geç oldu geç evine hadi'' Selma teyzeye iyi akşamlar diledikten sonra eve geçtim. Alpaslanla konuşmak için henüz erkendi, bu gece öfkesi dinsin yarın sabah erkenden konuşacaktım. Bizimkilere görünmeden odama çıktım. Kafam hala zonkluyordu ama asıl merak ettiğim Alpaslandı. Gece boyu attığım mesajlara cevap vermedi. Aklım ondaydı ve bir gram uyku uyumadan sabah altıya doğru kalktım yataktan. Madem o gelmiyordu ben gidebilirdim. İki yetişkin insanlardık, konuşarak çözebilirdik elbette. Çocuk gibi küs kalacak halimiz yoktu ya! Güzel bir duş alıp üzerimi giyinmeden bornozla mutfağa indim. Henüz kimse uyanık değildi. Fırsattan istifade kek kalıbını çıkarıp bir güzel yağladım ve bir yandan da okkalı bir kahve yaptım kendime. Tabii sonra Selma teyzenin çektiği kahvaltı nutukları gelince aklıma kahveyi döküp çay koydum kendime. Bir sandviç hazırladım. Bir yandan yiyor bir yandan da kekin harcını yapıyordum. Fırını ayarlayıp içine yolladım kabı ve dakikasını ayarlayıp odama çıktım. Dolaptan tatlı bir yeşil kumaş pantolon ve beyaz gömleğimi çıkardım. Saçlarımı kurutup iç çamaşırlarımı giydim. Hatta sütyen yerine yine yeşil tonlar da dantelli braletimi giyip iki düğmesini açtım. Kombinim güzeldi ve beyaz gömleğimin içinden kendini belli eden braletimle mükemmel olmuştum. Saçlarımı da düzleştirip hafif bir makyaj yaptım. Hazırdım. Aşağıdan gelen fırın sesiyle birlikte indim. Keki fırından çıkarıp böldüm bıçakla. Tadı güzel olmuştu. Saklama kabına keklerden koyup üzerine pudra şekeri serptim ve kağıt poşetlerden birine koyup çıktım evden. Arabaya geçtiğim de karşı evin önüne baktım. Arabası yoktu. Gelmemişti. Hala karargahta olabilirdi ya da, çıkmışta olabilirdi. Riske atmamak için Muratı aradım. '' Firuze?'' Uykulu gelen sesine aldırış etmedim. '' Günaydın, napıyorsun?'' '' Karargahtayız, çıkışı bekliyoruz'' '' Süper, kapıda bekleyeyim o zaman Alpaslanı'' '' Ne kapısı Firuze, göreve gidiyoruz biz. Bilmiyor musun yoksa?'' Ne görevi demeye kalmadan Nazlıdan saatler önce gelen ama okumadığım mesajı gördüm. Nazo: Kuzu arayı düzelttiniz mi? Göreve gidiyorlarmış uğra bana, avutalım birbirimizi.. '' Murat ben bilmiyordum, neredesiniz?'' '' Çıkış bekliyoruz kapıda, Alpaslan karargahta hazırlanıyor'' Aracı tutan ellerim titredi, yaklaşmıştım karargaha. '' Bekleme durumu ne?'' '' Her an gelebilir, her an hem de'' '' Murat yalvarırım durun. Bak ben kimi gerekirse ararım, lütfen beş dakika sadece'' '' Firuze, ben bunun kararını veremem.'' '' Murat beş dakikalık bir yolum kaldı sadece lütfen'' Bir kaç saniye sessizleşti. '' Tamam gel çabuk'' Telefonu kapatıp aklımda ki ve kalbim deki sorularla karargahın önüne geldim. Ben aramasaydım, aklıma esmeyip gelmeseydim haberim olmadan çekip gidecek miydi? Tek bir soru, tek bir cevap. Hali hazır da bekleyen tim beni görünce rahata geçti. '' İçeride, Hulusi komutanın emrini bekliyor. Elini çabuk tut'' Murata minnet dolu bakışlarımı yollarken asker kapıları açtı. Telli kapının eşiğinden geçip ezbere bildiğim bu yolu koştum. Elimde ki keki de es geçmemiştim. Odasının önünde durdum. Kalbim deli gibi atıyordu. Belirsizlik bir ter gibi bedenimi kaplarken kapıyı tıklattım. '' Gel!'' dedi sert bir sesle. Kapıyı aralayıp kafamı soktum ilk. '' Alpaslan'' dedim kısık bir sesle. Beni görmeyi beklemiyordu, şaşkınlığı suratından atıp sert bir tonda; '' Ne işin var senin burada?'' dedi iğrenir gibi. Bu tavrı kalbimi kırarken bir cesaretle içeriye girdim . '' Alpaslan, sen neden bana söylemedin gideceğini?'' Askeri montunun önünü iliklerken çantasını geçirdi sırtına. '' Sana neden söyleyecek mişim? Yolumu mu beklerdin?'' dedi alay ederek. Beresini yeni kestirdiği saçlarına geçirerek ellerini cebine attı. '' Ne diyorsun sen Alpaslan! Beklemeyip ne yapacaktım?'' '' Bilmem, böyle mi bekleyecektin? Anlamadım, böyle mi? Dün geceyi öyle ya da böyle atlatmışsın, maşallah'' dedi öfkeli bir tonda. '' Ne diyorsun sen Alpaslan! Ben senin için nelerle uğ- '' Kes! Ya ben kör müyüm? O herif ben olmasam seni öpecekti! Üstüne bir de onun yanında oluyorsun! Sen beni küçük düşürdüğünün farkında mısın? '' Bilmiyordu şartları, ona veriyordum bu kırıcılığını. '' Dinlesene! Bak biliyorum ki hak vereceksin'' '' Vaktim yok! Git buradan! Burası öyle alalen girebileceğin bir yer değil! Senin partilediğin mekanlara benzemez burası!'' Ona bir adım atıp keki masasına koyarken gözleri göğüs oluğuma takıldı. Süzmek yeni aklına gelmiş gibi baştan aşağı süzdü beni ve tiksinç bir şekilde güldü. '' Sen ne yapıyorsun ya!'' Kekin olduğu saklama kabını elinin tersiyle itince olduğum yerden sıçradım. Gözlerinde ki öfke tohumlarının serpildiğine an be an şahit olurken korku ile arkaya doğru sendeliyordum ki tuttu beni sertçe kolumdan. Yüzü yüzüme şimdi daha yakındı. '' Bana bak hemşire, ben senin öyle vakit geçirebileceğin, oradan oraya savrutabileceğin erkeklere benzemem! Ben senin o çıtkırıldım döneklere hiç benzemem! Benim sevdiğim, konuştuğum kadın benden başka gözlere kör olur! Aramızda ki bu her ne boksa, bir an önce bitmeli. Bak göreve gidiyorum! Gözüm arkada kalırdı neden? Beni böyle mi bekleyecektin? İyi ki geldin de noktayı koyuyoruz! Ne sen, ne de ben bundan sonra asla görüşmeyelim. Anladım senden ne yar, ne de sevda olmaz! Anladım ki bir kez daha, benim gibi vatana sevdalı insanlar ancak vatanlarını severler. Yolumdan şaşırtma beni! Şu halinle daha fazla burada durma! Tabii hala duracak halin kaldıysa!'' Yüreğimin derinliklerine inen kırgınlık tamamen beni kapladığın da gözlerinde ki öfke dindi, ama etkisi vardı. Şimdi gözlerin den ufakta olsa titreme, pişmanlık gördüm. Bedenimde ki öfke dalgası da , hayal kırıklığı da harmanlaşmış, kalbimi ele geçirmişti. Suratım daki şok ifade, yanaklarıma nüfuz ederken kolumu ondan kurtardım. Kafamı olumlu anlamda salladım, en azından vücut fonksiyonlarımı oynatabiliyordum ya ona bile şükürdü. Dizlerimin titremesine önem vermeden yere fırlayan kekleri kabına geri koydum. '' F-Firuze'' dedi kekeleyerek. Sesinde az önce ki öfke, tiksinç, delilik yoktu. Kekleri toplayabildiğim kadar topladım ve gözlerine döndüm. Dudaklarım titriyordu, göz yaşlarım daha fazla durmadı. Aktı bir çeşme gibi sıra sıra. Gözleri göz yaşlarıma, eli elime uzanıyordu ki geriledim. Gülümsedim olabildiğince titreyen dudaklarımla. '' Allaha emanet'' dedim tüm gücümle. Arkamı dönüp aralık kapı eşiğinden çıktığım gibi nefes nefese koştum boş koridorda. Gözyaşlarım hiç durmuyordu. Çıkışa yaklaştığım da kapının eşiğinden geçen, kahverengi trençkotlu iyi giyinimli sarışın bir kadın belirdi kapıda. Sahra köşe de elinde evraklarla bana tuhaf tuhaf bakarken göz yaşlarımı görmesiyle dumura uğradı. Onda ki bakışlarımı alıp çıkışa ilerledim hızla. Kadın içeriye, ben dışarıya eş zamanlı geçerken omzuma çarparken pürüzsüz, olgun suratında ki gülümseme ile durmadan; '' Affedersiniz'' diyerek devam etti yoluna. Durmadım, mecalimde yoktu durmaya. Dizlerimde son dermanla çıkıyordum şimdi zaten. Yüreğim sıkışıyor, dişlerimi sıkıyordum. Ne bekliyordum ki, sevilmeyi mi? Bu hayatta seni kim sevdi ki, o da sevsin. Seni annen sevmedi be kızım! Elin adamı mı sevecekti? Hayır, hayır sevemezdi... Doğrusu olmuştu belki de. Hem sevilmekte sevmekte hep sıkıcı gelmemiş miydi bana? Belki de biz, sevmemeliydik. Sevmemeliyiz... 🍃 **Kısaca Yazardan/Bölüm Sonu Sahnesi** Firuze yüreğinde ki bu ağırlıkla daha fazla haşır neşir olamıyordu. Hoş, hayatı boyunca hep yalnız kalmayı tercih etmiş hayatına hiç bir erkeği dahil etmemişti. Hem sanki o bilmiyor muydu erkekten dost olur muydu? Adam akıllı bir Mert, bir de Cihat çıkmıştı. Ötekileri hep bir süre sonra Firuzeye açılmış, Firuze ise red etmişti. Asıl pişmanlık Alpaslanındı. Öyle ki kendine kızıyordu, neden dinlemeden atıldı, neden yaptı bunu? Dilinin kemiği yoktu ya doğruydu! İnsan şaşardı, beşerdi yahu! Gitse tutsa kolundan bekle beni dese, hata ettim konuşalım bekle dese olmaz mıydı? O değil miydi geçen gece annesinin ellerine kapanıp sevmeyi denemek istediğini söyleyen. O değil miydi geçmişi bu kadınla unutmak isteyen. Firuzeyi her gördüğün de siyaha çalınan renginin aydınlanması bundan değil miydi? Öfkeliydi, ona göre Firuzenin erkek arkadaşı olamazdı ya! Sevdiği kadına dokunan tüm erkeklerin burnunu kırabilirdi. Ama revamıydı bu öpünce içi giden, saçlarına dokunmak için uğruna canını vermek isteyen kadına bunu yapmak! Değildi. Ama oda korkuyordu, bu kıza hisleri her gün büyüdükçe aralarında ki kültür uçurumlarını görmemek körlüktü resmen! Kalbinin kırılmasını, gururunun incinmesini istemiyordu. Üstelik yaptığı o keki nasılda ziyan etmişti ya! Aptal kafası! Öfkeden dolan gözlerini saklayarak Hulusi komutanının odasına adımladı. Peşinden gidecek cesareti yoktu çünkü! Firuze kapının eşiğine kadar gelmiş Sahranın ona dönen bakışlarını göz ardı ederek hızlı adımlarla kendisine doğru gelen sarışın, iyi görünümlü kadına ilerledi. Kadın hızını Firuzenin koluna çarpınca azalttı ama durmadı. '' Affedersiniz'' Firuze oralı bile olmadı. Burada bir dakika bile durmak istemiyordu. Şayet delirecekti. Kadınlık gururu zedelenmişti oysa, bir daha ayak basarmıydı buraya. Kadın da bunun üzerinde çok durmadı, hoş onunda içinde dinmek bilmeyen bir heyecan vardı. Kolay mıydı, yıllardır ayrı durduğu sevdiğine adımlıyordu. '' Merhaba; buyurun'' '' Merhaba, aslında Hulusi amca ile de görüşmem vardı ama asıl olarak başkasını ziyarete geldim'' '' Şu anda bir görev için çıkış bekliyorlar görüşme için yasaklı bir saattesiniz. Var mı randevunuz?'' '' Var ya aslında ben erkek arkadaşıma geldim'' '' Kimdi arkadaşınız?'' '' Alpaslan. Mehmet Alpaslan Türkümdeyen.'' ** Uh! Uzun soluklu oldu, güzel oldu:) Şimdi nereden çıktı bu yelloz demeyin. Alpaslana küfür de etmeyin... Bebeğim.. Kıskançlık onun gözünü kör etti. Bir sonra ki bölümde görüşmek üzere Komşu Kızları...
|
0% |